Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun. Salât ve selam Allah Rasûlü’ne, onun ehlibeytine, ashabına ve kıyamet gününe kadar onlara ihsan üzere tâbi olanların üzerine olsun.
Geçen yazımımızda Ulumu’l Kur’an notlarından kıraatlerin kısımları, sahih kıraatin şartları ve kıraatlerin hükmünü inceledik. Allah’ın izniyle bu yazımızda, Zemzemi’nin rahimehullah değinmediği bazı konulara değinmeye gayret edeceğiz. Bu konular şunlardır:
• Kıraat farklılıklarının faydaları.
• Kıraat farklılıklarının fıkhi ihtilaflara etkisi.
• Kur’an’ın yedi harf üzere inmesiyle alakalı rivayetlerin kıraatler babıyla alakası.
Kıraat Farklılıklarının Faydaları[1]
1. Kıraat Farklılıkları, Ümmet İçin Kolaylıktır.
Allah, peygamberleri kavimlerinin lügatiyle göndermiştir. Buna binaen Kur’an, Arapça olarak indirilmiştir. Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyurur:
وَمَا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِه لِيُبَيِّنَ لَهُمْ
“Biz, her peygamberi; ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah’ın emirlerini) iyice açıklasın.” [2]
Araplar fasih Arapça lisanına sahip olmakla beraber, yörelerine göre farklı şive ve lehçelere sahiptiler. Araplardan bir örf ve lügat üzere yetişmiş kimsenin, kendi lisanını bırakıp, başka bir yörenin lisanına geçiş yapması, uzun uğraşlar ve büyük zorluklar gerektiriyordu. Günümüzde Doğu’da yaşayan bir kimsenin Batı’nın şivesini konuşabilmek için zorlanması gibi.
Şayet Kur’an, sadece Kureyş lisanı üzerine inmiş olsaydı Kureyş dışındaki kabilelerin, Kur’an okumak için büyük zorluklara katlanmaları gerekecekti. Fakat Allah subhanehu ve teâlâ farklı şive ve lügatlere hitap edecek şekilde Kur’an’ı indirerek, insanlara kolaylık kıldı. Allah şöyle buyurur:
يُرٖيدُ اللّٰهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُرٖيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ
“Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez.” [3]
Kur’an’ın farklı lügat ve örflere hitap edecek şekilde indirilmesinin faydalarından ve hikmetlerinden birisi de, Kur’an ile farklı kültürlere sahip olan Arap kabileleri arasında bir bağ kurmak ve onları Kur’an’a yaklaştırmaktır.
Kureyş, hac mevsimlerinde Mekke’ye gelen Arapların lisanından bazı kelimeleri özenle seçer ve bu kelimeleri kendi lügatlerine koyardı. Kendisinde birçok lügati topladığı için Arapların arasında Kureyş lugatinin ayrı bir yeri vardı. Her lügat sahibi Kureyş’in lügatine sahip çıkıyor ve saygı duyuyordu. Kur’an’ın Kureyş lisanı üzere inmesi ve aynı zamanda farklı lügatleri de kuşatması, Arapça lisanına sahip olan tüm Araplara hitap etmesi demektir. Böylece Kur’an, sadece bir topluluğa has bir kitap değil, tüm Arapları kuşatıcı bir kitap olmuştur.[4]
2. Kıraatler, Ayetin Yanlış Anlaşılma İhtimalini Ortadan Kaldırır
Mesela, Allah şöyle buyuruyor:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا نُودِيَ لِلصَّلَاةِ مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ وَذَرُوا الْبَيْعَ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
“Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın! Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.” [5]
Ayetten ilk anlaşılan, namaza çağrıldığı zaman koşmanın gerekli olduğudur. Ancak Ömer, Osman, İbni Mesud ve İbni Abbas radıyallahu anh gibi sahabilerden aktarılan kıraatte bu ayet (فَامْضُوا إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ) ‘Allah’ı zikrine doğru yürüyün!’ şeklindedir.[6] Bu kıraat, olası bir yanlış anlaşılmayı engellemektedir. Zira namaza gelirken koşmak ile alakalı Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
إِذَا سَمِعْتُمُ الإِقَامَةَ، فَامْشُوا إِلَى الصَّلاَةِ وَعَلَيْكُمْ بِالسَّكِينَةِ وَالوَقَارِ، وَلاَ تُسْرِعُوا، فَمَا أَدْرَكْتُمْ فَصَلُّوا، وَمَا فَاتَكُمْ فَأَتِمُّوا
“Namaza çağrıldığını duyduğunuz zaman, sekinet ve vakarla mescide doğru yürüyün! Koşmayın! Namazdan her neye kavuşmuşsanız onu kılınız, neyi kaçırmışsanız onu tamamlayınız.” [7]
3. Kıraatler, Ayetin Kapalı Yönlerini Açıklar
Bir kıraate göre ayetteki kapalılık, başka bir kıraatle vuzuha kavuşabilmektedir.
Mesela, Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyurur:
وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُوا أَيْدِيَهُمَا جَزَاءً بِمَا كَسَبَا نَكَالًا مِنَ اللَّهِ وَاللَّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
“Yaptıklarına bir karşılık ve Allah’tan caydırıcı bir müeyyide olmak üzere, hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin! Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” [8]
İbni Mesud radıyallahu anh bu ayeti (فَاقْطَعُوا أَيْمَانَهُمَا) ‘Sağ ellerini kesin.’ şeklinde okumuştur. Bu kıraat, hırsızın hangi elinin kesileceğini tefsir etmektedir.
Yine Allah şöyle buyuruyor:
وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاءِ اِنْ اَرَدْنَ تَحَصُّنًا لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَمَنْ يُكْرِهْهُنَّ فَاِنَّ اللّٰهَ مِنْ بَعْدِ اِكْرَاهِهِنَّ غَفُورٌ رَحٖيمٌ
“Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde etmek için, iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın! Kim onları buna zorlarsa bilinmelidir ki hiç şüphesiz, onların zorlamasından sonra Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.” [9]
Bu ayetin nüzul sebebiyle alakalı Cabir radıyallahu anh şöyle rivayet eder:
أَنَّ جَارِيَةً لِعَبْدِ اللهِ بْنِ أُبَيٍّ ابْنِ سَلُولَ يُقَالُ لَهَا: مُسَيْكَةُ، وَأُخْرَى يُقَالُ لَهَا: أُمَيْمَةُ، فَكَانَ يُكْرِهُهُمَا عَلَى الزِّنَا، فَشَكَتَا ذَلِكَ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَأَنْزَلَ اللهُ: {وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاءِ} إِلَى قَوْلِهِ: {غَفُورٌ رَحِيمٌ}
“Abdullah b. Ubeyy b. Selül’ün birine Museyke, diğerine Umeyme denilen iki cariyesi vardı. İbni Selül cariyelerini zina etmeye zorluyordu. O iki cariye bu durumu Allah Rasûlü’ne şikayet ettiler ve Allah, bu ayeti indirdi.” [10]
Ayete zahiren bakıldığında, sanki Abdullah b. Ubeyy gibi zina etmeye zorlayanlar bunun akabinde hemen bağışlanacak gibi anlaşılabilir. Ancak başka bir kıraat, ayetin kapalı olan bu yönünü ortadan kaldırmaktadır. İbni Mesud ve Cabir’den radıyallahu anh aktarıldığına göre, onlar bu ayeti (فَإِنَّ اللَّهَ مِنْ بَعْدِ إِكْرَاهِهِنَّ لَهُنَّ غَفُورٌ رَحِيمٌ) ‘Hiç şüphesiz ki Allah, onların zorlanmasından sonra o bayanlara karşı çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.’ şeklinde okumuşlardır.[11] Yani, Allah’ın kendilerini bağışlayacağını belirttiği kişiler, istemedikleri hâlde zinaya zorlanan cariyelerdir.
4. Kıraat Farklılıklarının Kur’an’ın İ’cazına Katkısı Vardır
İ’caz, geniş anlamları öz bir şekilde karşı tarafa aktarmaktır. Kur’an’dan bir ayet, i’caz üslubu sayesinde ciltlerle izah edilmesi mümkün olan engin bilgiyi özetlemektedir.[12]
Bir ayet kendisi hakkında varit olan diğer kıraatler ile beraber ele alındığında, daha geniş manalar ve incelikler ortaya çıkar. Bu açıdan kıraatler, Kur’an’ın i’cazına katkı sağlamaktadır. Bu konuda bazı örnekler verelim:
1. Örnek:
Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyurur:
يَسْأَلُونَكَ عَنِ الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ قُلْ فِيهِمَا إِثْمٌ كَبِيرٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَإِثْمُهُمَا أَكْبَرُ مِنْ نَفْعِهِمَا
“Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: “Onlarda hem büyük günah hem de insanlar için (bazı zahirî) yararlar vardır. Ama günahları, yararlarından büyüktür.” [13]
Bu ayet hakkında iki kıraat nakledilmiştir:
a. Kıraat âlimlerinden Nafi, İbni Kesir, İbni Amir, Ebu Amr ve Asım bu ayeti (قُلْ فِيهِمَا إِثْمٌ كَبِيرٌ) ‘O ikisinde büyük günah vardır.’ şeklinde okumuşlardır. Bu şekilde olduğu zaman, içkinin Allah katında büyük bir günah olduğu anlaşılmaktadır.
b. Kıraat âlimlerinden Hamza ez-Zeyyat ve Kisai bu ayeti (قُلْ فِيهِمَا إِثْمٌ كَثِيرٌ) ‘O ikisinde çok günah vardır.’ şeklinde okumuşlardır. Bu şekilde okunduğunda ise, içkinin çok günah barındırmasına dikkat çekilmektedir. İçkinin çok günah içermesi iki yönlüdür:
• İçki içmek, başka günahlara vesile olur. Bu konuda şu rivayeti zikredebiliriz:
Osman’dan radıyallahu anh rivayetle, demiştir ki:
“İçki içmekten uzak durun; çünkü o, kötülüklerin anasıdır. Sizden önceki ümmetler arasında ibadetle meşgul olan bir adam vardı. Fahişe bir kadın ona kafayı taktı ve hizmetçisini göndererek, ‘Şahitlik için seni istiyoruz.’ diye onu çağırttı. O da hizmetçiyle beraber onun yanına kadar geldi. Her bir kapıdan içeri girince hizmetçi kapıları kilitliyordu. Sonunda güzel bir kadının yanına geldi. Kadının yanında bir çocuk, bir kap içerisinde de içki vardı. Kadın adama, ‘Allah’a yemin olsun ki ben, seni şahitlik için çağırmadım. Ya benimle zina edersin ya bu içkiden içersin ya da bu çocuğu öldürürsün.’ dedi. Adam ‘Öyleyse bana bir kadeh içki ver.’ dedi. Kadın bir kadeh içki verdi. Adam ‘Tekrar ver.’ dedi. Sarhoş olunca kadınla zina etti. Çocuğu da öldürdü. İçkiden uzak durun! Allah’a yemin ederim ki, şarap alışkanlığı ile iman bir arada olamaz. Mutlaka biri diğerini uzaklaştırır.” [14]
İçki, insanlara ulaşma sürecinde bazı merhalelerden geçer. Allah Rasûlü her merhalenin lanete düçar olduğunu bildirmiştir. Bu süreçte değişen el sayısınca, lanetedüçar olanların sayısı da artar. Buna binaen içki, çok günah barındırmaktadır.
İbn Ömer’den radıyallahu anh rivayetle, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
لُعِنَتِ الْخَمْرُ عَلَى عَشَرَةِ أَوْجُهٍ: بِعَيْنِهَا، وَعَاصِرِهَا، وَمُعْتَصِرِهَا، وَبَائِعِهَا، وَمُبْتَاعِهَا، وَحَامِلِهَا، وَالْمَحْمُولَةِ إِلَيْهِ، وَآكِلِ ثَمَنِهَا، وَشَارِبِهَا، وَسَاقِيهَا
“İçkiye on yönden lanet edilmiştir: İçkinin kendisine, onu sıkana, sıktırana, satıcısına, müşterisine, taşıyanına, taşıttırana, parasını yiyenine, içenine ve içirenine.” [15]
Kendisi hakkında iki kıraat varit olan bu ayet, bu anlamlarının hepsini kuşatmıştır.
2. Örnek:
Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyurur:
فٖى قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ فَزَادَهُمُ اللّٰهُ مَرَضًا وَلَهُمْ عَذَابٌ اَلٖيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ
“Kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını artırmıştır. Söyledikleri yalana karşılık da onlara elem dolu bir azap vardır.” [16]
Bu ayet hakkında iki kıraat nakledilmiştir:
a.
Asım, Hamza ve Kisai bu ayeti (يَكْذِبُونَ) ‘Yalan söylemeleri’ şeklinde okumuşlardır.
b.
Nafi, İbni Kesir, Ebu Amr ve İbni Amir bu ayeti (يُكَذِّبُونَ) ‘Yalanlamaları’ şeklinde okumuşlardır.
Bu iki kıraat münafıkların iki sıfatını anlatmaktadır:
• Münafıklar, ‘Allah’a ve ahiret gününe iman ettik’ sözlerinde yalancıdırlar. Yani, hakikatte olmayan bir şeyi varmış gibi göstererek, yalan bir söz söylüyorlar.
• Münafıklar aynı zamanda Allah’ı ve ahiret gününü yalanlarlar. Yani zahiren iman ettiklerini söyleyip, yalan konuşmakla beraber, aynı zamanda iç âlemlerinde Kur’an ve Sünnetin hak olmasını kabul etmezler.
3. Örnek:
Allah şöyle buyurur:
حَتّٰى اِذَا جَاءَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لَا يُفَرِّطُونَ
“Nihayet birinize ölüm geldiği vakit, (görevli) elçilerimiz onun canını alır ve onlar görevlerinde asla gevşeklik etmezler.” [17]
Bu ayet hakkında iki kıraat vardır:
a.
Kıraat âlimlerinin geneli bu ayeti (لَا يُفَرِّطُونَ) şeklinde okumuşlardır. Bu şekilde okunduğunda, manası ‘Geç kalmazlar, gevşeklik göstermezler.’ şeklindedir.
b.
Bu ayeti (لا يُفْرِطُون) şeklinde okuyanlar da olmuştur. Bu şekilde okunduğunda mana ‘Melekler insanların canlarını alırken aşırı gitmezler. Bir can almaları gerekiyorsa, birden fazla can almazlar’ şeklindedir.
5. Kıraat Farklılıkları, Hem Kur’an’ın Hem de İslam Ümmetinin Değerini Gösterir
Kur’an’dan önce indirilen hiçbir kitap, bu özellikle indirilmemiştir. Önceki kitaplar tek vecih üzere indirilmiş olmasına rağmen tahrife uğramıştır. Kur’an birçok vecih içermesine rağmen tahrif olmamıştır. Bu, sadece Kur’an’a has olup, kendisiyle diğer kitaplardan ayrıldığı bir meziyettir.
Bu, aynı zamanda İslam ümmetinin faziletini de gösterir. İslam ümmeti Allah’ın kitabına değer vermiş ve onu bütün yönleriyle telakki edip, kıraat açısından bir harfinin veya harekesinin zayi olmasına izin vermemiştir.
6. Kıraat Farklılıkları, Daha Fazla Ecir Almayı Sağlar
Bazı âlimler kıraat farklılıklarının bu şekilde bir faydasının olduğunu da söylemişlerdir. Şöyle ki, bir ayet hakkında varit olan kıraatler, Kur’an’dandır. Bir kimse, kıraatlerle beraber Kur’an’ı okuduğunda, okuduğu harf sayısınca daha fazla ecir alır.
İbn Mesud’dan radıyallahu anh rivayetle, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor:
مَنْ قَرَأَ حَرْفًا مِنْ كِتَابِ اللَّهِ فَلَهُ بِهِ حَسَنَةٌ، وَالحَسَنَةُ بِعَشْرِ أَمْثَالِهَا، لَا أَقُولُ الم حَرْفٌ، وَلَكِنْ أَلِفٌ حَرْفٌ وَلَامٌ حَرْفٌ وَمِيمٌ حَرْفٌ
“Kur’an’dan bir harf okursa kendisine bir sevap yazılacaktır ve her sevap on katıyla karşılık bulacaktır. ‘Elif, lam, mim’ bir harftir demiyorum. Fakat ‘elif’ bir harf, ‘lam’ bir harf, ‘mim’ de bir harftir.” [18]
Mesela, Enam suresi 61. ayet okunduktan sonra kişi (لا يُفْرِطُون) kıraatini de okursa yukarıdaki rivayete binaen bundan da ecir alır.
Kıraat Farklılıklarının Fıkhi İhtilaflara Etkisi[19]
İhtilaflar üç alanda kendisini göstermektedir:[20]
a. Akide alanında İhtilaf:
Akide alanında ihtilaf kabul edilemez. Çünkü Allah, akide konusunda ihtilafı yasaklamıştır.
شَرَعَ لَكُمْ مِنَ الدِّينِ مَا وَصَّى بِهِ نُوحًا وَالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِهِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى وَعِيسَى أَنْ أَقِيمُوا الدِّينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا فِيهِ
” ‘Dini dosdoğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin!’ diye Nuh’a emrettiğini, sana vahyettiğini, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya emrettiğini size de din kıldı.” [21]
İmam Kurtubi bu ayetin tefsirinde özetle şöyle demektedir: ‘Dini ayakta tutun…’ Bundan kasıt: Allah’ın birlenmesi ve itaat edilmesi, kitaplara, rasûllere ve ahiret gününe iman ve bunun dışında kişinin yerine getirmesiyle Müslüman olduğu şeylerdir. ‘Onda ayrılığa düşmeyin…’ Yani, ihtilafa düşmeden, onu devamlı surette muhafaza edin.[22]
b. Menhecî İhtilaf:
Bu alanda genişlik vardır. Her İslam cemaati, naslara muhalefet etmemek şartıyla zaman ve mekânı, maslahat ve mefsedeti gözeterek İslam’a farklı biçimlerde hizmet edebilir.
c. Fıkhi İhtilaf:
Dinde zaruri olarak bilinmesi gereken şeylere muhalefet etmediği ve sahih naslara dayandığı müddetçe bu alanda yaşanan ihtilaf muteber ihtilaftır.
***
Fıkhi ihtilafların birçok sebebi vardır.[23] Bu sebeplerden birisi de kıraat farklılıklarına dayanmaktadır. Bir ayet hakkında aktarılan birden fazla kıraat, âlimlerin farklı tercihleriyle ihtilaf sebebi olmuştur. Bazı örnekler verelim.
• Ayakları yıkamak mı gerekir mesh etmek mi?
Allah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اِذَا قُمْتُمْ اِلَى الصَّلٰوةِ فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ اِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُوا بِرُؤُسِكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ اِلَى الْكَعْبَيْنِ
“Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başınızı mesh edin ve ayaklarınızı da topuk kemikleriyle beraber yıkayın.” [24]
Ayetteki (وَاَرْجُلكُمْ) kelimesi hakkında iki kıraat aktarılmıştır:[25]
__ Nafi, İbni Amir, bir rivayete göre Asım, Kisai ve Yakub bu ayeti (وَاَرْجُلِكُمْ) şeklinde okumuşlardır. Bu kıraate göre (اَرْجُلِ) kelimesi, kendisinden hemen önce geçen (رُؤُسِ) kelimesine atfedilmiştir. (رُؤُسِ) kelimesi mecrur ve kesralı olduğu için (اَرْجُلِ) kelimesi de mecrur ve kesralı olmuştur. Yani, bu kıraate göre ayaklar, başı meshetmeye atfedilmiş olur ve ayetin manası ‘Ayaklarınızı da meshedin.’ şeklindedir.
Musa b. Enes anlatıyor: Enes’e dendi ki: Haccac bize hutbe verdi ve dedi ki: ‘Yüzünüzü yıkayın, ellerinizi yıkayın başınızı mesh edin. Ayaklarınızı da yıkayın.’[26] Âdemoğlundan pisliğe en yakın olarak ayaktan başkası yoktur. Ayakların içini, üstünü ve topuklarını yıkayınız.’ Enes dedi ki: ‘Allah doğru söyledi. Haccac yalan söyledi. Allah dedi ki: ‘Başlarınızı ve ayaklarınızı mesh edin.’ [27] Enes’in kendisi ayaklarını mesh ettiği zaman ayaklarını nemlendirirdi.’ [28]
__ İbni Kesir, Ebu Amr, Hamza, bir rivayete göre Asım bu ayeti (وَاَرْجُلَكُمْ) şeklinde okumuştur. Bu kıraate göre (اَرْجُلَ) kelimesi, öncesinde geçen (اَيْدِيَ) kelimesine atfedilmiştir. (اَيْدِيَ) kelimesi mansub ve fethalı olduğundan (اَرْجُلَ) kelimesi de mansub olmuş ve fethalanmıştır. Yani, bu kıraate göre ayaklar, yüzü ve kolları yıkamaya atfedilmiştir ve ayetin manası ‘Ayaklarınızı da yıkayın.’ şeklindedir.
Ayet hakkında aktarılan bu kıraatler ihtilafa sebep olmuştur:
1. Görüş:
İbni Cerir et-Taberi, (وأرجُلِكُمْ) -kesra ile- kıraatini tercih etmiştir. Bu konu hakkında şöyle demiştir: Bu konudaki iki kıraat de sahihtir. Ancak benim yanımda en hoş olan kıraat, bu ayetin (وأرجُلِكُمْ) ‘Ayaklarınızı meshedin.’ şeklinde okunmasıdır. Şayet ayette kastedilen ayakların yıkanması olsaydı Allah, bu ayeti ‘Yüzlerinizi, dirseklerle beraber ellerinizi ve ayaklarınızı yıkayın, başınızı da mesh edin.’ şeklinde indirirdi. Ayakları mesh etmek, ıslak elin ayaklara sürülmesiyle olur. Bu açıdan ayakların mesh edilmesi emri, teyemmümde yüzün mesh edilmesi emri gibidir. Aynı zamanda Araplar, mesh kelimesini hafif yıkama için de kullanmışlardır. Kişi, eliyle ayaklarının tümünü ıslak eliyle mesh ettiğinde, ayaklarını hafif yıkamış gibi olur. Ayette meshin umumen emredilmesi, topuk kemikleriyle beraber ayakların tümünün mesh edilmesinin gerekli olduğunu gösterir.
[29]
2. Görüş:
Zahiri mezhebine mensup olan âlimler, ayakların hem meshedilmesinin hem de yıkanmasının gerekli olduğunu belirtmişlerdir. İbni Hazm şöyle der: Ayaklar konusundaki görüşümüze gelince, Kur’an, ayakların meshedilmesi hükmüyle inmiştir. Ayetteki (وَاَرْجُلكُمْ) ifadesi, ister (وَاَرْجُلَكُمْ) şeklinde ister (وأرجُلِكُمْ) şeklinde okunsun, meshetmeye atfedilmiştir. Çünkü atıf ile matufun arasını bölmek caiz değildir. Allah Rasûlü ise, abdesti en güzel şekilde almayı emretmiş ve ayaklarını tam yıkamayanları ateşle tehdit etmiştir. Allah Rasûlü’nden bu konuda aktarılanlar, ayetteki mesh emri ile beraber değerlendirildiğinde, ayakların hem meshedilmesi hem de yıkanması gerekir.
[30]
3. Görüş:
Hariciler ve Rafiziler (وأرجُلِكُمْ) -kesra ile- kıraatine dayanarak, çıplak ayaklarının sadece üst kısmını meshederler. Bu görüşün batıl olduğu ve sahiplerinin ‘Vay o topukların -ve tabanların- ateşten çekeceğine!’ tehdidine muhatap olduğu açıktır.
4. Görüş:
Cumhuru ulema, (وَاَرْجُلَكُمْ) -fetha ile- kıraatini tercih edip, ayakların yıkanması gerektiğini söylemişlerdir. Bu konudaki dayanakları, Allah Rasûlü’nden ayakların yıkanmasının gerekliliğine dair sözlü ve fiilî sünnetidir.
Abdullah b. Amr’dan rivayetle:
“Allah Rasûlü ile beraber bir yolculuğa çıkmıştık. Allah Rasûlü bizim gerimizde kaldı. İkindi namazının vakti girmiş ve daralmaya başlamıştı. Bizler abdest almaya ve ayaklarımızın üstünü mesh etmeye başladık. Allah Rasûlü en yüksek sesiyle iki veya üç defa ‘Vay o topukların ateşten çekeceğine!’ şeklinde nida etti.” [31]
Abdullah b. Haris’ten gelen rivayetin lafzında şu lafız vardır: “Vay o topukların ve tabanların ateşten çekeceğine!” [32]
İbni Huzeyme rahimehullah bu hadis ile alakalı der ki: ‘Şayet ayaklarını mesh eden kişi, bir farzı yerine getirmiş olsaydı neden ateşle tehdit edilirdi ki?’ [33]
Peki, mütevatir olarak aktarılan (وأرجُلِكُمْ) -kesra ile- kıraatini nasıl anlamalıyız?
(وَاَرْجُلكُمْ) kelimesinin kesralanması, başı mesh etmeye atfedilmesinden ötürü değil, mücaveretten[34] ötürüdür. Buradaki atıf, meshe yapılmadığından ötürü, ‘Ayakları mesh etmek gerekir.’ denilemez. Mücaveret uslubu başka ayetlerde de gelmiştir. Mesela, Allah şöyle buyurur:
وَلَحْمِ طَيْرٍ مِمَّا يَشْتَهُونَ * وَحُورٌ عِينٌ
“(Cennette hizmet eden hizmetçiler) onların iştah duyduğu kuş etleriyle (onların etrafında dolaşırlar). Onlar için iri gözlü huriler vardır.” [35]
Ayetin (حُورٌ عِينٌ) kısmı iki şekilde okunmuştur:
__ İbni Kesir, bir rivayete göre Asım, Nafi, Ebu Amr ve İbn Amir bu ayeti, (حُورٌ عِينٌ) şeklinde merfu olarak okumuşlardır.
__ Ebu Cafer, Hamza, Kisai ve bir rivayete göre Asım bu ayeti, (حُورٍ عِينٍ) şeklinde mecrur olarak okumuştur. Onların bu şekilde okumasının sebebi mücaveret olarak açıklanmıştır.
Bu konuda yaşanan ihtilaf Maide suresi 6. ayet hakkında varit olan iki farklı kıraatten kaynaklanmaktadır.
• Kadına dokunmak abdesti bozar mı?
Allah şöyle buyurur:
وَإِنْ كُنْتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُوا وَإِنْ كُنْتُمْ مَرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاءَ أَحَدٌ مِنْكُمْ مِنَ الْغَائِطِ أَوْ لَامَسْتُمُ النِّسَاءَ فَلَمْ تَجِدُوا مَاءً فَتَيَمَّمُوا صَعِيدًا طَيِّبًا
“Eğer cünüp iseniz iyice yıkanarak temizlenin! Hasta olursanız veya seferde bulunursanız veya biriniz abdest bozmaktan gelir veya kadınlara dokunur (cinsel ilişkide bulunur) da su bulamazsanız o zaman, temiz bir toprağa yönelin!” [36]
Ayetteki (لَامَسْتُم) kelimesi hakkında iki kıraat vardır:[37]
__ Hamza, Kisai ve Halef bu ayeti, (لَمَسْتُم) şeklinde okumuşlardır. Bu kıraate göre ayetin manası ‘Erkeğin kadına mücerret olarak dokunmasıyla abdest almak gerekir. Şayet su yoksa teyemmüm alınır.’
__ Nafi, İbni Kesir, Ebu Amr, İbni Amir ve Asım ayeti, (لَامَسْتُم) şeklinde okumuşlardır. Bu kıraate göre dokunmaktan kasıt, sadece erkeğin kadına mücerret değmesi/dokunması değildir. Bilakis, erkeğin ve kadının karşılıklı olarak birbirlerine dokunmasıdır.
İbni Abbas der ki: ‘Kur’an’da (الْمَسّ) (اللَّمْس) ve (الْمُبَاشَرَةَ) kullanımları cima anlamındadır. Allah, dilediği şeyi dilediği şeye kinaye olarak kullanır.’ [38]
Ayet hakkındaki bu kıraatlere binaen âlimler, kadına dokunmanın abdesti bozup bozmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir.
1. Görüş:
İmam Şafii ve İbni Hazm gibi âlimler birinci kıraati muteber kabul edip, kadına dokunmanın abdesti bozduğunu söylemişlerdir. Çünkü burada, kadına mücerret olarak dokunmanın abdesti bozmasından bahsedilmektedir. Bu görüş sahabiden İbni Mesud ve İbni Ömer’den de aktarılmıştır.
2. Görüş:
İmam Ebu Hanife, İmam Malik ve İmam Ahmed kadına dokunmanın abdesti bozmadığını söylemişlerdir. İmam Malik ve İmam Ahmed şehvetle olan dokunmanın abdesti bozabileceğini söylemişlerdir. Ancak bu durumda abdestin bozulması, kadına dokunmaktan dolayı değil, şehvet anında mezinin gelmesinden ötürüdür.
[39]
• Kaza için tutulan oruçlar peş peşe mi olmalı?
Allah şöyle buyurur:
أَيَّامًا مَعْدُودَاتٍ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ أَيَّامٍ أُخَرَ
“Oruç, sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta, ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar.” [40]
Bu ayet hakkında iki kıraat vardır:
__ Ubeyy b. Ka’b ve İbni Mesud bu ayeti, (فَعِدَّةٌ مِنْ أَيَّامٍ أُخَرَ مُتَتَابِعَات) şeklinde okumuşlardır. Bu kıraate göre Ramazan ayında tutulması gereken orucu, sefer veya hastalık gibi bir özürlerden tutamamış kimse, bu orucu farklı zamanda peş peşe tutmalıdır.
__ Bu sahabilerin dışındaki kıraat âlimleri bu ayeti yukarıda belirttiğimiz gibi okumuşlardır.
Bu kıraat farklılığı ihtilafa sebep olmuştur.
1. Görüş:
Ubeyy b. Ka’b ve İbni Mesud’un kıraatini alan âlimler kaza orucunun peş peşe olması gerektiğini söylemişlerdir. Ali, İbni Ömer gibi sahabiler; Mücahid, Katade, İbrahim en-Nehai, Hasan el-Basri ve Davud ez-Zahiri gibi âlimler bunlar arasındadır.
2. Görüş:
Cumhuru ulema, genel kıraat âlimlerinin kıraatine göre böyle bir şartın olmadığını belirtmiştir. İbn Abbas, Ebu Hureyre, Enes radıyallahu anh gibi sahabiler ve dört mezhep imamının bu konudaki görüşü budur. Bizim yanımızda da racih olan budur.
• Umrenin hükmü nedir?
Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyurur:
وَاَتِمُّوا الْحَجَّ وَالْعُمْرَةَ لِلّٰهِ
“Hacı da umreyi de Allah için tamamlayın.” [41]
Ayetteki (وَالْعُمْرَة) kelimesi hakkında iki kıraat nakledilmiştir:[42]
__ Cumhuru kurra bu ayeti, (وَالْعُمْرَةَ) şeklinde okumuştur. Bu şekilde okunduğu zaman ayetin manası, yukarıda belirtildiği gibi ‘Hac ve umreyi kendisine başladıktan sonra tamamlayın, yarım bırakmayın.’ şeklindedir.
__ Kendilerinden aktarılan başka görüşlere göre Nafi, Ebu Amr, Ebu Cafer ayeti, (وَالْعُمْرَةُ) şeklinde okumuşlardır. Buna göre ayetin manası, ‘Başladığınız hac ibadetini sonuna kadar tamamlayın. Umre ise, Allah için yapılan bir ibadettir.’ şeklindedir. Bu kıraat, Ubeyy b. Ka’b ve Hasan el-Basri’den de aktarılmıştır.
Bu kıraat farklılığı, umrenin hükmündeki ihtilaf konusunda karşımıza çıkmaktadır.
1. Görüş:
Cumhuru kurranın kıraatini alan âlimler, umrenin imkânı olanlar için ömürde bir defa vacip olduğunu söylemişlerdir. Çünkü birbirine atfedilen şeylerde asıl olan eşitliktir. Buna göre umre, haccın vacip olması gibi vaciptir. Kendisinden aktarılan bir görüşe göre İmam Şafii, bir rivayete göre de İmam Ahmed bu görüştedir.
2. Görüş:
Bazı âlimler ise, ikinci kıraate göre konuyu değerlendirmişler ve demişlerdir ki: Bu ayette Allah, kendisine başlanılan hac ibadetinin tamama erdirilmesi gerektiğini emrediyor. Daha sonra cahiliye döneminde başkaları için yapılan umre ibadetinin yalnızca Allah’a yapılması gereken bir ibadet olduğunu söylüyor. Burada umrenin vacip olmasından değil, Allah için yapılan bir ibadet olmasından bahsediliyor.
Kendilerinden aktarılan diğer görüşlere göre İmam Ahmed ve İmam Şafii bu görüştedir. İmam Ebu Hanife ve İmam Malik’in de tercihleri bu yöndedir.[43] Bizim yanımızda da racih olan umrenin sünnet olmasıdır.
Kıraat Farklılıklarına Dayanan Fıkhi İhtilaflarda Takip Edilmesi Gereken Metot Nedir?
Kendisi hakkında farklı kıraatler bulunan ayetlerde tercih, sadece kıraat göre olmaz. Sünnete müracaat edilmeli ve ona göre tercih yapılmalıdır. Bundan dolayı kıraatlere dayanarak ortaya çıkan her ihtilaf haklı sayılmaz. Haricilerin ve Rafızilerin Maide suresi 6. ayetteki (وَاَرْجُلِكُمْ) kıraatine dayanarak, ayakların sadece üstünü mesh etmesi buna örnek olarak verilebilir.
Sünnete başvurduktan sonra ortaya ihtilaf çıkarsa bu, muteber bir ihtilaf sayılabilir. Ancak her durumda tercih, sünnete göre yapılmalıdır. Çünkü Allah subhanehu ve teâlâ, Rasûl’ünü sallallahu aleyhi ve sellem sözleri ve fiilleriyle Kur’an’ı açıklasın diye göndermiştir. Allah şöyle buyurur:
وَاَنْزَلْنَا اِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
“İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana, bu Kur’an’ı indirdik.” [44]
Mesela, Maide suresi 6. ayet hakkında varit olan iki kıraate binaen âlimler, ayakların yıkanıp yıkanmaması hakkında ihtilaf etmiştir. Bu konuda sünnette, Allah Rasûlü’nün ayağında örtü/çorap olmadığı zaman sürekli ayağını yıkadığı[45] ve ayaklarını tam yıkamayan sahabiyi şiddetli bir şekilde uyardığı sabittir.[46] Buna göre racih olan, ayette kastedilen ayakların yıkanmasıdır.
Mesela, Maide suresinin 6. ayeti hakkındaki kıraat farklılığına binaen âlimler, kadına dokunmanın abdesti bozup bozmadığı konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bizim yanımızda racih olan, kadına dokunmanın abdesti bozmamasıdır. Çünkü sünnette Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem hanımlarından birini öptüğü ve daha sonra abdest almadan namaza gittiği sabit olmuştur.[47]
***
Ulumu’l Kur’an notlarında bu ay, bu kadarıyla iktifa edelim… Kıraatler konusuna yapacağımız üçüncü ek konuyu gelecek sayımızda incelemeye çalışacağız inşallah.
Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun…
[1] . Bu konu hakkında tafsilatlı bilgi için bk. Menahilu’l İrfan 1/145; el-Kıraat ve Eseruha Fi’t Tefsir ve’l Ahkam s. 139
[2] . 14/İbrahim, 4
[3] . 2/Bakara, 185
[4] . Bk. Menahilu’l İrfan 1/146
[5] . 62/Cuma, 9
[6] . Bk. Tefsiru’t Taberi 22/636.
[7] . Buhari, 636; Müslim, 602; Ebu Davud, 572; Tirmizi, 327; İbn Mace, 775. Ebu Hureyre’den.
[8] . 5/Maide, 38
[9] . 24/Nur, 33
[10] . Müslim, 3029; Ebu Davud, 2311.
[11] . Bk. Tefsiru’t Taberi, 17/292.
[12] . İ’caz konusunda tafsilatlı bilgi için bk. Tevhid Dergisi, 57. Sayı, s. 58.
[13] . 2/Bakara, 219
[14] . Nesai, 5666.
[15] . Ebu Davud, 3674; İbn Mace, 3380.
[16] . 2/Bakara, 10
[17] . 6/En’am, 61
[18] . Tirmizi, 2910.
[19] . Tafsilatlı bilgi için bk. el-Kıraat el-Kur’aniyye Tarihuha Subutuha Hucciyyetuha ve Ahkamuha, s. 214; el-Kıraatu eş-Şazze inde el-Usuliyyin ve Eseruha fi’l İhtilaf el-Fukaha s. 68.
[20] . Tafsilatlı bilgi için Ebu Hanzala Hocamızın İhtilaf Fıkhı kitabını inceleyebilirsiniz.
[21] . 42/Şura, 13
[22] . İlgili ayetin tefsirinde.
[23] . Bk. İhtilaf Fıkhı s. 97; Rafu’l Melam s. 29 (İbn Teymiyye, Guraba yay.)
[24] . 5/Maide, 6
[25] . Bk. Tefsiru’t Taberi 8/188.
[26] . Haccac ayeti (وَاَرْجُلَكُمْ) şeklinde okumuştur. Burada da mana ona göre verilmiştir.
[27] . Enes radıyallahu anh ayeti (وأرجُلِكُمْ) şeklinde okumuştur. Mana bu kıraate göre verilmiştir.
[28] . İmam Taberi ilgili ayetin tefsirinde nakletmiştir, 8/195.
[29] . k. Tefsiru’t Taberi 8/198. -Özetle-
[30] . El-Muhalla, 1/301. (Daru’l Fikr baskısı) -Özetle-
[31] . Buhari, 163; Müslim, 241. Ayakların yıkanmasının gerekliliği ile alakalı başka deliller için bakınız:
– Buhari, 165; Müslim, 242. Ebu Hureyre’den.
– Müslim, 243. Ömer’den.
– Müslim, 832; Ahmed, 17019. Amr b. Abese’den.
[32] . Ahmed, 17706. Abdullah b. Haris’ten
[33] . Fethu’l Bari, 163. Hadisin şerhinde.
[34] . Bir kelimenin başka bir kelimeye yakınlığından ötürü onun harekesini alması. Arap lügatınde bununla alakalı örnekler mevcuttur. Bu mesele Arap lügatinde (هَذَا جُحْرُ ضَبٍّ خَرِبٍ) darbımeseliyle meşhurdur. Tafsilatlı bilgi için bk. Şerhu Katri’n Neda s. 518 (İbn Hişam el-Ensari, Muessesetu er-Risale Naşirun baskısı)
[35] . 56/Vakıa, 21-22
[36] . 5/Maide, 6
[37] . Bk. Tefsiru’l Kurtubi 5/223.
[38] . Sünen-i Kübra, Beyhaki, 609; Tefsiru’t Taberi, 7/13. Maide suresinde (اللَّمْس) kelimesi kullanılmıştır.
[39] . Bk. Sahihu Fıkh es-Sünne 1/138.
[40] . 2/Bakara, 184
[41] . 2/Bakara, 196
[42] . Bk. Tefsiru’t Taberi 3/327.
[43] . Bk. Sahihu Fıkh es-Sünne 2/274.
[44] . 16/Nahl, 44
[45] . Buhari, 158; Müslim, 226. Osman’ın radıyallahu anh azatlı kölesi Humran’dan.
[46] . Bu konu hakkındaki rivayetlere daha önce işaret etmiştik.
[47] . Ebu Davud, 178; Tirmizi, 86; Nesai, 170; İbn Mace, 502. Aişe’den. Bu konuda şu rivayetlere de bakabilirsiniz;
– Müslim, 222; Ebu Davud, 865; Tirmizi, 3819. Aişe’den.
– Buhari, 387; Müslim, 272. Aişe’den.
İlk Yorumu Sen Yap