1. Hadis Kıymetli Hazine: Niyet Hadisi

 

عَنْ أَمِيرِ الْمُؤْمِنِينَ أَبِي حَفْصٍ عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ رضي الله عنه قَالَ: سَمِعْت رَسُولَ اللَّهِ صلي الله عليه وسلم يَقُولُ: ” إنَّمَا الْأَعْمَالُ بِالنِّيَّاتِ، وَإِنَّمَا لِكُلِّ امْرِئٍ مَا نَوَى، فَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ إلَ          –ى اللَّهِ وَرَسُولِهِ فَهِجْرَتُهُ إلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ، وَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ لِدُنْيَا يُصِيبُهَا أَوْ امْرَأَةٍ يَنْكِحُهَا فَهِجْرَتُهُ إلَى مَا هَاجَرَ إلَيْهِ”.

Hadisin Türkçe anlamı: Ömer b. Hattab radiyallahu anh dedi ki: “Ben Resûlullah’ı şöyle söylerken işittim: ‘Ameller ancak niyetlerledir. Her kişi için niyet ettiği şey vardır. Kimin hicreti Allah’a ve Resûlü’ne olursa, onun hicreti Allah’a ve Resûlü’nedir. Kimin hicreti elde edeceği dünyalığa veya evleneceği bir kadına olursa onun hicreti, kendisine hicret etmiş olduğu şeye olur.’ ” [1]

■■■

Açıklama

İmam Nevevi Kırk Hadis eserine niyet hadisi olarak bildiğimiz bu hadis ile başladı. İmam, Riyazu’s Salihin, el-Ezkar adlı eserlerine de bu hadis ile başlamıştır.

Âlimler bu hadisin sahih olduğunda ve telakki ile kabul edileceğinde görüş birliğine varmışlar. İmam Buhari “Sahih”e bu hadis ile başlamış ve hadisi, kitabının önsözü olarak kabul etmiştir. Sanki şunu demek istemiş: “Maksadı Allah’ın rızası olmayan her amel batıldır. Dünyada ve ahirette bir karşılığı yoktur.” [2]

Niyet hadisi dinin üzerine döndüğü kaideleri kendisinde toplamıştır. Âlimlerimizin bu hadis üzerine söyledikleri sözlere baktığımızda bunu daha iyi anlama imkanımız oluyor.

İmam Buhari ve Ebu Ubeyd, Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem hadisleri içinde bundan daha toplayıcı, mana bakımından daha zengin ve faydalı bir hadis olmadığını söylemişler.

İmam Şafii: “Bu hadis ilmin üçte biridir, fıkıhtan yetmiş bab’a dahil olur.” demiş ve İmam Suyuti de yetmiş konuyu tek tek kitabında zikretmiştir. İmam Nevevi ise bu hadisin içerdiği konuların yetmişten daha fazla olduğunu vurgulamıştır.

Bu hadisin ilmin/dinin üçte biri olduğunu söyleyen veya dörtte biri olduğunu söyleyen birçok âlim mevcuttur. Beyhaki ve el-Ayni: “Hadis dinin nasıl üçte biridir?” sorusunu şöyle izah etmişler:

“Bu hadisin İslam’ın üçte biri olduğunun söylenme nedeni hadisin konusunun niyet olması dolayısıyladır. Çünkü İslam üç kısımdır:

1. Sözdür.

2. Fiildir.

3. Niyettir.”

Niyet İslam’ın üç kısmından birisi ve hatta en önemlisidir. Çünkü:

1.

 Söz ve amellerin tümü ecir ve mahrumiyet yönünden niyete tabidir. Niyeti salih olan, yaptığı amelden ihlası oranında ecir alacaktır. Niyeti talih/bozuk olan ecir ve mükafattan mahrum olacaktır.

2.

 Bir amelde birden fazla güzel niyet bulundurmak mümkündür. Hatta niyetin fazlalığı kadar kişi ecir alır. Mescidde beklerken itikafa, namaza, Allah’ı zikretmeye niyet eden kişi bu niyetler için ayrı ayrı ecir alacaktır.

3.

 İmkân ve güç bulduğumuz amelleri yaparak ecir alıyoruz. İmkan ve güç bulamadıklarımızda ise samimi bir niyet ile aynı ecri almamız mümkündür.

4.

 “Müminin niyeti amelinden hayırlıdır.” 

[3]

Bu hadisin öneminden dolayı bu konuda özel kitaplar telif edenler olmuştur İslam tarihinde:

1.

 İhlas ve Niyet; İbni Ebi Dünya.

2.

 El-Muqni fi’n Niyyat; İbni Ferra el- Hanbeli

3.

 “Ameller Niyetlerledir” hadisinin şerhi: İbni Teymiyye.

4.

 El-Umniyye fi hadisi’n Niyyeh; Karrafi.

Günümüzde de sadece bu hadis üzerine hazırlanmış olan doktora ve telif çalışmaları mevcuttur.

Hadisin Ravisinin[4] Hayatı

Bu hadisi sahabiden sadece Ömer radiyallahu anh, Ömer’den sadece Alkame[5], Alkame’den sadece Muhammed bin İbrahim, ondan da sadece Yahya bin Said aktarmıştır.[6]

Bu hadisi Allah Resûlü’nden sallallahu aleyhi ve sellem aktaran Ömer’dir radiyallahu anh. Arife tarif gerekmez diye bu kıymetli sahabinin hayatına değinmeden geçmemiz mümkün. “Hatırlat! Hatırlatmak müminlere fayda verir.” düsturu ile hatırlatmak da aynı şekilde mümkün. Biz ikincisini tercih edelim. Çünkü yaptığımız yanlışlar ekseriyetle bilmediklerimizden değil, hatırlamadıklarımızdan oluyor.

Ömer El-Faruk

Allah Resûlü risalet ve nübüvvet vazifesi gereği tevhide davet etmeye başladığı zaman müşriklerden tepki almıştı. Çünkü tevhid, şirk ehline ağır geliyordu. Ancak buna rağmen Mekke müşrikleri Resûlullah’ı sallallahu aleyhi ve sellem yeterince ciddiye almamışlardı. Çünkü Muhammed de (sav) kendisinden önceki bazı Hanifler gibidir zannettiler. Aradan belli bir zaman geçtikten sonra: “Ben putları kırmakla gönderildim.” sözlerini duyan Mekkeli müşrikler Resûlullah’ı diğer Hanifler’den ayırmaya başlamışlardı. “Sizin babalarınız ateştedir.” sözü müşriklerin bu inancını biraz daha pekiştirmişti. “De ki: Ey kâfirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam!…” nidaları Mekke sokaklarında duyulur hâle gelince artık durum müşriklerce dayanılmaz (!) hâl almıştı.

Kıymetli Nebi, yol arkadaşları ile beraber sıkıntılara maruz kalmıştı. Müslimlere sıkıntı verenler arasında Ebu Cehil ve yeğeni Ömer b. Hattab da vardı. Atalarından öğrendiklerine aykırı konuşan bu Muhammed de kimdi? Onun dinlenmeye hakkı yoktu. Atalarına muhalefet edenin cezası yargısız infaz olsa gerekti. Bu düşünce Mekke’de ileri gelenlerden bazılarının görüşü olduğu gibi Ömer de buna katılıyor, meclislerde yeni din taraftarlarına düşmanca sözler sarfediyordu.

Diğer taraftan Sevgili Resûl dualarına, düşmanca tavırlarına rağmen Ömer’i de konuk etmişti. “Allah’ım! İki Ömer’den biri ile dinini aziz kıl.” [7]

Kâbe’ye arkadaşlarını görmek için gelen Ömer, az ileride Mescid-i Aksa’ya yönelmiş olarak namaz kılan Muhammed’i sallallahu aleyhi ve sellem gördü. Muhammed’in sallallahu aleyhi ve sellem okuduğu Kur’an’ı, Hakka suresini dinlemeye başladı. Hoşuna gitti. Büyülenmişçesine dinlemeye devam etti. “Bu adam Kureyşlilerin dediği gibi tam bir şair.” dedi. Sözü ağzındaydı ki şu ayeti duydu: “Hiç şüphesiz o Kur’an, şerefli bir elçinin sözüdür. O bir şair sözü değildir. Ne de az iman ediyorsunuz.” [8] sarsıldı. Muhammed’in sallallahu aleyhi ve sellem onu duyması imkânsızken bu söz de neyin nesiydi? “Olsa olsa bir kâhin bunu yapar.” dedi ve dinlemeye devam etti. “Bir kâhinin sözü de değildir. Ne kadar da az düşünüyorsunuz? O âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.” [9] ayetini Muhammed’in ağzından duyunca afalladı. Sure bitinceye kadar dinlemeyi sürdürdü. İşte kalbine tevhid tohumları ve sevgisi bugün serpilmeye başlamıştı.

İslam’ın beşinci veya altıncı yılında onun ağzından da duyulur oldu Kelime-i Şehadet. “Eşhedu en La ilahe illallah ve eşhedu enneke Resûlullah!”

Ömer Müslim olduğun gün, Mekke sevinmişti. Mekke’nin asıl sahipleri[10], İbrahim’in milleti olan Müslimler sevinmiş, güçlenmişlerdi. Kıymetli sahabi Suheyb durumu şöyle ifade etmişti: “Ömer Müslim olduğu zaman Kâbe’nin etrafına halkalar oluşturarak oturduk. Kâbe’yi tavaf ettik ve bize katı davrananlardan öcümüzü aldık.” [11]

Diğer taraftan imanına zulüm bulaştıran, şirk ehli putperestler sarsılmışlar, bocalamışladı bu haber karşısında. Kendisinden dinleyelim:

“Müslim olduğum ve Peygamber’le ashabının da müşriklerden gizlendikleri sırada: ‘Ya Resûlullah! Biz, ister ölü ister diri olalım; hak üzere değil miyiz?’ dedim. Resûlullah: ‘Evet! Varlığım elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki siz, ister ölü olunuz, ister diri olunuz, hiç şüphesiz hak üzeresiniz!’ buyurdu. Bunun üzerine: ‘Ya Resûlullah! Biz hak üzere bulunduğumuza, onlar batıl üzere olduklarına göre, biz ne diye dinimizi gizliyoruz? Vallahi, biz İslam’ı küfre karşı açıklamaya daha haklı, daha lâyığız! Allah’ın dini Mekke’de muhakkak üstün gelecektir! Kavmimiz bize karşı taşkınlık etmek isterlerse, kendileriyle çarpışırız. İnsaflı davranmak isterlerse onu da kabul ederiz!’ dedim. Resûlullah: ‘Biz, sayıca çok azız!’ buyurunca: ‘Seni hak din ve Kitap ile peygamber gönderen Allah’a yemin ederim ki hiç çekinmeden, korkmadan, oturup İslam inanç esaslarını açıklamadığım bir küfür meclisi kalmayacaktır! Seni hak din ve Kitap ile peygamber gönderen Allah’a yemin ederim ki, biz muhakkak ortaya çıkacağız!’ dedim. İki saf hâlinde çıktık. Saflardan birinin başında Hamza, diğer safın başında ben vardım. Sert adımlarla, yerin topraklarını un gibi tozuta tozuta, Mescid-i Haram’a girdik. Kureyş müşrikleri bir bana, bir Hamza’ya bakıyorlardı. Onlar, o gün, bir benzerine daha uğramadıkları hüzün ve kedere uğradılar. O zaman Resûlullah bana ‘Hak ile batılı ayırdı!’ diye, ‘Faruk’ adını verdi.” [12]

Cahiliyede seciyesi seçkin, karakteri oturaklı olan Ömer, İslam’a girince daha bir güzelleşmişti. Hikmetten ona büyük bir pay verilmiş, hak ile batılı ayıran Faruk olmuştu. Peygamber’in en yakın dostlarından ve yardımcılarındandı. Söz söyler ve bu sözün üzerine ayet inerdi. Oğlu Abdullah’ın deyimi ile: “Allah, hakkı onun dilinde ve kalbinde kılmıştı.”[13] Hicap ayeti, Bedir esirlerine dair ayet, münafıkların üzerine namaz kılmayı yasaklayan ayet, içkinin haramlığına dair aşamalı olarak inen ayetler ve daha nicesi.

Haksızlığı ve adaletsizliği asla kaldıramaz, Allah’ın hakları hususunda aslan kesilirdi. Sert ve caydırıcı bir tabiata sahipti. Hanım sahabeler Ömer’den çekinir, Peygamber’in meclisinde dahi olsalar Ömer geldiğinde orayı terkederlerdi. Şeytan onu görünce yolunu değiştirirdi. Ancak halife olduğu zaman o sert Ömer gitmiş, yerine dertli Ömer gelmişti. Çokça ağlar, kardeşlerinin sıkıntılarını dert eder, “Acaba ihtiyacı olan var mı?” diye sokaklara ve mahallelere gece turuna çıkardı. Kimi zaman o koca Medine İslam Devleti’nin halifesi, Peygamber’in yareni, cennetin sakini Ömer, sırtına un çuvalını atar ihtiyaç sahiplerinin işlerini görürdü.

Basiret ehliydi. Bir gün dostları ile otururken: “Allah’ın kabul edeceği tek bir dileğiniz olsa, ne isterdiniz?” diye bir soru sormuştu. Oradakilerden biri: “Ben, şu oda dolusu gümüşüm olsun da onu Allah yolunda harcamak isterdim!” dedi. Bir başkası: “Şu oda dolusu altınım olsun da onu Allah yolunda harcayayım isterim!” dedi. Bir diğeri: “Bu oda dolusu mücevherim olsa da Allah yolunda harcasam…” Herkes dileğini söyledikten sonra Ömer: “Ben de Ebû Ubeyde bin Cerrah, Muâz bin Cebel ve Huzeyfetü’l-Yemânî gibi bir oda dolusu adam isterim ki, onları, Allah yolunda görevlendireyim.” demişti. Basiret ehliydi, çünkü İslam’ın en büyük ihtiyacının Allah’ın ayette bahsettiği “rical/adamlar” olduğunu biliyordu.

Kendi işlerini insanlara yaptırmak istemez, uyuduğu saatleri gece kıyamı için azalttıkça azaltırdı. Kudüs Fatihi olarak Kudüs’e bir merkep ile gitmişti. Hem de kölesi ile sırayla binerek… “Efendim!” demişti kölesi, Kudüs’e yakınlaştıklarında. “Efendim! Bineğe binme sırası bende. Ama sizin binmenizi istiyorum. Çünkü Kudüs’e de yakınlaştık.” deyince itiraz etmiş, bineğin yularını tutmuş yola devam ediyordu. “Bizler zelil insanlardık. İslam ile izzet ve şeref sahibi olduk. Biz izzeti İslam’ın dışında başka kapılarda ararsak zelil oluruz!” tarihi sözünü bu zaman söylemişti.

Bu ender sahabi tam on yıl altı ay omzunda hilafetin yükünü taşımıştı. Yolsuzluk, rüşvet, haksız kazanç, zulüm, kibir, gaflet onun lügatinde yoktu. Hata ettiğinde hikmet ehline yaraşır tavırla nasihat kabul edecek kadar da mütevazıydı. “Bu hilafet meselesinden başa baş kurtulursam bana yeter.” sözleri ona aitti. “Oğlunu hilafete geçirsen” diyenlere, Abdullah’ın bu işe ehil olduğunu bilmesine rağmen: “Bir aileden bir kurban yeter.” şeklinde cevap vermeyi ihmal etmemişti.

Yıl, hicretin yirmi üçüncü senesi. Yer; Medine, Allah Resûlü’nün mescidi. Vakit, sabah namazı vakti. Namazı kıldıran Halife Ömer. Ömer’in ayrılığı bu ümmete ağır gelirdi tıpkı Nebi’nin ayrıldığı gün gibi, ama… Namazda bir Mecusi tarafından sırtından hançerlendi. Artık Ömer’e elveda demenin ve fitnelerle mücadelenin zamanı gelmişti demek…

Alçak bir suikast ile bir Çarşamba sabahı, namaz kıldırırken vurulduğunda aslında sadece Ömer gitmemişti. Ümmetin kapısı, zırhı gitmişti. Defnedildiğinde İbni Mesud dedi ki: “Zannımca bugün ilmin onda dokuzu gitmiştir.” [14] Ondan geriye sadece karakteri, ahlakı, ilmi, adalet ve basireti dahi miras kalmış olsaydı ümmet için büyük bir mirastı. Pek tabiidir ki bu, ibret alanlar için faydalı olacak bir mirastı sadece. Örnek alanlar için…

■■■

Niyet hadisi umde hadislerden olduğu için birçok konuyu kapsamaktadır. Buraya kadar olan kısımda hadise giriş yapıp ravinin hayatını incelemiş olduk. Bir sonraki yazımızda hadise dair farklı konulara değineceğiz inşallah…

Allah’a hamd olsun…

KAYNAKÇA

Hadisin şerhinde yararlanılan kaynaklar:

• Camiu’l Ulumi ve’l Hikem

• El- Cami’ fi Şerhi’l Erbain

• Zahiretu’l Ukba fi Şerhi’l Mucteba

 

 

[1]        .     Hadisin tahrici: Buhari, 1 (Vahiy kitabi), 54 (İman kitabı), 2392 (Azad etme kitabı ), 3685 (Menkıbeler), 4783 (Nikah), 6311 (Yemin ve Adaklar), 6553 (Hıyel); Müslim, 1907 (Emirlik kitabı); Ebu Davud, 2201 (Boşanma) Tirmizi, 1647 (Cihadın Faziletleri); Nesai, 75 (Taharet babı), 3437 (Boşanma), 3794 (Yeminler ve Adaklar); İbn Mace, 4227 (Zühd); Ahmed.

 

[2]        .     İbni Receb

 

[3]        .     Zayıf bir hadis. Bunun ile beraber manası sahihtir.

 

[4]        .     Nakleden, anlatan.

 

[5]        .     Tabiinin büyüklerindendir. Sahabiden ilim öğrenmiş ve onlardan rivayetlerde bulunmuştur. Abdulmelik’in hilafeti döneminde Medine’de vefat etmiştir. Birçok âlim tarafından tercih edilmemek ile beraber sahabe olduğu da söylenmiştir.

 

[6]        .     Hadisi ilk dört tabaka da birer ravi aktardığı için bu hadise “ferd hadis” denmiştir. Ancak Yahya b. Said’den onlarca hatta yüzlerce kişi bu hadisi almış ve böylece hadis meşhur olmuştur. Şöhret bulup İslam ümmetince telakki ile kabul edildiği için hadisin “Manevi Mütevatir hadis” olduğu söylenmiştir.

 

[7]        .     Ömer b. Hattab ve Amr b. Hişam/Ebu Cehil.

 

[8]        .     69/Hakka, 40-41

 

[9]        .     69/Hakka, 42

 

[10]       .     Sahabelerin Mekke’den kovuldukları ve Resûl ile beraber hicret etmek zorunda oldukları bir gerçek. Ancak bu zorunlu hicretin Mekke’nin asıl sahipleri olmayan putperestlerin, ev sahibi Hanif ve Müslimleri kovması ayrı bir gerçek. Çünkü Mekke toplumunun temellerini Hacer ve İsmail atmış ve İbrahim ve İsmail aleyhimusselam peygamberlere tabi olacak olan Hanifler onlara komşuluk etmişlerdi.

 

[11]       .     İbni Sa’d, Tabakat.

 

[12]       .     Delai’l Nubuvve Ebu Nuaym 1/241; Tarihu’l İslam li’l Zehebi 1/180.

 

[13]       .     Tirmizi

 

[14]       .     Taberani

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver