Büyük Resmi Tek Kareye Sığdıran Objektif Gezi Parkı Olayları

 

Bir ayı aşkın bir süredir Gezi Parkı olayları Türkiye gündemini meşgul ediyor.

Çevreci bir hassasiyetle başladığı düşünülen olaylar rüzgarın büyüttüğü yangın misali, ülkenin dört bir yanını kuşattı. Kısa zaman içinde meselenin birkaç ağaçtan ibaret olmadığı anlaşıldı. İçte ve dışta dost sanılanlar da dahil, bir AKP karşıtlığına dönüştü olaylar. Ülkenin resmen bittiği tescillenen devrimci, sol, liberal ve demokratları Türkiye’de Tahrir Meydanı üretme hayali peşinde koştular. Olaylarla ilgili birçok senaryo yazıldı. Programlar yapıldı. Kimileri olayın tamamen dış mihraklarla ilintili olduğunu savunurken; bir diğer kesim olayı sosyolojiyle açıklama yolunu tuttu. Bu vesileyle AKP’den rahatsız olan tüm kesimlerin rahatsızlık sebepleri açıklanmış oldu.

Tabi bu İslamî camia için de ilginç bir sınavdı. AKP tağutluktan, Müslümanları temsil eden hükümet mertebesine terfi etti(!) AKP’nin İslam’la taban tabana zıt iç ve dış siyaseti, İslamî argümanlarla desteklendi. Hatta daha ileri gidip, yaşananları Ahzab gününe benzeten ve AKP’yi Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem pak siretine kıyas edenler de oldu.

Olayların Seyri

Olaylar gezi parkında yapılan eylemlerle başladı. Tepkinin, ilk etapta polisin orantısız güç kullanımı nedeniyle büyüdüğü düşünülürken, daha sonra planlı bir eylemin kendini hissettirmesiyle, bunun asıl etken olmadığı anlaşıldı.

Sosyal medya devreye girdi. Olaylar abartıldıkça abartıldı. Televizyon ekranlarından olayı izleyenler Türkiye’de bir iç savaş çıktığını zannettiler.

Ardından dünya basını devreye girdi. Türkiye’deki olaylar, haber bültenlerinde ilk sırayı almıştı. Manşetler Gezi Parkı için atılıyordu. Türkiye’de hak ve özgürlük arayan gençler ve onlara bu hakkı tanımayan bir hükümet vardı. Düne kadar ülkenin demokratik ve ekonomik gelişmelerini üçüncü dünya ülkelerine örnek gösteren medya araçları, şimdi diktatörlükten söz ediyorlardı. Tayyip Erdoğan’a övgüler düzen küresel yayınlar, onu halkına zulmeden bir padişah şeklinde tasvir etmeye başladılar.

Daha ilginç olanı ise Arap halkların ayaklanması günlerine benzer bir gelişmenin yaşanmasıydı. Twitter sahipleri Gezi Parkı için atılan tweetleri, retweetleyerek kendi sayfasından yayınladı. Böylece tüm dünyada milyonlarca insanın gündemine bu mesele sokulmuş oldu.Ve o günlerde üç milyona yakın tweet atıldı.

CNN, BBC gibi tüm dünyanın yakından takip ettiği kanallar yalan haberler yapmaya başladı.Yalan olduğu dakikalar sonra anlaşılacak açıklıktaki haberleri, hiç çekinmeden yayınladılar. Daha ilginç olanı Türkiye’ye savaş muhabirlerini yolladılar.

Aynı günlerde, otellerden ve meydanlardan birçok yabancı uyruklu insan toplandı.

Gerek görsel ve yazılı medyada, gerekse sosyal medyada yalan haberlerin ardı arkası kesilmedi. Özellikle sanatçı ve siyasetçilerin sahaya çıkmasıyla işin rengi değişti. Her çağ ve zamanda küfrün imamlığını üstlenen ve kavmin “mele”si olan bu zatlar, demeç ve tweetleriyle bu yalan haberlerin gündemde kalmasını sağladılar.

AKP olayları önemsemiyor gibi dursa da, ciddi sıkıntılar yaşadı. Öyle ki; Başbakan’ın sıkıntısı sesinden anlaşılıyordu. Nasıl olmasın? Olaylar 27 Mayıs’ta başlamıştı. ‘Üç beş çapulcunun eylemi’ dediği olaylar, her yanı kuşatmıştı. Dost bildiği ve memnun etmek için envai tavizler verdiği insanlar, eylemlerde baş roldeydi. Kutsal müttefiki olan cemaat, homurdanmaya başlamıştı. Kimisi otoriterleşmekten, kimi güç zehirlenmesi ve kibirden bahsediyordu. Daha ilginci cemaat adına silahşörlük yapanlar ‘bu millet Başbakan’a ‘one minute’ demelidir’ diyerek çok derin hesaplara işaret ediyorlardı. Bu lafın içinde ekonomik raconlar, Mavi Marmara’da hükümetin özür dilemeyi diretmesi, Hakan Fidan’ın İsrail’e rağmen Mit Başkanlığına getirilmesi, savcı krizi, kurumlardan cemaate yakın isimlerin tasfiyesine kadar o kadar mana gizliydi ki…

AKP, eylemcilerin temsilcileriyle görüşme, teskin edici açıklamalar yapma ve farklı isteklere cevap vermek suretiyle olayları yatıştırmaya çabaladı. Bir yandan Başbakan’ın burnundan kıl aldırmayan tavırları, öte yandan olayları yatıştırmak için hükümetin çabaları alıştığımız sahnelerdi. Zaten AKP’yi on yıldan fazla süren iktidarında başarıya götüren etkenlerden biri de buydu. Algı yönetiminde çok başarılıydı. En tavizkâr olduğu konularda dahi aksi yönde ve yüksek sesle açıklamalar yapmak suretiyle, kendi tabanını gücendirmemeye gayret gösteriyordu. Bunun en bariz örneğini Kürt sorununu çözmek için adım atılan ilk günlerde izledik. Bir yandan Başbakan, Abdullah Öcalan’ın asılmasından söz ediyordu. Öte yandan AKP İmralı’da Öcalan’la görüşmeler yapıyor, özerklik de dahil her türlü seçenek konuşuluyordu. Bu olayda da aynı siyaset izlendi. Hükümet bir çok koldan bu olayları teskin için tavizler verirken, meydanlardan eylemcilere meydan okuyordu Başbakan. Böylece tabana güçlü olduklarının ve böylesi basit olayların onları yıldıramayacağı mesajını veriyordu.

Sosyal hadiseleri tek bir nedene bağlamak her zaman yanlıştır. Birden fazla kitleyi harekete geçiren sosyal fay hatlarının kırılması, tek nedenle olmaz. Birden fazla etkenin bir araya getirdiği insanların hedefi, tekti: ‘Hükümetin düşürülüp yerine yeni bir yönetim ikame etmek.’

Olaylarda özellikle dış bağlantıyı görmemezlikten gelemeyiz. Ancak bir kayıt zikretmek zorundayız. Her ne kadar dış etkenlerin güçlü olduğu olaylar yaşanmış olsa da bunun içeride karşılığı da görülmelidir. Tamamen dış etkenlerle ortaya çıkan hiçbir hadise, bunca taraftar toplayamaz. Dışardan bu işin organizesine iştirak edenler, içerde karşılık bulacak sebepleri ön plana çıkardılar. Ve özellikle medya aracılığıyla bu süreci etkili bir biçimde yönettiler.

Peki dışarıda Türkiye aleyhine oluşan rahatsızlık neydi;

Kürt sorununda çözüm aşamasına gelinmiş olması

Başbakan’ın olayların akabinde ilk telaffuz ettiği cümlelerden biri buydu. Bir asırdır engelsiz olarak dünyayı yönetmeye alışmış küresel tuğyan, bu olaydan rahatsızlık duymuştu. Ortadoğu onlar için hem itikadi hem de ekonomik bir cazibe merkeziydi. Bu bölgeyi ilk günden bu yana karışıklık ve kaos yöntemiyle kontrol ettiler. İçerde var olan kaosa sürekli müdahalede bulunarak barış, demokrasi ve özgürlük adına ülkeleri şekillendirdiler.

Ortadoğu’da, Batı’nın en ciddi yatırım yaptığı güç PKK idi. Yıllarca siyasi ve askeri mücadelesine destek verdi. Dolaylı ve direkt olarak ekonomik yardımlarda bulundu. PKK’nın batı ülkelerinde her türlü çalışmasına göz yumuldu. Bu batının PKK’ya yatırımıydı. Yoksa baştan sona insanlık katliamı yapan Batı’nın, insan hakları gibi bir derdi yoktu. Batı’nın Afrika ülkelerinde sebep olduğu kıyımlar ve sömürü, herkesin malumuydu.

Karışıklık çıkarmak istediği zaman PKK’yı harekete geçiriyor ve böylece istediği müdahalelerde bulunuyordu. Bu sorunun çözülmesi Batı’nın kaos etkenlerinin bitmesi anlamına gelmese de, uzun yıllar yaptığı yatırımların boşa çıkmasıydı. Çözüm süreciyle beraber bitecek olan mağduriyet taleplerine karşılık, yeni mağduriyet talepleri ortaya kondu.

Bunun yanında herkesin bildiği PKK’nın ‘devrimci halk’ zaafı vardı. Çözüm süreci adına yapılan ilk girişimler Arap baharıyla beraber PKK tarafından baltalanmıştı. Devrimci halk gösterileriyle Kürdistan’da bir Tahrir Meydanı oluşturup tam bağımsızlıktan söz etmeye başlamışlardı. İstedikleri olmayınca ‘biz bilmeyiz önderlik bilir’ safsatasıyla masaya geri dönmüşlerdi. Birileri bu karışıklıkta PKK’nın eski zafiyetini gösterip, devrimci hayallerle masayı tekmeleyebileceğini hesaplamış olabilir.

Türkiye’de yaşanan ekonomik gelişmeler

Küresel tuğyanın ülkelerde söz sahibi olma araçlarının başında ekonomi gelir şüphesiz. Ülkeleri borçlandırma ve üretimde zayıflaştırarak kendine muhtaç bırakma en bilindik yöntemlerindendir.

Türkiye, Mayıs ayında IMF’ye olan borcunu bitirdi. Bu, Türkiye’nin ekonomik olarak güç haline geldiği ve bağımsızlığa doğru ilerleme kaydettiğini gösteriyordu. Başbakan’ın sürekli diline doladığı faiz lobisi de bu işin bir parçasıydı. Birileri ısrarla hayal mahsulü olduğunu diretse de, şu anda Avrupa’da yargılaması başlamış bir faiz lobisi davası var. Mesele çok ciddi. Kimi bankalar 1,5 milyar dolar, kimi 600 milyon dolar gibi cezalara rıza gösterip olayları ört pas etmeye kalksa da mesele yargıya intikal etti. Ve ‘libor skandalı’ olarak konuşulmaya devam ediyor. Türkiye’de bir çok bankanın, rekabet usulünü terk edip, anlaşmalı olarak faiz oranlarında oynama yapan bankalarla ilişkisi tespit edildi. Ekonomik anlamda bağımsızlaşan Türkiye demek, faiz lobisinin faiz oranlarına müdahale edememesi ve gelir kaybına uğraması demek..

Aynı dönemde Brezilya’da benzer olaylar yaşandı. İlginç olan Brezilya’nın da IMF’ye olan borcunu bitirmiş olması ve gösterdiği ekonomik gelişmelerdi.

Gezi parkı eylemcileri bazı taleplerde bulunmuştu. Bunlar: Taksim projesi dursun, tutuklular serbest bırakılsın, şiddet kullananlar hakkında soruşturma açılsın… Buraya kadar gayet makul olan talepler ilginç bir mecraya kaymış ve:

Üçüncü köprü projesi dursun,

Kanal İstanbul projesi dursun,

Yeni havalimanı projesi dursun,

Nükleer santraller yapılmasın gibi hiçbir aklın izah edemeyeceği talepler dillendirilmişti. Bu talepler birileri tarafından ellerine tutuşturulmuştu. İstanbul’u mega kent yapacak ve ülke ekonomisine ciddi katkısı olacak bu projelerle göstericilerin alıp veremediği neydi?

Bu projeler Türkiye’yi ileriye taşıyacak ve bağımlı olduğu birçok konuda ülkeyi batının pençesinden kurtaracaktı.Yeni girişimcilere cesaret verecek ve dıştan bağımsız projeler başlayacaktı.

Brezilya’da da eylem yapanlar benzer taleplerle meydana çıktılar: ‘2014 dünya kupası iptal edilsin.’ Oysa ülke ekonomisine ciddi anlamda katkısı olacak bir proje bu.

Bu benzer zamanlama, istekler ve ortaya çıkan netice meselenin dış bağlantısını anlamaya yardımcı oluyor.

Alınması gerken dersler:

1. AKP bugüne dek razı etmek istediği kesimlerden ciddi bir darbe yemiştir. Ve bu olaylardan ders alıp siyasetini gözden geçirmelidir. Başbakan’ın, özellikle sanatçılara yönelik; ‘On yıllık iktidarımızda ne istediniz de alamadınız?’ sitemi bunu göstermektedir.

İçerde razı etmeye çalışıp, darbe yediklerinin yanında; dışarıdaki dostları da AKP’ye sırt çevirmiş, tökezlediği ilk fırsatta ‘vurun abalıya’ siyasetiyle hareket etmişlerdir.

AKP, bize göre gayr-ı İslamî bir yönetimdir. Ve Allah’ın şeriatıyla hükmetmeyen her yönetim gibi, meşru değildir. Ancak Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem, kavmine akrabalık bağlarını hatırlattığı gibi biz de AKP’ye inandığını iddia ettiği Kur’an’dan şu ayetleri hatırlatırız:

“Kitap ehlinden olan kafirler ve müşrikler, Rabbinizden üzerinize bir hayrın indirilmesini arzu etmezler. Allah ise, dilediğine rahmetini tahsis eder. Allah büyük fazl sahibidir.” (2/Bakara, 105)

“Onların dinlerine uymadıkça yahudiler ve hristiyanlar senden memnun olmazlar. De ki: ‘Gerçek hidayet Allah’ın hidayetidir.’ Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyarsan Allah’tan sana ne bir koruyucu ne de bir yardımcı bulabilirsin.” (2/Bakara, 120)

2. AKP, cemaat diye bilinen grubu razı etmek için bir çok haksızlıklara göz yumdu. Bu cemaatin sayısal çoğunluğunu oy, yetişmiş ve sisteme sızmış elamanlarını hazır kadro olarak telakki etti. Bu cemaatin ‘İslam’ı sadece biz temsil ederiz, bizim dışımızda İslam’ı temsil etme iddiasında bulunan tüm yapılar yanlış temsil ediyorlar. Batının İslam’ı radikal olarak algılamasına yardımcı oluyor ve bizim bu anlamda yaptığımız çalışmaları heder ediyorlar’ mantığıyla diğer cemaatlere verdiği zararları görmezden geldiler.

Oysa olayların başlamasıyla beraber cemaat homurdanmaya başladı. Açıktan olmasa da sürekli eleştiri yapmakla eylemcilere destek verdiler. Aslında göz ardı edilmemesi gereken bir iddia vardı. Cemaat mensuplarının polis teşkilatı içindeki sayısal çoğunluğu çoğu kişinin malumu. Savcı krizi ve Reyhanlı olaylarından sonra AKP, yetkili çoğu ismi doğu illerine atamak veya görevden almakla cemaatin elini zayıflattı. Ancak normal memuriyet olarak hala güçlü oldukları biliniyor. Göstericilere uygulanan şiddetin ve kullanılan orantısız gücün olayların büyümesindeki kısmi etkisi biliniyor. Burada polisin kasıtlı olarak böyle bir şey yaptığı ve hükümeti zora sokmak istediği de iddialar arasında.

Oysa bu cemaatin mağdur ettiği ve türlü komplolarla zarar verdiği camiaların hiç biri bu olaylara destek vermedi. AKP’nin bu anlamdaki siyasetini gözden geçirmesi ve bu olaylardan ders alması onun yararınadır.

Bu konuda inandıklarını iddia ettikleri Allah Rasûlü’nden bir hadis zikretmek yararlı olacaktır.

“Kureyş’in ileri gelenlerinden Fâtime-i Mahzûme isminde bir kadın hırsızlık yapmıştı. İnsanlar, ‘Bunu Rasûlullah’a affettirmek için kim aracı olacak?, olsa olsa Peygamberin gözbebeği Usame b. Zeyd olur’, diyerek. Peygamberin azatlı kölesi Zeyd’in oğlu Usame’den aracı olmasını istediler. O da Rasûlullah’a durumu arz etti. Bunun üzerine Allah Rasûlü; ‘Sen bana Allah’ın koyduğu bir cezayı affetmem için mi aracı oluyorsun?’ diyerek kalktı ve insanlara şöyle hitap etti: ‘Sizden önceki milletler şu yüzden helak olmuşlardı; onların soylu ve zenginleri bir suç işlediklerinde onu affettiler, onların zayıfları suç işlediğinde ise hemen cezasını verdiler. Allah’a yemin olsun ki, şayet bu suçu Muhammed’in kızı Fatıma da işlemiş olsaydı, ona da cezasını verirdim.’ ” (Buhari)

Bu, İslam’ın adalet anlayışıdır. Ve yönetici olan insanların adil olması gerekmektedir. İslamî olmayan yönetimlerde de bu geçerlidir. Kalıcı olmak isteyen adaletli olmak zorundadır. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem adaletinden dolayı Necaşi’yi övdüğü ve ashabını onun ülkesine gönderdiği malumdur.

Ve aynı zamanda biz Müslümanların, içinde Allah’ın subhanehu ve teâlâ olmadığı ittifaklara bakışımız açısından da bu hadise önemlidir. Çıkar üzere kurulu ve gözleri kamaştıran ittifaklar çok basit şekilde dağılabiliyor. Gerek hükümetin Batılı ülkelerle olan ittifakı, gerek içeride cemaatle olan ittifakı bunun örneklerindendir. Rabbimiz bu türden ittifakları “örümcek ağına” benzetiyor. Örümcek ağı, şekil itibariyle insanı etkiler. Lakin en zayıf yapıdır aynı zamanda. En basit rüzgarda tüm göz alıcılığına rağmen yerle bir olur.

“Allah’tan başkalarını dost edinenlerin durumu, kendine bir ev edinen örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise şüphesiz örümcek evidir. Keşke bilselerdi!” (29/Ankebut, 41)

3. Gerek Arap Baharı denilen süreç, gerek Gezi Parkı olayları göstermiştir ki; sosyal medya kullanımı Müslümanların gündeminde olmalıdır. Özellikle toplumları etkileyip onlara öncülük etmek isteyen Müslümanlar, davet ve sosyal olayların yönetiminde bu meşru aracı kullanmalıdır. Bunun ilk şartı, bu alanda meziyet sahibi Müslümanların sorumluluk alması ve kendini en iyi şekilde yetiştirmeleridir. Gereksiz tartışmalar, forum sayfaları ve sohbet odalarında öldürülen anlamsız vakitlere şahitlik ediyoruz malesef. İnternetle arasına mesafe koyamayan kardeşlerimizin en azından bu alandaki hazırlıklarını tamamlamaları gerekmektedir. Günü geldiğinde bu alandaki yeteneklerinden tüm Müslümanların faydalanacağını düşünmelidirler.

4. Yalan habercilikle kitlelerin nasıl galeyana getirildiğine şahit olduk. Günümüzün en etkin silahlarından olan medya, dikkatimizi çekmelidir. Müslümanların radyo, dergi, gazete, internet haberciliği ve en üst perde olan televizyonculuk konusunda projeleri olmalıdır. Meşhur tabirle ‘haber yoktur haberci vardır’ sözünü bir kez daha yaşadık. En basit haberin, haberci elinde nasıl da vahşet görüntüsüne dönüştüğüne şahit olduk.

Başkalarının kendini doğru tanımasını isteyen Müslümanların bu alana ayrıca önem vermesinin zarureti, izahtan varestedir. Kendini tanıtmak için gerekli araçlara sahip olmayanların başkaları tarafından, istenildiği gibi tanıtılacağı aşikardır.

5. Bu olaylar müşriklerin akılsızlığını bir kez daha ortaya koymuştur. Allah subhanehu ve teâlâ kıyamet sahnelerinde onların iman etmeyişlerini, akılsızlıklarına bağlamıştır.

“Ve derler ki: ‘Eğer dinlemiş olsaydık ya da akıl etmiş olsaydık, şu çılgınca yanan ateşin halkı arasında olmayacaktık.’ ” (67/Mülk, 9)

Allah subhanehu ve teâlâ insanı selim fıtratla yaratmıştır. Şirkle fıtratını bozan insanların Allah’ın subhanehu ve teâlâ yarattığı aklı muhafaza etmeleri mümkün değildir. Hanif fıtratı şirk ve küfürle örten insan, başta akıl olmak üzere Allah’ın bahşettiği birçok nimetten ceza olarak mahrum kalmıştır.

Meydanlara çıkan insanlar ‘çevre ve ağaç’ diyorlar. Oysa yanlarında onlara destek olan ve imkanlarını onlara açan şirketlerin çevreyi katleden fabrikaların sahipleri olduğunu unutuyorlar. ‘Emek, hak, özgürlük ve sınıf farkına hayır’ diyorlar. Ancak meydanlarda omuz omuza oldukları insanların sömürü çarkının mimarları olduğunu unutuyorlar. Emeğe, işçiye ve sınıf farkına karşı olanların banka sahipleri olduğunu mu düşünüyorlar?

Ağaç deyip önde yürüyen sanatçıların gösteriş için hayvanların vahşice katledilmesine ön ayak olduğunu unutuyorlar. Giydikleri kürklerin ve kullandıkları makyaj malzemelerinin nereden temin edildiğini sanıyorlar?

Afganistan’ı işgal eden, Irak’ta milyonları katleden ABD’nin, Afrika’yı yüzyıldır sömüren Avrupa’yla insan hakları ve demokrasi söylemiyle aynı şeyleri talep ettiklerini görmüyorlar.

Bu akılsızlık onların Allah’a şirk koşmalarının doğal neticesidir. Ataları olan Ebu Cehil’de insanlara diyordu ki; “Şayet sizin gibi insan olan birine tabi olursanız hüsrana uğrarsınız.” (23/Müminun, 34)

Ancak insanların kendine tabi olmasını istiyordu. Ve o günün akılsızlarından kimse çıkıp da: ‘Madem o insan olduğu için tabi olmamamız gerekiyor, öyleyse sana ne diye tabi olacağız? Sende insan değil misin?’

6. Bu maddeler içinde en çok düşünülmesi gereken bu olayların deneme olma ihtimalidir. Çünkü büyük olayların öncesinde zemin yoklaması yapılır. Devam etme ihtimali yüksek olan olayların kesilmesi ve eylemin en etkili olduğu zamanda eylemlere son verilmesi bu ihtimali kuvvetlendirmektedir. Böyle bir ihtimal büyük olayların yaşanacağı anlamına gelir. Özellikle Suriye’nin geleceğine endeksli olarak düşünülen şeyler olabilir. Batı’nın Suriye konusunda Türkiye’yle aynı düşünmediği ve bu siyaset farkından kaynaklı sürecin uzaması ne zamandır konuşuluyor.

Ancak burada altını çizmek istediğimiz bir nokta var: Umuyoruz ki bu olaylar Suriye’de cihad eden kardeşlerimizin yararınadır. Suriye’ye özellikle İran, Rusya ve Hizbul-LAT müdahalesiyle çok farklı bir hal aldı süreç. Muhtemelen sona doğru yaklaşılıyor.

AKP, şu ana kadar Batı olmadan hareket etmemeye özen gösterdi. Suriye politikasında yalnız kalmaktan ve bu meselede taşın altına tek başına elini koymaktan çekiniyordu. Ancak Batı’nın, Suriye’nin geleceğinde Müslümanları görmek istemediği biliniyor. AKP ise süreci İslamcı muhalefetle yürütmek istiyor. Çünkü Suriye gibi onlarca yıl etkisi sürecek bir meselede güvenebileceği tek seçenek İslamî muhalefettir.

Bütün bunlara rağmen AKP’nin devlet mantığıyla hareket ettiğini biliyoruz. Siyasetinde çok keskin manevralar yapabiliyor. Bugün direkt olmasa da sınırları açmak suretiyle Müslümanlara yardımcı oluyor. Ancak Batı’nın baskısı ve çıkarlarının tehlikeye girmesiyle bu siyasetini değiştirebileceği de bir gerçek.

Bu olaylarla beraber gerek ABD, gerek Avrupa’nın AKP dostluğunun yalan olduğu, hükümet tarafından idrak edildi. Birçok övgü ve dostluk gösterisinin hakikaten uzak olduğu açığa çıktı.

Umarız bu durum Suriye’de devam eden cihada fayda sağlar. AKP bu olaylar neticesinde siyasetini Avrupa’ya göre değil, şu ana kadar olduğu gibi vicdani ve toplumsal değerlere göre sürdürür. Ve Batı’nın başka hesaplarla oynadığı bu oyun, kendi aleyhine döner.

“Onlar tuzak kurdular. Allah da tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.” (3/Ali İmran, 54)

“Onlar tuzaklar kurdular, ama Allah nezdinde de onlara tuzak var, isterse onların tuzakları dağları yerinden oynatacak olsun!” (14/İbrahim, 46)

Rabbimizden dileğimiz; bu olay ve her olayda bizleri basiret sahibi kılması ve bu olayı Müslümanlar için hayırlara vesile kılmasıdır. Şüphesiz ki O buna kadirdir…

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver