Kavaidu’l Erba’ – 6

 

Allah’a hamd, Rasûlü’ne salât ve selam olsun.

Metin

‘Allah katında kendilerine şefaat etsinler diye bunu yapmalarının delili ise Allah’ın subhanehu ve teâlâ şu sözüdür:

“Onlar Allah’ı bırakıp kendilerine ne fayda ne de zarar vermeyen şeylere ibadet ediyorlar ve ‘Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir’ diyorlar.” (10/Yunus,18)

Şefaat, menfi şefaat ve müspet şefaat olmak üzere iki kısma ayrılır;

Menfi şefaat: Allah’ın dışında kimsenin gücünün yetmediği yerlerde Allah’tan başkasından bir şey talep etmektir. Bunun delili Allah’ın subhanehu ve teâlâ şu sözüdür:

“Ey iman edenler! Kendisinde alışverişin, dostluğun ve şefaatin olmadığı gün gelmeden önce size verdiğimiz rızıklardan infak edin. Kafirler ise zulmedenlerin ta kendileridir.” (2/Bakara, 254)

Müspet şefaat: Bu ise Allah’tan talep edilen şefaattir.

Şefaat edecek olan; Şefaat etme ile kendisine ikram edilmiş kimsedir.

Şefaat olunacak olan; Allah’ın sözünden ve amelinden razı olduğu ve izin verdiği kimsedir. Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:

“İzni olmadan O’nun katında kim şefaat edebilir?” (2/Bakara, 255) ‘

Şerh

Şefaat nedir?

Lugatta; Tekin zıddı olan çift anlamındadır.

Istılahta; Faydayı elde etmek ve zararı defetmek için yapılan aracılıktır.

Mekkeli müşrikler Allah’tan faydalı bir şey istediklerinde veya kendilerinden bir zararı defetmesini istediklerinde putları aracı kılıyorlardı. ‘Bunlar bizim Allah katındaki şefaatçilerimizdir’ diyorlardı. Putları aracı yapmalarının sebebi; Allah’ı insana kıyas etmeleridir. Çünkü dünyada yüksek makamlarda olan birinden bir şey istemek için ona yakın olan kimseleri aracı kılmak gerekir. Aksi takdirde isteğin yerine gelmez. Örneğin; Bir başbakandan bir şey istemek istiyorsan başbakana yakın olan bakanları, müsteşarları aracı kılman gerekir. Sen direkt başbakana söylesen kâle almaz, önemsemez. Dünyada genelde işler bu şekilde döndüğü için Mekkeli müşrikler Allah’ı da buna kıyas etmişler. Kendi kendilerine ‘Bizim Allah katında bir değerimiz yoktur. Bu putlar ise Allah katında değerli olan salih insanların putlarıdır. Biz bunlara dua edelim, isteklerimizi bunlara söyleyelim bunlar da Allah’a iletsinler.’ diyorlardı.

Bunun günümüzdeki güncel yansıması ise şu şekilde oluyor; İnsanlar ‘Bizim Allah katında bir değerimiz yoktur, biz günahkâr insanlarız.’ diyerek salih insanlar olarak isimlendirdikleri Abdulkadir Geylani, Eyüp Sultan gibi kimseleri aracı kılıyorlar.

Bu iki yönden küfürdür;

1. Allah’ı insana kıyas etme itikadı, başlı başına küfürdür. Çünkü Allah ile insanın sıfatları aynı değildir. Allah’ın sıfatları kendi şanına göredir, insanın sıfatları ise kendi acziyetine göredir.

Allah; herkesi mutlak işiten, gören, tüm eksiklerden münezzeh olan, Selam ve Kuddüs olandır.

Beşer; kibirli, hevasına tabi olan, zalim, nankör, gafil ve unutkan olandır.

Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:

“O’nun benzeri gibi olan hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.” (42/Şura, 11)

“Ve hiçbir şey O’nun dengi değildir.” (112/İhlas, 3)

Bu ayetlerden de anlaşıldığı üzere hiçbir şey Allah’ın misli, benzeri, dengi olamaz. Allah’ı insana kıyas eden kişi bu ayetlere göre dinden çıkar.

2. Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde Allah subhanehu ve teâlâ bu amelin bir küfür ameli olduğunu bildirmiştir. Şu ayetler buna örnek olarak gösterilebilir:

“El açıp yalvarmaya lâyık olan ancak O’dur. O’nun dışında el açıp dua ettikleri onların isteklerini hiçbir şeyle karşılamazlar. Onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir. Halbuki (suyu ağzına götürmedikçe) su onun ağzına girecek değildir. Kafirlerin duası kuşkusuz hedefini şaşırmıştır.” (13/Rad, 14)

“Eğer onları (putları) çağırırsanız, (Allah’ın dışındakilere dua ederseniz) sizin çağırmanızı işitmezler. Faraza işitseler bile, size cevap veremezler. Kıyamet günü de sizin şirkinizi reddederler.” (35/Fatır, 14)

“Allah’a iftira eden ya da O’nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir! Onların kitaptaki nasipleri kendilerine erişecektir. Sonunda elçilerimiz (melekler) gelip canlarını alırken ‘Allah’ı bırakıp da dua ettikleriniz nerede?’ derler. (Onlar da) ‘Bizi bırakıp gittiler’ derler. Ve kafir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ederler.” (7/A’raf, 37)

Bu ayetlere dikkat edilirse Allah subhanehu ve teâlâ kendisinin dışında birine dua eden kimselere kafir, müşrik demiştir. Zaten Allah’ın dışında birilerine dua eden kimselerin şunu düşünmeleri gerekir; Allah’ın dışında kendisine dua edilenlerin kendilerine faydaları yokken, kendilerini hastalıktan, ölümden koruyamazken başkalarına nasıl faydaları olsun. Eğer fayda ve zarar verebiliyorlarsa ilk olarak kendilerine faydaları olsun, kendilerinden zararı defetsinler.

Şefaat ile ilgili ayetler:

Kur’an-ı Kerim’de şefaat ile ilgili ayetlere baktığımızda birbirine zıt gibi görünen iki grup ayetin olduğunu görürüz. Bazı ayetlerde şefaat nefyedilirken bazı ayetlerde ise şefaat ispat edilmiştir.

Şefaati nefyeden ayetler:

“Ey iman edenler! Kendisinde alışverişin, dostluğun ve şefaatin olmadığı gün gelmeden önce size verdiğimiz rızıklardan infak edin. Kafirler ise zulmedenlerin ta kendileridir.” (2/Bakara, 254)

“Öyle bir günden korkun ki, hiç kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz; hiç kimseden şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz.” (2/Bakara, 48)

“Şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.” (73/Müddessir, 48)

Şefaati ispat eden ayetler:

“Göklerde nice melek var ki, Allah’ın dileyip razı olduğu kimseye izin vermedikçe şefaatleri hiçbir işe yaramaz.” (53/Necm, 26)

“Allah’ın izni olmadan O’nun yanında şefaat edecek kimdir?” (2/Bakara, 255)

“De ki: ‘Allah’tan başka o batıl zanlar beslediklerinize istediğiniz kadar yalvarın. Ne göklerde ne yerde zerre ağırlığınca egemen değillerdir. Onların yerde ve gökte bir ortaklığı yoktur. Allah’ın huzurunda izin verdiği kimseler hariç, kimseye şefaat fayda vermez.’ ” (34/Sebe, 22- 23)

Peygambersallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

“Ben cennette şefaat edecek olanların ilkiyim.” (Müslim)

Peygambersallallahu aleyhi ve sellem ezan duasını okuyan kimse için:

“Kıyamet gününde şefaatim ona helal olur.” diyor.

Görüntü itibari ile naslar birbirine zıt gibi gözüküyor. Bu, bir insan kelamında olsa normal karşılanabilir. Fakat eksiklerden münezzeh olan Allah’ın subhanehu ve teâlâ kitabında böyle bir şeyin olması mümkün değildir. O zaman şunu söyleyebiliriz; Allah’ın nefyetmiş olduğu şefaat ile ispat etmiş olduğu şefaat birbirinden ayrıdır.

Şefaat konusunda genel olarak üç grup vardır;

1. Müşrikler: Bunlar şefaatin var olduğunu gösteren delilleri yanlış anlayıp her türlü şefaati kabul edenlerdir. Salih insanlar diye adlandırdıkları kimseleri kendilerine şefaatçi kabul edip taleplerini, isteklerini onlara yönlendirirler. Bu şirktir. Mekkeli müşrikler de bu şekilde şirke düştüler.

2. Mutezile ve Hariciler: Bunlar da şefaati nefyeden delillere dayanarak şefaat diye bir şeyin olmadığını söylüyorlar. Kim birinin şefaat edeceğine inanırsa kafir olur diyorlar. Günümüzdeki akılcılar da bu fikirdedirler.

3. Ehli Sünnet: Ehli Sünnet bütün nasları bir araya toplayarak şöyle der: Allah’ın bazı ayetlerde şefaati nefyetmesi bazı ayetlerde ise ispat etmesi şefaatin iki kısım olduğunu gösterir.

1. Menfi şefaat: Allah’tan başka kimsenin gücünün yetmediği yerlerde Allah’tan başkasından bir şey talep etmektir. Bunu yapan kişi şirke düşer.

“Ey iman edenler! Kendisinde alışverişin, dostluğun ve şefaatin olmadığı gün gelmeden önce size verdiğimiz rızıklardan infak edin. Kafirler ise zulmedenlerin ta kendileridir.” (2/Bakara, 254)

Soru: ‘Şefaat ya Rasûlullah’ denilebilir mi?

Cevap: Peygamberimizin, kıyamet gününde şefaat etme hakkı vardır. İnsanlar kıyamet günü bekleme esnasında yaşadıkları sıkıntılardan ötürü Peygamberlerin yanına giderler. En sonunda Peygamberimizin yanına gelip ondan şefaat talep ederler. Peygamberimiz Allah’ın huzuruna gider O’na hamd eder ve secdeye kapanır. Bunun üzerine Allah subhanehu ve teâlâ “Başını kaldır. İste istediğin sana verilsin şefaat et şefaatin kabul edilsin.” der.

Buradan anlıyoruz ki kıyamet gününde Peygamberimizin şefaat etme hakkı vardır. Fakat bu ancak Allah’ın izni ile olur. Ondan dolayı Peygamberimiz için ‘Şefaat ya Rasûlullah’ denilemez. Çünkü böyle söylemek Kur’an-ı Kerim’deki şu ayete muhaliftir:

“De ki ‘Şefaat bütünüyle Allah’ındır.’ ” (39/Zümer, 44)

Peygamberimizden direk şefaat talep edilmez. Çünkü Peygamberimiz mutlak şefaat etme hakkına sahip değildir. Ancak Allah’ın izni ile şefaat edebilir. Ondan dolayı şefaat Allah’tan talep edilir. Örneğin; ‘Allah’ım beni Peygamberin şefaatinden mahrum kılma’ veya ‘Allah’ım beni şefaat edecek olanların şefaatinden mahrum kılma’ denilebilir.

Not: Bir insandan mutlak olarak bir şey istemek şirk değildir. Sadece Allah’ın dışında kimsenin gücünün yetmediği yerlerde başkasından bir şey istemek şirktir.

2. Müspet şefaat: Allah’ın izin verdiği kişilerin Allah’ın razı olduğu kişilere şefaatte bulunmasıdır. Allah kıyamet gününde Peygamberlere, meleklere, şehitlere şefaat hakkı vermiştir.

Şefaat ile ilgili nasları bir araya topladığımızda şefaatin gerçekleşmesi için iki şartın gerekli olduğunu anlıyoruz:

a. Allah’ın izin vermesi:

“Allah’ın izni olmadan O’nun yanında şefaat edecek kimdir?” (2/Bakara, 255)

b. Allah’ın razı olması:

“Göklerde nice melek var ki, Allah’ın dileyip razı olduğu kimseye izin vermedikçe şefaatleri hiçbir işe yaramaz.” (53/Necm, 26)

Şirk koşan kimselerden Allah subhanehu ve teâlâ tevbe etmedikleri müddetçe razı olmaz. Ondan dolayı müşriklere şefaat edilmez.

Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver