Çocuğunuzun Değil, Sizin Kitabınızım

 

Çocuk kitapları, rengârenk bir dünyaya kapı aralıyor. Öyle bir dünya ki orada bilgi var; merak var; duygu var; eğlence var; empati var; din, ahlak, eğitim, kültür, tarih var. Bu renkler arasında seçim yapmak çok güç. Hepsini almak ve bir çırpıda okumak/okutmak istiyorsunuz. Tabii bu arada sizi de etkiliyor kitaplar. Kiminin çizimi, kiminin içeriği… Hatta bazıları çocuk kitabı olmasına rağmen sanki sizin için yazılmış gibi. Daha önce hiç düşünmediğiniz bir konu hakkında kocaman bir soru işaretini getirip bırakıyor zihninize. Ya da hiç görmediğinizi gösteriyor birkaç çizimle. Duymadığınızı okuyuveriyorsunuz satırlarında ve o çocuk kitabı “SİZİ DEĞİŞTİRİYOR”.

Yaşımız kaç olursa olsun öğreneceğimiz çok şey var hayatta. İşte bazen “o şeyi” “bir çocuk kitabı” öğretiyor bize.

Hepi Topu Bir Tekir isimli kitap işte tam da bu türden. Büyükler için yazılmış, öğreten ve değiştiren bir kitap.

Bu kitabın kahramanı bir kedi. Adı Tekir. Pisi bıyıkları, kulakları ve patileriyle hepi topu bir tekir.

Kitapta Tekir, önce bir çocuğun, ardından köpek, tilki, balık, fare, arı, kuş, pire, kokarca, yılan, solucan ve yarasanın gözüyle resmedilmiş .

Son olarak Tekir, göl kıyısına geldiğinde kendi yansımasını görmüş. Ve kitap burada bitirilmiş.

Bu kadar basit bir içerik bize bir hayat dersi veriyor aslında: Hepimiz aynı şeye bakıyor olsak da gördüğümüz şeyler farklıdır. Evet evet, yanlış okumadınız. Aynı nesneye bakar, aynı insanla muhatap olur veya aynı olaya şahitlik ederiz. Fakat farklı şeyler görür, farklı özelliklere odaklanır, farklı düşüncelere kapılıp farklı yorumlar yaparız.

Açalım biraz daha:

Çocuklarına hep başkalarının kıyafetlerini giydiren bir kişiyle tanışırız. Birimiz bunu “eli sıkılık” olarak ifade ederken bir diğerimiz “kanaat” olarak tanımlayabilmektedir. Veya bir çift arasındaki tartışmaya şahit oluruz. “Kim haklı?” sorusu üzerine konuşurken bir de bakarız ki onları bırakmış, biz tartışıyoruz. Yani kimimiz hanımı haklı görürken kimimiz beyi haklı buluyoruz.

Peki, neden? Cevap, “bakış açısı” kavramında saklı.

Şahit olduğumuz olay aynı olabilir. Fakat şahit olanların “bakış açıları” farklı olduğu için ortak bir sonuca ulaşmak her zaman mümkün değildir.

Öyleyse nedir bakış açısı?

Bakış açısı; sahip olduğumuz hayat tecrübesi, kültür, yaş, cinsiyet, ruh hâli ve bulunduğumuz yere göre algılama, idrak etme ve yargılama tavrıdır. Bir de tersten okuyalım cümleyi: Bizler bir şeyi algılarken, idrak eder ve yargılarken; hayat tecrübemiz, kültürümüz, yaşımız ve ruh hâlimiz, sonucu etkilemektedir. Gördüğümüz -tümüyle- nereden ve nasıl baktığımız; yani bakış açımızla alakalıdır. Hâl böyle olunca gördüğümüz şeyi, aslında olduğu gibi değil, olduğumuz gibi görürüz.

Tıpkı kitapta resmedildiği gibi… Kedimiz her canlının gözünden farklı görünmektedir. Bu, insanoğlu için de geçerlidir. Herkes sizi kendi bakış açısı çerçevesinde görür, tanır, tanımlar. Sadece gördüklerimiz değil, duyup aktardıklarımız da bakış açımızdan azade değildir. Duyarız; duyduğumuzu kendi ön kabullerimiz, tecrübelerimiz, anlayış seviyemiz, ruh hâlimiz ışığında anlarız. Anladığımız şey, her zaman muhatabımızın anlatmak istediği şey değildir. Zira biz onun anlattıklarını kendi süzgecimizle çoktan süzmüşüzdür.

Kitaba ve hayat dersine geri dönecek olursak:

“Biz, gördüğümüz şeyi olduğu gibi değil, olduğumuz gibi görüyoruz.” demiştik. O hâlde birinden hoşlanmadığımızı varsayalım.

Onu itici veya soğuk veya kibirli veya kıskanç veya havalı veya ihlassız veya hasetçi veya kaba… buluyor olalım.

1. Bu çıkarımlar bizim bakış açımızın bir sonucudur. Bir başkası emin olun aynı kişi hakkında tam aksi bir inanca sahiptir. Bizim gibi görmüyor, bizim gibi düşünmüyordur.

2. Bizim bakış açımız mutlak doğru değildir. Zira kişiden kişiye değişen bir bilgi mutlak olamaz. Görecelidir.

3. Muhatabımızı yukarıda saydığımız vasıflardan biriyle etiketlemiş olmamız, bu vasıflara ondan ziyade bizim namzet olduğumuzu gösterir. Çünkü o etiket, bizim ürünümüzdür. Bakış açımızın ürünü…

Kitap kedinin kendi yansımasını gölde görmesiyle bitiyor, demiştik.

Burada da takdire şayan bir çizim ve akabinde ders var: Göldeki yansıma kedinin tam görünümünü yansıtmıyor. Nasıl ki başkalarının gözünde biz ve bize dair bilgi, yorum ya da kanaat; gerçeği yansıtmıyorsa -belki gerçeğin bir cüzünü yansıtabilir- kendi gözümüzden kendimize bakışımız da maalesef her zaman gerçeği yansıtmıyor. Çünkü insanoğlu kendisine eksikliği hiç yakıştıramıyor. Kendisini dev aynasında görebiliyor. Ya da kimileri kendisini yetersiz, değersiz, çirkin, beceriksiz görebiliyor.

Her ikisi de hatalı tutumlardır. Doğru olan ise kişinin kendisiyle yüzleşmesi; eksiklerini görmeye çalışması; varsa faziletleri, bunu Allah’ın (cc) büyük bir nimeti olarak görüp çokça şükretmesi, ancak faziletlerinden ziyade eksikleriyle meşgul olmasıdır. Belki o zaman sudaki aksimize bakıp “İşte bu benim!” diyebiliriz.

Tüm bunlar Hepi Topu Bir Tekir kitabindan benim çıkardığım derslerdir. Yani benim bakış açım. Bakalım siz okuduğunuzda neler takılacak gözünüze?

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver