Ortadoğu’nun Bağrında Kanlı Hançer: Yahudi Sorunu

Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla…

İzzetiyle müminleri aziz, kâfirleri ise zelil kılan, dostlarına yardımıyla lütufta bulunup, düşmanlarını kahreden Allah’a hamd olsun.

Salât ve selam, sadece Allah’a ibadet edilsin ve O’na hiçbir şey ortak koşulmasın diye kılıçla gönderilen Muhammed Mustafa’ya sallallahu aleyhi ve sellem olsun.

Bu sayımızda adı yanlış konulmuş, çerçevesi yanlış çizilmiş, topraklardan önce zihinlerin işgal edildiği, bedenlerden önce tasavvurların paramparça olduğu bir sorunu ele alacağız. Yahudilik ve İsrail Sorunu…

Üzerlerine zillet ve meskenetin yazıldığı, aşağılık maymunlara dönüşen, müminlere şiddet yönünden en azgın topluluk olan Yahudiler; İslam’a ve İslam Peygamberine olan düşmanlıklarını Gazze özelinde daha görünür kılmaktadırlar. Sergiledikleri bu vahşetin bir yenisini bozuk sicillerine ve siccillerine eklediler. İnsanlık duyguları ölmemiş, vicdan sahibi müşriklerin dahi lanetlemekten ve kınamaktan kendilerini alamadıkları bu vahşet manzaraları sürekli tekrarlanıyor. Filistinli mazlumların acısına acı katıp, dünya kamuoyunu bir müddet meşgul ettikten, alışılmış kınama ve ateşkes talepleri dillendirildikten sonra dünya; dünyevi gündemine geri dönüyor. Her geçen gün, sorunun biraz daha katmerleşmesine, Filistinli mazlumların kayıplarının artmasına ve yaşanan vahşetin bir öncekini aratan cinsten olduğuna şahit oluyoruz. Kanaatimizce bunun nedeni sorunun adının yanlış konması, tepkilerin İsrail ve Yahudilerin lehine olacak şekilde ölçüsüz olması ve maymun soyunun psikolojik algı operasyonları sayesinde yanlış istikamette seyretmesidir. Bu yazımızda buna dair kanaat ve tespitlerimizi kardeşlerimizle paylaşacağız.

Kovuldukları Topraklarda Ne İşleri Var?

“Bir zamanlar Musa, kavmine şöyle demişti: Ey kavmim! Allah’ın size (lütfettiği) nimetini hatırlayın; zira O, içinizden Peygamberler çıkardı ve sizi hükümdarlar kıldı. Âlemlerde hiçbir kimseye vermediğini size verdi. Ey kavmim! Allah’ın size (vatan olarak) yazdığı mukaddes toprağa girin ve arkanıza dönmeyin, yoksa kaybederek dönmüş olursunuz. Onlar şu cevabı verdiler: Ey Musa! Orada zorba bir toplum var; onlar oradan çıkmadıkça biz oraya asla girmeyeceğiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz de hemen gireriz. Korkanların içinden Allah’ın kendilerine lütufta bulunduğu iki kişi şöyle dedi: Onların üzerine kapıdan girin; oraya bir girdiniz mi artık siz zaferi kazanmışsınızdır. Eğer müminler iseniz ancak Allah’a güvenin. ‘Ey Musa! Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz; şu hâlde, sen ve Rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız’ dediler. Musa: ‘Rabbim! Ben kendimden ve kardeşimden başkasına hâkim olamıyorum; bizimle, bu yoldan çıkmış toplumun arasını ayır’ dedi. Allah: ‘Öyleyse orası (arz-ı mukaddes) onlara kırk yıl yasaklanmıştır; (bu müddet içinde) yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Artık sen, yoldan çıkmış toplum için üzülme’ dedi.” (5/Maide, 20-26)

Kutsal addettikleri topraklar kendilerine vadedildiğinde Kur’an’ın, ‘aşağılık maymun ve domuzlar’ diye hitap ettiği insanların tepkisi böyle olmuştu.

Dünyanın dört bir yanına dağılan, gittikleri her yerde gerek karakterlerinde var olan aşağılık, gerek de Allah’ın üzerlerine yazdığı zillet ve meskenet dolayısıyla sevilmediler, kendilerine güvenilmedi ve aşağılanmanın her türlüsünü yaşadılar. Hususen Avrupa’da bulunan Yahudiler…

İslam topraklarında İslam’ın zımmi/dinî azınlıklar hukuku sayesinde rahat ve güven içinde yaşayan Yahudiler, İslam toprakları dışında tam bir zillet içerisindeydiler. Yahudilerin içinde bulunduğu bu duruma çözüm arayışları 19. yüzyılda hız kazandı. İlk defa 1897 Basel kongresinde bir Yahudi devleti kurma fikri ortaya atıldı. Kendilerine vadedildiğine inandıkları toprakları, kutsal beldeyi yani Filistin’de bu devleti kurmayı kararlaştırdılar. Allah’ın subhanehu ve teâlâ kendilerine ilk vaadi esasında aşağılık bir tavırla reddettikleri bu topraklara geri dönmeye, orada dünya Yahudilerini toplayacak bir devlet kurmaya niyetlenmişlerdi. Bunun için ne kadar propaganda yapsalar da istedikleri sonucu alamıyor, Yahudilerin bu topraklara göçünü sağlayamıyorlardı. Bunun en bariz nedeni, aşağılık Yahudilerin birbirlerini iyi tanımaları ve buna bağlı olarak birbirlerine güvenmemeleriydi. 1917 yılında İngiltere Filistin’i işgal etti. İlginç bir şekilde işgal ettiği topraklarda Yahudileri iskân etmeye başladı. Takdir edilesi stratejileri ve dik duruşuyla Yahudilerin birçok planını alt üst eden Sultan Abdulhamid sonrası İngiliz işgaliyle Filistin toprakları üstünde Osmanlı koruması kalkmış, Filistin; İngilizlerin tasarruflarına kalmıştı. Siyonistlerin din vurgulu propagandaları, İngilizlerin iskân politikasında izledikleri kolaylık istenilen sonucu almalarına yardım etmedi. Bir türlü toplu Yahudi göçü sağlanamamıştı.

Bu sırada Almanya’da ilginç gelişmeler oldu. Aşırı sağcı ve Alman ırkının üstünlüğü üzere şekillenen Adolf Hitler’in ‘Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (Naziler)’ 1930 seçimlerinde 6.407.000 oy alarak Almanya’nın ikinci partisi oldu. 1932 seçimlerindeyse oy sayısını ikiye katlayarak 13.745.000 oyla birinci parti oldu.

Sürekli büyüyen Naziler, Hitler’in olağanüstü hâl ilan etmesi, Naziler dışında tüm partileri kapatmasıyla; Almanya’nın tek partisi olmuştu. Kurmaylarının ve danışmanlarının çoğu Yahudi olan Hitler; Yahudi soykırımına başlamıştı. Kamplarda diri diri yakılmak da dahil, insan aklının almayacağı işkencelere tabi tutulan Yahudiler göç etmeye başlamışlardı. Yani, Siyonistlerin propagandayla başaramadığı, İngilizlerin bedava toprak dağıtmasına rağmen istediği sayıyı elde edemediği Yahudi göçü; yine bir Avrupa ülkesi olan ve kurmaylarının çoğu Yahudi olan Hitler’in politikaları sayesinde gerçekleşmişti. Nazi hareketi öncesinde Filistin topraklarında sayıları 150-200 bin arası olan Yahudiler, bu hareket sonrası 800-850 bine ulaştı. 1948 yılına gelindiğinde İsrail Devleti ilan edildi. İlginçtir ki devletin ilanıyla beraber BM müdahale edip, bereketli toprakları İsrail ve Filistin arasında bölüştürdü. Ve birçoklarının yanlış isimlendirip Filistin sorunu dediği, daha bilinçli olanların Kur’ani bir kavram olan İsrail sorunu dediği; ancak gerçek ve yakışık ismiyle Yahudilik/Siyonizm sorunu başlamış oldu.

Bu tarihi bilgiden sonra diyebiliriz ki; Yahudi sorunu çift taraflı bir sorundur. Kovuldukları topraklarda bulunma nedenleri de burada yatmaktadır.

Batı adına Ortadoğu politikalarının mühendisliğini yapan İngiltere; Ortadoğu’yu karıştırmak, bölgede var olan sorunlar için karakol kurmak ve ileride açıklayacağımız gibi asli sorunu (Kâbe’nin Âl-i Selul tarafından işgalini) gölgelemek adına Yahudileri kullanarak onları bu topraklara yerleştirmiştir. 

Bütün bunların farkında olan aşağılık nesil; Batı’yı kullanarak bu topraklara yerleşmiş ve ‘vadedilen topraklar’ felsefesi üzerinden genişlemeye ve coğrafyayı kana bulamaya devam etmektedir.

Sorunun Çözümüne Dair

Kur’an, Müslümanlara dostlarını ve düşmanlarını tanıtmış, onlarla itikadi ve askerî olarak nasıl mücadele edeceklerine dair yollar göstermiştir. Onların kişilik ve toplumsal özelliklerini, tarih içinde tevhid ehline düşmanlıklarını ve bu düşmanlığın yöntemlerini detaylıca anlatmıştır.

Filistinli mazlumları savunurken, dünya efendilerinin tepkisini çekmemek için kılıktan kılığa giren, üç dört ateist Yahudinin(!) İsrail kınamasını baz alıp aşağılık maymunlar ve domuzlar soyunu temizlemeye çalışan, içimizdeki Müslüman kimlikli Yahudilere de hatırlatmada bulunalım.

Yahudiler ne gerçek anlamda Allah’a ne de O’nun Peygamberlerine inanmazlar.

” ‘Gerçekten Allah fakir, biz ise zenginiz’ diyenlerin sözünü andolsun ki Allah işitmiştir. Onların (bu) dediklerini, haksız yere Peygamberleri öldürmeleri ile birlikte yazacağız ve diyeceğiz ki: Tadın o yakıcı azabı!” (3/Âl-i İmran, 181)

“Yahudiler: ‘Allah’ın eli bağlıdır (sıktır)’ dediler. Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lanet olasılar! Bilakis, Allah’ın elleri açıktır, dilediği gibi verir. Andolsun ki sana Rabbinden indirilen, onlardan çoğunun azgınlığını ve küfrünü arttırır. Aralarına, kıyamete kadar (sürecek) düşmanlık ve kin soktuk. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa (fitneyi uyandırmışlarsa) Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar; Allah ise bozguncuları sevmez.” (5/Maide, 64)

Onlar en çok Peygamber katletmiş topluluktur.

“…(Ne var ki) gönlünüzün arzulamadığı şeyleri söyleyen bir elçi geldikçe ona karşı büyüklük tasladınız. (Size gelen) Peygamberlerden bir kısmını yalanladınız, bir kısmını da öldürdünüz.” (2/Bakara, 87)

İslam ümmetinin en azılı düşmanlarıdır.

“İnsanlar içerisinde iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olarak Yahudiler ile şirk koşanları bulacaksın. Onlar içinde iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da ‘Biz Hristiyanlarız’ diyenleri bulacaksın. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar.” (5/Maide, 82)

“Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.” (3/Âl-i İmran, 118)

Başka ümmetler üzerinde hak gözetmezler.

“Ehli kitaptan öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet bıraksan, onu sana noksansız iade eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet bıraksan, tepesine dikilip durmazsan onu sana iade etmez. Bu da onların: ‘Ümmilere karşı yaptıklarımızdan dolayı bize vebal yoktur’ demelerindendir. Allah adına bile bile yalan söylüyorlar.” (3/Âl-i İmran, 75)

Siz; onların ister bir kısmını kınayın, isterseniz bir kısmını kayırın Musevileri ayrı tutun… Ne yaparsanız yapın, zihnen dahi Yahudi olsanız, Yahudilerin milletine tabi olup ‘ben Yahudiyim’ demedikçe sizden razı olmazlar.

“Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: ‘Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur.’ Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah’tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” (2/Bakara, 120)

Yahudiler tüm bu kötülükleri sebebiyle aşağılanmışlardır ve Allah’ın rızasına talip olanlar tarafından da aşağılanmaları gerekir.

“Onlar (Yahudiler) nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah’ın ahdine ve insanların (müminlerin) himayesine sığınmadıkça kendilerine zillet (damgası) vurulmuştur; Allah’ın hışmına uğramışlar ve miskinliğe mahkûm edilmişlerdir. Çünkü onlar, Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorlar ve haksız yere Peygamberleri öldürüyorlardı. Bu da, onların isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarındandır.” (3/Âl-i İmran, 112)

“De ki: Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size haber vereyim mi? Allah’ın lanetlediği ve gazap ettiği, aralarından maymunlar, domuzlar ve tağuta tapanlar çıkardığı kimseler. İşte bunlar, yeri (durumu) daha kötü olan ve doğru yoldan daha ziyade sapmış bulunanlardır.” (5/Maide, 60)

Allah’ın lanet ve gazabına duçar olmuş bu topluluğun; uluslararası kınamalar, çağrılar aracılığıyla yaptıklarına son vereceklerini umut eden içimizdeki Yahudiler, Allah’ın subhanehu ve teâlâ şu ayetlerine kulak vermelidirler:

“Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Rasûlü’nün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.” (9/Tevbe, 29)

“Biz, kitapta İsrailoğulları’na: ‘Sizler, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve azgınlık derecesinde bir kibre kapılacaksınız’ diye bildirdik. Bunlardan ilkinin zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik. Bunlar, evlerin arasında dolaşarak (sizi) aradılar. Bu, yerine getirilmiş bir vaad idi. Sonra onlara karşı size tekrar (galibiyet ve zafer) verdik; servet ve oğullarla gücünüzü arttırdık; sayınızı daha da çoğalttık. Eğer iyilik ederseniz kendinize etmiş, kötülük ederseniz yine kendinize etmiş olursunuz. Artık diğer cezalandırma zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler, daha önce girdikleri gibi yine Mescid’e (Süleyman Mabedi’ne) girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi büsbütün tahrip etsinler (diye, başınıza yine düşmanlarınızı musallat kıldık). Belki Rabbiniz size merhamet eder; fakat siz eğer yine (fesatçılığa) dönerseniz, biz de sizi yine cezalandırırız. Biz cehennemi kâfirler için bir hapishane yaptık.” (17/İsra, 4-8)

“Allah, ehli kitaptan, onlara (müşrik ordularına) yardım edenleri kalelerinden indirdi ve kalplerine korku düşürdü; bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir alıyordunuz. Allah, onların yerlerine, yurtlarına, mallarına ve ayak basmadığınız topraklara sizi mirasçı yaptı. Allah’ın her şeye gücü yeter.” (33/Ahzab, 26-27)

Sosyal Bilimlerin Karşılık Bulmakta Aciz Kaldığı Sendrom

İnsanın celladına âşık olmasına veya ona duyduğu hayranlığa ‘Stockholm sendromu’ denildiğini biliyoruz. Lakin insanın cellatlar celladına ümit bağlamasına, ondan yardım bekleyip idamdan kendini kurtarmasını talep etmeye ne denildiğini hâlâ bilmiyoruz. Bu sendroma bir isim bulununcaya dek biz buna ‘insanın bayağılaşması’ ya da ‘kendine hakaret etmesi sendromu’ diyelim.

İçimizdeki(!) sefihlerden bir kısmı BM’den, bir başkası ABD’den, bir güruh Avrupa’dan İsrail’i kınamasını, boykot ve yaptırım uygulamasını talep ediyor. Hayal kırıklığına uğradıklarını, demokrasi beşiği Batı’dan ‘daha açık ve anlaşılır’ tepkiler beklediklerini dillendiriyorlar.

Yazımızın girişinde belirttiğimiz bir hakikati yinelemek istiyoruz. Bu sorunun çözülmesi için görünürde sesi en çok çıkanlar, bu sorunun devamındaki asıl aktörlerdir.

İsrail terör ve vahşet devletini İslam coğrafyasının bağrına saplayan ve İsrail’in de varlık amacına uygun davrandığını düşünen Batı, neden İsrail’i kınasın?

Ayrıca kendisinden kınama beklenen hangi ülke İsrail’den vahşet yönünden geri kalmıştır?

Ey münafıklar! Acaba şecaat arz edeyim derken, sirkatinizi mi söylediniz? Yoksa yine dilde yaptığınız hata sizi ele mi verdi?

“Biz dileseydik onları sana gösterirdik de, sen onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun ki sen onları konuşma tarzlarından tanırsın. Allah işlediklerinizi bilir.” (47/Muhammed, 30)

Çağrıda bulunduğunuz BM hangi ülkelerden müteşekkil?

BM’nin asli unsuru olan ve biri dahi ‘Hayır’ derse 192 ülkenin ‘Evet’ini hiçe çıkaran baş cellatların mı Gazzelileri İsrail’in elinden kurtarmasını bekliyorsunuz?

ABD’nin Afganistan ve Irak’ta yaptıklarını tasvip mi ediyorsunuz yoksa? Değilse iti, ite şikayet etmenin mantığı nedir? Yoksa efendileriniz Afganistan ve Irak mezalimi hakkında konuşmayı yasakladı mı size?

Çin’in; Doğu Türkistanlılara yaptığı ve hâlen yapıyor olduklarını da mı bilmiyorsunuz? Öyleyse Çin’in hangi yüzle kınanma yayınlamasını bekliyorsunuz? İsrail demez mi; ‘Sizden iyi olmasın ama sizi örnek alıyoruz efendim’ diye?

Sırplar Srebrenitsa’da Boşnaklardan 8500 insanı 5 gün içinde BM gözetiminde katletmedi mi?

Rusya’nın Kafkasya Müslümanlarına yaptıkları! Gerçi devletiniz, Rusya’yla arayı düzeltti düzelteli siz Çeçen cihadını gündeminizden atmıştınız değil mi? Bu hatırlatma için özür diliyoruz!

Fransa’nın Afrika’da yaptıklarını, Fransız askerlerin gözetiminde Hıristiyanların, Müslümanları kesmesini, İsrail’in yüz sene daha çalışsa Fransa’ya ve vahşetine yetişemeyeceğini de mi bilmiyorsunuz?

Bu beşlinin hâli, Salih aleyhisselam kavmindeki şaki çeteye ne kadar da çok benziyor.

“O şehirde dokuz kişi (elebaşı) vardı ki, bunlar yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar, iyilik tarafına hiç yanaşmıyorlardı. Allah’a and içerek birbirlerine şöyle dediler: ‘Gece ona ve ailesine baskın yapalım (hepsini öldürelim); sonra da velisine: ‘Biz (Salih) ailesinin yok edilişi sırasında orada değildik, inanın ki doğru söylüyoruz’ diyelim.’ ” (27/Neml, 48-49)

Yeryüzünü ifsat edip, ıslah etmemek için inşa edilmiş yapılardan medet umanlar; hem onların vahşetlerini örtmek suretiyle onlara ortak olmuş, hem de onların dünya efendilerini zımnen kabul ederek bu vahşetin müsebbibleri arasında yerlerini almışlardır.

Filistin Davası ve Sanal Kahramanlıklar

Yahudi sorununun ve Filistinli mazlumların çektikleri sıkıntıların bir sebebi de bu sorunu sanal mücahidlerin, miting şehidlerinin, slogan ağabeylerinin ve pankart cemaatlerinin sahiplenmesidir. İsrail devleti bu insanların Filistin için bağırıp çağırmak dışında bir şey yapamayacaklarını görüyor ve biliyor olmanın verdiği güvenle, terör ve vahşetini her saldırıda biraz daha arttırıyor.

Maalesef Filistin meselesi, sanal kahramanların aralarında bölüşemediği girift bir mesele hâlini almıştır.

Filistin’e gidip o mazlumların yanında İsrail’e karşı savaş yok, Gazze’de veya herhangi bir Filistin şehrinde ölüm korkusuyla yaşamak yok, bir sabah uyandığınızda yarına dair bütün umutlarınızın yıkılmış olduğunu görmek yok… Korkmayın! Gençlerinizin, Filistin’e gidip buradaki kutsal(!) çalışmalarınızın aksama endişesi yok!

Bu nifak siyasetinin; Afganistan, Çeçenistan, Irak gibi topraklarda yaşanan zulümlere karşı tutumlarının tutarsız olduğunu anlamamız için Filistin meselesi turnusol görevi görmektedir.

Saydığımız ülkelerdeki mezalim hususunda hassasiyet, onlar için tehlikeler içeriyor. Öncelikle efendileri bu topraklara mesafeli yanaşıyor. Hafazanallah devlet kadrolarından paralel yapı tasfiye ediliyorken, kendi adamlarını yerleştirme çalışmaları tehlikeye girebilir!

Ayrıca bu bölgelerde var olan direniş, adam istiyor, miting değil! Yıllarca çalışılıp kazanılmış(!) gençler, bu furyaya kapılıp o bölgelere gidebilirler.

Bu kafa yapısına sahip miting kahramanlarının Filistin meselesini üstlenmelerinden en çok memnun olan İsrail’dir. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.

Antisemitizm Bataklığı

Vahyin nurundan uzaklaşmış, Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem dışında rehberlikler peşinde koşanların, düşmanlarının kavramlarıyla düşünmeleri, o dille konuşmaları; onları çözümün değil, var olan sorunun parçası yapar.

Şimdi şu ayetlere dikkat edelim:

“Bir zamanlar: ‘Ey Musa! Biz Allah’ı açıkça görmedikçe asla sana inanmayız’ demiştiniz de bakıp durur olduğunuz hâlde hemen sizi yıldırım çarpmıştı. Sonra ölümünüzün ardından sizi dirilttik ki şükredesiniz.” (2/Bakara, 55-56)

“İçinizden Cumartesi günü azgınlık edip de, bu yüzden kendilerine: ‘Aşağılık maymunlar olun!’ Dediklerimizi elbette bilmektesiniz.” (2/Bakara, 65)

Kur’an’da buna benzer ayet çok fazladır. Kendilerinden binlerce yıl önce yaşamış atalarının cürümlerini, Medine Yahudileri işlemiş gibi onlara hitap edilmiştir. Mesela, Kur’an’da çokça tekrar eden ‘Peygamber öldürmek’ Medine Yahudilerinin fiili değildir. Ancak Allah subhanehu ve teâlâ; Peygamber öldüren, Cumartesi yasağını avlanmak için çiğneyen, kitabı tahrif eden, Musa’ya aleyhisselam eziyet edenlerin fiillerini onlara yüklemiştir. Çünkü onlar; atalarının bu fiillerinden beri olduklarını ilan etmemiş, onların yolu üzere yaşamaya devam etmişlerdi… Atalarının yoluna razı olmaları, Allah’ın onları aynı kategoride değerlendirmesine neden olmuştu.

Bugün İsrail Yahudilerini kınayanlar, kınama cümlelerinden daha ziyade Antisemitist olmadıklarını, Musevilerle İsrail’i ayırdıklarını, İsrail’de bulunan Yahudilerin çoğunun Siyonist zulmünden rahatsız olduklarını anlatıyorlar. Aşağılık kompleksi ve Batılıların eleştiri oklarına hedef olmama gayesi; bu trajikomik durumu ortaya çıkarıyor. Yahudilikle hiç ilgisi kalmamış birkaç ateist, liberal ya da komünist entelin İsrail kınamasını da; bu vahiy anlayışından uzak davranışlarına dayanak kılıyorlar.

Bu zulme sükût eden, bu barbar yaratıkları seçimlerle iş başına getiren, bunlara yardımda bulunan herkes; cephede Gazzelilere bu zulmü yapanlarla aynı kategoridedir. Bu zulmü kınayan Yahudilikle ilgisi kalmamış entelektüelin kınamaları; Yahudi patentli Antisemitizm bataklığına düşmemize neden olmamalıdır. Bugün var olan terör ve vahşet devletinin yaptıklarının uşr-ü mi’şarını yapmayan Medineli Yahudilere dahi Rabbimiz şöyle hitap ediyordu:

“De ki: Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size haber vereyim mi? Allah’ın lanetlediği ve gazap ettiği, aralarından maymunlar, domuzlar ve tağuta tapanlar çıkardığı kimseler. İşte bunlar, yeri (durumu) daha kötü olan ve doğru yoldan daha ziyade sapmış bulunanlardır.” (5/Maide, 60)

İçimizdeki Müslüman kimlikli, Yahudi zihniyetli zevatın her konuşmalarında Antisemitist olmadıklarını vurgulamaları, İsrail’in elini güçlendiriyor. Bu sorunun çözümüne dair her konuşan, zahiren aynı mahalleden olanların söylemleriyle mahkûm ediliyor.

Dünyada kendini İslam’a nispet eden topluluklara zulmü meslek edinmiş devletlerin asıl başarılı oldukları alan; kendilerinin sebep oldukları sorunların çözümünün yine kendi belirledikleri kavramlarla konuşulmasını sağlamalarıdır.

Bunun en güzel örneği ‘sivil’ kavramıdır. Ellerinde bulunan son teknoloji ürünleriyle halkları soykırıma tabi tutanlar, insanların meşru müdafaa hakkını uydurdukları ‘sivil’ kavramıyla ipotek altına almışlardır. Onlara göre sivil, asker olmayandır. Oysa İslam’da sivil; savaşa destek vermeyen yaşlı, kadın, çocuk ve din adamlarıdır. Katliam yapanlara destek mitingleri düzenleyen, oy vermek suretiyle yönetime getiren, çoğu zaman da yapılanları açıktan savunan insanlar savaşçı hükmündedirler. Üstün teknolojiyle cephe savaşına son veren güçler, literatüre soktukları ‘sivil’ kavramıyla âdeta müdafaa hakkını ortadan kaldırmışlardır. Daha acı olanıysa; mazlumlarla dindaş olduklarını iddia edenlerin, ‘sivil’ kavramı uydurmasıyla işgale ve vahşete direnenleri eleştirmeleridir!

Antisemitizm de Yahudi eliyle tedavüle sokulan, vahyin ölçüleriyle uyuşmayan ve bu sorunun devamı için İsrail’in elini güçlendiren kavramlardandır.

Bu Mücadele Hamas ve İhvan’la Devam Edemez!

Mustaz’afların ve mazlumların iniltilerine son verecek olan şey; Rabbani bir metotla mücadele ve Allah’ın yardımıdır. Allah’ın subhanehu ve teâlâ yardımına ulaşmanın yolu vahiyle belirlenmiştir. Bu şartları bu yazıya sığdırmak mümkün değildir. Bunlardan vakıamızla direkt ilgisi bulunan birkaç maddeye değinmek istiyoruz.

“Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hâkim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hâkim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm’ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vadetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte bunlar asıl büyük günahkârlardır.” (24/Nur, 55)

Allah’ın subhanehu ve teâlâ yardımı dört şarta bağlanmıştır. İman, salih amel, sadece Allah’a ibadet ve şirk koşmamak…

Bu şartları kendilerinde bulunduranlar ve bu şartları ilke edinip mücadele edenler Allah’ın vaadinin muhataplarıdırlar. İhvan ve Hamas gibi demokrasi şirkine bulaşan, insanları, Allah’ın subhanehu ve teâlâ yaratmayla yan yana zikrettiği en bariz sıfatı olan emir/hüküm/teşri/kanun koyma sıfatını partilerine isteyenler, bu vaadden en uzak olanlardır.

“Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz hâlde Allah, Bedir’de de size yardım etmişti. Öyle ise, Allah’tan sakının ki O’na şükretmiş olasınız. O zaman sen, müminlere şöyle diyordun: ‘İndirilen üç bin melekle Rabbinizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir?’ Evet, siz sabır gösterir ve Allah’tan sakınırsanız, onlar (düşmanlarınız) hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabbiniz, nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder. Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır.” (3/Âl-i İmran, 124-126)

Burada ise yardım; ‘Sabır ve Takva’ şartlarına bağlanmıştır. Takva sakınmaktır, ki bunun başında şirk gelir. Sabır ise Allah’ın kaderi ve imtihanların zorluğuna karşın, şeriata dayanarak direnmek ve sebat etmektir.

Mekke’nin en zorlu dönemlerinde, kendini ve ashabını rahatlatacak teklifler karşısında Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem: “…Ben bununla (Daru-n Nedve’ye girme, güzel kadınlarla evlenme, zengin olma, kavimlere efendi olma vb.) gönderilmedim. Ya benim getirdiğime iman edersiniz ya da Allah aramızda hükmedinceye kadar sabredeceğim.” sözü sabra örnektir. Allah’ın yardımı için müşriklerin tekliflerine direnmek ve şeriatın dışına çıkmamak, sabırdır. Hamas ve İhvan, ‘Bizim sistemimizin içinde var olun, demokratik seçimlere katılın, partileşin ki sizi tanıyalım, meşru hareketler olarak kabul edelim’ tekliflerine sabır gösterememişlerdir.

Kendini kabul ettirme ve özellikle ‘Ben falanca cemaatler gibi radikal değilim’ çabası, iki yapıya da aklın zorlanacağı işler yaptırmıştır. Hamas’ın; görev başına gelir gelmez, şeriat talep eden İbni Teymiyye Mescidi’ni Cuma namazında basması, minberde hutbe veren Şeyhini hunharca katletmesini, aklıselim insanlar unutmadılar.

Mursi’nin seçim sürecinde ‘Hristiyanlarla aramızda itikadi bir farklılık yoktur. Kinetik bir ihtilaf içindeyiz’ sözleri kulaklarımızda çınlamakta, ilk icraat olarak tank üstünde Sina Mücahidlerine çıkartma yapmasını, hatırlamaktayız. Uğruna tanklara çıktığı rejim, yaranmaya çalıştığı ve bu uğurda ‘Allah üçün üçüdür’ diyenlerle itikadi fark görmeyecek kadar pervasızlaşabildiği Batı, ona izzeti kâfirlerin yanında arayan herkesin karşılaşacağı acı sonu göstermiştir.

Maalesef Filistin meselesini; ismen ayrı, hakikatte tek yapı olan bu cemaatler, tekeline almışlardır. Farklı sesler ise İbni Teymiyye Mescidi ve Sina’da bulunan grupların akıbetiyle karşı karşıya kalmaktadır.

O topraklarda, Allah’ın yardımına mazhar olabilecek Rabbani menhece sahip olan, modern cahiliyenin şirklerine bulaşmamış ve Batı’ya yaranma siyasetinden ziyade Yahudilerle mücadeleyi önceleyen mücahid grupların varlığı, bu sorunun çözümünde etkili olacaktır.

Gerek tarih gerek de vakıamız menheclerine şirk bulaştıranların hiçbir şey elde edemedikleri, tamam dedikleri her noktada tabi oldukları menhecin darbeleri altında inledikleri zamanların örnekleriyle doludur.

Asrın putu olan demokrasi, nasıl bir sihirse, her bölgede yeni yapılar, bir diğerinin zillet ve başarısızlıklarını destanlaştırmakta(!) ve her geçen gün bir yenisi bu kervana katılmaktadır.

Adı yanlış konulmuş, çerçevesi hatalı çizilmiş, mücadele metotları vahye uygun olmayan konforunu bozmak istemeyen sanal kahramanların kullandığı bir sorundur İsrail/Yahudi sorunu.

(Bu sorunun girift hâle gelmesindeki ciddi etkenlerden biri Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi’nin Âl-i Selul tarafından işgalidir. İkisi de Mescid-i Aksa’dan çok daha değerli olan bu kutsal beldelerin Yahudilerden daha tehlikeli olan Âl-i Selul tarafından işgal edilmiş olması bir türlü İslam âleminin gündemine girememektedir.

Mescid-i Aksa’nın işgali ve İsrail’in yaptıkları bu asli gündemi perdelememelidir. Ümmetin bilinçleneceği, tek vücut olabileceği tek yer Mescid-i Haram ve Kâbe’dir.

Başyazılarımızda sıkça vurguladığımız bu konu; sanal kahramanlıkları için Filistin davasını sahiplenen, puşili-pankartlı mücahidlerin(!) ilgisini çekmemektedir.

Avrupa Yahudilerinin İsrail’e yerleşmesi için özel çaba içinde olan İngilizlerin Âl-i Selul’e olan ilgisi ve Suudi politikaları bilinmektedir. İslam âlemiyle ilgili her direnişi terör faaliyeti kabul eden, yardım faaliyetlerini teröre yardım kapsamında değerlendiren Batı’nın tek istisnası Filistin meselesidir. Bu mesele zihnî, kavramsal ve mücadele metotları yönünden o denli kuşatılmıştır ki korkacakları hiçbir yön kalmamıştır. Alışıldık metodun dışına ilk defa Mavi Marmara harekatıyla çıkılmıştır. İsrail’in bu girişime müdahalesinin boyutlarını ve bununla yetinmeyip yerli Siyonistlerle işi hükümet devirmeye kadar ilerletmesine şahit olduk. Çünkü ilk defa, alışılmış Filistin mücadelesi metotlarının dışına çıkılmıştı.)

Bu nedenle sorun çözülmüyor, Yahudi vahşetini ilerletiyor ve Filistinli mazlumların iniltileri kulaklarda yankılanıyor.

Bu meseleyi çıkarlarına alet eden azınlık bir şer şebekesi müstesna, genelde bilinçsiz topluluklar soruna duyarlılık adına çözümün değil sorunun ilerlemesinin parçası oluyorlar.

Rabbimiz! Sen İsrail barbarlığına son ver!

Filistinli mazlumların yardımcısı ol!

O topraklarda cahiliyeden arınmış, ‘Takva ve Sabır’ ehli Müslümanların bu meseleyi sahiplenmesine fırsat ver!

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver