Hırsız Anne Babalar ve Çocukluğu Çalınan Çocuklar

 

Hırsız kimdir? Başkasına ait olanı çalandır. Peki ya hırsızın cezası nedir? Şeriatta cezası el kesmektir. Allah neden böyle bir ceza öngörmüştür? Caydırıcı olsun, kimse kimsenin hayatına, malına, mutluluğuna göz dikmesin diyedir.

Müminler olarak bundan sakınırız. Bir kimsenin malına göz dikmek şöyle dursun, yan bakmayız. Ama biz öyle bir yerde bunu ihlal ediyoruz ki hiçbirimiz farkında değiliz.

Maalesef birçoğumuz çocuklarımızın çocukluklarını çalıyoruz. Onları oyundan, eğlenceden, doğa ile iç içe olmaktan, gülüp koşmaktan, duygularını özgürce yaşamaktan alıkoyuyoruz.

Nasıl mı?

0-2 yaş eşyayı tanıma çağıdır. Çocuk her şeye el atar. Dokunur, tadar, ısırır, kurcalar, atar, sallar, döker, yırtar, karıştırır… Uğraşır durur. İki yaşındaki çocuğun OYUNu budur. Bu oyunun adı KEŞFETMEKtir. Tadını, sertliğini, hızını keşfetmek.

O tam elini bir şeye atar, biz müdahale ederiz. Alırız elinden bir çırpıda. Ağzına almasına, tatmasına, ısırmasına, böylelikle öğrenmesine engel oluruz.

Kimi zaman pis diye vermeyiz, kimi zaman kırar diye. Kimi zaman üstünü kirletmesini istemeyiz. Kimi zaman ıslanmasından çekiniriz. Vel hasıl elinde oyuna dair, keşfe dair, meraka dair ne varsa kapar kaldırırız.

Dolapları kilitler, lastikle kapılarını bağlar, kitapları bir üst rafa kaldırırız. Boş bir alan bırakırız geriye. Ve: “Öğren hadi(!)” deriz.

Tanıyacak, öğrenecek, elleyecek bir şey bulamayan yavru, eşyaya dair merakını kaybeder. Yeni arayışlara girer.

Koltuklara tırmanmaya başlar. Çıkar, iner, zıplar. Koltuk kesmez, raflara dadanır, masaya tırmanır, tezgâha merak salar…

“Bir burası kalmıştı.” der oralara da engel oluruz. Oysa bu da OYUNun ikinci adımıdır. Hoplayıp zıplamak. Kendini denemek. Biraz daha yukarılara tırmanmak…

O çıkar, biz indiririz… Bahanemiz de hazırdır. “Düşüp bir yerini kıracaksın.” deriz. Engellediğimiz yetmezmiş gibi bir de korkuturuz.

2-4 yaş aralığında ilgileri değişir. Biraz da olsa oyuncakların dünyasına girmeye başlar. Ama sıradan oyuncakları pek sevmez çocuklar. Buna rağmen hep hayali yük taşıtır anne babalar. Toprağı doldurtmaz kamyonun kasasına kirlenir diye.

Ya da gıcır gıcır cillop gibi arabayı sözde tamirciye götürme oyunu oynarlar. Çocuk arabanın jantlarını çıkarsa kıyameti koparır. Oysa sağlam araba gider mi tamirciye? Az mı azar işitir kız çocukları bebeğinin saçını kesti diye.

Bir süre sonra bıkar çocuk. Yakınır anne babalar. “Bir sürü oyuncağı var, oynamıyor.” derler.

Oysa dök bakalım kumu kamyona. Bak nasıl hoşlanırlar.

Ama yok… Bunu yapamayız. Ev kirlenir. Kinetik kumu eve sokamayız. Hele o oyun hamuru yok mu? Her yere bulaşıyor. Temizlenmiyor. Slaymı hiç sormayın zaten. O, tehlikeli maddeler listesinin başında.

Bunlara zinhar izin veremeyiz. Sulu oyun mu dediniz? Hele buna hiç gelemeyiz. Odanın ortasına leğen koymak, içinde balık yüzdürmek, gemicilik oynamak akıl kârı değil bizim için.

Evde bunalttığımız, alanını daralttığımız çocuğa bazen iyilik yaparız. Parka götürürüz.

O, salıncakta sallanmaz. Kaydıraktan kaymaz. Etrafı izler. İnsanları gözler. Tanımaya çalışır. Davranışları gözlemler. Biz cinnet geçiririz. “Oynasana!” der dururuz.

Bu sefer taş toplar, kumlarla oynar, su birikintilerine girmek ister. Yine müdahale ederiz. Tasımızı tarağımızı toplar kıza kıza eve getiririz. Nasıl beceririz bilmem ama parka gitmeyi zehir ederiz.

Yolda ağlar. Bir şeyler söylemeye çalışır. “Ağlama!” deriz. Gözyaşını da çalarız. Büyüyünce: “Ne ruhsuz adamsın be!” deriz bir de.

Eve gelir. Unutur her şeyi. Güler. Bundan da rahatsız oluruz. “Ne çok gülüyor bu çocuk!” diye söyleniriz. Gülüşünü de çalmaktan çekinmeyiz. Somurtkan bir genç olduğunda: “Amma somurtkansın, azıcık gül!” demeye utanmayız.

İşte böyle bizim hırsızlığımız. Çalarız çocuğumuzun çocukluğunu. Oyunlarını çalarız… Duygularını çalarız… Bu hırsızlığımızın bedelini hırçınlaşan, ruhsuzlaşan evlatlarla öderiz.

Kendi ektiğimizi biçeriz.

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver