4. Allahu Teala’nın Müminlere Vaadettiği Bu Yardımın Gerçekleşmemesi, Şartların Yerine Gelmemesi Sebebiyledir
Cihad ameli şartları ve merhaleleri ile yerine getirilebilecek olan farzlardandır. Allah’ın subhanehu ve teâlâ cihadı farz kıldığı gibi, onun için yapılması gerekli olan hazırlığı da farz kıldığını geçen yazılarımızda belirtmiştik. Bu hazırlığın imani ve maddi hazırlık olarak iki kısma ayrıldığını söylemiştik.
Şüphesiz imani hazırlık Allah’ın subhanehu ve teâlâ yardımının gelebilmesi için maddi olan hazırlıktan önceliklidir. Çünkü maddi hazırlık sadece zahiri bir takım sonuçları elde etmek için gereklidir. İmani hazırlık ise, Allah’ın subhanehu ve teâlâ savaşan taifeye yardımının gelebilmesi için gereklidir. Çünkü biz Müslümanlar olarak şunu çok iyi biliriz ki savaşta zafer, sayı çokluğuna veya lojistik desteğin eksiksizliğine bağlı değildir. Zafer ve yardım Allah’ın elindedir. Allah zahiren sayıları az olmasına rağmen, tamamen Allah’a subhanehu ve teâlâ dayanıp; yardımın gelmesi için imani hazırlıklarını yerine getiren topluluklara yardım etmiş, onlara zafer nasip etmiştir.
Yazarımız bu başlık altında şu gerçeği vurgulamıştır;
Kulların işlemiş olduğu masiyetler, Allah’ın subhanehu ve teâlâ yardımı ile kendileri arasında perdeler oluşturur. Bir grupta masiyetler varsa, haramlar söz konusu ise o gruba Allah’ın yardımının gelmemesi, onların kendi elleriyle işlediklerinden dolayıdır. Bu manayı ifade eden birçok ayeti kerime ile Kur’an-ı Kerim’de karşılaşmaktayız;
“Başına gelen kötülük ise nefsindendir.” (4/Nisa, 79)
“Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz sebebiyledir.” (42/Şura, 30)
“Şüphesiz Allah, insanlara zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar.” (10/Yunus, 44)
Allah’ın subhanehu ve teâlâ yardımı gelmiyor ise Müslüman topluluğun kendisini gözden geçirmesi gerekir. Eğer yardım gelmemişse bu, o toplulukta imani hazırlığın yerine getirilmemiş olması sebebiyledir. Çünkü Allah subhanehu ve teâlâ verdiği sözde sadık olandır. Eğer yardımı göndermemişse bu, O’nun sözünde bir problem olduğunu göstermez. Bilakis Müslümanlarda bir problem olduğunu gösterir. Yani Müslüman taifenin ‘Biz üstümüze düşeni yaptık ama Allah yardım göndermedi’ deme gibi bir lüksü yoktur.
Ancak bazen Allah subhanehu ve Teâlâ bir topluluğa, o toplulukta günahkârlar olmasına rağmen yardım edebilir. Yani bu kaide mutlak olan bir kaide değildir. Nitekim Rasulullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem ordusunun içinde ganimetten mal çalan, gittiği beldede kadınlara bir yanlış yapan, taksimatı adaletsiz görüp ‘adaletli ol ey Muhammed’ diyen kimseler vardı. Ama Allah subhanehu ve teâlâ böyle olmasına rağmen onlara yardımını göndermişti. Ama eğer yardım gelmemiş olsaydı bunun sebebi o günah işleyen insanlar olurdu. Başka bir örnekte de görmekteyiz ki Allah subhanehu ve teâlâ sahabenin Uhud’da işlemiş oldukları bir günah sebebi ile onlara yardımını göndermemiş, sahabeden yetmiş kişi şehit olmuş, insanların en hayırlısı olan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem yaralanmıştır (Bu günah ise dağda beklemesi gereken okçuların emirleri olan Peygamberlerinin sözüne rağmen orayı terk etmeleriydi). O topluluktan bazılarının yapmış oldukları masiyet cinsinden bir amel, genel bir musibete sebep olmuştur. Bu örnekten çıkaracağımız bir nokta da, imama olan bir itaatsizliğin kesinlikle Allah’ın yardımının gelmesine engel olacağıdır.
Bir taifenin işlemiş oldukları günahlar Allah’ın yardımına engel teşkil ettiği gibi, Müslüman topluluğun Allah’tan ve Allah’ın subhanehu ve teâlâ zikrinden gafil kalması da Allah’ın yardımına engel teşkil etmektedir.
“Kim Rahman’ı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz.” (43/Zuhruf, 36)
Bir taife Allah’tan ve Allah’ın subhanehu ve teâlâ zikrinden gafil kaldığında, Allah onlara inatçı bir şeytanı musallat edeceğini söylüyor. Şeytanın musallat olduğu bir topluluğa yardımın gelmesi mümkün değildir. Çünkü şeytanın musallat olduğu toplulukların günah işlemesi kaçınılmazdır. Günah işleyen bir taifeye Allah’ın subhanehu ve teâlâ yardımının gelemeyeceğini ise söylemiştik.
Burada şunu da söylemek gerekir ki maalesef bugün Müslümanlar zaferi elde edemiyor oluşlarını veya yardımın gelmiyor oluşunu ‘süper güç’ diye tabir edilen devletlerin iyi çalışmalarına bağlamaktadırlar. Hâlbuki bu da, ‘Müslümanlar özeleştiri yapamasınlar’ diye şeytanın onlara vermiş olduğu bir vesvesedir. Ayrıca kendi başarısızlığını başkalarının çok güçlü olmasına bağlamak, insan psikolojisinde yer etmiş bir özelliktir. Kâfirlerin özelliklerini bilmek elbette ki Müslümanların tedbir alabilmesi için elzemdir. Ancak tedbir almadan mücerred olarak kâfirlerin gücünü şişirdikçe şişirmek, şu ayete muhalif olan bir mantıktır;
“Ey iman edenler! Tedbirlerinizi alın. Ya küçük birlikler halinde ya da toptan savaşa çıkın.” (4/Nisa, 71)
Allah subhanehu ve teâlâ bizlere tedbir almayı emretmekle beraber, yapmamız gerekenden geri durmamamız gerektiğini de söylemiştir. Ama bugün bu fikri savunanlar, sadece karşılarındaki güçleri tabiri caizse bir balon gibi şişirmektedirler. Ancak bilinmelidir ki düşmana dair bu tür bilgiler sadece onunla mücadele de kullanılacak argümanlardandır. Eğer Müslümanlar üzerine düşen sorumluluklardan geri durmaz ve Rablerine dayanırlarsa Allah subhanehu ve teâlâ dönemin süper güçleri karşısında nasıl Rasûlü’nü desteklediyse onlara da yardımını gönderecektir. Ama bu yardımın elde edilmesi bir takım şartların yerine getirilmesine bağlıdır;
1. Niyetin sağlam olması
2. Amelin sünnete uygun olması
3. Üzerimize düşen sorumlulukların tam bir şekilde yerine getirilmesi
4. Allah’a subhanehu ve teâlâ tevekkül edilmesi
5. Sabretmek.
6. Dua silahıyla silahlanmak
Bu şartlarla beraber Müslümanlar maddi sebepleri de yerine getirirse -eğer Allah onlara yardım etmeyi dilemişse- Allah subhanehu ve teâlâ onlara yardım edecektir. Şöyle buyuran Allah subhanehu ve teâlâ neden yardım etmesin ki;
“Müminlere yardım etmek bizim üzerimize haktır.” (30/Rum, 47)
Kâfirlerin dünyaya olan düşkünlüklerinden ve korkularından dolayı iyi çalıştıkları doğrudur. Ama Müslümanın unutmaması gerekir ki kâfirler hiçbir zaman Allah’ın subhanehu ve teâlâ sıfatlarını alacak kadar iyi çalışamazlar. Müslümanlardaki bu yanlış algının sebeplerinden biri de Yahudi ve Hristiyanların yayınlamış olduğu filmlerdir. Amerika’nın bir rambosu sayesinde ülkeleri nasıl elde ettiğini, hiç kurşunu bitmeyen ajanların teröristlere(!) karşı nasıl zafer elde ettiğini içeren filmleri izleyen Müslüman bir nesil var karşımızda. Bu neslin, bu gibi kurşunu bitmez ‘süper güçlerin’ yenilebileceklerini kabul etmesi hiç de kolay olmasa gerek. Lakin ilginçtir ki bugün aynı süper güçlerin, Müslümanlar tarafından nasıl rezil ve perişan bir hale getirildiğini de müşahede etmekteyiz. Arada çok ciddi bir güç dengesizliği olmasına rağmen; mücahitlerin, bu ‘kurşunu bitmez’ terörist savarları(!) tankları, uçakları, gemileri olmamasına rağmen nasıl hezimete uğrattıklarını görmekteyiz. Süper güçlerin, görsel ve yazılı neşriyatı sonucu onların yenilmezliğine inananlara sorumuz şudur; ‘Sizin şişire şişire yere göğe sığdıramadığınız süper gücünüz, girdiği hangi ülkede zafer elde edebilmiş veya zaferi bir kenara bırakalım hangi savaştan az bir zayiatla çıkmıştır?’ Yani bu süper güçler kendilerine kimse kafa kaldırmasın diye toplumun üzerinde bu tür filmler ve kitaplar sayesinde bir korku psikolojisi hâkim kılmaya çalışmaktadırlar. Ama bu süper güçler Rabbimizin bize haber verdiği durum üzeredirler;
“Onlar size, incitmekten başka bir zarar veremezler. Sizinle savaşa girecek olsalar, size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardımda edilmez.” (3/Ali İmran, 111)
“Şeytanın dostları ile savaşın. Şüphesiz ki şeytanın hilesi zayıftır.” (4/Nisa, 76)
Yine Allah subhanehu ve teâlâ kâfirlerin tuzaklarını örümceğin evine benzetiyor. Bilindiği üzere evlerin en dayanıksız olanı örümceklerin evidir. İşte Allah subhanehu ve teâlâ kâfirlerin tuzaklarının bu kadar zayıf olduğunu haber veriyor.
Sonuç olarak diyebiliriz ki; Müslümanların kâfirlerin iyi çalıştıklarını bilip onların çalışmasından daha iyi bir çalışma ortaya koyabilmek için gayret sarf etmeleri gerekir. Yoksa kâfirlerin çalışmalarını Allah’ın kaderinden bile üstün görmek, itikadî bir probleme sebebiyet verecektir.
Kulların işlemiş oldukları günahların, Allah’ın yardımı ile kendi aralarında perde oluşturduğunun delillerine geçmiş milletlerde de rastlamak mümkündür. Bunun en güzel örneği Talut ve Calut kıssasıdır. Allah subhanehu ve teâlâ fakir olan Talut’u İsrailoğulları’na komutan olarak tayin ediyor. Ancak İsrailoğulları Talut’u bu göreve layık birisi olarak görmüyorlar. İlk etapta ordunun bir kısmı dağılıyor. Kendine tabi olanlara komutanları Talut sesleniyor;
“Allah sizi bir nehirle imtihan edecektir. Ondan içen benden değildir. Ondan tatmayansa bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan müstesna” (2/Bakara, 249)
Lakin bu etapta da, çok az bir kısmı dışında o topluluğun çoğu imtihanı geçemiyor ve geride kalıyor. Bu az bir kısım nehri geçip Calut ve ordusu ile karşılaşınca bunlardan bir kısmı da korkuya kapılıp;
“Bugün biz Calut ve ordusuna güç yetiremeyiz” (2/Bakara, 249)
diyerek geride kalıyorlar. Az bir topluluk sebat edip;
“Nice az sayıda topluluklar çok sayıdaki toplulukları yenilgiye uğratmıştır. Allah sabredenlerle beraberdir” (2/Bakara, 249)
diyerek Calut ve ordusunu hezimete uğratıyor.
Kıssa başından sonuna kadar incelendiğinde birçok ders çıkartılabilir. Bizim çıkaracağımız en önemli nokta ise şudur; bir grubun Rablerinin ve komutanlarının emirlerine asi olup geride kalmalarının sebebi, işledikleri bir takım hata ve günahlardır. Sebat edip Allah’ın subhanehu ve teâlâ rızasına mazhar olanlar ise Rablerine ve komutanlarına her durumda itaat eden insanlardı.
Müslümanların hem kendilerini hem de yetişen nesli şu kaide üzerine bilinçlendirmeleri gerekir; ‘Eğer yaptığımız çalışmalarda başarı elde edemiyorsak, bu bizim günahımız sebebiyledir. Demek ki bizler, Rabbimizin hoşuna gitmeyecek şeyler yaptık ki Allah bizi başarısızlığa düçar etti.’
5. Bu Yardımın Gerçekleşmesi Gecikirse, Kulun Buna Layık Olması İçin Gerekli Şartları Tamamlaması Gerekir
Allah subhanehu ve teâlâ kullarına yardım etmek, onların durumlarını değiştirmek vb. durumlar için öncelikle kuldan bir hareket beklemektedir. Bu Allah’ın subhanehu ve teâlâ değişmez bir yasasıdır. Mesela Allah subhanehu ve teâlâ diyor ki;
“Ben günahları çokça affederim.”
Ama Allah subhanehu ve teâlâ rahmetinin tecelli etmesi için kuldan bir hareket bekleyip onun istiğfar etmesini emretmiştir. Kul ellerini açıp Rabbine istiğfar etmediği müddetçe -ve Allah dilemediği müddetçe- Rabbinin merhameti tecelli etmeyecektir.
İşte burada yazarımız diyor ki; ‘Eğer bir başarısızlık söz konusu ise bu bizim günahlarımız sebebiyledir. Bu halin değişip başarı durumuna geçebilmesi için öncelikle bizim bir adım atmamız gerekir.’
“Şüphesiz bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe, Allah onlarda bulunanı değiştirmez.” (13/Rad, 13)
İlk Yorumu Sen Yap