Ebû Abdullah Şurahbîl ibni Hasene ibni Abdillah ibni Mutâ’ ibni Amr El-Kindî
Evvelki yazımızda Şurahbîl ibni Hasene’nin (ra) hayatını anlatmaya başlamış, kâtipliğinden ve hicretinden bahsetmiştik. Bu yazımızd ise hicretten sonra da hayatının geri kalanını mücadele yolunda nasıl geçirdiğini, büyük savaşlarda nasıl büyük bir komutanlık yaptığını anlatmaya çalışacağız.
Dört Büyük Komutandan Biri
Şurahbîl (ra) kâtipliğinin yanı sıra komutanlığıyla da dikkat çekmektedir. Önceleri, uzun bir müddet Habeşistan’da olduğu için Allah Resûlü’nden (sav) ayrı kalmış ve Bedir gibi bazı büyük savaşlara katılamamıştır. Ancak her ne kadar Allah Resûlü’nden (sav) uzak olsa da onun için elinden gelen hizmeti sunmaktan geri kalmamıştır. Örneğin, Allah Resûlü (sav) Habeşistan’da olan Ummu Habibe (r.anha) ile evlenmek istediğinde Necaşi, Ummu Habibe’yi ve yanında birçok kıymetli hediyeyi Şurahbîl ile birlikte Allah Resûlü’ne (sav) göndermiştir.[1] Yani Allah Resûlü’nün (sav) ehli gibi büyük bir emaneti hakkıyla yerine ulaştırarak yine yardımını sunmuştur.
Sonraları ise Medine’ye hicret etmesiyle birlikte Allah Resûlü’nden (sav) hiç ayrılmamış ve kendisiyle birçok gazveye katılmıştır.[2] Allah Resûlü’nün (sav) vefatından sonra da Ebû Bekir Dönemi’nde ismini çok fazla duyarız.
İşte Şurahbîl için daha önce kalemiyle cihad ettiği gibi, şimdi de kılıcıyla cihad etme vaktidir. Bu yüzden Ebû Bekir (ra), Yemame’ye gönderdiği o büyük ordunun dörtte birinin yönetimini kendisine vermiştir. İbni Kesîr’in (rh) dediği gibi o, dört büyük komutandan biridir.[3]
Allah Resûlü’nün (sav) vefatından sonra Arapların birçoğu ya yalancı peygambere uyarak ya da zekât vermekten imtina ederek eski dinlerine geri dönmüşlerdi. Ebû Bekir (ra) dinden dönen bu insanların üzerine ashabın bahadırlarını yollamıştı. İkrime’ye (ra), hemen ardından da Şurahbîl’e (ra), Museylime’nin üzerine gitmelerini emretmişti. Sonra onların arkasından büyük bir orduyla Hâlid ibni Velîd’i (ra) gönderdi. Ne var ki İkrime ve Şurahbîl acele edip Hâlid’i beklemeden savaşa giriştiler. Museylime’nin kırk bin kişilik ordusuna güç yetiremeyince geri çekilip Hâlid’i beklemeye başladılar.
Hâlid geldiğinde öncü kuvvetlerin başına Şurahbîl’i getirdi. Şurahbîl ve beraberindekiler gece yola çıkıp bir düşman birliğiyle karşılaşarak onları esir aldılar. Hâlid ordusuyla Yemame’ye kadar yürüdü. İki ordu karşılaşınca büyük bir savaş başladı. Sahabe düşmanla çetin bir savaşa girişti. Onlarla ölümüne vuruştu. Sâbit ibni Kays, Sâlim mevla Ebû Huzeyfe, Zeyd ibni Hattâb, Ebû Huzeyfe gibi birçok önde gelen sahabi burada şehit oldular. Cenneti, kılıçların gölgesi altında buldular.[4] Şurahbîl de (ra) burada bir zafere erişmiş olarak yoluna devam etti.[5]
Yine Ebû Bekir’in (ra), Yemame Savaşı’nın ardından Şam’daki Rumların üzerine yolladığı komutanlardan biri de Şurahbîl’di. Ebû Bekir (ra) orduyu dörde bölmüş ve her birinin başına Amr ibni As, Yezîd ibni Ebû Sufyân, Ebû Ubeyde ibni Cerrâh ve Şurahbîl ibni Hasene’yi komutan olarak atamıştı. Rumlar Herakles’in sözünü dinlemeyip anlaşmaya yanaşmadılar. Müslimlerin her bir ordusunun karşısına binlerce askerden oluşan birer ordu çıkardılar. Müslimler karşıdaki kalabalığı görünce durumu Ebû Bekir’e yazdılar. Ebû Bekir (ra) onlara şöyle cevap verdi:
“Toplanın ve tek bir ordu hâline gelin. Müşrik askerlerin üzerine atılın. Şüphesiz ki sizler Allah’ın dininin yardımcılarısınız. Ve Allah, dinine yardım edenlere yardım eder. Kendisini inkâr edenleri ise yardımsız bırakır. Sizin gibi bir ordu sayı azlığından ötürü mağlup olmaz. Ancak günahlar yüzünden mağlup olur. Bu yüzden günahtan sakının. Her biriniz arkadaşıyla bağlarını güçlendirsin.”[6]
Ebû Bekir (ra) bu kıymetli sözleri yazmasının ardından Irak’ta bulunan Hâlid ibni Velîd’i (ra) Şam’a yollayıp orduların başına geçmesini emretti. Tüm ordular toplandı. Müslimler yaklaşık 280000 (iki yüz seksen bin) kişilik düşman ordusunun karşısına kırk bin kişilik orduyla çıktılar. Yermük’te ordular karşı karşıya geldi. Allah (cc), müminlere yardım etti ve Rumlar hezimete uğradı. Böylece İslam, coğrafyalar aşmaya devam etti.
Tabii Şurahbîl (ra) hâlâ atından inmemişti. Ordusuyla birlikte Hâlid ibni Velîd’in (ra) komutası altında Şam’a doğru yürüdü. Bu sırada Allah Resûlü’nün (sav) halifesi Ebû Bekir (ra) vefat etti. Yerine Müminlerin Emîri Ömer ibni Hattâb (ra) geçti. Ömer, Hâlid ibni Velîd’in yerine de Ebû Ubeyde ibni Cerrâh’ı (ra) atadı. Ebû Ubeyde, Ömer’in emriyle Şam’a doğru hareket etti. Şam’a varıp şehri kuşatma altına aldılar. Şurahbîl piyadelerin başına geçmişti ve ayrıca şehrin kapılarını tutuyordu.
Şamlılar İslam ordusunun karşısında duramayacaklarını anlayınca barış yoluna gitmek zorunda kaldılar. Ebû Ubeyde şehrin yarısını Müslimlere vermeleri karşılığında sulh anlaşmasını imzaladı. Şam’a bağlı diğer yerleri de sulh yoluyla ele geçirdi. Ebû Ubeyd El-Kâsım ibni Sellâm’ın dediği gibi “Bu zaferde Şurahbîl’in büyük bir rolü oldu.”[7]
İşte böylece Şurahbîl; Yemame, Yermük, Fihl, Ecnadeyn gibi birçok savaşa katılarak Ürdün, Filistin, Kudüs, Şam gibi yerlerin fethine mazhar oldu. Ayrıca buralarda yöneticilik yaptı. Hani “Hayat, iman ve cihaddır.” ya işte Şurahbîl’in hayatı tam da böyleydi.
Kolay değil… Mekke’de o kadar eziyet çekti ve öz yurdunu terk etmek zorunda kaldı. Sonra Habeşistan’a gitti ve orada mahsur bir hayat yaşadı. Yıllar sonra Medine’ye geldi ve Nebi’ye kavuştu. Daha hasret gideremeden ailesini arkasında bırakıp at sırtına bindi ve ölene dek mücadele etti… Müminin hayatı böyledir işte. Ölene dek rahat yüzü görmez, mücadelesi bitmez:
Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“Mümin erkek ve kadın, hiçbir günahı kalmayıp Allah ile karşılaşıncaya kadar kendiyle, çocuğuyla ve malıyla imtihan edilmeye devam eder.”[8]
Abdullah ibni Mes’ûd’dan (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“Allah’a kavuşuncaya kadar mümine rahat yoktur.”[9]
Allah Resûlü’nden (sav), müminin ölene kadar rahat görmeyeceğini öğrendik. İşte bugün İslam, sahabe döneminde olduğu gibi coğrafyalar aşmıyorsa bir sebebi de; Müslimlerin konfor arayışını terk edip Şurahbîl (ra) gibi ömrünü davaya feda ederek mücadele etmemesidir. Üzülerek belirtmeliyim ki kalplerde bulunan vehn hastalığı hiç olmadığı kadar yaygın. Ne yazık ki dünya sevgisi ve uzun emel, önümüzde aşılması zor bir duvar misali öylece duruyor.
Günümüzde davet yayıldıkça dünya ve içindekileri elinin tersiyle itecek seçkin bir topluluğa duyulan ihtiyaç daha da artıyor. Dava; Şurahbîl (ra) gibi kalemini, mikrofonunu, anahtarını, cihazını… kılıç bilip kınına koymayacak yiğitleri arıyor. Peki, biz neredeyiz?
Ahiret Rıhlesi Başlarken
Hicretin 18. yılına gelindiğinde İslam orduları birçok bölgeyi kendi topraklarına dâhil ederek fetihlerle Şam’a kadar ulaşmıştı. Bölge düzenlemeleri devam ederken Amvas taunu ortaya çıkmış ve birçok değerli sahabinin vefatına sebep olmuştu.[10] Öyle ki orduların başkomutanları Ebû Ubeyde ibni Cerrâh, Muâz ibni Cebel, Yezîd ibni Ebû Sufyân gibi öncü sahabiler (r.anhum) bu bulaşıcı hastalıkla hayata gözlerini yummuşlardı.
Şurahbîl de (ra) bu hastalıktan payına düşeni almış ve artık dünyada kendisine biçilen ömrü doldurmuştu. Kendisinden kaçınılmayan ecel sırası gelince onun kapısını da çalmıştı.
Ebû Ubeyde (ra) hastalığa yakalanınca insanlara şöyle seslendi:
“Ey insanlar! Şüphesiz ki bu hastalık Rabbinizin rahmeti, Nebi’nizin duası ve sizden önceki salihlerin ölüm sebebidir.”
Sonra yerine Muâz ibni Cebel’i (ra) bıraktı. Muâz da aynı cümlelerle insanlara seslendi:
“Ey insanlar! Şüphesiz ki bu hastalık Rabbinizin rahmeti, Nebi’nizin duası ve sizden önceki salihlerin ölüm sebebidir.”[11]
Sonra o da hastalığa yakalanıp vefat etti. Yerine Amr ibni As’ı (ra) bıraktı. Amr da insanlara şöyle seslendi:
“Ey insanlar! Doğrusu bu hastalık, bir kimsenin içine düşerse ateş gibi alevlenir. Siz dağlara çıkarak kendinizi bu hastalıktan korumaya bakın.”
Başka bir rivayette Amr ibni As bu hastalığa pis ifadesini kullanıp insanlara dağılmalarını söyleyince, Şurahbîl söylediklerini sünnete aykırı kabul ederek, Amr’a sert bir tepki verdi:
Abdurrahman ibni Ğanem’den (rh) şöyle rivayet edilmiştir:
“Şam’da taun vakası yaşanınca Amr ibni As insanlara şöyle seslendi: ‘Şüphesiz ki bu taun pis (bir hastalıktır). Bu yüzden şu dağlara ve şu vadilere çıkarak bu hastalıktan uzaklaşın.’
Bu durum Şurahbîl ibni Hasene’ye ulaşınca öfkelendi. Elbisesini yerde sürüyerek ve ayakkabılarını eline alarak geldi ve ‘Allah Resûlü (sav) ile (uzun bir müddet) arkadaşlık yaptım. Amr ise o günlerde eşekten daha sapıktı. (Bilakis bu hastalık) Rabbinizin rahmeti, Nebi’nizin daveti, sizden önceki salihlerin ölüm sebebidir.’ dedi.”[12]
“…(Şurahbîl dedi ki) ‘Bir araya gelin ve ondan ayrılmayın.’ Şurahbîl’in bu söyledikleri Amr ibni As’a ulaşınca, ‘Doğru söyledi.’ dedi.”[13]
Bu sözlerin ardından Şurahbîl de hastalanmış, Ebû Ubeyde ve Muâz ibni Cebel’le aynı gün vefat etmişti. Zehebî (rh) onlar için şu güzel ifadeleri kullanır:
“Bu sene de taundan; ümmetin emini Ebû Ubeyde, âlimlerin efendisi Muaz ibni Cebel ve Zuhreoğullarının müttefiki mücahidlerin emîri Şurahbîl ibni Hasene vefat etmiştir…”[14]
Bir çadırın içerisinde altmış beş yaşlarında hayata gözlerini yumdu. Yaşamının yarısını hicretle, yarısını cihadla geçirdi. Her ne kadar cihad meydanında olmasa da cihad yolundaki küçük şehadeti[15] tadarak bu dünyadan göçüp gitti.
Selam olsun Şurahbîl’e. Allah (cc) kendisinden razı olsun…
[1]. bk. Et-Tabakâtu’l Kubrâ, İbni Sa’d, Daru Sadır, 8/98; El-Bidâye ve’n Nihâye, İbni Kesîr, Daru İhyau’t Turas, 4/164
[2]. bk. Et-Tabakâtu’l Kubrâ, İbni Sa’d, Daru Sadır, 4/128
[3]. bk. El-Bidâye ve’n Nihâye, İbni Kesîr, Daru İhyau’t Turas, 7/107
[4]. bk. Buhari, 2818; Müslim, 1742
[5]. bk. El-Bidâye ve’n Nihâye, İbni Kesîr, Daru İhyau’t Turas, 6/347-356
[6]. age. 7/8
[7]. age. 7/29-30
[8]. Tirmizi, 2399; Ahmed, 7859
[9]. Ez-Zuhd, İmam Ahmed, 846
[10]. Bu hastalıktan yirmi beş otuz bin kişinin öldüğü rivayet edilmiştir. bk. El-Bidâye ve’n Nihâye, İbni Kesîr, Daru İhyau’t Turas, 7/106
[11]. El-Bidâye ve’n Nihâye, İbni Kesîr, Daru İhyau’t Turas, 7/91; Ahmed, 17756
[12]. Ahmed, 17753
[13]. Ahmed, 17754; Allah (cc) en doğrusunu bilir, Şurahbîl’in (ra) bu çıkışı sünnete bağlılığındandır. Çünkü Allah Resûlü (sav) hastalığı temizlik olarak ifade etmiş (bk. Buhari, 3616) ve ayrıca taun çıktığında insanların bulundukları yerden çıkmamalarını söylemiştir (bk. Buhari, 5728). Amr ibni As (ra) ise insanların başka insanların arasına karışmalarını değil, dağlarda bireysel kalarak hastalığın geçmesini beklemelerini söylemiştir. Ki dediği gibi olmuş ve birçok kimse bu şekilde hastalıktan kurtulmuştur.
[14]. Siyeru A’lâmin Nubelâ, Zehebi, Müessesetü’r-Risale, 1/330
[15]. Ebû Hureyre’den rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurdu:
“ ‘Kimi şehit sayarsınız?’ diye sordu. Oradakiler, ‘Allah yolunda öldürülen şehittir, ey Allah’ın Resûlü!’ dediler. Allah Resûlü (sav), ‘O zaman benim ümmetimin şehitleri azdır.’ dedi. Sahabiler, ‘Kimler şehittir o zaman, ey Allah’ın Resûlü?’ dediler. Allah Resûlü (sav), ‘Allah yolunda öldürülen şehittir, Allah yolunda ölen şehittir, taundan ölen şehittir, karın ağrısından ölen şehittir.’ dedi.
İbnu Miksem dedi ki: ‘Babam bu hadise şahitlik ederek, ‘Suda boğularak ölen şehittir.’ dedi.’ ” (Müslim, 1915; Buhari, 5733)
İlk Yorumu Sen Yap