Üzülme! Allah Bizimle Beraber

Kullarına bir annenin evladına olan merhametinden daha merhametli, Celal ve Cemal sahibi, izzetin Rabbi, eksiklikten münezzeh, tüm övgülerin sahibi olan Allah’a hamd olsun. Salât ve selam, Allah’ı en iyi tanıyan ve O’ndan en fazla korkan Muhammed’e, onun pak ailesine, ashabına ve kıyamete kadar onlara tâbi olacak müminlerin üzerine olsun.

Keder, dert, tasa, stres, iç darlığı, bunalma… Ne kadar da çok işitiyoruz bu cümleleri! İnsanların gündelik yaşantılarının bir parçası hâline geldi bu ruh hâlleri neredeyse. Çantasında aspirin taşır gibi Antidepresan ilaçlar taşıyan insanlar, sıkıntısını anlatan herkese bu ilaçlardan tavsiye ediyorlar. Doktora giden on insandan dokuzuna aynı şeyler söyleniyor. ‘Üzülmeyecek, stres yapmayacaksın’. Uzman hekimler, avam halk… Herkes aynı şeyi söylüyor. Üzülmek ve onun doğal neticesi olan stres, çağın sorunu!

Üzüntü ve stres meselesine Müslümanca bakış nasıl olmalı? Üzüntü ve stres hayatımızın bir parçası mı gerçekten?

Stresi hayatın bir parçası ve teslim olunması gereken doğal bir hastalık olarak kabul etmek; Allah’ın hakkında hiçbir delil indirmediği, insanları bağımlı hâle getirmek ve daha fazla ilaç satmak için modern dünyanın uydurduğu bir yalandır.

Evet, üzüntü ve onun doğal neticesi olan stres/kalp darlığı her insanın yaşayabileceği doğal duygulardır. İnsanın beklenti ve umutlarıyla, Allah’ın takdir ettiği hayat farklı olduğunda insan üzülüp sıkılabilir. Ancak hüzne ve üzüntüye teslim olmaz. Dua, zikir, Alllah’a tevekkül, O’nun beraberliğini hissetmek, mümin kardeşlerinden yardım talep etmek ve Allah’ın fazlını ummak gibi salih amellerle hüzün ve stresten kurtulmaya çalışır. Bir musibet ve hastalık olan üzüntü ve stres yerine gönüllerin şifası ve nimet olan sevinç ve inşirah için çabalar. Hüzünler sevince, stresler kalp genişliği ve inşiraha dönünce Rabbine hamd eder. Cennet ehlinin duasıyla yüzünü kalplerin kıblesine döner ve der:

“Derler ki: ‘Bizden hüznü giderip yok eden Allah’a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz, gerçekten bağışlayandır, şükrü kabul edendir.’ ” [1]

İslam nezdinde insanın üzülmesi sorun değildir. İnsan üzülüp tasalanabilir. Üzülmeli ve dert sahibi olmalıdır da. Üzülmeyen insan sevincin kıymetini nasıl anlayabilir ki?

Sorun olan, hüznün tabiat hâlini alması, insanı sorumluluklarından alıkoyması, ümitsizlik ve kadere isyan gibi itikadi marazlar doğuracak seviyeye gelmesidir.

Şeytan, insanın aleyhine olan bu gediği iyi bildiğinden her fırsatta onu üzmeye ve tasalandırmaya çalışır. Vesvese ve kışkırtmaları karşısında insanı savunmasız bırakmak ister. Çünkü İnsan zayıftır. Üzüntü ve keder onun zayıflığına zayıflık katar ve onu bitirir. Çoğu zaman meşru üzüntüyle gayr-ı meşru sonuçlar doğuran üzüntüyü ayırt edemez. Şeytanın vesveseleri ve nefsin ayartmasıyla üzüntüsünü bahane hâline getirir. Yapması gerekip de yapamadığı, uzak durması gerekip de sakınamadığı sorumluluklarını üzüntü ve dert bahanesiyle ihmal eder.

İslam, hüznü insani bir duygu kabul etmekle beraber onu gidermenin yollarını öğretir insana. Hüznün kalıcı olmasını istemez. Bunun için de yol gösterir insana. Yazımızda, bu yolları araştıracak, meşru sebepleri derleyecek, üzüntü hastalığını gideren ve sevince çeviren İlahi bir reçete sunacağız kardeşlerimize. Çaba bizden başarı Allah’tandır.

1. Üzülme! Allah Bizimle Beraberdir!

Ebubekir (ra), Allah Rasûlü’yle beraber bir yolculuğa çıktı. Onun umudu, Allah Rasûlü’nü (sav) selamet ve emniyet içerisinde Medine’ye ulaştırmaktı. Müşrikler, mağaranın kapısına kadar geldiklerinde korktu. Allah Rasûlü’ne (sav) zarar vereceklerinden endişe ettiği için üzüldü. İnsan olanın yaşayabileceği doğal duygu ve ruh hâllerinin tamamını yaşadı. Allah Rasûlü’yse onu teselli etti.

“Siz ona (Peygambere) yardım etmezseniz, Allah ona yardım etmiştir. Hani kâfirler ikiden biri olarak onu (Mekke’den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: ‘Hüzne kapılma/Üzülme, elbette Allah bizimle beraberdir.’ Böylece Allah ona ‘huzur ve güvenlik duygusunu’ indirmişti, onu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkâr edenlerin de kelimesini (inkâr çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah’ın kelimesi, yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” [2]

Ebubekr’e (ra) yapılan bu tavsiye, onun şahsında tüm ümmetedir. Nübüvvet pınarından ruh susuzluğunu dindirmek isteyenler için çağlayan bir tavsiye niteliğindedir. Allah Rasûlü (sav) hüznü gideren yollardan birini Ebubekr’e göstermiştir. Allah’ın beraberliğini hissetmek.

“Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden O’dur. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve ona çıkanı bilir. Her nerede iseniz, O sizinle beraberdir, Allah, yaptıklarınızı görendir.” [3]

Allah, her daim bizimle beraberdir. Bütün hüzünlerin ilacı bunun farkında olmak ve hissedebilmektir. Azameti ve kullarına şah damarlarından daha yakın olmasına rağmen insanın bu hakikatten gafil olması en büyük kayıptır. Yerin ve göğün nuru olan Allah’tan uzak olmak insanın kendi elleriyle kazandığı günahların neticesidir. Kalpleri katılaştıran ve üzerini siyah bir lekeyle gölgeleyen günahlar, ilahi nur ve şefkati, merhamet ve lütfu görmeye engel olur. Bu durum üzüntüleri katlar, insanın sırtını kambura çeviren dayanılmaz bir yük hâline getirir. Tabiatında var olan acziyet ve zayıflık, dert, tasa ve günahların hem maddi hem manevi yüküyle birleşince tükenir insan.

‘Üzülme! Allah bizimle beraberdir!’ sözü, dert ve üzüntü zamanının virdi olmalıdır. Dilden kalbe damla damla damıtılıp, kalbe şifa olup, masiyetin doğurduğu gaflet bulutlarını dağıtana, üzüntüyü sevince çevirene kadar söylenmelidir.

Bu cümleyle aynı içeriğe sahip olan, Allah’ın beraberlik ve yardımını hatırlatan farklı reçetelerde vardır. Müslüman, bunların hiçbirini ihmal etmemeli, musibet ve dert karşısında manevi güç elde edececeği bu çarelere dört elle sarılmalıdır.

Hasan-ı Basri der ki:

‘Derde düşüp de şu beş ayetten habersiz olan adama şaşılır:

‘Andolsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: ‘Biz Allah’a ait (kullar)ız ve şüphesiz O’na dönücüleriz.’ Rablerinden bağışlanma (salât) ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır.’ ‘ [4]

“İşte size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben de işimi Allah’a bırakıyorum. Şüphesiz Allah, kulları pek iyi görendir.” [5]

“Onlar, kendilerine insanlar: ‘Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun’ dedikleri hâlde imanları artanlar ve: ‘Allah bize yeter, O ne güzel vekildir’ diyenlerdir.” [6]

“Eyyüb de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: ‘Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın.’ ” [7]

“Balık sahibi (Yunus’u da); hani o, kızmış vaziyette gitmişti ki; bundan dolayı kendisini sıkıntıya düşürmeyeceğimizi sanmıştı. (Balığın karnındaki) Karanlıklar içinde: ‘Senden başka ilah yoktur, sen yücesin, gerçekten ben zulmedenlerden oldum’ diye çağrıda bulunmuştu. Bunun üzerine duasına icabet ettik ve onu üzüntüden kurtardık. İşte biz, iman edenleri böyle kurtarırız.” [8] [9]

2. Allah’ı Çokça Zikretmek

Zikrin kalpleri yatıştırıcı, kaygıları giderici, dert ve tasa bulutlarını dağıtıcı Rabbani bir etkisi vardır. Rabbimiz: “Dikkat edin! Kalpler Allah’ı anmakla mutmain olur.” [10] dediğinde bu hakikate işaret etmiştir. Kalp, çokça etkilenip hâl değiştirdiği, başka yönlere evrilip döndüğü için ‘çevrilen’ anlamında ‘kalp’ denmiştir. İnsan, sıkıntılarla karşılaştığında, kalbin sevinç ve huzur hâlini koruması mümkün değildir. Çabuk etkilenir ve sıkıntının etkisi karşısında direnmekten vazgeçer. Sıkıntı hâli onu esir alır. Sair vazifelerini yerine getirmekten aciz kalır, zorlanır.

Bu, bir bedenin hastalık karşısında zayıflaması ve vazifelerini yapacak gücü bulamaması gibidir. Dişi ağrıyan insan sadece ağzıyla yaptığı vazifeleri ihmal etmez. Beden bir bütün olarak etkilenip güçsüz düştüğünden, diğer organlar da vazifelerini yapamaz. İnsan, ilaç alıp toparlanmak, destek almak zorundadır.

İşte zikir, kalplerin ilacı ve takviyesidir. Sıkıntının katlanmasını ve insanı esir almasını engelleyen bir kalkan gibidir. Sıkıntı anlarını kollayan ve insana zayıflık hâlinde hücum eden şeytanlara karşı insanı koruyan muhkem bir kaledir.

“… Allah size, Allah’ı zikretmenizi de emretti. Bunun da misali, peşinden hızla düşmanın geldiği bir adamdır. Bu adam muhkem bir kaleye gelip, düşmandan kendini korur. Kul da böyledir. Şeytana karşı kendisini sadece zikrullahla koruyabilir…” [11]

Bu nedenle şeytanlar insana Allah’ı zikretmeyi unutturmak için özel çaba gösterirler. Onların bir kula galip gelmelerinin ölçüsü Allah’ı zikretmeyi unutturmalarıdır. Allah’ı zikretmeyi unutan kul, şeytanın hizbinden olmuştur.

“Şeytan onları sarıp kuşatmıştır; böylelikle onlara Allah’ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz şeytanın fırkası, hüsrana uğrayanların ta kendileridir.” [12]

Kul, Allah’ı (cc) andıkça onun beraberliği ve buna bağlı olarak onun yardım ve yakınlığını kazanır. Allah’ın (cc) beraber olduğuna hiçbir şey zarar veremez. Hiçbir sıkıntı onu etkileyip sarsamaz.

“Beni zikrediniz/anınız ki, ben de sizi anayım. Bana şükredin ve küfre sapmayın.” [13]

“Kulum beni, kendi nefsinde anarsa ben de onu kendi nefsimde anarım. Topluluk içinde anarsa, ben de onun topluluğundan daha hayırlı bir topluluk içinde anarım. O bana bir karış yaklaşırsa ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. Bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak gelirim.” [14]

Buna mukabil Allah’ı (cc) anmaktan yüz çevirenler, Allah’ın beraberliğini ve yardımını kaybederler. Ceza olarak da kalp darlığı ve stres, rızık darlığı ve yaşam sıkıntısı da dahil birçok musibete düçar olurlar.

“Kim de benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.” [15]

3. Çokça İstiğfarda Bulunmak

Allah (cc) kullarına karşı sonsuz merhamet sahibidir. Onun cemal isimleri her daim tecelli etmekte, sayısız nimetleriyle kullarına kerem ve ihsanda bulunmaktadır. Bu nimetlerin en başında da huzur, sekinet, mutmainlik ve inşirah gibi; dert, tasa, keder, üzüntü ve bunlara bağlı stresi ortadan kaldıran sevinç nimeti gelir.

Allah’ın (cc) sağanak sağanak yağan rahmeti, kullarına bağlı değildir. O’nun güzel isimleri ve yüce sıfatlarının bir eseridir. Ancak kullar işledikleri masiyetlerle kendilerini rahmetten mahrum bırakır, Allah’ın azap ve cezalandırmayı gerektiren celal isimlerine muhatap olurlar.

Her taat kulu Rabbine bir adım yaklaştırırken, her masiyette insanı Rabbinden uzaklaştırır. Masiyetler, Allah’ın rahmetiyle kulu arasına bir perde gerer. İnsanı cezaya müstahak hâle getirir. Bu cezaların başında da sıkıntı, stres, anlam verilemeyen kalp darlığı ve üzüntü gelir. Bu, insanın elleriyle kazandığı masiyetin etkisidir. Stres ve üzüntü masiyete bağlıysa; amel defterinden silinen masiyetle beraber eseri ve sonucu olan sıkıntı da silinir Allah’ın izniyle.

Allah’ın El-Ğafur ismiyle O’na kulluk yapmanın bir yolu da istiğfar talebinde bulunmaktır. İstiğfarın kendinden türediği ‘Ğa-fe-re’ kökü örtmek ve korumak anlamına gelir. Savaşta zırh olarak kullanılan miğfer de aynı kökten türemiştir. Allah’tan bağışlanma talebi olan istiğfar kişiyi günahların olumsuz etkisinden korur. Bu nedenle Peygamberler dert sahiplerine istiğfar talebinde bulunmalarını tavsiye etmişlerdir. Çünkü, Peygamberler Allah’ı en iyi tanıyan varlıklardır. İnsanların başına gelen musibetlerin kendi günahları sebebiyle olduğunu bilirler.

” ‘Bundan böyle Rabbinizden mağfiret isteyin; çünkü gerçekten O, çok bağışlayandır.’ (Öyle yapın ki,) Üzerinize gökten sağanak (bol miktarda yağmur) yağdırsın. Size mallar ve çocuklarla yardımda bulunsun. Size (ürün yüklü) bağlar, bahçeler versin, ırmaklar da versin.” [16]

“Ey kavmim, Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tevbe edin. Üstünüze gökten sağanak (yağmurlar, bol nimetler) yağdırsın ve gücünüze güç katsın. Suçlu günahkârlar olarak yüz çevirmeyin.” [17]

Allah Rasûlü (sav), ümmetine çokça istiğfar yapmalarını istemiştir.

“Kim sürekli istiğfarda bulunursa; Allah (cc), onun her derdine bir kurtuluş, her darlığına bir çıkış ve hiç ummadığı yerden onu rızıklandırır.” [18]

Sadece kalp darlığı, stres ve üzüntü değil, tüm dertlerimizin dermanı istiğfardadır. Vazifesini terk ettiği için, balığın karnında hapsedilen ve karanlıklar içinde kalan Yunus (as) istiğfarla sıkıntısını giderdi. Çünkü o, başına gelenin vazifeyi terk etmenin neticesi olduğunu biliyordu. Amel defterinden masiyeti silinince, esaret de son buldu.

“Balık sahibi (Yunus’u da) an; hani o, kızmış vaziyette gitmişti ki; bundan dolayı kendisini sıkıntıya düşürmeyeceğimizi sanmıştı. (Balığın karnındaki) Karanlıklar içinde: ‘Senden başka ilah yoktur, sen yücesin, gerçekten ben zulmedenlerden oldum’ diye çağrıda bulunmuştu. Bunun üzerine duasına icabet ettik ve onu üzüntüden kurtardık. İşte biz, iman edenleri böyle kurtarırız.” [19]

Çocuğu olmayan ve bu durumdan muzdarip olan bir sahabiye de istiğfar yolunu gösterdi Allah Rasûlü.

“Ensar’dan biri: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Benim çocuğum olmuyor, Allah beni bir çocukla rızıklandırmadı’ diyerek şikayetçi oldu. Allah Rasûlü (sav): ‘Neden çokça istiğfarda bulunmuyor ve çokça sadaka vermiyorsun?’ dedi. (Bu Tavsiyeye uyduktan sonra) Allah o sahabiye dokuz çocuk nasip etti.”

Dilinden şikayetçi olan ve ailesine karşı sertliğinden serzenişte bulunan Huzeyfe’ye (ra), ahlakını güzelleştirmesi için ‘Çokça istiğfar talebinde bulun. Ben günde yüz defa Allah’tan bağışlanma diliyorum’ dedi Allah Rasûlü.[20]

4. Allah Rasûlü’ne Salât Getirmek

Ubeyy bin Ka’b (ra) dedi ki:

“Ey Allah’ın Rasûlü! Ben sana çok salât getiriyorum, kendim için dua zamanından ne kadarını sana ayırayım?’ dedim. Rasûlullah: ‘Dilediğin kadar’ buyurdu. Ben: ‘Dörtte birini mi?’ dedim. ‘Dilediğin kadar, eğer fazla vakit ayırır isen, o senin için hayırlıdır.’ buyurdu. Ben: ‘Üçte birini mi, ya Rasûlallah!’ dedim. ‘Dilediğin kadar, eğer fazla vakit ayırır isen, o senin için hayırlıdır.’ dedi. Ben: ‘Yarısını mı?’ dedim. ‘Dilediğin kadar, eğer fazla vakit ayırır isen, o senin için hayırlıdır.’ dedi.

Bunun üzerine dedim ki: ‘Öyle ise ya Rasûlallah! Kendim için olan dua vaktimin tümünü sana salât ve selam getirmeye tahsis edeceğim.’ Dedi ki: ‘ O zaman dünya ve ahiret dertlerinin tamamına karşı sana yeter (derdine deva olur).” [21]

Peygamber için salât talebinde bulunmayı Tabiin imamlarında Ebu’l Aliye şöyle açıklamıştır:

“Peygamber’e Allah’ın salâtının manası, onu övmesi ve şanını yüceltmesidir. Melaikenin ve insanların salatı ise, bunu onun için Allah’tan taleptir.” [22]

Kişi, Peygambere salât getirdikçe; şanını yüceltmesi ve Rasûlü övmesi için Allah’a dua eder. Aslında Rasûle dua etmekle kişi kendi lehine dua etmiş olur. Çünkü Rasûle yapılan her salât, Allah’ın kula on defa salât etmesi anlamına gelir.

“Bir gün Rasûlullah, yüzünde bir sevinç olduğu hâlde geldi. Kendisine: ‘Yüzünüzde bir sevinç görüyoruz!’ dedik. Bana melek geldi ve şu müjdeyi verdi: Ey Muhammed! Rabbin diyor ki: ‘Sana salât okuyan herkese benim on rahmette bulunmam, selam okuyan herkese de benim on selam okumam sana (ikram olarak) yetmez mi?’ ” [23]

Allah Rasûlü için yapılan her bir salât ve selam kişiyi Allah’a daha fazla yakınlaştırır. Maddi ve manevi tüm dert ve tasaların ilacı olan Allah’ın beraberliği ve yakınlığına eriştirir sahibini. Bu sebeple Allah Rasûlü (sav) tüm duasını ona salât getirmeye ayıran insanın tüm dertlerinden kurtulacağını söylemiştir.

5. Sıkıntı Anında Yapılacak Dua ve Zikirleri Ezberlemek

Allah Rasûlü (sav), sıkıntı anında bazı zikirkeri öğretmiş, bunları yapan nice sahabi sıkıntı ve üzüntülerinden kurtulmuşlardır. Bunlardan bazısı:

Peygamber (sav) üzüntü sırasında şu duayı okurdu:

لَا إِلَهَ إِلَّا اللهُ الْعَظِيمُ الْحَلِيمُ، لَا إِلَهَ إِلَّا اللهُ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ، لَا إِلَهَ إِلَّا اللهُ رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَرَبُّ الْأَرْضِ وَرَبُّ الْعَرْشِ الْكَرِيمِ

“Hâlim ve Azim olan Allah’tan başka ilah yoktur. Büyük Arş’ın Rabbi olan Allah’tan başka ilah yoktur. Kıymetli Arş’ın Rabbi, arzın Rabbi, Semâvât’ın Rabbi olan Allah’tan başka ilah yoktur.” [24]

Başka bir dua:

“Rasûlullah bir gün Mescid’e girdi. Orada ensardan Ebu Ümâme denen kimse ile karşılaştı. Ona: ‘Ey Ebu Ümâme, niçin seni namaz vakti dışında Mescid’de oturmuş görüyorum?’ diye sordu. ‘Peşimi bırakmayan bir sıkıntı ve borçlar sebebiyle ey Allah’ın Rasûlü’ diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamber: ‘Sana bazı kelimeler öğreteyim mi? Bunları okursan, Allah, senden sıkıntını giderir ve borcunu öder.’ dedi. ‘Evet, ey Allah’ın Rasûlü, öğret!’ dedim. Dedi ki: ‘Akşama çıktın mı sabaha erdin mi şu duayı oku:

اللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْهَمِّ وَالْحَزَنِ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنَ الْعَجْزِ وَالْكَسَلِ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنَ الْجُبْنِ وَالْبُخْلِ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ غَلَبَةِ الدَّيْنِ، وَقَهْرِ الرِّجَالِ

‘AIlah’ım üzüntüden ve kederden sana sığınırım. Aczden ve tembellikten sana sığınırım, korkaklıktan ve cimrilikten sana sığınırım. Borcun galebe çaImasından ve insanların kahrından sana sığınırım.’

Ebu Ümâme dedi ki: ‘Ben bu duayı yaptım, Allah benden gamımı giderdi, borcumu ödedi.’ ” [25]

Başka bir dua:

Esma bintu Umeys (ra) anlatıyor:

“Rasûlullah (sav) bana: ‘Sana sıkıntı zamanında okuyacağın bir duayı öğreteyim mi?’ diye sordu ve şu duayı söyledi:

أَللَّهُ أَللَّهُ رَبِّي لَا أُشْرِكُ بِهِ شَيْئًا

‘Rabbim Allah’tır, Allah! Ben O’na hiçbir şeyi ortak koşmam!’ ” [26]

Başka bir dua:

“Kime bir sıkıntı ve tasa isabet eder ve şu duayı okursa;

اللهُمَّ إِنِّي عَبْدُكَ، وَابْنُ عَبْدِكَ، وَابْنُ أَمَتِكَ، نَاصِيَتِي بِيَدِكَ، مَاضٍ فِيَّ حُكْمُكَ، عَدْلٌ فِيَّ قَضَاؤُكَ، أَسْأَلُكَ بِكُلِّ اسْمٍ هُوَ لَكَ، سَمَّيْتَ بِهِ نَفْسَكَ، أَوْ أَنْزَلْتَهُ فِي كِتَابِكَ، أَوْ عَلَّمْتَهُ أَحَدًا مِنْ خَلْقِكَ، أَوِ اسْتَأْثَرْتَ بِهِ فِي عِلْمِ الْغَيْبِ عِنْدَكَ، أَنْ تَجْعَلَ الْقُرْآنَ رَبِيعَ قَلْبِي، وَنُورَ صَدْرِي، وَجِلَاءَ حُزْنِي، وَذَهَابَ هَمِّي

‘Allah’ım ben senin kulunum, kulunun oğluyum, câriyenin oğluyum. Perçemim senin elinde. Hakkımdaki hükmün caridir. Kazan ne olursa hakkımda adalettir. Kendini isimlendirdiğin veya kitabında indirdiğin veya nezdinde mevcut gayb hazinesinden seçtiğin, sana ait her bir isim adına senden istiyorum. Kur’ân’ı kalbimin baharı, göğsümün nuru, sıkıntı ve gamlarımın atılma vesilesi kılmanı dilerim.’

Mutlaka Allah onun sıkıntısını gidermiş, yerine ferahlık vermiştir.” [27]

Bu dualar sıkıntı anında müminin azığı ve silahıdır. İnanarak bu duaları yapmalı, Allah’ın sıkıntısını gidereceğine dair hüsn-ü zannını korumalı, içten ve yakararak Rabbine yönelmelidir.

6. Allah Dilediğini Takdir Etti Demek/Kadere İman

Allah’ın (cc) mutlak iradesi olan kadere iman ve teslimiyet, musibet dalgaları insanın boyunu aştığında Nuh’un (as) gemisine binmek gibidir. Allah ne dilediyse o olmuştur diyebilmek ise iman ve teslimiyetin göstergesidir.

Mümin, Rabbinin dilediğini yaratıp dilediğini kulları için seçtiğini bilendir. Rabbinin merhamet ve adaletinden, kulları için hayır dileyip, onları koruyup gözettiğinden emin olandır.

Bir işe yöneldiğinde şeriat ölçülerince en hayırlı olanı seçmeye çalışır. Elinden gelen çabayı ortaya koyar. Umduğu neticeyi elde edemeyince, sebepleri, kendini ya da bir başkasını suçlamaz. Allah neyi dilemişse onun olduğunu bilir. Keşkelerin geçen zamanı geri getirmeyeceğini ve neticeyi değiştiremeyeceğini bilir. Keşkeler ve suçlamalarla vakit kaybedip kendini paralamanın ızdırabından, Allah’ın mutlak iradesinin tecelli ettiğine imanın esenlik ve huzuruna teslim eder kendini.

“…Sana faydalı olan işler konusunda hırslı ol, Allahtan yardım iste ve acziyete düşme. Sana (istemediğin) bir şey isâbet ederse, ‘keşke şöyle şöyle yapsaydım da bu başıma gelmeseydi’ deme. Fakat ‘Allah’ın takdiridir. O ne dilerse, onu yapar’ de. Çünkü ‘keşke’ şeytanın ameline (seni saptırmasına) yol açar.” [28]

Rabbimiz kadere inanmanın faydalarından birinin, elden kaçan şeylere üzülmemek olduğunu belirtir.

“Yerde ve sizin nefislerinizde hiçbir musibet olmaz ki, biz onu yaratmadan önce bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır. Bu, elinizden çıkana üzülmeyesiniz, (Allah’ın) size verdiğiyle de sevinip şımarmayasınız diyedir. Allah, kendini beğenip böbürlenen hiç kimseyi sevmez.” [29]

7. Üzüntü Verecek Şeylerden Sakınıp, Sevinç Verici Şeylere Yönelme

Yukarıda üzüntüyü gidermeye dair manevi sebepleri zikrettik. Bu başlık altındaysa maddi bazı sebeplerden söz edeceğiz.

İnsan hayatında hüznü hatırlatan, insanı karamsarlığa sevk eden şeyler vardır. İslam, bunların değiştirilmesini istemiştir. İnsan, etkilenen bir varlıktır. Duyduğu, gördüğü ve konuştuğu şeyler kalp üzerinde etki bırakır. Karamsarlığa kalp menfezinden süzülen şeyler, insanın merkezi olan kalbe sıkıntı olarak yansır. Bedenin merkezi olan kalp, dış dünyadan aldığı olumsuz hâdiseleri bedene üzüntü, tasa, sıkılganlık olarak yansıtır.

Said bin Müseyyeb şöyle anlatır:

“Dedem, Allah Rasûlü’nün yanına gelir. Nebi, ismini sorar. O da: ‘ismim ‘el-Hazn/Zor ve sıkıntılı’ der. Nebi (sav), ‘Senin ismin Sehl/Kolay ve sıkıntısız olsun’ der. Dedem: ‘Ben babamın beni isimlendirdiği ismi değiştirmem’ der. O günden sonra sıkıntı ve zorluk bizim ailemizden hiç ayrılmamıştır.” [30]

“Allah Rasûlü ismi Şihab/Kor parçası olan birini işitti. Senin ismin Hişam/Cömert olsun dedi.” [31]

“Ömer’in Asiye/İsyan eden isminde bir kızı vardı. Nebi ismini Cemile/Güzel diye değiştirdi.” [32]

İnsan hayatında var olan ve insanı huzursuz eden şeyleri değiştirmek Allah Rasûlü’nün (sav) sünnetlerindendir. O (sav), güzel ve huzur veren sözleri sever, duyduğunda mutlu olurdu.

“Uğursuzluk yoktur. En hayırlı olanı ‘el-Fe’l’ dir. ‘Fe’l nedir?’ diye sordular. ‘Sizden birinin işittiği güzel sözdür’ dedi.” [33]

Her kavmin sevinç zamanlarında yaptıkları, çokça yapıldığından ötürü görüldüğü zaman insanlara huzur ve sevinç kaynağı olan âdetleri vardır. Şerita aykırı olmadıkça üzüntülü insanın bunu yapmasında bir beis yoktur.

“Aişe Annemizin ailesinden biri öldüğünde kadınlar toplanır, ailesi ve yakınları kalır diğerleri dağılırlardı. Telbine pişirilmesini ister, sonra serid yaptırır. Telbineyi seride döktürür sonra şöyle derdi: ‘Telbine, hastanın kalbini dinlendirir ve hüznü giderir’ dediğini işittim Allah Rasûlü’nün.” [34]

Telbine, insanların mutlu olduğu zamanlarda yapılan bir yemek çeşidiydi. İnsanları rahatlatıcı özelliğinden dolayı Allah Rasûlü sever ve insanlara tavsiye ederdi. Aişe Annemiz taziyesi olan insanların üzüntüsünü dindireceği ve onları rahatlatacağından dolayı yapılmasını ister ve aile fertlerine ikram ederdi.

Her toplumun âdetleri farklı olabilir. Toplumların meşru örfü gözetilerek, Aişe Annemizin fıkhıyla hareket edilebilir.

Üzüntüyü giderecek yollardan biri de rutini değiştirmektir. Sürekli şeyler, zamanla insanı sıkabilir. ‘Tebdili mekanda ferahlık vardır’ diyenler, insanlığın ortak bir tecrübesine işaret etmişlerdir. Üzüntü ve stresli insanlar ev, iş, ortam, mahalle değiştirmek gibi hayatlarında bazı değişiklikler yapabilirler. Allah’a (cc) karşı hüsnü zanlarını koruyarak yapacakları bu değişiklik fiilî dua yerine geçip, hüzünlerini giderebilir.

8. Rukye Yapmak[35]

Üzüntü ve stresi gidermek için atılan maddi ve manevi adımların sonuç vermediği görüldüğünde rukyeye başvurmak faydalı olabilir.

İnsanın hissettiği hüzün, kalp darlığı, beden yorgunluğu ve huzursuzluğun nedeni şeytanlar ve habis ruhlar olabilir.

“Kulumuz Eyyub’u da an. Hani o Rabbine: ‘Doğrusu şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu’ diye seslenmişti.” [36]

İnsana vesveseleri ve cinlerden oluşan ordusuyla musallat olan İblis, insanı yorup bezdirebilir. Bu durum üzüntü, stres, maişet darlığı ve kalp sıkıntısına neden olur. Eyyüb (as) şeytanın vesveseleriyle verdiği beden yorgunluğunu Allah’a şikayet etmiş, yardım istemişti.

Benzer bir durumun Yahudi sihirbaz Lebid tarafından Allah Rasûlu’ne (sav) yapıldığı ve bedenen Nebi’yi (sav) yorgun düşürdüğünü biliyoruz. Allah Rasûlü (sav) bir şey yaptığını düşünür fakat onu yapmamış olurdu. [37]

Sihirbazlar, İblis, cin ve habis ruhların insana zarar verdiği ve bedenen yorgun düşürüp strese sevk ettiği zamanlarda rukye limanına sığınmalı, lisan-ı hâl ve lisan-ı kâlimizle Allah’tan şifa dilemeliyiz.

“Rasûlullah hastalığa yakalandğı zaman, kendi üzerine İhlas, Felak ve Nas sûrelerini (Muavvizât’ı) okur ve üfürürdü. Sancısı arttığı zaman ise ben onun üzerine okurdum. Bereket ümit ederek eliyle de onun vücudunu meshederdim.” [38]

“Osman ibni Ebi’l As, Peygamber’e gelerek Müslüman olduğundan beri bedeninde hissettiği sancıyı ona şikâyet edince, Rasûlullah ona şöyle buyurmuştur: ‘Sağ elini, vücudunun ağrıyan yerine koy ve üç defa: Bismillah, yedi defa da şöyle de: Çektiğim sancının ve sakındığım ağrının şerrinden Allah’ın izzet ve kudretine sığınırım.” [39]

“Enes, Sabit el-Bunânî’ye: ‘Seni Rasûlullah’ın duası ile tedavi edeyim mi?’ dedi.

Sabit el-Bunânî’de: ‘Evet’ dedi. Bunun üzerine Enes: ‘Ey insanların Rabbi ve sıkıntıların gidericisi olan Allah’ım! Şifa ver! Sen şifa vericisin. Senden başka bir şifa verici yoktur. Buna hiç hastalık bırakmayan bir şifa ver.’ diyerek dua etti.” [40]

Allah Rasûlü’nden varid olan zikir ve duaları toplayan kitaplarda daha fazlası bulunacak olan rukye dualarıyla tedavi yapılması önemlidir. Kişi, yaptığı rukyenin faydalı olmadığı kanaatine vardığında, rukye konusunda uzman birinden yardım almasında bir sakınca yoktur.

•••

Evet, sözün başında söylediğimiz şey sonu içinde geçerlidir. Hangi durumda ve şartta olursan ol, üzülme! Çünkü Allah bizimle beraberdir. Allah, üzüntüyü sevince; stresi inşiraha; gam ve tasayı nimete çevirmeye muktedir olandır. O’nun dilemesi ve gücü karşısında direnecek, O’nu (cc) aciz bırakacak hiçbir şey yoktur. Aciz ve zayıf olan insan, Allah’ın irade ve kaderi karşısında zorlanıyorsa, O’nun merhamet ve keremine başvurmalı, O’ndan yine O’na sığınmalıdır. Biz kulların O’ndan başka sığınak ve kurtuluş kaynağı yoktur.

  

[1] .35/Fatır, 34

[2] .9/Tevbe, 40

[3] .57/Hadid, 4

[4] .2/Bakara, 155-157

[5] .40/Gafir, 44

[6] .3/Âl-i İmran, 173

[7] .21/Enbiya, 83

[8] .21/Enbiya, 87-88

[9] .El-Ferec Ba’de’l Şidde Li’i Tenuh-i 1/62.

[10 .13/Ra’d, 28

[11] .Müsned, 17170; Tirmizi, 2863.

[12] .58/Mücadele, 19

[13] .2/Bakara, 152

[14 .Buhari, 7405; Müslim, 2675.

[15] .20/Taha, 124

[16] .71/Nuh, 10-12

[17] .11/Hud, 52

[18] .Ebu Davud, 1518

[19] .21/Enbiya, 87-88

[20] .Müsned, 23362

[21] .Müsned, 21242; Tirmizi, 2457.

[22] .Buhari, Ta’liken

[23] .Nesai, 1283

[24] .Buhari, 6346; Müslim, 2730.

[25] .Ebu Davud, 1555

[26] .Ebu Davud, 1525

[27] .Müsned, 4318

[28] .Müslim, 2664

[29] .57/Hadid, 22-23

[30] .Buhari, 6193

[31] .İbni Hibban, 5823 

[32] .Müslim, 2139

[33] .Buhari, 5754; Müslim, 2223.

[34] .Buhari, 5417; Müslim, 2216.

            Telbine: Süt ve undan yapılan ve bazen içine bal katılan bir yemektir.

            Serid: Ekmek parçalarından yapılan bir yemektir.

[35] .Rukye, Kur’an ve Sünnette varid olan dualarala kişinin manevî olarak tedavi olmasıdır.

[36] .38/Sad, 41

[37] .Buhari, 3268

[38] .Buhari, 4728; Müslim, 2192.

[39] .Müslim, 2202

[40] Ebu Davud, 3890

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver