Tasavvufta Keramet Tasavvuru

Allah’ın Adıyla…

Müminlerin dostu, onları yardımı ve rahmetiyle kuşatan, vahiyle yollarını aydınlatıp, onları zan ve hurafenin karanlıklarından, Kitabın ve Sünnetin aydınlığına eriştiren Allah’a hamd olsun.

Salât ve selam, en büyük mucize olan Kur’an-ı Mübin’le gönderilen, risaleti tebliğ, emaneti eda eden, müminlere Allah’ın ayetlerini tilavet edip onları arındıran, Kitabı ve hikmeti öğreten Muhammed Mustafa’ya olsun.

Bu bölümde Tasavvuf dendiğinde akla gelen kavramlardan biri olan kerameti inceleyeceğiz.

Lugatte keramet: Ke-ra-me (كرم) umumen güzel sıfatlar, hususen cömertlik için kullanılır.

‘Allah için kullanıldığında, O’nun açığa çıkan ihsan ve nimetleri; insan için kullanıldığında, övülen ahlakların açığa çıkmasıdır.’ (Müfredetü’l Kur’an, 707)

Istılahi olarak keramet:

‘Nubuvvet iddiasında olmayan birinin elinde harikulade bir durumun açığa çıkmasıdır. Harikulade durumu izhar edende iman ve salih amel olmazsa bu durum istidrac, (İstidrac: Allah’ın subhanehu ve teâlâ bir kavmin sapkınlığını arttırmak için onlara üst üste ihsanda bulunması, nimetlerini arttırması, istediklerini vermesidir. Böylece onları adım-adım azaba yaklaştırmakta, zahiri hâlleriyle aldanmalarını sağlayıp tevbeye yönelmelerini engellemektedir.) nubuvvet ile beraber olursa bu mucizedir.’ (Ta’rifat, 184)

Keramet: Allah’ın subhanehu ve teâlâ sevdiği kullarına ikramda bulunması, alışılmışın dışında hâlleri onların eliyle icra edip onları desteklemesidir. Harikulade kabul edilen durumlar Nebi’nin, salih insanların ve sihirbazların eliyle zuhur ettiğinden alimler ayırıcı vasıflar zikretme gereği duymuşlardır.

Harikulade durum nubuvvet iddiasıyla beraber olur ve kişi de Nebi olursa buna ‘mucize’ denir.

İman ve salih amel sahibi olan bir zat, şeriata muhalif olmayan böylesi bir durum izhar ederse ‘keramet’ olur.

İmanı ve salih ameli sorunlu olan, şeriata muhalif hâller izhar edenlerin durumu sihir, kehanet ve istidrac diye isimlendirilir.

Keramet Var mıdır?

Kitap ve Sünnet, Allah’ın, dostlarına yardım edip, onları alışılmışın dışında durumlarla desteklediğini gösterir.

“Rabbi Meryem’e hüsn-ü kabul gösterdi; onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriyya’yı da onun bakımı ile görevlendirdi. Zekeriyya, onun yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık bulur ve “Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?” der; o da: Bu, Allah tarafındandır. Allah, dilediğine sayısız rızık verir, derdi.” (3/Âl-i İmran, 37)

Burada Allah’ın subhanehu ve teâlâ Meryem’i kendi katından bir rızıkla rızıklandırdığını ve bulunduğu yere Zekeriyya aleyhisselam dışında kimse girmediğinden, bu rızkın Zekeriyya’nın aleyhisselam dikkatini çektiğini görüyoruz.

Benzer bir durum ‘Reci’ vakıasında esir edilen Hubeyb radıyallahu anh için de vâki olmuştur.

Müşrikler onu esir edip Mekkelilere sattılar. Bedir gününün intikamını almak için Harisoğulları Hubeyb’i satın aldı. Babaları olan Haris’i Hubeyb öldürmüştü. Şehit edileceği güne kadar onu Harisoğullarının evlerinden birinde bağlı tutuyorlardı. Evin hanımı Müslüman olduktan sonra bu olayı şöyle anlatacaktı:

“Onu öldürmeye karar verdiklerinde bir ustura istedi. O sırada küçük oğlum onun yanına gitmişti. Hubeyb onu kucağına oturtmuştu. Benim korktuğumu görünce: ‘Onu öldüreceğimi mi düşünüyorsun? Vallahi böyle bir şey yapmam.’ dedi. Ben onun kadar hayırlı bir esir görmedim. Mekke’de hiçbir meyve yokken elinde bir salkım üzümle üzüm yediğini gördümì” (Buhari, 4086)

Reci kıssasını uzunca anlatan rivayetin sonunda sahabiden Asım bin Sabit radıyallahu anh için de şunlar kaydedilir.

“Müşrikler Müslümanları kuşatınca: ‘Teslim olun, size eman verelim.’ dediler. Asım ‘Ben müşriğin korumasını kabul etmem’ dedi onlarla çarpıştı. Asım’ı yedi kişiyle beraber şehit ettilerì Hubeyb ve Zeyd’i satın alan Kureyş, Asım’ın cesedini getirsin diye birilerini gönderdi. Asım, Bedir’de onların efendilerinden birini öldürmüştü. Allah, Asım’ın üzerine bir arı topluluğu yolladı. Kureyş’in elçisinden Asım’ı korudular. Onun cesedinden hiçbir şey alamadılar.” (Buhari, 4086)

İslam tarihinden bu tip örnekler çoğaltılabilir. Gayemiz keramet örneklerini zikretmek değil, olağanüstü hâllerin salih insanlar için vuku bulacağını delillendirmektir. (Sahabe döneminde vâki olan keramet cinsinden hadiseler için bknz: Mecmuatu’l Feteva 11/277 ve sonrası)

Kerametle İlgili Bilinmesi Gerekenler

1. Keramet Sahibinin İman, Takva Ehli ve Salih İnsanlardan Olması Gerekir

Kerametin, sihir ve hokkabazlıktan ayrıldığı noktalardan biri sahibinin akidesi ve İslam şeriatına uygun yaşıyor olmasıdır. Keramet, Allah’ın salih kullarına desteğidir. Bu da iman ve takvaya bağlanmıştır.

“Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de. Onlar, iman edip de takvâya ermiş olanlardır. Dünya hayatında da ahirette de onlara müjde vardır. Allah’ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu, büyük kurtuluşun kendisidir.” (10/Yunus, 62-64)

Firavun’un kulluğunu yapan sihirbazlar asalarını atıyor, onlar kıvrak birer yılan misali hareket ediyorlardı.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem döneminde cinleri olan İbn-u Sayyad, insanların kayıp eşyalarının yerini söylüyor, gaybi hususlarda bilgiler veriyordu. Birgün Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem “Senin için içimden bir şey tuttum” demişti. İbn-u Sayyad ‘Duh’ diyerek cevap verdi. Allah Rasûlü’nün içinden geçirdiği şeyin Duhan suresi olduğunu ima etmeye çalıştı. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem onun göğsüne vurdu ve “Kes sesini ve haddini aşma!” (Buhari, 1353-1354; Müslim, 2930-2931.) buyurdu.

Emeviler döneminde bir şahıs insanları kesiyor gibi yapıyor, ortalarında yürüyor sonra hiçbir şey olmamış gibi şahıs ayaklanıyordu. Bir hayvanın dübüründen giriyor, ağzından çıkıyordu. Sahabeden Cündeb radıyallahu anh evinden kılıcını alıp bu şahsı ikiye biçmiş ve ‘Haydi kendini de diriltsin görelim’ demiştir. (Bknz, Kurtubi Tefsiri, 102. ayet tefsiri)

Yine ahir zaman fitnesi olan Deccal’in sıfatlarını anlatan Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şunları zikreder: “Deccal çıktığında onunla beraber su ve ateş olacaktır. İnsanların su sandığı ateş, ateş sandıkları ise sudur. Sizden biri bu durumu görürse ateşe girsin. O serin ve tatlı bir su gibidir.” (Buhari, 3450; Müslim, 2934.)

“Deccal çıkar… Onun Medine’ye girmesi yasaktır. Medine yakınlarına bir yere gelir. O gün bir adam onun karşısına çıkar. O, insanların en hayırlılarındandır. Deccal’e der: ‘Şahitlik ederim ki sen Allah Rasûlü’nün bize haber verdiği Deccal’sin.’ Deccal insanlara der ki: ‘Onu öldürüp tekrar diriltsem şüpheniz kalır mı?’ ‘Hayır’ derler. Onu öldürüp tekrar diriltir. O adam: ‘Vallahi senin Deccal olduğun hususunda iyice emin oldum.’ Deccal onu öldürmek ister, lakin başaramaz.” (Buhari, 7132; Müslim, 2938.)

Dikkat edilirse zikredilen örneklerde hep olağanüstü hâller sergilenmiştir. Hiçbiri keramet kabul edilmediği gibi sahiplerinin yerilmesine de engel olmamıştır. Keramet bahsinde temel kaide ‘olağanüstülükten evvel sahibinin durumuna bakmaktır.’

İmam Şafi’den rahimehullah nakledilen ‘Birinin havada uçtuğunu, su üstünde yürüdüğünü görseniz, onun hâlini Kitaba ve Sünnete arz ediniz’ sözü de bu hakikate işaret etmek içindir.

2. Olağanüstü Hâller Bir İnsanın Allah Dostu Olduğu Anlamına Gelmez

Allah subhanehu ve teâlâ dostlarına yardım ettiği gibi, şeytanlar ve cinler de dostlarına yardım etmekte, imkanlarını onlar için kullanmaktadırlar. Geçmişte ve günümüzde birçok büyücünün yaptığı harikulade şeyler, cinlerle temas kurmaları nedeniyle gaybdan haber verenler, yukarıda zikredilen Deccal ve İbn-u Sayyad gibiler bunun örneğidir.

Şeytandan yardım alıp, cinlerin insanlara yardımlarıyla bedenine şiş sokma, ateşte yürüme, havada durma gibi hâller buna örnek gösterilebilir.

Bununla beraber bazen Allah subhanehu ve teâlâ facir ve fasık olan birinin eliyle dinine yardım edebilir. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem savaşta büyük kahramanlıklar sergileyip, Müslümanların zafer kazanmasına neden olan lakin aldığı kılıç darbesine tahammül edemeyerek canına kıyan birisi için “Şüphesiz ki Allah facir olanların eliyle de bu dine yardım eder” (Buhari, 3062; Müslim, 111.) buyurmuştur.

Özellikle savaşlarda açığa çıkan olağanüstü hâller bu hadisin ışığında ele alınmalı, sahiplerinin akide va amelde istikamet üzere olup olmadıklarına bakılmalıdır. Allah subhanehu ve teâlâ İslam’a ve Müslümanlara faydalı olacağından, mazlumun çektiklerine adil bir karşılık olması bakımından bir zalime yardım edip daha zalim olandan intikam alabilir. Bu durumda keramete mazhar olan buna layık olduğundan değil, facirin eliyle dinin desteklenmesi söz konusudur.

Hafız İbni Hacer rahimehullah şöyle der:

‘… Bunun ötesinde avamın yanında geçerli olan şudur: Harikulade bir hâl açığa çıkaran herkes Allah’ın dostudur. Oysa harikulade hâller sihirbaz, kahin ve rahipler eliyle de açığa çıkabilir. Bu ikisini ayırmak için bir alamete ihtiyaç vardır. Zikredilen farklardan en evlâ olanı, bu hâlleri açığa çıkaranın hâlinin şeriata arz edilmesidir. Şayet o şeriatın emir ve yasaklarına uyuyorsa Allah dostu, uymuyorsa değildir.’ (Fethu’l Bari, 4086 nolu hadis şerhi)

Kurtubi rahimehullah Bakara suresi 34. ayetin tefsirinde şöyle der:

‘…9. Mesele: Alimlerimiz dedi ki: Nebi olmayıp da Allah’ın onun eliyle keramet izhar ettiği insanlar, bu onların veli olduğuna delalet etmez. Bazı sofilerin ve rafizilerin aksine… Onlar bu durumun şahsın velayetine delalet ettiğine inanır. Bizim delilimiz şudur: Bizden birinin veli olduğunu bilmemiz onun mümin olarak öldüğünü bilmemize bağlıdır. Onun mümin olarak öleceği bilinmeden onun veli olduğunda kesin kanaat sahibi olmamız mümkün değildir…’

3. Keramet Olduğu Kabul Edilen Hâl Masiyet Olmamalı, Şer’i Kuralların Dışına Çıkmamalıdır

Keramet, Allah’ın dostlarına yardımı; sihir-kehanet ve hokkabazlık ise İblis’in ve cinlerin dostlarına yardımıdır. Allah subhanehu ve teâlâ kendi emirlerine muhalif bir durumu dostları eliyle icra etmez. Şeytanlar ise insanların saadeti için olan taatleri dostlarına yardımla vücuda getirmez.

Olağanüstü bir hâl zatında masiyetse ve şer’i sınırların dışına çıkılmışsa bunun şeytani bir hâl olduğu anlaşılmalıdır.

İzhar ettiği masiyetin keramet olduğunu iddia edenler, Allah’ın münkeri emrettiğini söyleyen müşrikler gibidirler.

“Onlar bir kötülük yaptıkları zaman: ‘Babalarımızı bu yolda bulduk. Allah da bize bunu emretti’ derler. De ki: Allah kötülüğü emretmez. Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?” (7/Âraf, 28)

İbnu’l Cevzi rahimehullah Şeytanın Ayartması/Telbisu’l İblis isimli eserinde buna dair güzel örnekler verir:

‘Şeyhin birine olağanüstü hâller arz olur. ‘Yanında bulunan tüm azıkları at! Sana velayet nuru izhar olsun’ denir. Şeyh elinde bulunan yol azığının tümünü atar.’

İbnu’l Cevzi bunun üzerine: ‘Bu kıssanın batıl olduğu anlaşılır. Çünkü evliyalar şeriata muhalefet etmezler. Şeriat ise malı zayi etmeyi yasaklamıştır.’ (age. 371)

‘Birgün abdest suyuna ihtiyacım oldu. O anda cevherden bir su testisi ve gümüşten bir misvak yanımda belirdiì Suyla abdest alıp, gümüş misvakla dişlerimi temizledim.’ Sofinin bu kerametine İbnu’l Cevzi şöyle der: Şayet bu anlatılan doğruysa, sahibinin cehaletine işaret eder. Şayet fıkıhtan anlasaydı gümüş misvak kullanmanın caiz olmadığını bilirdi. O bunu keramet zannetse de Allah yasakladığı şeyle insanlara ikramda bulunmaz.’ ( age. 368)

•••

Kerametle ilgili bilinmesi gereken bu maddeleri zikrettikten sonra diyebiliriz ki; birbirine benzeyen ancak hakikatte çok farklı olan iki şeyin arasındaki farklar çok iyi bilinmelidir. Aksi hâlde zahiri benzerlikler ayakları kaydırıp, şeytani hâllerin keramet addedilmesine ve ‘Şeytanın dostları’nın ‘Allah dostu’  olarak kabul görmesine neden olabilir.

Deccal’le ilgili verdiğimiz rivayet, üzerinde durulmayı ve tefekkürü hak etmektedir. İslam ümmeti arasında zuhur edecek bu fitneye insanların çoğu aldanmış, onun rububiyet iddiasını ikrar etmiştir. Ona sadece bir insan karşı çıkmıştır. O da Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem sünnetine sıkı sıkı sarılmış ve parıldayan kandilin ışığında yolunu bulmuştur. (Allah, Ahzab suresi 46. ayette Nebisine Sirac-ı Münir/parıldayan kandil demektedir.)

Bunca insan Deccal’e nasıl inanmış ve onun rab olduğunu kabul etmiştir? Asr-ı saadet insanı için bu sorunun cevabını bulmak çok zor olsa da, bizler için konu gayet açıktır. Olağanüstü her hâli keramet zanneden, şeytanların yardımıyla ortaya koydukları hokkabazlıkları şahısların velayet delili olarak kabul eden, ‘Birileri uçsa da eteğine tutunsak’ diye can atan yığınlar, Deccal’e ‘Şeyhlerin Pirî’ diye tabi olacak, en büyük ‘kutup’luk makamına onu uygun göreceklerdir.

Tevhid ve Sünnet ehli Müslümanlar tüm Peygamberlerin ümmetlerini uyardığı bu fitneye karşı vahyin aydınlatıcı ve ayırıcı bilgisine tutunmalı; zan, hurafe ve mitolojik hikayeleri gönüllü alıcılarına bırakmalıdırlar.

Tasavvufun keramet anlayışına baktığımızda bu kaidelerin yerle bir edildiğini, her şeytani hâle, fasık ve facirliğe ve insanları kendilerine kul etmek isteyen şirk imamlarının hâllerine keramet dendiğini görüyoruz.

Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem yıkıp yerine zıddını ikame ettiği ‘şirk ve bidat’, ‘keramet’ adı altında kutsanarak ihya edilmekte, ahlaksızlık ve günahlar keramet denerek ‘takva’ adı altında İslam’a sokulmaya çalışılmaktadır. Normal şartlarda aklı selim bir insanın kabul etmeyeceği rezillikler, önce velilik mertebesine atanan, sonra soytarılıkları keramet adıyla meşrulaştırılan Deccaller vesilesiyle kabul edilmekle kalmamakta, kutsanarak dokunulmazlık almaktadırlar. Şirk, bidat ve ahlaksızlığa itiraz eden Müslüman, veliye ve keramete itiraz etmiş olmakta, kutsala dokunduğu için linç edilmekte ve bu tutumu kınanmaktadır.

Daha fazla uzatmadan sözü tasavvuf kitaplarına bırakıyor; şirk, bidat ve ahlaksızlığın, fasık ve facirlerin keramet adı altında nasıl kutsandığının görülmesini istiyoruz.

‘Şeyh Muhammed el-Hadri -Allah ondan razı olsun- Garbiyenin Nahya beldesinde kabri bulunmaktadır. Türbesi çok uzaklardan parıldamaktadır. İlim ve marifet babından çok ince meseleler hakkında konuşurdu. Velayet hâlleri ağır bastığından enbiyalar hakkında öyle şeyler söylerdik ki, çoğu insan işitmeye güç yetiremezdi. Birçok beldede aynı anda görünürdü…’

Şa’rani’nin sözünü burada kesiyorum. İnsan merak ediyor, ne büyük bir zatmış Muhammed Hadri! Acaba nasıl salih amellerle Allah’a yaklaştı ki, bu denli övgüye nail oldu? Okumaya devam edelim:

‘…Bir Cuma günü bir beldeye geldi. Ondan hutbe vermesini talep ettiler. Minbere çıktı. Allah’a hamd edip, onu övdü. Sonra ‘Şahitlik ederim ki sizin tek ilahınız İblis’tir’ dedi. İnsanlar ‘Kafir oldun’ dediler. Kılıcını çekti ve mimberden indi. İnsanlar korkudan kaçıştılar. İkindiye kadar kimse cesaret edip camiye giremedi. Sonra yakın beldelerden insanlar geldi. Her beldenin ehli Muhammed Hadri’nin kendi beldelerinde hutbe verip, Cuma’yı kıldırdığını iddia ediyordu. Saydık, tam otuz ayrı yerde hutbe vermişti. Oysa o bizim beldemizde oturuyordu. Şöyle derdi: ‘Kişi sürekli arşın altında olmadıkça makam-ı kemale eremez… Tüm yeryüzü ellerimin arasında yemek yediğin kap gibidir. İnsanların cesetleri önümde cam gibidir, onların içini görürüm…’ (Tabakatu’l Kubra 2/107, Bakınız Evliyalar Ansiklopedisi 4/1273 Bedir Yayınları)

‘Şahitlik ederim ki sizin tek ilahınız İblis’tir’ sözünün sahibi aynı anda otuz yerde hutbe veren, kabri parıldayan, kainatta önündeki tabaktan yemek yer gibi tasarruf eden bir zat.

Şeytan böylesi birinin kılığına girip otuz ayrı yerde görülebilir. Bunda şaşılacak bir şey yok. Şeytan dahi uluhiyet iddiasında bulunamamış, yaşayıp varolmak için ‘Rabbim’ diye hitap ettiği Allah’tan izin istemiştir. Şeytanın dahi cesaret edemediğine bu şeytan cüret göstermiş, Allah’ın evinde, Nebi’nin minberinde, kelime-i şehadet lafızlarıyla İblis’in uluhiyetini ilan etmiştir. Şeytan elbette bu İblis’e hizmet edecek, yaşlı bir Necdli kılığında Mekkeli müşriklere gelip Allah Rasûlü’nü nasıl öldürecekleri konusunda onlara akıl verdiği gibi, Muhammed Hadri’nin kılığına girip insanları bununla aldatacaktır.

‘İbrahim Usayfir -Allah ondan razı olsun- keşfi çook çok açıktı. (Terceme Abdulkadir Ayçiçek’e aittir. ‘Çook’ ifadesi manidardır.) Keşif ve keramet çeşidinden vakaları sayılamayacak kadar çoktur. Çocuk yaşta kerametleri izhar etti. Beldeye geleceği zaman kurt veya sırtlan sırtında gelirdi. Su üzerinde yürür, gemiye binmeye ihtiyaç duymazdı. Bevli sağılmış süt gibiydi.’

Bu kerametlerin sahibi zatının bir ayrıcalığı daha var ki, Bedir Yayınları mütercimi okuyucuya sunmayı pek içine sindirememiş. Büyük kerametleri olan zat için Şa’rani der ki:

‘Müezzinin ‘Allahu ekber’ sözünden rahatsız olur ve ‘Ey köpek, biz kafir miyiz ki üzerimize tekbir getiriyorsun’ derdi müezzine.’ (Tabakatu’l Kubra 2/140, Evliyalar Ansiklopedisi 4/1407 ve sonrası)

Bu adamın bu sözü nasıl kabul görüyor? Çünkü keramet sahibi bir zat(!) Adam gemi kullanmadan su üstünde yürüyor. Ayrıca adamın bevli süt gibi! Bu da atlanmaması gereken mühim bir keramet!

Devam edelim,

‘…Bazı büyük velilerden nakledildi. Bir şahıs Şeyh’e gelip, çocuk vermesi için Allah’a dua etmesini ister. Şeyh fakirlere yüz dinar vermesi durumunda bunun olacağını söyler. Adamın çocuğu kız olunca Şeyh’e gelir. ‘Sen bana erkek çocuk sözü verdin, ama kız oldu’ der. Şeyh fakirlere verdiği paranın eksik olduğunu söyler. Adam çok az bir şeyin eksik olduğunu söyleyince: ‘Biz de çok az eksilttik, sen tamamla, biz de tamamlayalım’ der Şeyh. Adam eksik bıraktığı kısmı da fakirlere verir. Evine gidince kız çocuğunun erkek çocuğuna dönüştüğünü görür. Allah’ın kudreti ve evliyaya ikramıyla olmuştur.’ (Neşr-u Menasinu’l Ğaliye, 203)

Keramet sahibi zatlar cinsiyet değiştirme işini bayağı sevmişler. Başkalarına yaptıkları gibi, kendileri de ihtiyaç durumlarında cinsiyet değiştirmiş. Hemen aklınıza kötü bir şey gelmesin; sapkınlıktan değil, kerametten.

‘Şeyhimiz Abdülaziz Debbağ hazretleri Seyid Abdullah Bernavi hazretleriyle geçirdiği günlerde anılmaya değer bir çok olayın meydana geldiğini anlatırken bunlardan en garip ve dikkat çekici olanını şöyle naklediyor:

Birgün Seyid Abdullah Bernavi bir kadın suretine girerek bana göründü. Ve beni kendine davet etti. Cevap vermeyince bu konuda ısrar edip durdu. Güzel örtülere bürünmüş, en güzel kokuları sürünmüş, beyaz tenli ve oldukça güzel bir kadın çıkageldi. Diyebilirim ki dünyanın en güzel kadınlarından biriydi. Bana yaklaşıp ‘Ey efendim, benimle başbaşa kalmanı arzu ediyorum, böylece oturup sohbet ederiz’ dedi. Oradan kaçıp uzaklaştım. Resif mevkiine gelince yine geldi. Kaçtım. Şemmain mevkiinde yine geldi. Artık bunalmıştım. Neredeyse bağıracaktım. Halk, üzerimize toplanacak ve rezil olacaktık. Derken o kadının bir anda şekil değiştirip karşıma dikildiğini ve Abdullah Bernavi olduğunu hayretle gördüm. Yüzüme bakarak ‘Seni denedim’ dedi…’ (El-İbriz, 1/41-42)

Bir Allah dostu kadın kılığına giriyor, bir insanı taciz ediyor, kerameti kendinden menkul öbür hokkabaz da kadını en ince ayrıntısına kadar süzüyor… Tenin rengini dahi fark ediyor. Cinsiyet değiştiren de bunu kerametle yapıyor. En ince ayrıntısına kadar inceleyen ama iffetli mürid de kerametiyle kaçıyor bu durumdan.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem “Kadınlardan erkeklere benzeyen, erkeklerden de kadınlara benzeyene Allah lanet etsin.” buyuruyor deseniz, orası biraz karışık. Bunu sapkın duygularla yapanlar lanetlenmiş, Bernavi ve Debbağ gibi kerametle becerenler değil. Umuyorum bu kitap cinsiyet değiştireceğim diye hayatı kendine zindan edenlerin eline geçmez. Sapıklıklarına bir de tasavvuf eklemesinler.

Rufaî Tarikatının Kurucusu Ahmet Rufaî’nin Kerametleri

‘…Şeyh bir bahçe satın almak istedi. Bahçenin sahibi cennetten bir saray vermesi karşılığında kabul edeceğini söyledi. Yüzü değişti ve sarardı. ‘Tamam, senden bunun karşılığında satın alıyorum’ dedi. Adam ‘Bunu kendi el yazınla yaz’ dedi. Şeyh şöyle yazdı: ‘Bu, İsmail’in Ahmed Rufaî’den satın aldığı şeydir. Allah’ın cömertliğine dayanarak cennetten bir kasr karşılığında. Önce Adn cenneti, ikinci olarak cennet-i Me’va, üçüncü olarak cennet-i Huld, dördüncü olarak cennet-i Firdevs. Tüm hurileri, vildanları, yatakları, içecekleri, nehirleri, ağaçlarının tümüyle dünyadaki bahçesi karşılığında satın almıştır. Allah bu alışverişe şahit ve kefildir.’ İsmail ölünce bu kağıtla beraber gömüldü. Sabah olunca kabrinde şöyle yazıldı: ‘Rabbimizin vaadettiğini hak olarak bulduk.’ ‘

Hristiyanlığın İsa’dan aleyhisselam sonra Pavlus eliyle nasıl tahrif edildiği ve kokuştuğu anlatılırken ‘Papazların cennetten arsa satma’ meselesine mutlaka değinilir. Onların yaptığıyla bu şahsın yaptığını karşılaştırmıyoruz elbette. Onların yaptığı üç kağıtçılık, bizimkinin yaptığının keramet olduğunu bilecek kadar akıllıyız elhamdulillah!

Rufaî tarikatın lideri bunu yapar da Ticanî tarikatının lideri keramet olarak ondan geri kalır mı?

‘Tüm etbaını sorgusuz ve cezalandırılmadan cennete sokacak, benden başka kimse yoktur. Günahları nereye ulaşırsa ulaşsın, ne kadar masiyet işlerlerse işlesinler. Bunun dışındaki veliler etbalarını sorgu ve münakaşadan sonra cennete sokarlar.’ (Keşfu’l Hicab, 373)

Ne müthiş kerametler! Biri cennetten arsa satıp kendine dünyadan bahçe alır, öteki sorgusuz sualsiz Ticanî tarikatına mensup olanları cennete sokar.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:

“…Bana ve size ne yapılacağını bilmiyorum…” (46/Ahkaf, 9) derken bu ne cesaret?

“Benim ümmetimden yetmiş bin kişi sorgusuz sualsiz cennete girecektir.” (Buhari, 5705; Müslim, 220.) diyen Nebi sallallahu aleyhi ve sellem asırlara yayılan ümmetinden yetmiş bin insanın cennete sorgusuz gideceğini söylüyor. Onu da kendisi yapmıyor. İnsanlardan rukye talep etmeyen, ateşle dağlanmayan, uğursuzluk inancına sahip olmayan ve Allah’a hakkıyla tevekkül edenlerdir, diyor. Yani kalpleri yalnızca Rabblerine bağlı olan, fayda ve zararı O’ndan bekleyen, O’na karşı hüsn-ü zanlarını koruyan muvahhidler. Tevhidleri kemale erince, sorgusuz cennete girme kemaline nail olanlar… Ticanî’de sınır da yok özellik de. Sadece onun etbaı olmanız yeterli. Ayrıca salih amellerinizle değil, ona mensubiyetinizle gidiyorsunuz cennete. Günah işlemek de serbest!

Ahlaksız Kerametler

‘Ali Vaiş. Nehariye meczuplarından. Seyyidim, efendim… Mahalle’de, Mısır’da ve başka yerlerde kerametleri ve harika hâlleriyle görünürdü. Bir menkıbesini Şeyh Turabi bana anlattı. Şeyh Vaiş Mahalle’de ‘genelevi’nin bulunduğu handa kalıyordu. Orada(çalışan kadınlarda)n kim çıksa onu durdurur ve ‘Dur! Senin için şefaatçi olayım buradan çıkmadan’ derdi. Bazısını bir iki gün bırakmazdı. Ta ki şefaati kabul oluncaya dek.’ (Tabakatu’l Kubra 2/150, Evliyalar Ansiklopedisi 4/1445. Mütercim bu kerameti terceme ederken ‘genelev’ ifadesini terceme etmemiş. ‘Benat-ı Hata Hanı’ olarak bırakmıştır. Galiba şeyhlerin iffetsizliğini kelime oyunuyla kapatacaklarına inanıyorlar.)

Ali Vaiş’in kerametlerinden biri… Kötü yolda olan kadınları yanına alıyor. Onlarla başbaşa, birkaç gün şefaat talebinde cevap gelmesini bekliyordu. Onlarla aynı handa yaşamak şeyhi kesmemiş olacak ki, affedilmeleri için özel kerametler izhar etmiş.

‘Şeyh Meczup Uryan İbrahim -Allah ondan razı olsun- minbere çıplak çıkar ve öylece hutbe okurdu. Şöyle derdi: ‘Sultan Dimyat, Bab-ı luk beynel kasreyn, Cami Tiylun’ sonra Allah’a hamd ederdi. Bu sözlerle insanlar çok ferahlardı. Büyüklere aldırmaz onların yanında yellenirdi. Sonra da ‘Bu falancının yellenmesidir’ derdi. Bunun için yemin dahi ederdi.’ (Tabakatu’l Kubra, 2/142; Evliyalar Ansiklopedisi, 4/1418.)

Yuh olsun, Allah Rasûlü’nün ümmetine veli diye bu delilleri takdim edenlere. Yazıklar olsun! Edepsiz, görgüsüz ve ahlaksız insanların münkeratını keramet adı altında ümmete dayatanlara.

Yumurtalıkları ile Gemi Çekme Kerameti

‘Ubeyd, Şeyh Huseyn Ebu Ali’nin etbaındandı. Müthiş harikulade hâlleri vardı. Onun kerametleri; o, yağmur yağmasını emreder, bulutlar yağdırırdı. Ona kötülük yapmak isteyeni o an öldürürdü. Birgün Cafiriyye’ye girdi. Elli kadar çocuk peşine düşüp onunla dalga geçtiler. Dedi ki: ‘Ey Azrail! Bunların canını almazsan seni melekler divanından azlederim’. Hepsi öldü çocukların. Bunu duyan bir kadı ‘Sus!’ dedi Şeyh’e. Şeyh ‘Sen sus!’ dedi. Kadı kör, sağır ve dilsiz oldu. Bir gemiyle yolculuğa çıktı, gemi bataklığa oturdu, çıkaramadılar. ‘Onu bir iple benim yumurtalıklarımla bağlayın’ dedi. Bağladılar. Çekti ve bataklıktan kurtardı.’ (Camiu’l Keramat 2/286. Bu menkıbeyi aynı şeyhten Şa’ranî de nakleder. Evliyalar Ansiklopedisi 3/1175 Mütercim ‘yumurtalıklarıma bağlayın’ ifadesini ‘bana bağlayın’ olarak terceme etmiştir.)

‘Şeyh Şemseddin el-Hanefi. Valinin hanımı bir gün Şeyh’in yanına geldi. Ona masaj yapan kadınlar gördü. Kalbiyle bu durumu kınadı. Şeyh gözleriyle ona şöyle bir baktı. ‘Onlara bak’ dedi. Kadın, masajcı kadınlara bakınca onların yüzlerini parıldayan kemikler olarak gördü. İrin onların burunlarından ve ağızlarından çıkıyordu. Adeta kabirden kalkmış gibiydiler. Şeyh dedi: ‘Vallahi ben onları hep bu surette görüyorum’ Sonra bu hâli kınayan kadına dedi: ‘Senin vücudunda üç tane ben vardır. Biri koltuk altında, biri baldırında, biri de göğüsünde.’ Kadın şaşırdı. ‘Doğru söyledin! Vallahi eşim bile bunları bilmiyor’ dedi. Tevbe ve istiğfar etti.’ (Tabakatu’l Kubra 2/85, Evliyalar Ansiklopedisi 3/1215. Mütercim Şeyhinin ayıbını örtmek için masaj kelimesini ‘onu giydiren’ diye çevirmiştir.)

Kadınlara masaj yaptırıyor ama onları asıl suretleriyle değil kemik yığını olarak görüyor! Kınayan kadın akıl edip de sormuyor; Madem kadınları, kemik yığını olarak görüyorsun, benim tenimde, göğüsümde ve baldırımdaki beni nasıl gördün?

‘Muhammed Şuveymi, Medyen Esmuni hazretlerinin müritlerinden. Medyen hazretlerine uzak bir yerde oturur, ona yakın oturanları izlerdi. Aklından kötü bir şey geçirene asasını yollar, asa onun başına inerdi. Medyen Esmuni’nin evinde bulunan kadınları eliyle eller, onları yoklardı. Bu durumu Medyen’e şikayet ettiler. ‘Rahatsız olmayın, onun eliyle sizin için hayır hasıl olacak’ dedi…’ (Tabakatu’l Kubra 2/92, Evliyalar Ansiklopedisi 4/1258. Mütercim elleriyle kadınlara dokunduğu kısmı atlamıştır. ‘Onun bazı hâllerini şikayet ettiler’ diye çevirir.)

‘…Şeyh ile beraber hamama gittik. Hizmetçisi bir hata yaptı. Şeyh penisini eline aldı. Çekti ve omuzuna ulaşıncaya kadar uzattı. Sonra onunla hizmetçisini dövdü. Hizmetçi acıyla bağırıyordu. Sonra penisini küçültüp eski haline döndürdü. Sonra benim elimden tutup penisine götürdü. Hiçbir şey hissetmedim. Sanki erkek değildi. Allah rahmet etsin, ondan razı olsun, kerametleri ve acayip hâlleri ne de fazladır.’

YORUM YOK…

Mide Bulandıran Kerametler

‘Ebu’l Hayr Kuleybati üstünlüklerine inanılan velilerdendir. Köpekleriyle beraber gezerdi. Köpekler cin tayfasından olup halkın işlerini görürdü. Çoğu zaman Hakim Camii’nin tuvalet deliklerine yüzünü dayar, öyle beklerdi.’ (Tabakatu’l Kubra, 2/143; Evliyalar Ansiklopedisi, 4/1420.)

‘Şeyh Hasan Seki ed-Dımeşki. Ona ‘Mutlaka bize keramet göstermelisin!’ dediler. Onlara ‘Bana yüz metelik getirin’ dedi. Paraları yuttu. İhtiyaç gideren insan gibi oturdu. Paralar altın olarak çıktı.’ (Camiu’l Keramat, 2/42)

‘Bir adam Ebu’l Hayr Kuleybati’ye geldi. ‘Eşim hamile ve canı falanca yemeği istiyor.’ (Me’muniyye el-Hameviyye) Şeyh bir kap istedi, o kaba büyük abdestini yaptı ve kabın içinde istenen yemek sıcak olarak duruyordu.’

•••

2011-2013 yılları arasında Edirne cezaevinde bulunduk. Mahkumlar için yapılan sosyal bir faaliyette tasavvuf saçmalıklarına inanan bir hoca da çıkıyordu. Bir gün bir menkîbe anlattı. Fırtınalı bir denize zatın biri ‘Dur, ey deniz. Senin üstünde bir deniz var’ demiş ve deniz durulmuş. Ortamda cezaevinde hidayetle tanışan bir ağabey vardı. Üst üste maruz kaldığı ve rahatsız olduğu menkıbe bombardımanına ‘Hocam, bu anlattıklarınız çizgi filmlerde dahi olmuyor’ diyerek tepki göstermişti. Allah subhanehu ve teâlâ ona rahmet etsin. Esaret bağını hayırlısıyla çözsün. Maalesef tasavvuf kitapları aklı hayali zorlayan, hayal olarak dahi saçmalık kabul edilen böyle mantıksızlıklarla doludur. Havada uçanlar, denizde yürüyenler, aynı anda onlarca yerde görünenler, aslan olup file dönenler, ağaçları altına çevirenler.

İnsanlık tarihinde ruh ve akıl dengesini en güzel şekilde Kur’an bir ümmeti ucuz ve kalitesiz çizgi film hikayelerine benzer kerametlerle uyutup oyaladılar. Mistik eğilimleri ağır basan, günahların affı için olağanüstü şeyler bekleyen avamı bu hikayelerle korkutup esir aldılar. Allah Rasûlü’nün yerle bir ettiği hurafe ve mitolojik efsane kültürünü ‘keramet’ adı altında canlandırdılar. Tarihin ve takvimin seyirini ruh ve akıl dengesiyle değiştiren ve insanlığa rahmet olan bir ümmeti uyduruk kerametleriyle tarih sahnesinden çektiler. Ne vaadettikleri ahlak toplumunu inşa edebildiler, ne de ümmetin kaybolan izzetini geri getirebildiler.

Tuvaletlerde yaşamayı zühd sanan, genelevleri kadınları ile sabahlayan, oğlancılık yapan, sihir, hokkabazlık ve kehaneti erdem sayan müşrik, bidatçi ve ahlaksız fasıkları ‘veli’ diye ümmete rol model yaptılar. Çünkü onların kerametleri vardı!

Şeyh Debbağ’ın hayal dünyasından:

‘Şeyh’imden işittim, buyurdu ki: Her meleğin zatında beş baş bulunur. Her başın sağı, solu ve üstü bulunur. Her başın üst nahiyesinde dokuz ağız vardır ki bunların toplamı 63 ağız eder. Yani her başta altmış üç ağız bulunur (9×5 nasıl 63 eder? Anlaşılan sofilerin matematiği de farklı!) Bu sayıyı beşle çarparsak 315 rakamı çıkar. Her ağızda bazen üç, bazen beş, bazen yedi dil bulunur. Üç dil bulunduğunda bunu ağız sayısıyla çarparak 945 dil çıkar. Beş dil bulunduğunu kabul edersek 1575, yedi dil olursa 2205 yapar…’ (El İbris, 1/472, Demir Kitabevi)

Eski hurafelerde yer alan canavar tanımına ne kadar da benziyor? Debbağ’ın keşf/keramet/feth ile gördüğü bu varlıklar muhtemelen onu avucuna alıp onunla oynayan cinni şeytanlardır.

Debbağ’ın hayal dünyasından:

‘Bir gün arkadaşıma ‘Gel Allah’ın yarattığı en garip mahluku düşünelim, sonra Allah’ın yarattıkları arasında onun olup olmadığına bakalım. Şöyle düşün: Bir yaratık, dört ayak üzerinde yürüyor. Deve suretinde ve sırtı hep ağız dolu. Sırtında bir kümbet var, yukarı doğru çıkıyor. Başında çıkıntılar var. Birinden dışkı, birinden bevl çıkıyor. Bu çıkıntılar arasında her şeyi ile tam bir insan sureti bulunuyor… Biz bu konuşmayı bitirmemiştik ki bu canlıyı gördük.’ (age.)

Kötü bir cahilliye geçmişi olan bir Müslüman ‘Uyuşturucunun her türlüsünü kullandım, bu sofiler neyin kafasını yaşıyor, anlamadım’ demişti.

Ebu Yezid el-Bıstami’ye sordular: ‘Kaf Dağı’nı gördün mü?’ Dedi ki: ‘Kaf Dağı’na ulaşmak kolaydır. Mesele kef(ince), ayn ve sad dağına ulaşmadır.’ Dediler ki: ‘Bunlar nedir?’ Dedi ki: ‘Bunlar yeryüzünü kuşatan dağlardır. Ebu Muhammed Kaf Dağı’na çıktığını, Nuh’un gemisini terkedilmiş olarak orada gördüğünü anlatırdı. Derdi ki: ‘Basra da Allah’ın bir kulu vardır ki Basra’da oturup ayağını Kaf Dağı’nın üzerine koyar.’ …’ (İhya, 4/304; Kutu’l Kulub, 2/69.)

‘Muhammed Ali Kettani bir tavafta on iki bin hatim yapardı…’ (el-Luma’ 225)

‘Şeyh Nurettin Mursafi’ye bir hâl geldi. Bir günde bin üçyüz altmış defa hatim yaptı…’ (Evliyalar Ansiklopedisi, 4/1361)

Bir tavafı bir saat kabul etsek, adam bir dakikada yüzlerce hatim yapmış oluyor.

Buraya kadar verdiğimiz örneklerden anlaşılıyor ki: Kur’an ve Sünnette Allah’ın yardımı olarak görülen keramet ile, tasavvufta var olan keramet birbirinden çok farklıdır.

Birincisi, Allah’ın subhanehu ve teâlâ mümin kullarına yardımı; ikincisi, şeytanın dostlarına yardımıdır.

Biri insanların Allah’a olan imanı, sevgi ve saygısı artsın diyedir; diğeri şahıslara karşı bir korku imparatorluğu kurmak, onları eleştirmekten çekinmek içindir.

Biri Allah’ın dini yücelsin, aziz olsun diyedir; öteki post ehlinin menfaat elde edip yücelmeleri içindir.

Biri iman ve salih amele dayandığından ortaya çıkan sonuç tevhid, sünnet ve taattir. Diğeri şirk ve hurafeye dayandığından sonuç bidat, masiyet ve ahlaksızlıktır.

Biri akıl ve fıtratın kabul edeceği bir nur taşır üstünde; diğerinde kalpleri ürperten, akılları zorlayan bir karanlık vardır.

Sözün özü biri Rahmanî, öteki Şeytanî’dir.

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver