Ulumu’l Kur’an’a Has Olan Bazı Meseleler – 1

İ’caz ve Sure ile Alakalı Bilinmesi Gerekenler

Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun. Salât ve selam âlemlere rahmet olarak gönderilen Rasûlullah’a, onun ashabına, ailesine ve onlara ihsan üzere tâbi olanlara olsun.

Bundan önceki yazımızda Zemzemi metni hakkında bilgiler vermiştik. Daha sonra manzumenin ilk altı beyti ile besmele, hamd, salât gibi meseleleri incelemeye çalışmıştık.

Allah izni ve yardımıyla bu bölümde Ulumu’l Kur’an’a özel olan bazı meseleler hakkında bilgi vermeye çalışacağız.

Hatırlayacağımız üzere Ulumu’l Kur’an’ın birçok konusu farklı ilim dallarına da konu olmuştur. Örneğin, Nüzul sebebi, Mücmel Mübeyyen, Umum, Husus, Mecaz… gibi meseleler Ulumu’l Kur’an’ın ve Fıkıh Usulü’nün ortak olarak incelediği konulardır. Bunlardan Mücmel Mübeyyen, Umum, Husus ve Mecaz konuları lugat ilimleri kapsamında da ele alınmıştır. Yedi kıraat, Peygamberden aktarılan kıraatler, Med, İmale gibi meseleler Ulumu’l Kur’an ile Kıraat ilminin ortak olarak incelemiş olduğu konulardır…

[1]

Bunun ile beraber sadece Ulumu’l Kur’an’a has olup, başka ilim dallarında benzer babların olmadığı konular vardır. Müellif, Mukaddime başlığı adı altında diğer ilimlerin ortak olarak incelediği meselelere geçmeden önce bu meseleleri izah ediyor. Bu meseleler; Kur’an’ın İ’cazı, Sure, Ayet, Kur’an’ın tercüme edilmesi, Tefsir yapılması gibi hususlardır.

Kur’an’ın Mu’ciz Olması[2]

Zemzemi der ki;

مُقَدِّمَةٌ:

۱١ فذاكَ مَا عَلى مُحَمَّدٍ نَزَلْ… ومِنْهُ الاعْجازُ بِسُورَةٍ حَصَلْ

Mukaddime

11. O (Kur’an) Muhammed’e sallallahu aleyhi ve sellem inendir.

Onun i’cazı bir sure hasıl olur.

Şerh

Zemzemi bu kısımda Kur’an’ın tarifine vurgu yapıyor ve Kur’an hakkında iki şeyi öne çıkarıyor;

• Muhammed’in üzerine indirilen

• Bir sure ile mu’ciz olan.

Kur’an hakkında birçok istilahi tanım yapılmıştır. Bu tarifler arasında en toparlayıcı tarif şöyledir;

(المنزل من الله المعجز بلفظه، المتعبد بتلاوته المنقول الينا بالتواتر)

‘Kur’an Allah tarafından indirilmiş olan, lafzı ile mu’ciz olan, tilaveti ile Allah’a ibadet edilen ve bize tevatür ile nakledilmiş olan bir kitaptır.’

Özellikle burada tanım içerisinde geçen i’caz meselesi üzerinde durmamız gerekir. Çünkü Kur’an’ın tarifi konusunda genel olarak bütün âlimler bu meseleye dikkat çekmiştir.

İ’caz nedir?

Lugatta; İ’caz kelimesi (عجْز) kelimesinden gelmektedir. (عجْز) zayıf olmak ve güçten düşmek anlamına gelir. İ’caz kelimesi (أعجَزَ) kelimesinin masdarıdır ve aciz kılmak, aciz bırakmak anlamına gelir. Mesela, Allah bu manada der ki;

وَمَا اَنْتُمْ بِمُعْجِزينَ فِى الْاَرْضِ وَلَا فِى السَّمَاءِ

“Siz, yerde de gökte de (Allah’ı) âciz bırakacak değilsiniz.” [3] [4]

Kur’an’ın mu’ciz olmasından kast edilen; bir benzerini getirmek hususunda Kur’an’ın insanları aciz bırakmasıdır.

Kur’an indirilmeye başladığı zaman kafirler Kur’an’ın beşer sözü olduğunu ve uydurulduğunu iddia ettiler. Allah şöyle buyurur;

وَقَالُوا اَسَاطٖيرُ الْاَوَّلٖينَ اكْتَتَبَهَا فَهِىَ تُمْلٰى عَلَيْهِ بُكْرَةً وَاَصٖيلًا

“Ve dediler ki: ‘Bu, geçmişlerin uydurduğu masallardır, bir başkasına yazdırmış olup kendisine sabah akşam okunmaktadır.’ ” [5]

Bunun üzerine Allah, risaletin başlangıcından itibaren müşriklere Kur’an’ın bir benzerini getirmeleri konusunda meydan okudu. Müşrikler, Belagat ilminin altın çağını yaşıyor olmalarına rağmen, bu meydan okumaya en küçük bir cevap veremediler, hatta böyle bir şeye kalkışamadılar.

Tarihten öğrendiğimiz kadarıyla Arap toplumu meydan okumaya karşı zaafı olan bir toplumdur. Onların bu konudaki hassasiyetlerini şu örnekte görebiliriz; bir adam kılıcını çekip insanlara meydan okurdu. Bunun karşısında mutlaka bir kişi öleceğini bildiği hâlde sırf ‘Adam meydan okudu, oradakilerden hiç kimse de onun karşısına çıkmadı.’ denilmesin diye kalkar ve kavgaya tutuşup ölürdü. Meydan okumaya karşı böyle bir zaafları olmasına rağmen; Kur’an’ın ‘bir benzerini getirin’ meydan okumasına cevap vermekten aciz kalmışlar ve Kur’an’ın güçlü üslubunun karşısına çıkacak gücü kendilerinde bulamamışlardı. Böylece Kur’an onları aciz bırakmış ve onlarda aciz kalmışlardır. İbn Abbas anlatıyor;

“Velid bin Muğire Rasûlullah’ın yanına geldi. Rasûlullah, ona Kur’an okudu, o da Kur’an’ın tesiri altında kaldı. Bu durum Ebu Cehil’e ulaşınca Ebu Cehil onun yanına gelerek:

‘Ey amca! Kavmin sana vermek için mal toplamak istiyorlar. Çünkü sen Muhammed’in bağışına ve ihsanına nail olmak için onun yanına gittin’ dedi. Velid de:

‘Kureyş biliyor ki, ben Kureyş’in en zenginlerinden biriyim’ dedi. Bunun üzerine Ebu Cehil ona:

‘Sen Muhammed’in aleyhinde öyle bir söz söyle ki, bu söz kavmine ulaşınca senin onu inkâr etmiş olduğun anlaşılsın’ dedi. Velid de:

‘Ne söyleyeyim? Vallahi aranızda benden şiiri, şiir bahirlerini, kasideyi, cinlerin şiirlerini daha iyi bilen bir adam yoktur. Muhammed’in söylediği sözler bunlardan hiçbirine benzemiyordu. Vallahi Muhammed’in sözünde öyle bir tatlılık, öyle bir lezzet vardır ki, sözlerinin kelimeleri, kökü kuvvetli, dalları meyve veren bir ağaç gibidir. Bu sözler devamlı yükselmektedir ve bunun üzerine hiçbir şey yükselemez.’ dedi. Ebu Cehil de:

‘Vallahi sen Kur’an’ın aleyhinde bir şey söylemedikçe kavmin razı olmaz’ dedi. Velid de:

‘Beni bırak düşüneyim’ dedi. Düşününce:

‘Bu Kur’an başkasından nakledilen bir sihirden başka bir şey değildir’ dedi. Bunun üzerine onun hakkında şu ayeti kerime nazil oldu:

‘Tek başıma yarattığım o kâfiri (Velid bin Muğire’yi) bana bırak, ben ona uzun uzadıya mal verdim. Çünkü o (Kuran hakkında), ne diyeceğini bir düşündü ve ölçtü, biçti. Kahrolası nasıl biçti? Sonra yine kahrolası nasıl biçti? Sonra (kavminin ileri gelenlerine) baktı. Sonra kaşlarını çattı ve suratını astı. Sonra ardına dönüp büyüklendi ve ‘Bu, başkasından nakledilen bir sihirden başka bir şey değil, bu ancak bir insan sözüdür.’ dedi.’ 

[6]

 ” 

[7]

Kendisine vahiy geldiğini iddia eden Museylemetu’l Kezzab, Kur’an’a muadil olarak okuduğu şeytan ayetleriyle rezil olmuş ve gülünç bir duruma düşmüştür. Ona tâbi olanlar dahi onun uydurduğu şeyleri aktarmaktan hayâ etmiştir. Onun okuduklarına birkaç örnek verelim. İbni Kesir el-Bidaye’de şunları kaydeder;

‘Beni Hanife heyeti, Ebu Bekir’e geldiklerinde Ebu Bekir, onlara şöyle demişti:

— Bize Museyleme’nin Kur’an’ından biraz dinletin.

— Bunu yapmaktan bizi affet ey Rasûlullah’ın halifesi.

— Hayır, mutlaka dinleteceksiniz.

— Müseyleme şöyle diyordu:

يا ضفدع بنت الضفدعين نقي لكم نقين، لا الماء تكدرين ولا الشارب تمنعين، رأسك في الماء، وذنبك في الطين

‘Ey iki kurbağa kızı kurbağa! İstediğin şeyi seç, senin üst tarafın suda, alt tarafın çamurda ne su içeni engellersin ne de suyu bulandırırsın.’ Yine Müseyleme şöyle demişti:

والمبذرات زرعا، والحاصدات حصدا، والذاريات قمحا، والطاحنات طحنا، والخابزات خبزا، والثاردات ثردا، واللاقمات لقما، إهالة وسمنا، لقد فضلتم على أهل الوبر، وما سبقكم أهل المدر، رفيقكم فامنعوه، والمعتر فآووه، والناعي فواسوه

‘Görünen ekinlere, onu alabildiğine biçenlere, buğdayı savuranlara, onu değirmende öğütenlere, fırında pişirenlere, ekmeği et suyuna doğrayıp tirit yapanlara, suya ve yağa bandırıp lokma lokma yiyenlere yemin olsun! Sizler göçebelere üstün tutuldunuz ve yerliler de faziletçe sizden ileri değildirler. Arkadaşlarınızı koruyun. Yurtsuzu barındırın. Yardım isteyene iyilik edin.’

Beni Hanife heyeti, daha buna benzer bazı hurafeler naklettiler ki, oyun oynamakta olan çocuk bile bu uyduruk sözleri söylemekten tiksinir.

Anlatıldığına göre Ebu Bekir, onlara şöyle karşılık vermiş:

— Yazıklar olsun size. Hani nereye gitti bu sözleriniz? Bunların ne faydası vardır?

Museyleme, yine kendisine vahiy olarak şu sözlerin inmiş olduğunu söylemişti:

والفيل وما أدراك ما الفيل، له زلوم طويل

‘Fil, filin ne olduğunu sana kim öğretti? Onun uzun bir hortumu vardır.’

والليل الدامس، والذئب الهامس، ما قطعت أسد من رطب ولا يابس

‘Zifiri karanlık geceye ve geceleyin fütursuzca yürüyen kurda yemin olsun ki aslan, kuru ve tazeden hiçbir şey koparmadı.’

لقد أنعم الله على الحبلى، أخرج منها نسمة تسعى، من بين صفاق وحشي

‘Allah, gebeye lütufta bulundu. Ondan yürüyen bir canlı çıkardı ki, o canlıyı tenin altındaki deriden ve iç organlardan çıkardı.’

Müseyleme, bunlara benzer daha birçok soğuk, tatsız ve anlamsız sözler söylemişti ve bunların da vahiy olarak kendisine geldiklerini iddia etmişti.’ 

[8]

Mu’ciz olan Kitap bu meydan okumada kimin galip geleceğini zaten haber vermiştir. Allah şöyle buyurur;

قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰى اَنْ يَاْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لَا يَاْتُونَ بِمِثْلِهٖ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهٖيرًا

“De ki: ‘Andolsun, insanlar ve cinler bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine de destek olsalar, yine onun benzerini getiremezler.’ ” [9]

Âlimler Neden İ’caz Meselesini Öne Çıkarmışlardır?

Genel olarak âlimler Kur’an’ı tanımlarken i’caz meselesine dikkat çekmişlerdir. Çünkü Kur’an’ı diğer semavi kitaplardan ayıran en büyük özellik; benzerini getirme konusunda insanları aciz bırakmasıdır. Kur’an’ın tarifinde geçen ‘Allah tarafından indirilen, okunduğu zaman ecir elde edilen ve tevatür ile rivayet edilen’ özellikleri diğer kitaplar için de geçerlidir. Buna binaen Kur’an ile İncil arasında herhangi bir fark yoktur diyenler olabilir. Ancak Kur’an’ın mu’ciz olması kendisini diğer kitaplardan ayıran en büyük özelliktir. Zira insanlar Tevrat’ın ve İncil’in bir benzerini getirmişlerdir ancak bu Kur’an için söz konusu dahi olmamıştır.

Kur’an’ın Ne Kadarı ile İcaz Hasıl Olur?[10]

■ Müellif dedi ki; (ومنه الاعْجازُ بسُورة حَصَلْ) ‘Onun icazı bir sure ile hasıl olur.’

Kur’an’ın ne kadarı ile i’caz’ın hasıl olacağı hususunda âlimler ihtilaf etmişlerdir.

1. Görüş; Bazı âlimler icazın tek bir ayet ile hasıl olacağını söylemişlerdir. Allah şöyle buyurur;

فَلْيَاْتُوا بِحَدٖيثٍ مِثْلِهٖ اِنْ كَانُوا صَادِقٖينَ

“Eğer doğru söyleyenler iseler, haydi onun gibi bir söz getirsinler!” 

[11]

Bu görüşü savunan âlimler ayette geçen ‘bir söz’ ibaresinin bir ayet olduğunu söylemişlerdir. Yani, Allah, müşriklere bir ayet getirme ile meydan okumuştur.

2. Görüş; Cumhuru Ulema, bir sure ile Kur’an’ın i’cazının hasıl olacağını söylemiştir. Müellifte bu görüştedir. Çünkü Allah müşriklere meydan okurken en alt sınırı bir sure olarak tutmuştur. Allah şöyle buyurur;

قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰى اَنْ يَاْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لَا يَاْتُونَ بِمِثْلِهٖ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهٖيرًا

“De ki: ‘Andolsun, insanlar ve cinler bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine de destek olsalar, yine onun benzerini getiremezler.’ ” 

[12]

اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰیهُ قُلْ فَاْتُوا بِعَشْرِ سُوَرٍ مِثْلِهٖ مُفْتَرَيَاتٍ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقٖينَ

“Yoksa ‘onu (Kur’an’ı) uydurdu’ mu diyorlar? De ki: ‘Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi Allah’tan başka gücünüzün yettiklerini de (yardıma) çağırıp, siz de onun gibi uydurma on sure getirin.’ ” 

[13]

وَاِنْ كُنْتُمْ فٖى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَاْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهٖ وَادْعُوا شُهَدَاءَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقٖينَ

“Eğer kulumuza (Muhammed’e) indirdiğimiz (Kur’an) hakkında şüphede iseniz, haydin onun benzeri bir sure getirin ve eğer doğru söyleyenler iseniz, Allah’tan başka şahitlerinizi çağırın (ve bunu ispat edin).” 

[14]

Müşriklere Kur’an’ın benzerini getirme konusunda meydan okumayı içeren bu ayetler son seviye olarak bir sure getirilmesini emrediyor. Buna binaen i’caz bir sure ile hasıl olur.

Bu âlimler başka bir delil olarak demişlerdir ki; Her Arap (اللَّهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ) “Allah, her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeye vekildir.” 

[15]

 veya (قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ) “De ki: ‘O, Allah’tır, bir tektir.’ ” 

[16]

 gibi cümleleri kurabilir. Ama birkaç ayeti birleştirip kâmil ve veciz bir sure oluşturmaya gelince insanlar bundan acizdir. Binaen aleyh, i’caz bir ayet ile değil, bir sure ile hasıl olur.

İhlas suresine bakalım.

قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌ˛ اَللّٰهُ الصَّمَدُ˛ لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ˛ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ

“De ki: ‘O, Allah’tır, bir tektir. Allah Samed’dir. (Her şey O’na muhtaçtır; O, hiçbir şeye muhtaç değildir.) O’ndan çocuk olmamıştır (Kimsenin babası değildir). Kendisi de doğmamıştır (kimsenin çocuğu değildir). Hiçbir şey O’na denk ve benzer değildir.’ ”

Allah bir satır süren bu sure ile kendilerinin Allah’ın sevgili kulları olduğunu, Üzeyir’in Allah’ın oğlu olduğunu söyleyen Yahudilere, teslis inancına sahip olan Hristiyanlara, Allah’ın kendisi hakkında hiçbir delil indirmediği şeylere ibadet eden müşriklere ve ilahlığa yeltenen tağutlara cevap vermiş oluyor. Kendisinin Tevhidin tüm kısımlarında birlenmesini veciz ifadeler ile anlatıyor.

Dikkat edilecek olursa, ayetlerin sonu (د) harfi ile bitiyor. Bu harf kalkale harflerindendir. Kalkale luğatta, bir şeyi hareketlendirmek, çarpıştırmak, heyecanlandırmak gibi anlamlara gelir.

[17]

 Allah Tevhidin hakikatlerini anlattığı bu surenin son harflerinde bu harfi kullanarak bu hakikatleri adeta müşriklerin dimağlarını sarsacak şekilde ifade etmiştir. Bu beşerin düşüneceği ve yapacağı bir şey değildir.

■ Bu konuda racih olan, Cumhuru Ulema’nın görüşüdür.

◆◆◆

Kur’an her asırda gerek güçlü ibareleri gerek içerdiği hakikatler ile mu’ciz bir kitaptır. Belağat ve fesahat özelliği ile dönemindeki insanları aciz bıraktığı gibi, bilimsel gerçekleri ile de günümüz insanlarını aciz bırakmıştır. Buna bazı örnekler verecek olursak:

Allah şöyle buyurur:

مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ يَلْتَقِيَانِ˛ بَيْنَهُمَا بَرْزَخٌ لَا يَبْغِيَانِ

“İki denizi salıvermiştir; birbirine kavuşuyorlar. (Fakat) aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmıyorlar.” 

[18]

وَهُوَ الَّذٖى مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ هٰذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ وَهٰذَا مِلْحٌ اُجَاجٌ وَجَعَلَ بَيْنَهُمَا بَرْزَخًا وَحِجْرًا مَحْجُورًا

“O, birinin suyu lezzetli ve tatlı, diğerininki tuzlu ve acı olan iki denizi salıverip aralarına da görünmez bir perde ve karışmalarını önleyici bir engel koyandır.” 

[19]

Denizaltı araştırmaları ile ünlü Fransız deniz bilimci Jacques Cousteau (ö. 1997) denizler ile ilgili yaptığı araştırmaların sonucunu şöyle anlatmaktadır:

‘Bazı araştırmacıların farklı deniz kütlelerini birbirinden ayıran engellerin bulunduğuna dair ileri sürdükleri görüşleri inceliyorduk. Çalışmalar sonucunda gördük ki, Akdeniz’in kendine has tuzluluğu ve yoğunluğu var. Aynı zamanda kendine has canlıları barındırıyor. Sonra Atlas Okyanusu’ndaki su kütlesini inceledik ve Akdeniz’den tamamen farklı olduğunu gördük. Hâlbuki Cebeli Tarık Boğazı’nda birleşen bu iki denizin tuzluluk, yoğunluk ve sahip olduğu hayatiyet açısından eşit veya eşite yakın olması gerekiyordu. Oysaki bu iki deniz, birbirine yakın kısımlarda bile ayrı yapılara sahiptiler. Bunun üzerine yapmış olduğumuz araştırmalarda bizi şaşkına çeviren bir durumla karşılaştık. Çünkü bu iki denizin karışmasına birleşme noktasında bulunan harika bir su perdesi engel oluyordu. Aynı türden bir su engeli 1962 yılında Alman bilim adamları tarafından Aden Körfezi ile Kızıldeniz’in birleştiği Mendep Boğazı’nda da bulunmuştu. Daha sonraki incelemelerimizde farklı yapıdaki bütün denizlerin birleşme noktalarında aynı engelin bulunduğuna tanıklık ettik.’ 

[20]

1400 küsür sene önce Kur’an’ın anlattığı bu hakikat bu asırda keşfedilmiştir.

Allah şöyle buyurur:

فَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِ وَمَنْ يُرِدْ اَنْ يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقًا حَرَجًا كَاَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِى السَّمَاءِ كَذٰلِكَ يَجْعَلُ اللّٰهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذٖينَ لَا يُؤْمِنُونَ

“Allah, her kimi doğruya erdirmek isterse, onun göğsünü İslam’a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun da göğsünü göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar. Allah, inanmayanlara azap (ve sıkıntıyı) işte böyle verir.” 

[21]

İnsan gökyüzünde yükseldikçe hava basıncı düşer ve oksijen oranı azalır. Bu durum insan göğsünde sıkıntı oluşmasına ve ileri düzeyde nefes darlığına yol açmaktadır. Nefes darlığıyla birlikte dokuların oksijene acil ihtiyacından ötürü solunumu hızlanmaktadır. Havada yükseldikçe oksijenin bulunmaması ve görevlerini yerine getirmek için vücut hücrelerinin oksijen ihtiyacının artması durumunda insan son derece sıkıntılı bir duruma düşer. Aşırı oksijen eksikliği sebebiyle solunumu zorlaşır. Bu durumda insanın solunum sistemi iflas eder ve ölür. Semaya yükseldikçe oksijenin azalması İtalyan bilim adamı Toriçelli tarafından 1643’te keşfedilmiştir.

[22]

Japon bilim adamı Masaru Emoto, su molekülleri üzerinde on beş sene süren araştırmalarında Kur’an, ezan ve Allah’ın isim ve sıfatları dinletilen su moleküllerinin şekillerinin değiştiğini ve çok güzel suretlere büründüğünü tespit etmiştir. Zemzem suyu üzerinde yaptığı araştırmalarda Çan sesinin su moleküllerini matlaştırıp, bozduğunu; ezan sesinin ise, parlatıp güzel bir şekil verdiğini tespit etmiştir. İnsan vücudunun %70’i (Yüzde yetmişi) sudan oluşmaktadır. Öyleyse şu ayetlere kulak verelim;

الَّذٖى خَلَقَ مِنَ الْمَاءِ بَشَرًا فَجَعَلَهُ نَسَبًا وَصِهْرًا وَكَانَ رَبُّكَ قَدٖيرًا

“O, sudan bir insan yaratıp ondan soy sop ve hısımlık meydana getirendir. Rabbin, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” 

[23]

اَلَّذٖينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِ اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

“Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalbler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur.” 

[24]

Bu ayetler üzerinde düşünmeli ve hayatımızda yanlış giden şeylerin düzelmesi için Allah’ı çokça zikretmeli ve bolca Kur’an okumalıyız.

[25]

Kur’an’ın bu ve benzeri ayetleri karşısında insanlar aciz kalmış ve Kur’an’ın Allah tarafından vahiy yolu ile Peygambere indirildiğini itiraf etmişlerdir.

[26]

Kur’an’ın hükümleri ve insanları terbiye etme metodu da i’cazına delildir. Bunun en büyük şahidi Kur’an’ın yetiştirmiş olduğu toplumdur. Her şeyi eşsiz yaratan ve onlara mükemmel bir düzen veren Allah, Kur’an’ı ve Sünneti insanlara şeriat kılarak onların bireysel ve sosyal hayatlarını da bir düzene koymuştur. Elbette yaratan kim ise, hakimiyet ve egemenlik de onundur.

Sahabe dönemini incelediğimiz zaman suç oranının yok denecek kadar az olduğunu görmekteyiz. Birçok yönetimin aksine Kur’an, vicdan ve adalet sahibi bir toplum yetiştirmişti. Yaptıkları suçu Allah’ın gördüğünü, bildiğini ve bundan onları hesaba çekeceğini bildikleri için hemen Allah Rasûlü’ne gelirler ve bu günahlarından temizlenmenin yollarını ararlardı. Bundan dolayı o dönemde yapılan suçlar iki elin parmak sayısını geçmez. Ama günümüzde yapılan istatistikler bol yüzdeli ve bol rakamlıdır. Var olan insan sayısı ile suçlar karşılaştırıldığı zaman kişi başına birden fazla suç düşmektedir. Türkiye’de 79 milyon insan vardır. Düşünün ki buna rağmen insanlar Şeriat’ın gericilik olduğunu, Şeriat’ın hükümlerinin 21. yüzyılın insanına yakışmadığını süslü sözler ile kusarlar. Ama İslam ile yönetilmeyen her ülke bir çıkmaz içerisindedir. Karşılaştıkları suçlara kanun koymaya dahi güçleri ve zamanları yetmemektedir. Bu çıkmazın ve keşmekeşliğin içerisinden kurtulmanın yolu hükümleri ile Daru’n Nedveleri, senatoları, parlamentoları, meclisleri… aciz bırakan Kur’an ve onun açıklayıcısı olan sünnettir.

Allah şöyle buyurur:

اَفَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْتَغٖى حَكَمًا وَهُوَ الَّذٖى اَنْزَلَ اِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلًا وَالَّذٖينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْلَمُونَ اَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرٖينَ

” ‘Size Kitab’ı (Kur’an’ı) hak olarak indiren O iken ben Allah’tan başka bir hakem mi arayacağım?’ (de). Kendilerine kitap verdiklerimiz de onun, Rabbin katından hak olarak indirilmiş olduğunu bilirler. O hâlde, sakın şüphecilerden olma.” 

[27]

اَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ

“Onlar hâlâ cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inanacak bir toplum için, kimin hükmü Allah’ınkinden daha güzeldir?” 

[28]

Sure ve Ona Taalluk Eden Bazı Meseleler[29]

Zemzemi der ki:

۱۲ والسُّورَةُ الطائِفَةُ المُتَرْجَمَةْ ثَلاثُ آيٍ لأَقَلِّها سِمَةْ

12. ‘Sure, başlıklı ve toplanmış (ayet) topluluğudur

Onun en azı için üç ayet alamettir.’

Sure ne demektir?

Lugatta, Araplar üstün, değerli, yükseklik olduğuna inandıkları şeylere (سُور) kelimesini kullanmışlardır. Araplar ‘Duvarı yükselttim.’ anlamında (سُرتُ الحاءطَ) demişlerdir. (السُّورةُ) kelimesi de (سُور) kelimesinden gelir. Mesela; Ayette bu kelime şöyle kullanılmış,

وَهَلْ اَتٰيكَ نَبَٶُا الْخَصْمِ اِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَ

“Sana davacıların haberi geldi mi? Hani onlar duvarı (üzerine tırmanıp) aşarak mabede girmişlerdi.” 

[30]

 

Kur’an’ın sureleri değerli, üstün, yüce olduğundan dolayı Allah bu kelimeyi seçmiştir.

[31]

Sure en az kaç ayetten müteşekkildir?

Müellif sureyi tanımlarken dedi ki; (ثَلاثُ آيٍ لأَقَلِّها سِمَةْ) ‘Onun en azı için üç ayet alamettir.’

Zemzemi surenin en az üç ayetten oluştuğunu söylemiştir. Âlimler Kur’an’ı araştırdıklarında en kısa surenin Kevser suresi olduğunu görmüşlerdir. Kevser suresi ise üç ayetten müteşekkildir.

Ancak surelerin başında gelen Besmelenin

[32]

 Kur’an’dan bir ayet olup olmaması konusundaki ihtilaf bu meseleye de yansımaktadır. Besmelenin surelerin başında bir ayet olup olmaması konusunda âlimler farklı görüşler ileri sürmüştür.

1. Görüş; İmam Şafii besmelenin her surenin başında ayet olduğunu söylemiştir.

2. Görüş; İmam Ahmed besmelenin ancak Fatiha suresinin başında bir ayet olduğunu bunun dışındaki yerlerde ayet olmadığını söylemiştir.

3. Görüş; İmam Malik besmelenin hiçbir surenin başında ayet olmadığını söylemiştir.

4. Görüş; İmam Şevkani besmelenin Kur’an’dan bir ayet olduğunu ancak hiçbir sureye dahil olmayıp müstakil olduğunu söylemiştir.

Bu konuda racih olan, besmelenin Kur’an’dan ayet olmasıdır. Çünkü Sahabe Kur’an’ı mushaflaştırırken Kur’an’dan olmayan şeylerin Kur’an’a karışmamasını amaç edinmiştir. Buna rağmen sahabenin Kur’an’dan olmayan bir şeyi Kur’an’a eklemesi mümkün değildir.

[33]

Bu ihtilafa binaen bazı âlimlere göre kendisi ile i’caz’ın hasıl olduğu bir sure en az üç ayetten, bazı âlimlere göre ise, dört ayetten oluşur.

Sure İsimleri Tevkifidir

Bazı âlimler sure isimlerinin Haccac döneminde yazıldığını ve bu isimleri Haccac’ın kurduğu komisyonun belirlediğini söylemişlerdir.

Sure isimlerinin Haccac zamanında Mushaf’a eklendiği doğrudur. Ancak bu isimlerin Haccac’ın komisyonu tarafından belirlendiği doğru değildir. Sure isimleri tevkifidir. Yani bu isimler Allah ve Rasûlü tarafından belirlenmiştir. İmam Suyuti der ki;

وقد ثبتت أسماء السور بالتوقيف من الأحاديث والآثار، ولولا خشية الإطالة لبينت ذلك

‘Şüphesiz ki sure isimleri hadislerden ve eserlerden anlaşıldığı üzere tevkif ile sabit olmuştur. Şayet konunun uzaması korkusu olmasaydı ben bunu açıklardım.’ 

[34]

Yani, sure isimleri Peygamber hayatta iken mevcuttu ve kullanılıyordu. Buna nakledeceğimiz şu hadisler işaret etmektedir;

(لَا تَجْعَلُوا بُيُوتَكُمْ مَقَابِرَ، إِنَّ الشَّيْطَانَ يَنْفِرُ مِنَ الْبَيْتِ الَّذِي تُقْرَأُ فِيهِ سُورَةُ الْبَقَرَةِ)

“Evlerinizi kabristana çevirmeyiniz. Zira Şeytan içerisinde Bakara suresinin okunduğu evden kaçar.” 

[35]

يُؤْتَى بِالْقُرْآنِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَأَهْلِهِ الَّذِينَ كَانُوا يَعْمَلُونَ بِهِ تَقْدُمُهُ سُورَةُ الْبَقَرَةِ، وَآلُ عِمْرَانَ”، وَضَرَبَ لَهُمَا رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ثَلَاثَةَ أَمْثَالٍ مَا نَسِيتُهُنَّ بَعْدُ، قَالَ: “كَأَنَّهُمَا غَمَامَتَانِ، أَوْ ظُلَّتَانِ سَوْدَاوَانِ بَيْنَهُمَا شَرْقٌ، أَوْ كَأَنَّهُمَا حِزْقَانِ مِنْ طَيْرٍ صَوَافَّ، تُحَاجَّانِ عَنْ صَاحِبِهِمَا

” ‘Kur’an ve dünyada Kur’an’la amel edenler kıyamet günü getirilecek Bakara ve Âl-i İmran sureleri onun önünde olacaklardır.’ Hadisin ravisi Nevvâs diyor ki: Rasûlullah, bu iki sure için üç örnek verdi onları asla unutmadım şöyle demişti: ‘O iki sure aralarından ışık sızan iki şemsiye gibi yan yana veya iki kara bulut gibi veya kanatlarını germiş saf saf kuşlardan oluşan sürüler gibi gelecekler ve Bakara ve Âl-i İmran surelerini okuyan adamların cennete girmeleri için mücadele vereceklerdir.’ ” 

[36]

أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ جَاءَتْهُ امْرَأَةٌ، فَقَالَتْ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، إِنِّي قَدْ وَهَبْتُ نَفْسِي لَكَ، فَقَامَتْ قِيَامًا طَوِيلًا، فَقَامَ رَجُلٌ، فَقَالَ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، زَوِّجْنِيهَا إِنْ لَمْ يَكُنْ لَكَ بِهَا حَاجَةٌ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: “هَلْ عِنْدَكَ مِنْ شَيْءٍ تُصْدِقُهَا إِيَّاهُ؟”، فَقَالَ: مَا عِنْدِي إِلَّا إِزَارِي هَذَا، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: “إِنَّكَ إِنْ أَعْطَيْتَهَا إِزَارَكَ جَلَسْتَ وَلَا إِزَارَ لَكَ فَالْتَمِسْ شَيْئًا”، قَالَ: لَا أَجِدُ شَيْئًا، قَالَ: “فَالْتَمِسْ وَلَوْ خَاتَمًا مِنْ حَدِيدٍ”، فَالْتَمَسَ فَلَمْ يَجِدْ شَيْئًا، فَقَالَ لَهُ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: “فَهَلْ مَعَكَ مِنَ الْقُرْآنِ شَيْءٌ؟”، قَالَ: نَعَمْ سُورَةُ كَذَا وَسُورَةُ كَذَا لِسُوَرٍ سَمَّاهَا، فَقَالَ لَهُ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: “قَدْ زَوَّجْتُكَهَا بِمَا مَعَكَ مِنَ الْقُرْآنِ”)

“Rasûlullah’a bir kadın gelerek; ‘Ben kendimi sana hibe ettim diyerek uzun süre bekledi.’ Bunun üzerine bir adam: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! O kadına ihtiyacın yoksa onu bana nikahla.’ dedi. Rasûlullah: ‘O kadına mehir olarak vereceğin bir şeyin var mı?’ buyurdu. Adam: ‘Sadece şu elbisem var’ dedi. Rasûlullah: ‘Elbiseni o kadına verdiğinde sen elbisesiz kalacaksın bir şeyler bulmaya çalış.’ buyurdu. Adam: ‘Hiçbir şey bulamıyorum.’ dedi. Rasûlullah: ‘Bir demir yüzük bile olsa bulmaya çalış.’ buyurdu. Sehl bin Sa’d diyor ki: Adam arandı fakat bir şey bulamadı. Bunun üzerine Rasûlullah: ‘Kur’an’dan ezberinde olan bir şey var mı? dedi. Adam: ‘Falan falan sureler ezberimdedir’ dedi ve isimlerini saydı. Rasûlullah: ‘Kur’an’dan ezberinde olan sureleri o kadına öğretme karşılığında o kadını sana nikahladım.” buyurdu.

[37]

صَلَّيْتُ مَعَ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ذَاتَ لَيْلَةٍ، فَافْتَتَحَ الْبَقَرَةَ، فَقُلْتُ: يَرْكَعُ عِنْدَ الْمِائَةِ، ثُمَّ مَضَى، فَقُلْتُ: يُصَلِّي بِهَا فِي رَكْعَةٍ، فَمَضَى، فَقُلْتُ: يَرْكَعُ بِهَا، ثُمَّ افْتَتَحَ النِّسَاءَ، فَقَرَأَهَا، ثُمَّ افْتَتَحَ آلَ عِمْرَانَ

“Peygamber ile namaza durdum. Peygamber Bakara suresi ile okumaya başladı. İçimden dedim ki; ‘Yüzüncü ayete gelince o rükuya gider.’ Ancak Allah Rasûlü devam etti. İçimden dedim ki; ‘Allah Rasûlü bu rekâtı Bakara Suresi ile geçirecek.’ Ancak Allah Rasûlü devam etti. Ben içimden o kısımda rükuya gider diye düşündüm. Ancak Allah Rasûlü bundan sonra Nisa suresini bundan sonrada Âl-i İmran suresini okudu.” 

[38]

Surelerin isimlerinin Peygamber döneminde mevcut olması ve sonradan mushafa geçirilmesi tıpkı harekelerin ve harflerin noktalamalarının sonradan Mushaf’a geçirilmesi gibidir. Peygamber döneminde var olan sahifelerde harflerin noktaları ve harekeleri yoktu. Bunlar sonradan Ali’nin radıyallahu anh emri ile Ebu’l Esved ed-Düeli tarafından yapılmıştır. Haccac döneminde ise, sure isimleri ve hizibler Mushaflara eklenmiştir.

Bir sonraki yazımızda görüşmek duası ile…

Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun…

 

 

[1]

 

[2]

 

[3]

 

[4]

 

[5]

 

[6]

 

[7]

 

[8]

 

[9]

 

[10]

 

[11]

 

[12]

 

[13]

 

[14]

 

[15]

 

[16]

 

[17]

 

[18]

 

[19]

 

[20]

 

[21]

 

[22]

 

[23]

 

[24]

 

[25]

 

[26]

 

[27]

 

[28]

 

[29]

 

[30]

 

[31]

 

[32]

(اِنَّهُ مِنْ سُلَيْمٰنَ وَاِنَّهُ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ) “Mektup, Süleyman’dan gelmiştir. O, ‘Bismillâhirrahmânirrahîm’ diye başlamakta.” (27/Neml, 30) Bunun ayet olmasında hiçbir ihtilaf yoktur. Özellikle surelerin başında ifadesini kullanmamızın sebebi bundan dolayıdır.

 

[33]

2. dersine müracaat edebilirsiniz. https://www.youtube.com/watch?v=iVMY0PRWPJI

 

[34]

 

[35]

 

[36]

 

[37]

 

[38]

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver