Her Yerde Var Olmaya Çalışan  Hiç Bir Yerde Bulunamaz

 

Efendi!

Bu itminansızlıktır, ruhunu kara bulutlar gibi kaplayıp, kasvet yağdıran daraltının nedeni.

İtminansızlığının müsebbibi bazen aşırı ihtiyatlı, bazen de ayarsız maslahatçı olmandır.

Bir bak istersen kalbine… Kalbinin labirent gibi kıvrım kıvrım uzayan derinliklerine…

Hangi toplulukta, hangi durumlarda, ne zaman hangisini takayım diye matruşka gibi üst üste geçirilip istiflenmiş enva-i çeşit maskeler göreceksin.

Belki lazım olur diye ‘imanının’ yedeğinde tuttuğun ve bir türlü elden ve gözden çıkaramadığın kelepir karakterler bulacaksın.

Hiçbir zaman mensubiyet şuuru ve aidiyet hissi ile bağlı olmadığın camiaların, bir gün seni elden çıkaracaklarına, o gün sende sana ait zannettiğin bir çok şeyin elinden kayıp gideceğine şahit olacaksın.

Selahaddin’in ordusundaki bir saki kadar dahi olmadığın halde, kendi minik dünyanın hükümdarlığını ilan edip ‘özgüven’ adı altında enaniyet ve kibre sürüklenerek, Selahaddin gibi mümtaz ve muktedir olabileceğini vehmediyorsun.

Kendisiyle amel etmediğin, pratiğe dönüştürmediğin ilmi nasibinin her harfi, ruhunu ağırlaştırarak, kalbinin daraltısını artıracaktır. Zihnini ve kalbini ilim mezarlığına dönüştürmüşsün. Onca ‘ölü’yü sırtlanmış üzerinde taşıyorsun.

Molla!

Bil ki ihlas ve ihsan üzere ve doğru istikamette kullanmadığın, karanlıkları aydınlatmaya fener ve yolları kısaltmaya köprü kılmadığın atıl bırakılmış ilminin üzerine sinmiş o karartı, senin ruhuna ulaşıyor. Ruhunu karartıyor, kirletiyor ve daraltıyor.

Ölmeden önce diri kalplerin üzerine, ölü toprağı serpmiş ve  bu vahameti fehmedemeyecek sıklette vahim bir vakıasın.

İradelerini kısmen ya da tamamen sana teslim etmiş onca insanın üzerine saçıp serptiğin ölü toprağını kimler temizleyecek sence?

Emr-i hak vaki olmadan, yarın kadar yakın bir zamanda Allah’ın huzuruna çıkıp hesap vereceğini düşün ve bu işi ölümünden sonra başkalarına bırakma! Bizzat sen temizle bu ölü toprağını ki; hesabın kolay olsun. Emin ol ruhun, kalbin ve hatta bedenin büyük bir yükten kurtulmuş olacaktır.

Mesela fetvaları tek tek gözden geçir, bir kez daha kontrol et ve şu soruyu sor kendine:

‘Bu fetvalardan hangileri beni böyle ağır ve telafisi mümkün olmayan büyük bir vebalin altına soktu?’

Şüphesiz ki cevap canını sıkacaktır. Hatta en yakınındakilerinin de hoşnutsuzluğuna ve homurtularına neden olacaktır.

Bir ömür boyu teveccüh, hürmet ve el üstünde tutulmanın hazzı uğruna, sayısız kalplerin mezara dönmesine öncülük ettin, değilse de vesile oldun.

Üstüne bir de ‘davanın maslahatı’ diyerek, muhtemelen istemeyerek veya dolaylı olarak aziz ve celil olan Allah’a bühtanda bulundun.

Elmanın içerisinde ki kurtçuk misali, önünde başında ya da içerisinde bulunduğun camianın kainatın merkezi olduğu zehabına kapıldın.

Ve Diğerleri…

Işığın altında durdukları için kendilerini aydın/münevver zanneden ve tevazu libasına sarılıp bürünmüş enaniyet ve kibir anıtları…

Sadece Allah’ın ve Rasûlullah’ın tekfir ettiğini tekfir eden, bunu kalbi marazlı olanların yaptığı gibi içinde saklamayan, bilakis apaçık davanın zorunluluğu ve davetçinin sorumluluğu gereği açık, net ve yüksek sesle dile getiren Müslümanlara saldırmaya vakit bulabiliyor, istifham ambarı beyinlerinizle Müslümanların aleyhine olacak hususlarda düşünebiliyor ve yeşile çalan berduşî çalışmalarınızdan emek arttırıp, Müslümanlara tebelleş olmak için harcayabiliyorsunuz.

Öyle anlaşılıyor ki; tevhid davasına gönül ve ömür vermiş Müslümanlara yönelik hakaretleri, sizleri yerlerinizden zıplatan kalplerinizdeki onmaz yaraların ağrılarını dindirmek için merhem olsun diye yapıyorsunuz.

Muvahhidlere düşmanlıkta, öfkede ve kin gütmede Yahudilerle aynı kulvardayken ve onlarla aranızdaki anlaşmazlığın halli için tağutun önünde muhakeme olmakla beraber, geri dönüşü olmayan bir sapıklığa doğru yelkenlerinizi fora etmişken, dönüp dönüp Müslümanları tahkir etmeye de fırsat bulabiliyorsunuz.

“Fakat zalimler kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler…” (2/Bakara, 59)

Korkuyorsunuz!

Kalplerinizdeki irinin patlamasından ve yüzlerinizdeki maskelerin parçalanmasından fena halde korkmaktasınız.

Aynı anda hem demokrat, hem liberal, hem milliyetçi hem de Müslüman olunamayacağı hakikati ile yüzleşmekten tırsıyorsunuz.

“Bu ikisinin (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isterler…” (4/Nisa, 150)

Kiminiz fikren hafifçe silkelendiğinde koltuklarınızın altında gizlediğiniz farklı ideolojik salipleriniz yerlere saçılmakta, kiminizde demokrasi, kiminizde kapitalizm pulları dökülmekte ve hatta bazılarının kalplerine kızıl akreplerin muhabbetinin dolduğu ortaya çıkmaktadır.

Açık denizlerde dümeni kırık bir gemi gibi bir oraya bir buraya savrula savrula, kaçınılmaz olan batış akıbetine doğru sürüklenmektesiniz.

Bu halde dahi her yerde bulunmaya gayret ediyorsunuz. Bunun bir arayış olmadığını rıza ve iradeye dayalı bir konumlanma olduğunu da dile getiriyorsunuz.

Sürekli olarak gündemleştirip övdüğünüz son model (!) kanunların, öz itibarı ile şeytanın iradesinden başka bir şey olmadığını biliyorsunuz. Özgürlüğün, eşitliğin, iyiliğin, güzelliğin, menfaatin, hikmetin, maslahat ve rahmetin Allah’ın indirdiklerinde bulunduğuna inandığınızı iddia ediyorsunuz. Bununla beraber, topumun beklenti ve talepleri ile, reel politik manzaranın paslı prangalarından da kurtulamıyorsunuz.

Kim bilir?

Belki de kurtulmak istemiyorsunuzdur! Hatta bu vahim durumunuzun kurtulunması gereken marazı bir hal olduğuna ihtimal dahi vermiyorsunuz.

İslam’ın esası olan tevhidi anlamadan, önemsemeden ve yaşamadan ‘İslam’ın müdafii’ diye ortalıkta fink atanlar!

İslam’ı yaşamadan kendilerini mesut ve mesrur bir şekilde ‘demokratik hilafet’ gölgesinin altında, İslam’ı savunuyor konumunda görenler!

Yaşamadığınız, yaşayanları da önceki selefiniz gibi tahfif ve tahkir ettiğiniz tevhidi, bugün sırtınızdan atılması gereken büyük bir yük olarak görme noktasına gemlisiniz.

Sizden sonraki nesillere bırakacağınız bu zehirli miras, ne kadar da kötüdür.

Bütün yeryüzünde Allah’ın dininin hakim kılınması için mektep, medrese, hapishane ve cephe ayırımı yapmadan can havliyle mücadele eden muvahhidlere gösterdiğiniz buğz, adavet ve cevvaliyet; tıynetinizi, safınızı ve kimliğinizi de ifşa etmektedir.

Şunu çok iyi bilmelisiniz ki size kulak verip dinleyen, ne söylediğinizi merak eden ve eyyamcı zikzaklarınızı takip eden bir tek  muvahhid Müslümanı bulmazsınız.

Zira her bir Müslümanın başından aşkın işleri vardır. Yüce Allah’a subhanehu ve teâlâ nasıl daha iyi kullukta bulunabilirim diye çarpan yürekleri vardır. Hepsinin göğsünde İslam’ın hakimiyetine müştak gönüller vardır.

‘Demokratik Hilafet’ tebaasının birer ferdi olarak, artık Allah’ın dininin yeryüzünde hakim kılınması gibi bir derdiniz de kalmazdı, çünkü harca harca, harcadıkça çoğalan bir ‘İslam medeniyeti’ hazinesi keşfetmişsiniz.

Bu türden ifrat haliniz ve muvahhid Müslümanlara yönelik malum tavırlarınız sizleri tefrit duvarlarına toslatıp teptirmektedir.

Evlerinizde, dolaplarınızda ve ofislerinizde şeytanın sizlere takdim edeceği yoldaşlık beratları ve plaketleri için genişçe bir yer ayırınız.

Çünkü eğer bizzat şeytanın kendisi iktidarda olsa, muvahhidlere düşmanlık ile, ehli heva ve ehli şirke dostlukta ancak bu kadar yüksek bir performans gösterebilirdi.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver