Boykot

 

Çok sessiz olmalıydık. Yoksa bütün planımız mahvolabilirdi. Müşriklerin sabah yaşayacakları şoku düşündükçe keyfimiz geliyordu. Elimizi çabuk tutmalıydık.

Tanınmamak için yüzlerimizi gıta ile sarmıştık. Ani bir durumla karşılaştığımızda kendimizi savunmak için taş toplamış, ceplerimize doldurmuştuk. Kölelerin el ve ayaklarındaki bağları çözmek için kesici aletlerimiz de yanımızdaydı. Her birimiz kırbalarımızı su ile doldurmuş, beslenme çantalarımıza onlara vereceğimiz küçük ekmek parçalarını ve hurmaları koymuştuk. Ha bir de çuval vardı yanımızda. İçinde ne mi var? Bebek, bez bebek. Çözdüğümüz her Müslüman kölenin yerine Mekkeli küçük kızlardan topladığımız bez bebekleri bağlayacaktık. Sabah bunu gören müşrikler öfkelenecek, biz ise keyiflenecektik.

Sessizlik ve gizlilik içinde kölelerin alıkonulup direklere bağlandığı yere ulaştık. Sözde bir muhafız koymuşlardı başlarına. İçip içip sızmıştı çoktan. Top patlasa bizi duyamazdı. Gecenin karanlığında önümüzü gökteki ay aydınlatıyordu. Bir kandil gibi göğe asılmış bize yol gösteriyordu sanki. İşte işkenceye tabi tutulan Müslüman kardeşlerimiz tam karşımızdaydı. Kimisi gün boyu yapılan işkenceden bitap düşmüş uyuyup kalmıştı, kimisi hâlâ el ve ayaklarını sıkan iplerin acısıyla inliyordu. Arkadaşlarımla anlaşmıştım. Önce babamı kurtaracaktım. Köleler arasında hızla gezinmeye başladım. Babam neredeydi? Onu tanıyabilecek miydim? Annem, babama benzediğimi söylerdi. Arkadaşlarım çoktan birçok kölenin el ve ayaklarındaki ipleri çözmüş onları özgürlüklerine kavuşturmuş, yerlerine bez bebekleri bağlamıştı. Hürriyetine kavuşan her Müslüman, diğer kardeşlerinin yardımına koşuyordu. Ben hâlâ babamı arıyordum. Tepede bir aşağı bir yukarı koşuyordum. Babam yoktu. Daha da hızlandım. Tıpkı İsmail’e su arayan Hacer annemiz gibiydim. Bir aşağıııııı… Bir yukarıııı… Yoktu… Hacer’i zemzem ile nimetlendiren Rabbim, beni de babam ile rızıklandırır mıydı acaba? Nerdesin baba? Babaaa… Babaaaaa!

— Rafi, Rafi uyan oğlum uyan.

— Babaaaa nerdesiiiin, babam yoook!

— Rüya gördün oğlum sadece rüya. Baban cennette.

— Anneee… Babamı kurtaramadım. Onu bulamadım. Ellerini çözemedim anneeee…

Rafi, gördüğü rüyanın etkisinde kalmıştı. Sarsıla sarsıla ağlıyordu. Babasını hiç görmemişti. Hasretinin tek sebebi buydu. Annesi ona sarılmış, başını okşuyordu. Ağlamasına müsaade etmişti ki içini döksün. Bu kadar hayalperest kıpır kıpır bir çocuğun yüreğinde baba hasretinin bu kadar derin olabileceğini hiç düşünmemişti. Nihayet Rafi ağlamaktan bitap düşmüş, annesinin kollarında uyuyup kalmıştı.

Günlerce rüyanın etkisinden kurtulamadı. Yemek yemiyor, kimseyle konuşmuyordu. Arkadaşları defalarca oyuna davet etmişti, katılmamıştı. Evlerinin önündeki hurma ağacının altındaki sedirde öylece oturuyor, düşünüyordu. Namaz vakitlerinde mescide gidip hemen geri dönüyordu.

Onun bu hâlini gören Peygamberin arkadaşlarından biri yanına gelerek oturdu. Rafi, onu çok seviyordu. Babasının arkadaşlarından, ilk Müslümanlardandı. Hâl hatır sorduktan sonra:

— Ey Uhud savaşçısı. Neyin var, dedi.

— Hiç…

— Hiç mi? Yapma, seni çok durgun görüyorum.

Rafi daha fazla dayanamayarak rüyasını anlattı.

— Babanı özlüyorsun…

— …

— Biliyor musun Rafi, ben de babamı o tepede kaybettim.

Rafi’nin konuşmasını beklemeden anlatmaya başladı.

Eşimle imanımızı gizliyorduk. Müşrikler bizden hiç şüphelenmemişti. Ancak bu durum bizi rahatsız etmeye başladı. Kardeşlerimiz acı çekerken biz rahattık, bu nedenle dışarı çıkmaya utanıyorduk. Onların hâli bizi üzüyordu. Bir gün müşrikler, tek tek işkence ederek bir sonuca varamadıklarını anladılar. Toplanıp bir karar aldılar. Bundan böyle hiçbir Müslümanla konuşulmayacak. Kız alınıp verilmeyecek. Yiyecek, içecek alışverişi yapılmayacak. Ticaret yapılmayacak.

Bu kararları yazarak Kâbe’nin duvarına astılar. Müslümanlar başta pek etkilenmedi bu durumdan. Ancak ambarlarda yiyecekler tükenmeye başlayınca sıkıntılar da başladı. Canım Peygamberimiz de dahil olmak üzere Müslümanların çoğu bir mahallede toplandılar. Herkes elindekini avucundakini kardeşiyle paylaşıyordu fakat nereye kadar?

Mahalleye gizliden gizliye sokulan erzak ve eşyalar hayat gibiydi… Gecenin bir yarısı açlıktan bitkin bitkin yatarken sahipsiz, sırtı tıka basa erzak ile yüklenmiş bir deve giriyordu mahalleye. Nasıl seviniyorduk biliyor musun? Payımıza bir hurma bile düşse Allah’a hamd ediyorduk. Fakat Mekkeli müşrikler bundan haberdar olunca güvenliği arttırdılar. Etrafımızda kuş uçurtmuyorlardı. Öyle zor günlerdi ki Rafi anlatamam… Yiyecek bir şey bulamayınca otları, ağaçların yapraklarını yemeye başladık. Dilimiz dudağımız hep yara olmuştu.

Bebeklerin ağlaması hâlâ kulaklarımda. Annelerin açlıktan sütü kesilmişti. Ve bebekler açlıktan ağlıyordu. Tabi bizim kadar dayanmadılar. Birer birer can verdiler o çocuklar…

— Bunları hiç duymamıştım.

— Bir gece karanlıkta açlığımızı unutmak için yürüyorduk. Sa’d bin Ebi Vakkas da yanımdaydı. Bir anda durdu ve ‘Ayağıma bir şey değdi’ dedi.

— Neymiş değen?

— Yerden aldı. Çok karanlıktı, ortadan böldü ve ikimizde ağzımıza attık onu. Islakça bir şeydi.

— İnanamıyorum! Ne olduğunu bilmiyorsunuz ve onu yediniz.

— O kadar açtık ki ne olduğu önemli değildi.

— Belki bir böcek ölüsü, belki bir leş…

— Fark etmez, biraz da olsa açlığımız ve susuzluğumuz gitmişti.

— Subhanallah… Baban? Babandan bahsedecektin.

— Babam yaşlıydı. Kavminde hatırı sayılır bir adamdı. Müslüman olmadı. Fakat biz Müslümanlara yapılan bu boykota karşı çıktı. Çok mücadele verdi. Kimse onu dinlemedi. Peygamberin müşrik akrabaları olan Haşimoğulları ona destek vermek için mahalleye taşınınca babam da yanımıza geldi.

— Müşrikler Müslümanlara destek mi oldu?

— Biliyorsun Araplar ailelerine çok düşkündürler. Aile için kan dökerler. Onlar dinimizi kabullenmediler ama bize destek verdiler. Tabi babam yaşlıydı. Açlığa dayanamadı. Salgın hastalık da yayılınca vefat etti.

— İman etti mi?

— Hayır.

— O kadar sıkıntıya rağmen iman etmedi mi?

— Etmedi. Bak şimdi ikimiz arasındaki farkı görüyor musun? İkimizde yetim kaldık. Ama senin baban cennete gitti benimki ise ateşe…

— Üzülüyor musun?

— Elbette. Ona çok anlattım. Ama kavmimin dininden dönmem dedi.

— Peki sonra ne oldu?

— Mekke’nin zenginlerinden birkaç kişi kendi aralarında bu boykotu kaldırmak için karar almış. Kâbe’ye gidip oturmuşlar. Biri çıkıp: ‘Akrabalarımız ölüyor, nerede akrabalık bağı’ demiş. Bir diğeri de çıkarak: ‘Haklısın bu boykot bitmeli’ demiş. Sonra biri daha sonra bir başka biri çıkmış… Mekke’nin azılıları bu bir oyun dese de bu yedi kişi, alınan kararların yazılı olduğu kağıdı sökmek için ayaklanmış. Bir de ne görsünler! Küçük kurtçuklar kâğıdı kıtır kıtır yemiş, kâğıttan geriye sadece Allah’ın adıyla kısmı kalmış…

— Aaaa ne güzel.

— Evet böylelikle üç yıllık açlık son bulmuş oldu.

— Allah kullarını hep sıkıntılarla denemiş değil mi?

— Evet… İmanda sadakatin ölçüsü, sıkıntılara sabretmek ya da edememektedir.

— Rabbim bizleri sabreden kullarından eylesin.

— Amin Rafi, amin… Namaz vakti. Haydi mescide gidelim.

— Önce sana biraz hurma ikram edeyim. Peygamberimiz: ‘Allah’a ve ahiret gününe inanan misafirine ikramda bulunsun’ buyurdu.

— Hiç düşünmeyeceksin sandım…

— Hemen getiriyorum.

Rafi’nin içi biraz da olsa soğumuştu. Öyle veya böyle herkeste bir hasret vardı demek ki… Şükür ki Rafi, babasını cennette görebilecekti.

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver