Bize Ayrılık Yazıldı – 6

Artık gitmeliyim dedi. Annesiyle de vedalaştı babası. Ahizeyi yerine koydu. El salladı gülümseyen yüzle. Uzun koridordan gidişine baktı babasının. Tam turuncu kapıya geldiğinde dönerek el salladı tekrar. Sehle çok mutlu olmuştu bu son hareketten. Ve kapı kapandı ışıklar söndü.

Başı çatlayacakmış gibi ağrıyordu. Yataktan kalkmak için doğruldu, ama kalkamadı. Biraz daha bekledi öylece… Kapı tıkladı. Gel diyebildi…

— Abla iyi misiniz?

— Evet.

— Işığı yakmamı ister misiniz?

— Olur.

— Size yemek hazırladım. Getireyim mi?

— Kalkıyorum, ben gelirim.

Kaç saattir yatıyordu acaba? Takılan yeni zilin sesi onu ta yıllar öncesine götürmüştü… Küçük yüreğinde, kocaman acıları yaşadığı günlere… Dilinin tutulduğu, babasını ondan kopardıkları, büyük şatoda onu ilk kez gördüğü o zor günlere…

Yataktan doğruldu. Aynaya baktı. Gözleri kan çanağına dönmüştü. Eliyle yüzünü sıvazladı. Saçlarını topladı. Başörtüsünü başına taktı.  Odadan çıktı, yüzünü yıkayıp abdest aldı ve döndü. Tekrar aynanın karşısına geçmişti.

Zaman ne de çabuk geçiyor, dedi. Daha dün gibi… Küçücük bir kız çocuğu idim. Babasız bir kız çocuğu… Hala öyleyim. Yaşım büyüse de ben büyümedim. Babamın minik Sehle’siyim…

Tam 13 yıl olmuştu babasından ayrılalı… Yıllar, yollar, çevrelerindeki insanlar değişse de, onların kaderleri değişmedi…

13 yıl şehir şehir gezdiler babasının peşinden. Nice dertler, hüzünler biriktirdiler. Nice hayatlar, insanlar tanıdılar… Yollarda nice kazalar atlattılar, maceralar yaşadılar. Ama hiçbir şey, anne kızın azmini söndürmedi. Zira yollar uzun da olsa, yorucu da olsa sonunda babasını görmenin mutluluğu vardı. Her şey bu mutluluğa değerdi.

Sürecin en hareketli kısmı mahkeme günleriydi. İlk mahkeme tarihi verilene kadar çok sıkıntılı bir dönem yaşamışlardı. Annesi, tarih belli olsa da önümüzü görsek derdi hep. Tam on beş ay  beklemişlerdi. Nihayet belli olmuştu tarih. Babası görüşte: ‘Çok umutlanmayın. İlk mahkemede çıkışım oldukça zor bir ihtimal’ dese de; annesi evde bir bayram havasına girmişti. Bu hareketlilik ve umuttan Sehle de etkilenmişti. Evde temizlikler yapılmış, babasının en sevdiği yemekler hazırlanmıştı. Ola ki tahliye olursa, eve gelecek misafirler de unutulmamıştı. Anneannesi ve babaannesi bu hazırlıklara karşı çıksalar da, annesine laf geçirememişlerdi. İstemeye istemeye de olsa hazırlıklara yardım etmişlerdi. Evde içli köfteler yapılmış, mantılar açılarak fırında kızartılıp saklanmıştı. Dolmalar, kavurmalar pişirilmiş, dondurucuda yerlerini almıştı. İkramlık şekerlemeler bile unutulmamıştı.

Hanımlar mahkemeye gitmeyeceklerdi. Tahliye olursa abiler babasını alıp geleceklerdi.

Sabahı zor ettiler. Babaannesi abileri sıkı sıkı tembihlemişti. Her gelişmeyi sıcağı sıcağına haber vermelerini istemişti. Hatta babaannesinin: ‘Oğlum, hâkimlerin avukatların değil sözlerini, yer değiştirseler onu bile bize aktar’ deyişi Sehle’yi çok güldürmüştü.

Telefon ellerinde bekleyiş başlamıştı çoktan. Mahkeme öğleden sonraydı. Mahkûmlar erkenden getirilmiş, nezarete  alınmışlardı. Zaman ilerliyor, ancak hiçbir haber gelmeyince babaannesi ahizeye sarılıyordu. Henüz bir gelişme yok deyip kapatıyordu telefonu abiler.

Mahkeme başladı dediklerinde ise  artık evde kimse konuşmuyordu. Sessiz bir bekleyiş başlamıştı. Ne uzun bir gündü Allah’ım… Geçmek bilmiyordu.

Gece yarısı oldu. Karar için ara verildi dediler. Selamet Allah’ım diyordu tüm diller. Ancak umutları bir sonraki mahkemeye kalmıştı. Babası yeniden tutuklanmıştı. Telefonları hiç susmadı o gece. Herkes geçmiş olsun dileklerini iletmek için aramıştı. Sehle gözyaşları içinde, olduğu yerde sızmış kalmıştı.

Mahkemeler belli aralıklarla yapılıyordu. Tam beş yıl sürdü bu mahkemeler. Sonuncusunda  herkes çok umutluydu. Bu sefer tahliyeye kesin gözüyle bakıyorlardı. Ancak çok büyük bir hayal kırıklığı yaşadılar. Babası ceza almıştı. Şimdiye kadar tutuklu statüsündeki babası, artık bir hükümlüydü ve müebbet hapis cezası almıştı. Evde bir matem havası vardı… Ağlamaktan her birinin gözleri şişmiş, gözyaşları kurumuştu. Uzun bir zaman kanadı bu yara… Sonra her acı gibi üstü kabuk bağladı… Ama hiç iyileşmedi. Nasıl iyileşsin ki! Yaranın merhemi içerideydi…

Müebbet hapis…

Sehle, o zamanlar bunun ne demek olduğunu anlamamıştı. Biraz daha büyüdüğünde otuz altı yıla tekabül eden bir mahkûmiyet olduğunu öğrenmişti. Otuz altı yıl… Bir insanın o kadar ömrü var mıydı ki?

Babası bu kadar uzun cezayı gerektirecek ne yapmıştı ki? İnsanları İslam’a davetten başka…

Oysa Sehle bilmiyordu ki kâfir yöneticileri korkutan da bu idi. İslam’ın yeniden ihya edilmesi… Bunu yaparken, organize bir yapının imar edilmesi… Müminlerin bu yapı altında tek vücut kenetlenmesi…

Buna engel olmak için tutuklamışlardı Muhammed Zer’i. Ama Allah’ın izniyle planları işlemedi. Ateşe atılan İbrahim’e, ateş serin ve selametli olmuştu ya… Zindan da Muhammed’e yeni öğrenciler yetiştirdiği bir medrese oluvermişti. Sürgün gittiği her yerde, anlattığı davete rağbet oluyor, türlü nedenlerle içeriye giren gençler İslam’la şerefleniyordu. Dışarıda ele avuca sığmayan, gırtlağına kadar suça bulaşmış gençler, onun hem anlattıklarından hem de ahlakından etkileniyor, ilim tahsil etmeye başlıyorlardı. Her şehre bir davetçi yerleştiriyordu aslında Zer, dışarıda olsaydı belki buna muvaffak olamayacaktı.

Dışarıda da durum farklı değildi. Küfür, liderleriyle ayaktaydı. Onlar, İslami hareketin  de liderlerle ayakta durduğunu, Zer’in gidişiyle tüm camianın dağılacağını sandılar. Ama yanıldılar. Onun  gecesini gündüzüne katarak yetiştirdiği, uğruna ailesini ihmal ettiği talebelerini unuttular. Allah’a hamd olsun ki her biri, hocalarının yokluğunu aratmayacak birer liderdi. Kaldığı yerden omuzladılar davayı ve daveti…

Şimdi Sehle tüm bunları anlayabilecek yaştaydı. Zaman zaman geçmişe gitse de aklı, yansa da yüreği acı acı, babasının davasına sahip çıktı. Ona layık bir evlat oldu. ‘Babam İslam davasının temeline, özgürlüğünü koydu. Annem gençliğini, ben de çocukluğumu… Şimdi binamız yiğitlerin omzunda yükseliyor. Artık bu binaya tuğla olma zamanı’ derdi…

Dolabının kapısını açtı. İç tarafa babasının fotoğrafını yapıştırmıştı. Ailecek cezaevinde çekilmişlerdi. Derin bir ah çekti. Fotoğrafın arkasında bir şiir yazılıydı. Ezberlemişti. Yıllar önce babası için  yazılmıştı:

Ama özgürlüğe sevdalıyız biz

Kıyamımız gümrah, davamız temiz

Zapt ettik, zulümden kalmayacak iz

Gün gelir yıkılır hücre duvarı

Kapı tıklandı tekrar. Gözyaşlarını sildi hemen.

— Abla, gelmiyor musunuz yemek soğudu?

— Hakkını helal et ablacım, dalmışım. Geliyorum.

SON

Muhammed Zer: Şu an Bolu cezaevinde.

Zer’in talebeleri: Türkiye’nin her bir ilinde tevhid davetini yaymaktalar.

Sehle: Medrese tahsilini bitirerek icazet aldı. Şu an aynı medresede hocalık yapmakta.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver