Korku Sahibi Olabiliriz Ama ‘Korkak’ Değiliz – 2

Korkunun mahiyetini, her insanda yaratılıştan itibaren mevcut olduğunu, korkuları olmayan insanın bulunmadığını, korku demiş olduğumuz duygunun her fıtri duygu gibi iki yönlü olduğunu, olduğu hal üzere bırakıldığında hem kişiye hem de içerisinde bulunduğu yapıya zarar verdiğini, ancak ıslah edildiğinde faydalı bir hal alacağını Allah’ın subhanehu ve teâlâ izniyle anlayan bir kimsenin, aklına şu sorunun gelmesi kaçınılmazdır:

‘Benden olup da bana ve çevreme bu kadar sıkıntı verecek korkularımı nasıl terbiye edebilirim?’

Bu soruyu sormak bu meseleyi gerçekten dert edinmiş bir kalbin işidir. Peki neden bu meseleyi dert edinmeliyiz?

Tafsilatını geçen yazımızda izah etmiştik. Ancak burada maddeler halinde bir kez daha hatırlatmakta fayda vardır;

1. Korkularını terbiye etmeyenler hoşlarına gitmeyen bir durumla veya bir imtihanla karşı karşıya kaldıklarında Rabblerine karşı suizan(lar) beslerler.

2. Korkularını terbiye etmeyenler kadere imanlarını sorgularlar. ‘Şöyle olsaydı bunlar başımıza gelmezdi, bizim planlarımıza göre hareket edilseydi bunlarla karşılaşmazdık.’ gibi cümleler kadere imanı sorgulayan cümlelerden sadece bazılarıdır.

3. Korkularını terbiye etmeyen topluluklar, sayıları ne kadar fazla olursa olsun Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem nitelemesiyle “…suyun üzerindeki çerçöp…” gibidirler.

Korkularımızı Nasıl Terbiye Edebiliriz?

Korku meselesi, Allah’ın subhanehu ve teâlâ Kur’an-ı Kerim’de özellikle üzerinde durduğu meselelerdendir. Nedeni ise yukarıda zikretmiş olduğumuz zararlardır. Korku törpülenmediği vakit kişiye hem kulluk noktasında hem de menhec noktasında zarar vermektedir. Bu sebeple Rabbimiz kitabında korku meselesini işlemiştir.

Korkuları terbiye ederken adım adım ilerlemek yararlı olacaktır

1. Adım: Her insanda yaratılış itibariyle birtakım duygular diğer duyguların önündedir. İlk adım olarak bende önplanda olan duygunun ne olduğunu tespit etmem gerekir. ‘Benim tabiatımda hangi duygu önplandadır?’ sorusunu kendime sormalıyım.

2. Adım: Eğer bende önplanda olan duygu korku ise korkunun mahiyetini korkunun da yaratıcısı olan Allah’ın subhanehu ve teâlâ kitabından öğrenmem lazım. Islah etmeyen insanların durumlarını, ıslah edenlerin hallerini iyi bir şekilde mütalaa etmem ve bunun üzerine tefekkür etmem gerekir.

3. Adım: Bilmem gerekir ki korku konusunda bütün insanlar eşittir. Ancak her insanın korkusu farklı farklı şeylere yöneliktir. Kiminin korkusu ölüm iken, kiminin korkusu paradır. Kiminin korkusu kendisi gibi olan insanların ona vereceği zararlar iken, kiminin korkusu ise hiçbir şeyin kendisini aciz bırakamayacağı El-Aziz olan Allah’a subhanehu ve teâlâ yöneliktir.

İşte benim üçüncü adım olarak kendime ‘Benim korkum nereye yöneliktir?’ sorusunu sormam gerekir. Rızka yönelik, ölüme yönelik, dünyaya yönelik bütün korkularımı Allah’a subhanehu ve teâlâ ve O’nun yanındakilere kanalize etmeliyim. Bunun için de iki meseleyi çok iyi bir şekilde öğrenmeliyim;

1. Allah’ı ve O’nun yanındakileri tanımalıyım. Bunu ancak Allah’ın subhanehu ve teâlâ kitabından ya da O’nun Rasûlü’nün sünnetinden öğrenmem mümkündür.

Allah’ın subhanehu ve teâlâ kudretini, hiçbir kuvvetin O’na galip gelemeyeceğini, kendisine tevekkül eden kullarına olan ikramını, O’nun yazdığından başkasının bana isabet etmeyeceğini, O’nun yanındakilerin fani olmadığını, ebedî mutluluk ve saadetin O’nun yanında olduğunu öğrenerek korkularımı Allah’a subhanehu ve teâlâ ve O’nun yanındakilere yönlendirebilirim.

2. Dünya ve dünyanın içindekileri tanımalıyım. Dünyayı ve dünyanın küçüklüğünü, basitliğini, kimsenin ona sahip olamayışını, fani oluşunu, bugün elde olan trilyonların yarın toprağın altığına gireceğini, Allah’ın subhanehu ve teâlâ bir “Ol” sözüyle bütün insanların mülkünün yerle bir olduğunu, dünyaya çok çalışıp da hiçbir şey elde edemeyen, dünyaya hiç çalışmayıp da Allah’ın bütün dünyayı kendilerine musahhar kıldığı insanları düşünerek bu batıl korkuları dizginleyebilirim.

Kur’an-ı Kerim’den bu konu ile ilgili nasları okumalı ve hakkında tefekkür etmeliyim;

Dünya Hayatı Bir Aldanıştır

“Ey insanlar! Haberiniz olsun ki, Allah’ın vaadi muhakkak haktır. Sakın bu dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın o aldatıcı şeytan sizi, Allah hakkında da aldatmasın.” (35/Fatır, 5)

“Nefsince de, sabah akşam rızasını isteyerek Rabblerine yalvaranlarla beraber candan sabret. Sen dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan gözlerini ayırma. Kalbini, bizi anmaktan gafil kıldığımız, nefsinin kötü arzusuna uymuş ve işi hep aşırılık olan kimseye uyma.” (18/Kehf, 28)

“Ey insanlar! Rabbinizden sakının ve bir günden korkun ki, baba çocuğuna hiçbir fayda veremez. Çocuk da babasına hiçbir şeyle fayda sağlayacak değildir. Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. O halde dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın o çok aldatıcı şeytan sizi Allah’ın affına güvendirerek aldatmasın.” (31/Lokman, 33)

Dünya Hayatı Kısa ve Geçicidir

“Kendi içlerinde hiç düşünmediler mi ki, Allah göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre için yaratmıştır? Gerçekten insanların çoğu, Rabblerine kavuşmayı inkâr etmektedirler.” (30/Rum, 8)

“Kendilerine, ‘Ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın, zekatı verin’ denilenleri görmedin mi? Üzerlerine savaş yazılınca hemen içlerinden bir kısmı insanlardan, Allah’tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar ve ‘Rabbimiz! Niçin bize savaş yazdın? Ne olurdu bize azıcık bir müddet daha tanımış olsaydın da biraz daha yaşasaydık?’ derler. Onlara de ki: ‘Dünya zevki ne de olsa azdır, ahiret, Allah’a karşı gelmekten sakınan için daha hayırlıdır ve size kıl kadar haksızlık edilmez.” (4/Nisa, 77)

“Dünya hayatının misali şöyledir: Gökten indirdiğimiz su ile, insanların ve hayvanların yediği bitkiler birbirine karışmıştır. Nihayet yeryüzü süslerini takınıp süslendiği ve sahipleri kendilerini ona gücü yeter sandıkları bir sırada, geceleyin veya gündüzün, ona emrimiz gelivermiştir, ansızın ona öyle bir tırpan atıvermişiz de sanki bir gün önce orada hiçbir şenlik yokmuş gibi oluvermiştir. Düşünen bir kavim için ayetlerimizi işte böyle açıklarız.” (10/Yunus, 24)

Dünya Hayatı Bir Oyun ve Oyalanmadır

“Bu dünya hayatı sadece bir oyun ve oyalanmadan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı.” (29/Ankebut, 64)

“Biliniz ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süs ve kendi aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir. Bu, tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, ekincilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. Ahirette ise çetin bir azap; Allah’tan mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir.” (57/Hadid, 20)

“Dinlerini bir oyun ve bir eğlence edinen ve kendilerini dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak! Ve hiçbir kimsenin kazandığı şey yüzünden kendisini helake atmamasını, kendisi için Allah’tan başka hiçbir dost ve hiçbir şefaatçi bulunmadığını Kur’an ile hatırlat. O, azaptan kurtulmak için bütün varını feda etse, kendisinden alınmaz. Onlar kazandıkları şey yüzünden helake uğratılmışlardır. Onlar için, inkâr ettiklerinden dolayı kaynar bir içecek ve can yakıcı bir azap vardır.” (6/En’am, 70)

“Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Eğer iman eder kötülükten sakınırsanız, Allah size mükâfatınızı verir. Ve sizden bütün mallarınızı harcamanızı da istemez.” (47/Muhammed, 36)

“İnsanlara kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, salma atlar, davarlar, ekinler kabilinden aşırı sevgiyle bağlanılan şeyler çok süslü gösterilmiştir. Halbuki bunlar dünya hayatının geçici faydalarını sağlayan şeylerdir. Oysa varılacak yerin (ebedî hayatın) bütün güzellikleri Allah katındadır.” (3/Âl-i İmran, 14)

Korkunun bütün benliğimizi ele geçirmesinin en büyük sebeplerinden birisi Allah’ı subhanehu ve teâlâ hakkıyla tanımamaktır. Allah subhanehu ve teâlâ hakkıyla tanındığı zaman korkuların insanı kuşatması mümkün değildir.

İslamî sahada mücadele veren birçok Müslüman korku konusunda ciddi manada imtihanlar yaşamaktadır. Müslümanın bu imtihanlardan alnının akıyla çıkabilmesi ve sebat edebilmesi Allah’ı subhanehu ve teâlâ tanımasıyla mümkündür. Kul Rabbini tanıdığı oranda Rabbine yakındır.

Rabbini hakkıyla tanıyan bir Müslümanın, rızkın elden gitmesi gibi bir korkusu olmaz. Çünkü Rabbinin Er-Rezzak ve El-Hakim olduğunu bilir.

Allah subhanehu ve teâlâ Er-Rezzak’tır; rızkı da aynı ecel gibi takdir etmiştir. Sen ondan kaçsan bile o seni bulacaktır. Çünkü bir kere yazılmış, o rızık sana gelecek diye.

Bununla beraber Allah subhanehu ve teâlâ El-Hakim’dir; hikmetinin gerektirdiği gibi bu rızkı kulları arasında paylaştırmıştır. Az verdiğinde de çok verdiğinde de bunu belli bir hikmete binaen yapmıştır.

Madem Rabbimiz Er-Rezzak olandır; rızık konusundaki bu bitmek bilmeyen hırsımızın nedeni nedir? Allah’ın subhanehu ve teâlâ takdir edeceği gelecekse, takdir eden bunu takdir etmişse korkumuz nedir?

Rabbimiz El-Hakim ise hikmetinin gerektirdiği gibi rızkı paylaştırmışsa kâfirlerin elinde olana neden tamah ediyoruz? Hem kâfirlerin elindekiler değil midir onları helak eden?

Rabbimiz yoktan var eden değil midir? O birşeyin olmasını istediğinde ona sadece “Ol” demesi yeterli değil midir?

İşte size bunun pratik örneklerinden biri; Hubeyb bin Adiyy radıyallahu anh. Hubeyb radıyallahu anh Ashab-ı Suffa’dan olan bir sahabedir. Müşrikler Rasûlullah’tan sallallahu aleyhi ve sellem kendilerine dini öğretmesi için birilerini isteyince Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem içerisinde Hubeyb’in de olduğu bir topluluğu onlarla beraber gönderiyor. Yolda bu insanların derdinin Müslümanlara ihanet etmek olduğu ortaya çıkıyor ve Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem sahabelerinin büyük bir kısmını öldürüyorlar, Hubeyb’i ise Mekkeli müşriklere satıyorlar. Müşrikler Hubeyb’i esir alıyorlar. Müşriklerden bir kadın anlatıyor; ‘Hubeyb üzüm yiyordu. Vallahi Mekke’de ne üzüm vardı ne de mevsim üzüm mevsimiydi.’

Dikkat edin! Hubeyb esir; yani maddi olarak bütün imkanları kesilmiş durumda… Ama Allah yoktan var eden, Er-Rezzak, El-Hakim olandır.

Aynısı bugün de Müslümanların başına gelmektedir. Günümüzün şüphesiz en çetin imtihan alanlarından birisi de cezaevleridir. Müslüman cezaevinin duvarlarını ancak Rabbini tanıyarak kırabilir. İşte o zaman zindan onun için genişler, aydınlanır.

Ya Rabbini tanımayanlar? Onlar zindan içerisinde daha karanlık, daha kasvetli, daha dar bir zindana girerler. ‘Ben içerideyim, ailem dışarıda ne yapacak? Ne yerler, ne içerler? Kesin burada çok fazla kalırım, iddianamedeki iddialar çok ciddi ne yapacağım?’ gibi sorularla içindeki zindanda müebbet hükmünü çoktan kendi kendisine vermiş olur.

Ölmek de en büyük korkularımızdan birisi değil midir? İnsanın düşündüğünde bile ürktüğü durumlardan birisidir ölüm.

Ölmekten veya öldürülmekten korkmakta problem yoktur. Ölüm gerçekten ürkütücü birşeydir. Yanlış olan ise bu korkunun bizim bütün benliğimizi ele geçirmesidir.

Rabbini tanıyan Müslüman ölümün de aynı rızık gibi olduğunu bilir. Rabbinin şu ayetini okumadın mı?

“Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar ne de ileri gidebilirler.” (7/Araf, 34)

Ölüm korkusunun bütün benliklerine işlediği münafıkları görmüyor musun? Nasıl da Rabbleri hakkında zanda bulunuyorlar?

“Bizim bu işten bir payımız olsaydı, burada öldürülmezdik.” (3/Âli İmran, 154)

Bir de Rabblerini tanıma şerefine nail olan müminlere bak! Onlar hoşlarına gitmeyen bir durumla karşı karşıya kaldıklarında sadece teslimiyetlerini ifade eden cümleler kullanıyorlar:

“Müminler ise ahzabı gördüklerinde; ‘Allah’ın ve Rasûlü’nün bize vadettiği budur. Allah da Rasûlü de doğru söylemiştir’ dediler ve bu onların ancak imanlarını ve teslimiyetlerini arttırdı.” (33/Ahzab, 22)

“Onlar öyle kimselerdir ki insanlar kendilerine: ‘İnsanlar size karşı bir ordu hazırladılar. O halde onlardan korkun’ dediler de bu söz onların (müminlerin) imanlarını arttırdı. Ve ‘Allah bize yeter. O ne güzel vekildir’ dediler.” (3/Âli İmran, 173)

4. Adım: Bu konuda sürekli Allah’tan yardım istemeliyim. Ellerimi kaldırıp: ‘Ey kalpleri elinde bulunduran Rabbim! Korkularımı benim ve Müslümanların musibeti kılma. Kalbime sebat ve sükûnet ver. Ayaklarımı senin taatin üzere sabit kıl. Ecel senin elinde, rızık senin elinde, kainatın mülkü sana ait, beni şeytanın vesveselerinden uzak tut.’ diye dua etmeliyim.

Muhakkak ki Allah subhanehu ve teâlâ kendisine yönelen elleri boş çevirmeyecektir.

Dualarımızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver