Namazda Gözü Olanın Ezanda Kulağı Olurmuş

Değerli okurlar!

Bu köşeden, her şeye dair yazılar yazdık. Kimi zaman çocuk eğitimine değindik; kimi zaman da birtakım sorunlara hikayeler aracılığıyla parmak bastık.

‘Çocuk eğitimi’ yazılarımızın hemen hemen hepsinde, ‘eğri ağacın gölgesinin düz olamayacağı’, iyi bir nesil için iyi birer anne-baba olmanın zorunluluğuna değindik.

Çeşitli meclislerde, ikili sohbetlerde, çocuğa dair bildiklerimizi gündeme getirip paylaştık. Bilmediklerimizi araştırmaya gayret ettik.

Sesli dersler dinledik, anne ve babaların dinlemesi için de teşvik ettik.

Ancak, üzülerek gördük ki bir arpa boyu yol gidememişiz.

‘Sebebin ne ola ki?’ diye düşünürken mükerrer bir olay bunu fehmetmemize vesile oldu. ‘Namazda gözü olanın ezanda kulağı olurmuş’ derler ya, işte anladık ki birçok kardeşimizin ‘Çocuk Eğitimi’ diye bir derdi yokmuş.

Muhatap olduğumuz birçok fert, aile yaşamındaki düzensizlikten şikayetçi. Ve yine birçok fert, çocuğunun davranışlarındaki bozukluğun farkında. Hatta, ‘Ne yapabiliriz?’ sorusunu sık sık sormaktalar, muhtelif ortamlarda. Ama aldıkları cevap üzerinde düşünmek, ‘ne yapabilirim, nereden başlayabilirim?’ diye planlanma yapmak ve en önemlisi de adım atmak olmayınca, öğrenilen bilgiler yük olmaktan, kişilerin sorumluluklarını daha da arttırmaktan başka bir işe yaramıyor.

Peki anne ve babaları harekete geçmekten alıkoyan ne?

‘Çocuklarını ve sorunlarını hakkıyla dert edinmemeleri…’

Kimse itiraz etmesin. ‘Okuduğumuz kitaplar, dinlediğimiz bir kaç ders, her fırsatta soru soruşumuz dert edindiğimizin göstergesi’ de demesin.

Çünkü ‘dert edinmek’ bu değil. İsterseniz önce sözlüğe bakalım ne demekmiş ‘dert!’

Allah subhanehu ve teâlâ Kur’an’da, Melik’in karısının Yusuf’a aleyhisselam olan arzusunu bu fiille dile getirmiştir.

‘Hemm’ öyle bir dert edinmedir ki, hüznü kişiyi eritir, bitirir. Bununla da kalmaz. Sahip olmak, bu dertten kurtulmak için kişiye her yolu denetir.

Melik’in karısı öyle bir derde duçar olmuştu ki; ne rezil olmak umurundaydı, ne de sahip olduğu şeyleri kaybetmek. Her şeyi göze almış ve Yusuf’u aleyhisselam odaya kapatmıştı.

İşte budur ‘hemm’…

Yakıcı arzu, insanı yiyip bitiren derttir…

Gördüğünüz üzere bizim çocuk eğitimini dert edinmediğimiz, kelimenin sözlük anlamından bile anlaşılıyor.

‘…Çocuğum neden yalan söylüyor, neden ders çalışmıyor, neden kitap okumayı sevmiyor, neden bana karşı geliyor, neden küfür ediyor, neden arkadaşlarıyla kavga ediyor, neden istediğini yaptırmak için ağlıyor, neden uyumuyor, neden öfkeli, neden kendini ifade edemiyor, neden tırnaklarını yiyor, neden başını okşamama; onu sevmeme izin vermiyor, neden yalnız kalmaktan korkuyor, neden okulu sevmiyor, neden ibadetten hoşlanmıyor, neden bu kadar dağınık, neden hiçbir şey umurunda değil, neden mutsuz, neden hayvanlara eziyet ediyor, neden öğretmenine karşı saygısız, neden sır tutamıyor, neden arkadaşının kalemini izinsiz alıyor, neden birine zarar vermekten rahatsız olmuyor, neden hızlı ve bağırarak konuşuyor, neden altını ıslatıyor, neden, neden, neden…?’

Bu soruları kendine soran anne ve babanın uykusu kaçmıyorsa, bu sorular bir kâbus olup üzerine çökmüyorsa, sanki kanser hastalığına yakalanmışçasına tedavi için bir bilene, bir eğitmene, bir pedegoga gitmiyorsa, çocuğunu düzeltmek için her yolu denemiyorsa ‘dert edinmiyor’ demektir.

Dikkat edilirse dertlenen birey, bir başka eylemi de beraberinde yerine getirmeli, adım atmalıdır.

Çocuğunun durumu bir ebeveyni ne kadar üzerse üzsün, uykusunu kaçırırsa kaçırsın ‘Ya Allah’ diyerek ikinci adıma geçemiyorsa, derdin dermanını öğrenip pratikte bunu uygulamıyorsa burada maalesef başarıdan söz edilemez.

Maalesef Müslümanlar her iki basamağın da yanı başındalar. Dert edinen de yok, dert edinip adım atan da.

Bu bir acziyet…

Örnek verecek olursak;

Nebevi sünnet çocuğa değer vermiş. Bizzat Rasul sallallahu aleyhi ve sellem çocukla çocuklaşmış, eğlenmiş, oyunlar oynamış… Kitaplar, psikologlar, pedegoglar da aynısını söylüyorlar.

Biz de defaten bir terapi olarak ‘Onlarla zaman geçirin!’ dedik.

‘Eğlenin, oyun oynayın onlarla. Çünkü oyun oynarken hem eğlenecek hem de çocuğunuzu tanıyacaksınız’ dedik.

Kurallara uyuyor mu?

Diğer oyunculara saygılı mı?

Sırasını bekliyor mu?

Oyunda başarılı mı?

Hangi oyunlara daha yatkın, yeteneği ne?

Başarısızlığı hazmedebiliyor mu?

Oyun içi kazada nasıl tepki veriyor?

Kendi sebep olduğu yenilgilerde hatayı kabulleniyor mu, yoksa suçu başkasına mı atıyor?

Oyunu yönetmeye mi çalışıyor?

Oyundan hemen sıkılıyor mu?

Dikkatini toplayabiliyor mu?

Tüm soruların cevabı, çocuğunuzun eğitiminde çok önemli veriler. Çocuğu tanımadan, yeteneklerini, zaaflarını bilmeden, eksik yönlerini keşfetmeden eğitim olur mu?

Tüm bunları defalarca söylememize rağmen dinleyeni, ‘Nasıl yapalım?’ diye öneri bekleyeni gördük ama uygulayanı maalesef henüz göremedik.

İşte burada eksik olan hakkıyla ‘dert’lenmemek ve adım atamamaktır. Bilmekle aynı öneme sahiptir adım atabilmek, bildiğini uygulayabilmek. Zira din alanında bilmenin yetersizliği, bildiğiyle amel etmemenin korkunç getirisi naslarla sabittir.

Bildiğini uygulamayan ilim ehli, bağırsaklarının etrafında değirmenin etrafında döner gibi dönmekle tehdit edilmiştir.

Amelden, uygulamadan uzak Yahudi bilginleri ‘kitap yüklü merkep’ olarak nitelendirilmiştir. Bir başka yerde de lanetlenmelerine sebep olarak gösterilmiştir.

Demek ki bildiğini uygulamamak oldukça büyük bir cürümdür.

İşte bu naslar bizi eyleme sevk etmelidir.

Temennim, tüm ebeveynlerin eğitimi dert edinmeleridir…

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver