Tih Çölünden Nasıl Kurtulabiliriz

Rabb’imiz kitabı olan Kur’an’da bizlere, kendisine hakkıyla kulluk eden salih müminlerin, kendisinin razı olduğu muvahhidlerin yolunu gösterdiği gibi, mücrim olan ve Allah’ı öfkelendiren kafirlerin yolunu da bütün netliğiyle göstermiştir;

“Böylece suçluların yolu belli olsun diye ayetleri iyice açıklıyoruz.” (6/En’am, 55)

Buradan hareketle Kur’an’ın büyük bir bölümünü kapsayan kıssaların her birinin belli bir amacının olduğunu söyleyebiliriz. Bu kıssaların tarihi bir belge olsun diye veya dedelerin torunlarına anlatacağı hikayeler bulunsun diye Kur’an’da zikredilmediği akıl sahipleri için malumdur. Aksine bu kıssalar belli mesajları ve manaları kapsamaktadır.

Bu meselede Müslümanların üzerine düşen görev, bu kıssaları ibret gözlüğüyle okumalarıdır. ‘Bu kıssada Allah’ın bu topluluktan razı olmasının nedeni nedir?’, ‘Allah’ın bu kıssada azaba uğrattığı toplumun özelliği ne idi?’ gibi soruları bu kıssalarla aramalı ve gereken mesajı almalıdır.

Mesela, Kur’an-ı Kerim’de İsrailoğulları ile alakalı birçok kıssa mevcuttur. Genel olarak Ehli Kitap ile ilgili, özel olarak da İsrailoğulları ile ilgili kıssalar bizleri yakından ilgilendirmektedir. Çünkü onlar kendilerine kitap gönderilen insanlardır. Ayrıca Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onlar ile ilgili şöyle buyurmaktadır;

” ‘Sizden öncekilerin yolunu adım adım, karış karış izleyeceksiniz. Eğer onlar bir kelerin/kertenkele deliğine girse, siz de gireceksiniz.’ Sahabe: ‘Ey Allah’ın Rasûlü, Yahudilerin ve Hristiyanların yoluna mı?’ diye sorunca ‘Başka kim olacak?’ dedi.” (Buhari, Müslim)

Bu nedenle Müslüman özellikle İsrailoğulları ile ilgili kıssaları yakından takip etmeli ve bu kıssaları dikkatle okuyup dersler çıkarmalıdır.

Burada İsrailoğulları ile ilgili kıssaları tek tek ele alabilmemiz mümkün değildir. Ancak Kur’an-ı Kerim’de İsrailoğulları ile ilgili bir kıssa var ki bu kıssa bize ışık tutacak niteliktedir. Başarı Allah’tandır.

“(Musa İsrailoğullarına): ‘Ey kavmim! Allah’ın size yazdığı kutsal yere girin, ardınıza dönmeyin, yoksa hüsrana uğrayanlardan olursunuz’, demişti. Onlar şu cevabı verdiler: ‘Ey Musa! Orada zorba bir millet var, onlar oradan çıkmadıkça biz oraya girmeyeceğiz, eğer çıkarlarsa, biz de gireriz.’ Korkanların içinden Allah’ın kendilerine lütufta bulunduğu iki kişi şöyle dedi: ‘Onların üzerine kapıdan girin, oraya girdiniz mi artık siz zaferi kazanmışsınızdır. Eğer Müminler iseniz ancak Allah’a güvenin.’ (Bunun üzerine): ‘Ey Musa! Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz, şu halde sen ve Rabbin gidin savaşın, biz burada oturacağız’ dediler. (Musa): ‘Rabbim, ben kendimle kardeşimden başkasına sahip değilim. Artık bizimle o fasıklar topluluğunun arasını ayır!’ dedi. (Allah) buyurdu ki: ‘Artık orası onlara kırk yıl haram edildi. Onlar o yerde (Tih çölünde) şaşkın şaşkın dolaşacaklardır. Artık sen de o fasıklar topluluğu için tasalanma!’ ” (5/Maide, 21–26)

Allah subhanehu ve teâlâ Musa’dan aleyhisselam önceki kavimleri helak ederdi. Ancak Allah subhanehu ve teâlâ bu ayeti kerime ile artık cihad emrini vermiş oldu. Yani küfür noktasında inat edenlerin artık müminlerin elleriyle helak edilmesi gerekiyordu. Müfessirlerden İbni Kesir rahimehullah, Kurtubi rahimehullah cihad ve düşmana karşı koymanın Musa aleyhisselam zamanında başladığını söylemektedirler.

İsrailoğulları cihad emriyle karşı karşıya kaldı. Bizler de cihad emriyle muhatap olan bir ümmetiz. Burada sorulması gereken kilit soru şudur; İsrailoğulları’nın bu çağrıya karşı takındıkları tavır ne idi? Takınmış oldukları tavır neticesinde Allah subhanehu ve teâlâ onlara nasıl muamele etti?

Bu soruların cevabının daha net anlaşılabilmesi için yukarıda zikrettiğimiz ayeti kısım kısım ele alıp irdeleyelim ve irdelediğimiz yerlerden çıkardığımız noktalarla bu soruların cevaplarını arayalım;

1. Nokta: “(Musa İsrailoğullarına): ‘Ey kavmim! Allah’ın size yazdığı kutsal yere girin, ardınıza dönmeyin, yoksa hüsrana uğrayanlardan olursunuz’, demişti…”

Allah bir topluluğa cihadı emretmişse ve o topluluk da cihaddan geri kalmışsa; o topluluk hüsrana uğramaya mahkûmdur. Peki, hüsran nedir? Hüsran Allah’ın subhanehu ve teâlâ cihaddan geri kalan İsrailoğullarına muamelesidir. Nedir bu muamele?

“…Artık orası onlara kırk yıl haram edildi. Onlar o yerde (Tih çölünde) şaşkın şaşkın dolaşacaklardır.’

Bu ümmet de cihaddan geri kalıp Allah’ın emrine Yahudiler gibi lakayt davranmaları sebebiyle yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşmaktadırlar. Cihadı terk etmemiz sebebiyle Allah subhanehu ve teâlâ başımıza insi olan şeytanlardan tağuti yöneticileri musallat etti, Müslümanlar dünyanın dört bir tarafında perişan hale geldi, izzet, şeref, namus ve onur yitirildi. Çünkü Allah’ın cihad emrini terk eden insanlar kim olursa olsun, hüsrana uğramaya mahkûmdurlar. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

“İyne yoluyla alış-veriş yaptığınız, öküzlerin kuyru­ğuna yapıştığınız, tarımı seçtiğiniz ve cihadı terk ettiğiniz zaman, Allah, size öyle bir zillet musallat eder ki, dininize dönünceye kadar onu üzerinizden atamazsınız.” (Ebu Davud)

2. Nokta: Musa aleyhisselam kavmine, ‘…oraya gidin savaşın’ demiyor. “Ey kavmim! Allah’ın size yazdığı kutsal yere girin” diyor. Yani zafer kesin… Ancak böyle olmasına rağmen İsrailoğulları’nın tepkisi şöyle:

“…Ey Musa! Orada zorba bir millet var, onlar oradan çıkmadıkça biz oraya girmeyeceğiz, eğer çıkarlarsa, biz de gireriz.”

Allah yardımın ve zaferin kesin olduğunu vadetmesine rağmen Yahudiler bu cevabı veriyor ve karşılarındaki gücü o kadar büyütüyorlar ki; Allah’ın vaadini kulak arkası ediyorlar.

Demek ki insanların Allah’ın vaadini dahi kâle almayıp cihaddan geri kalmasının en büyük sebebi, düşmanı gözlerinde büyütmeleridir. Peki, bu sadece Yahudilerin tutumu mudur?

Elbette ki hayır… Bugün kendilerini İslam’a nispet eden bir takım kişiler sözüm ona stratejist(!) kimlikleriyle Müslümanlar arasında Yahudilerden miras aldıkları bu tutumu devam ettirmektedirler. Amerika’dan izinsiz herhangi bir şey yapılamayacağından, Amerika’nın her olayda bir planının olduğundan, her şeyden haberdar olduklarından, askeri gücünün harika, ekonomik gücünün ise tartışılamaz olduğundan dem vururlar. Ancak bu dâhi strateji uzmanları(!) şişirdikleri bu gücün dünyanın bir yerinde veya birçok yerinde nasıl perişan olduklarını es geçmektedirler. Üstelik bu süper güçler öyle denkleri tarafından perişan edilmemektedirler. Silahları, mermileri sayılı bir topluluk tarafından hezimete uğratılmaktadırlar. Zamanında Sovyet Rusya’yı da şişirmişti bu zevatlar. Peki, şu an Sovyetler nerede? Zafer hayalleri ile girdikleri Afganistan’dan ağır bir hezimetle geri dönmüşlerdi. Hamdolsun, Allah subhanehu ve teâlâ her kıtada bu zevatların şişirdiği güçlerin karşısına mücahidleri koymuştur. Allah ayaklarını sabit kılsın ve sayılarını çoğaltsın.

Demek ki ancak düşmanı gözünde büyütmeyen insanlar, Allah’a güvenen insanlar, Allah’ın rızasını düşmanın rızasına, Allah’ın korkusunu düşmanın korkusuna tercih eden insanlar düşmanlarının karşısında durabilirler.

Burada şunu da hatırlatmak gerekir ki; düşmanın gücünü bilmek ile düşmana ilahlık vasıfları vermek arasında fark vardır. Müslüman, düşmanın gücünü bilmekle beraber Rabbini de çok iyi tanıyan insandır. Müslüman Allah’ın vaadinin hak olduğuna iman eder ve üzerine düşeni yapar. Her şeyin Allah’ın kontrolü dâhilinde cereyan ettiğine, hiçbir şeyin O’nun kaderinin dışında gerçekleşmeyeceğine inanır.

3. Nokta: “Korkanların içinden Allah’ın kendilerine lütufta bulunduğu iki kişi şöyle dedi; ‘Onların üzerine kapıdan girin, oraya girdiniz mi artık siz zaferi kazanmışsınızdır. Eğer Müminler iseniz ancak Allah’a güvenin.’ “

Buradan da anlaşılmaktadır ki kitleleri harekete geçirmek için yüzlerce insana ihtiyaç yoktur. Peygambere güveni tam, imanı yakin seviyesinde olan ve Allah’ın vaadine samimiyetle inanan bu iki adam insanları teşvik ediyorlar.

Bu iki adam, İsrailoğullarına diyor ki: “Oraya girdiniz mi artık zaferi kazanmışsınız demektir.” Buradan da anlaşılmaktadır ki bereket için hareket gerekmektedir. Eğer bazı şeylerin temenniden öteye geçip, hakikat boyutuna ulaşmasını gerçekten istiyorsak öncelikle bizim bir adım atmamız gerekmektedir. Zaten müminin görevi sadece bu adımı atmaktır. O tek bir adımdan sonra Allah subhanehu ve teâlâ vaadini yerine getirecektir. Nitekim kutsi olan bir hadiste şöyle geçmektedir;

“Kulumun, farz kıl­dığım şeylerle bana yaklaşmasından iyisi yoktur. Kulum bana nafilelerle de yaklaşmaya devam eder. Öyle olur ki artık onu severim. Onu sevdim mi işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli ve yürüdüğü ayağı olurum. Benden isterse kesinkes veririm. Bana bir sığınsın, onu muhakkak korurum.” (Buhari)

Dikkat edilirse öncelikle kul bir şeyler takdim ediyor sonra Allah subhanehu ve teâlâ bir şeyler veriyor. Ve Allah en sonunda kulumu severim diyerek bu sevgiyi şöyle izah ediyor: “Onu sevdim mi işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli ve yürüdüğü ayağı olurum. Benden isterse kesinkes veririm. Bana bir sığınsın, onu muhakkak korurum.”

Kulağı Allah subhanehu ve teâlâ tarafından garanti altına alınmış bir kul artık sadece kendisini ilgilendiren hak olan şeyleri işitir. Gözü Allah subhanehu ve teâlâ tarafından garanti altına alınan kul sadece hedefini görür. Eli Allah’ın subhanehu ve teâlâ kudretiyle garanti altına alınan kulun elinden hiçbir iş kurtulamaz. Bir de ayağı böyle olursa yürüdüğü yolun sonunu getirir.

İşte Yahudiler bu adımı atmak bir yana “…Sen ve Rabb’in gidin savaşın” deme küstahlığını gösterince Allah subhanehu ve teâlâ onları kırk yıl Tih çölünde şaşkın şaşkın dolaşmak suretiyle hüsrana uğratıyor.

Rabbimizden dileğimiz söylediklerimizle amel etmeyi nasip etmesidir.

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver