Ben-i Kaynuka Gazvesi

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a, salât ve selam, O’nun Resûl’üne olsun.

Allah Resûlü’nün (sav), Medine’ye hicret ettiğinde karşılaştığı topluluklardan biri de Yahudilerdi. Ekonomiyi elinde bulunduran, aynı zamanda zanaatkâr bir toplum olan Yahudiler üç ayrı kabileden müteşekkildi: Ben-i Kaynuka, Ben-i Nadir, Ben-i Kureyza. Bu üç kabile Medine’de on yıllardır aralarında sorunlar olan ve sürekli savaşan Evs ve Hazrec Kabilelerinin savaşlarını körüklüyor ve bu vesileyle hâkimiyetlerini sağlamlaştırıyorlardı.

Allah Resûlü’nün hicretiyle beraber Yahudi topluluklar büyük bir darbe aldılar. Evs ve Hazrec birleşmiş, Ehl-i Kitap tek topluluk olma özelliklerini kaybetmişti. Daha da önemlisi onların nasıl bir millet olduğunu haber veren vahiy, kesintisiz bir şekilde iniyordu. Yaşanan hadiseler ve nazil olan ayetler eksiksiz bir şekilde Yahudi portresini Medine toplumunun önüne çıkartıyordu:

“Kendilerine bir delil gelmemesine rağmen, Allah’ın ayetleri hakkında tartışanlar (var ya)! Onların göğüslerinde kendisine asla ulaşamayacakları bir kibirden başkası yoktur. (Öyleyse) Allah’a sığın. Şüphesiz ki O (evet o), (işiten ve dualara icabet eden) Es-Semi’, (her şeyi gören) El-Basîr’dir.”

“Korunaklı şehirler ve duvar gerisi (siperler) olmaksızın, sizinle topluca (göğüs göğüse) savaşmazlar. Kendi aralarındaki savaşları çetindir. Sen, onları bir(lik beraberlik içinde) sanırsın. Oysa kalpleri paramparçadır. Bu, onların akletmeyen bir topluluk olmasındandır.”

“Andolsun ki onları dünya hayatına karşı en istekli/hırslı olanlar olarak bulacaksın. (Öyle ki) müşriklerden bile daha düşkündürler dünyaya. Onlardan her biri bin sene yaşamak ister. Ona bu kadar ömür verilmesi onu azaptan kurtaracak değildir. Allah onların yaptıklarını görendir.”

“Onlar yalana kulak veren, rüşvet/haram yiyenlerdir. Şayet sana gelirlerse onların arasında hükmet ya da onlardan yüz çevir. Onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir zarar veremezler. Şayet hükmedecek olursan aralarında adaletle hükmet. Şüphesiz ki Allah, adil olanları sever.”

“Sözlerini bozmaları sebebiyle onlara lanet ettik ve kalplerini katı kıldık. Kelimeleri yerinden oynatarak tahrif ediyorlar. (Ayrıca) emrolundukları şeyden paylarına düşen (ameli) terk ettiler. Onların azı hariç sürekli olarak onlardan ihanet görürsün. (Buna rağmen) affet ve hoş gör. (Çünkü) Allah, muhsinleri/kulluğunu en güzel şekilde yapmaya çalışanları sever.”

“Yahudiler: ‘Allah’ın eli bağlanmıştır/eli sıkı bir cimridir.’ dediler. Söyledikleri (bu çirkin söz) nedeniyle elleri bağlandı ve lanetlendiler. (Hayır, öyle değil!) Bilakis, Allah’ın iki eli de açıktır ve dilediği gibi harcar. Andolsun ki Rabbinden sana indirilen (bu Kur’ân), onların birçoğunun azgınlık ve küfrünü arttıracaktır. Biz, onların arasına kıyamete dek sürüp gidecek bir düşmanlık ve kin atmışızdır. Her ne zaman savaş ateşi yakmışlarsa Allah onu söndürmüştür. Yeryüzünde bozgunculuk için çabalarlar. Allah, bozguncuları sevmez.”

“Andolsun ki Allah, ‘Allah fakir, biz ise zenginiz.’ diyen kimselerin sözünü işitti. Onların söylediklerini ve haksız yere nebileri öldürmelerini yazacağız ve: ‘Yakıcı ateşin azabını tadın.’ diyeceğiz.”

“Andolsun ki, insanlar arasından iman edenlere en çetin düşman olarak Yahudileri ve müşrikleri bulacaksın. İman edenlere sevgi bakımından en yakın olanlarınsa ‘Biz Hristiyanlarız.’ diyen kimseler olduğunu bulacaksın. Bu, onların arasında (din bilgini) keşişlerin ve (ibadet ehli) rahiplerin olmasından ve onların (hakka tabi olma konusunda) büyüklenmemesindendir.”

“Ey iman edenler! Kendi dışınızda (sırlarınızı paylaşıp iç işlerinizden haberdar edeceğiniz kâfir) bir çevre edinmeyin. (Çünkü kâfirler) size zarar vermekten geri durmaz, sizin zora düşmenizi isterler. Kinleri ağızlarında belirmiştir. Sinelerinin sakladığı (kin) ise çok daha büyüktür. Şayet aklediyorsanız gerçekten size ayetlerimizi açıkladık.”

“Her nerede bulunurlarsa (bulunsunlar) -Allah’ın ahdine ve insanların emanına sığınanlar hariç- üzerlerine zillet (damgası) vurulmuş, Allah’ın gazabına uğramış ve üzerlerine yoksulluk damgası vurulmuştur. Bu (ceza), onların Allah’ın ayetlerine karşı kâfir olmaları ve nebileri haksız yere öldürmeleri nedeniyledir. Bu (ceza), onların isyanları ve haddi aşmaları sebebiyledir.”

Müminlere çizilen bu Yahudi portresi, beraberinde onların gerçek yüzlerini de ifşa etmişti. Allah Resûlü (sav) Medine’ye geldiğinde hem iç güvenliği sağlamak hem de Yahudilere iman etmeleri için fırsat tanımak amacıyla onlarla antlaşmalar yaptı. Allah Resûlü bu antlaşmalara harfiyen uyarken Yahudiler her fırsatta ihlal için özel çaba gösteriyorlardı. Peygamberimiz onlara nasihat ediyor ve laftan anlamayan bu bozguncu kavmi en selametli şekilde Medine’den defetmenin yollarını arıyordu.

Yahudi kabileleri içinde zanaatkârlıkları ve savaşçılıkları ile meşhur olan Ben-i Kaynuka Yahudileri, Allah Resûlü’nün (sav) harekât düzenlediği ilk gruptu. Buna neden olan olay ise Yahudilerin Müslim bir kadını taciz etmeleri sonrasında yaşananlardı.

Bu Müslim kadın Yahudilere ait bir dükkanda alışveriş yaparken Yahudiler ona fark ettirmeden elbisesini açtılar. Daha sonrasında da bu durumla dalga geçtiler. Olaya şahit olan bir Müslim bu Yahudileri öldürdü, daha sonra ise kendisi şehit edildi.

Yaşanan bu durum üzerine Allah Resûlü (sav) onlarla yapılan antlaşmayı feshetti ve kalelerine çekilen Ben-i Kaynuka Yahudilerini kuşattı. Kuşatmaya dayanamayan ve kalplerine korku inen Yahudiler, haklarında verilecek hükme razı olarak teslim oldular.

Tam bu aşamada karşımıza iki farklı ismin çıktığını görmekteyiz: Ubade ibni Samit (ra) ve Ubeyy ibni Selul.

Her ikisi de Ben-i Kaynuka Yahudileriyle ilişkileri, anlaşmaları ve geçmişleri olan kişilerdi. Ubeyy ibni Selul Yahudilerin esir alınmasından sonra onların öldürüleceğini anlayınca Peygamberimizin (sav) yanına geldi ve hiçbir Müslim’in kabul edemeyeceği bir üslup kullanarak Allah Resûlü’nü sıkıştırdı:

“Ben-i Kaynuka’nın müttefiki olan, münafıkların reisi Abdullah ibni Ubeyy ibni Selul çıkageldi. Peygamberimizin yanına gelerek, ‘Ya Muhammed! Benim müttefiklerime lütuf ve iyilikle muamele et!’ dedi.
Peygamberimiz, bu münafıkın sözlerini duymamazlıktan geldi. Bunun üzerine Abdullah ibni Ubeyy aynı sözlerini tekrarladı: ‘Ya Muhammed! Benim müttefiklerime lütuf ve iyilikle muamele et!’ Peygamberimiz bu sefer yüzünü çevirdi. Fakat, Abdullah ibni Ubeyy, aynı şeyleri tekrarlamaya devam etti. Bunun üzerine Peygamberimiz, ‘Çözün onları. Allah, onlara ve onlarla birlikte olanlara lanet etsin!’ buyurdu ve Kaynukaoğullarının öldürülmelerinden vazgeçip Medine’den Şam’a sürülmelerini emretti.”

Bu hadisenin üzerine şu ayetler indi:

“(Allah’ın kesin yasağına rağmen) kalplerinde hastalık bulunanların (onları dost edinmek için) koşuşturduğunu ve: ‘Başımıza bir musibet gelmesinden korkuyoruz.’ dediklerini görürsün. Umulur ki Allah, bir zafer ya da kendi katından bir (hüküm) getirir de içlerinde gizlediklerinden ötürü pişman olurlar. Müminler der ki: ‘Var güçleri ile yeminler edip sizinle beraber olduklarını söyleyen (ama sizin için hiçbir şey yapamayan dostlarınız) bunlar mı? (Onların) amelleri boşa gitmiştir. Hüsrana uğrayanlar olmuşlardır.’ Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, Allah (sizin yerinize) öyle bir topluluk getirir ki (Allah) onları sever, onlar da (Allah’ı) severler. Müminlere karşı alçak gönüllü/yumuşak huylu, kâfirlere karşı izzetlilerdir. Allah yolunda cihad ederler ve kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu, Allah’ın lütfudur. Allah onu dilediğine verir. Allah (ihsanı ve lütfu bütün varlığı kuşatacak kadar geniş olan) Vâsi’, (her şeyi bilen) Alîm’dir. Sizin dostunuz ancak Allah, Resûl’ü, namazı kılıp zekâtı veren ve rükû eden mümin kimselerdir. Kim de Allah’ı, Resûl’ünü ve müminleri dost edinirse şüphesiz ki Allah’ın taraftarları, kesinlikle üstün gelecek olanlardır.”

Avfoğullarından Ubade ibni Samit de (ra) öteden beri Ben-i Kaynuka’nın müttefikiydi. Peygamberimiz (sav) ile Abdullah ibni Ubeyy arasında geçenleri görünce, “Ya Resûlallah! Ben, Allah’ı, Peygamberini ve müminleri dost tutarım. Şu kâfırlerin müttefikliğinden ve dostluğundan uzaklaştım.” diyerek Ben-i Kaynuka Yahudileriyle olan müttefikliğini ve dostluğunu bıraktığını ilan etti. Bunun üzerine inen ayette şöyle buyuruldu:

“Ey iman edenler! Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudur. Sizden her kim onları dost edinirse muhakkak ki o da onlardandır. Şüphesiz ki Allah, zalimler topluluğunu hidayet etmez.” 

Ubade (ra), Allah ve Resûl’üne gönülden iman etmişti. Dostluğu ve düşmanlığı, maslahatı ve mefsedeti, her şeyiyle sınırların İslam’ın çizdiği şekilde olması gerektiğini biliyordu.

Ubeyy ibni Selul’ün İslam cemaatiyle ilişkisi ise menfaat temelliydi. Var olan kazancı kaybetmek istemediği için dâhil olduğu bu topluluk, kendisine fayda sağladığı müddetçe beraberlik devam edecekti.

İslam’ın çok kuvvetli olduğu zamanlar başta olmak üzere münafıklar her dönemde karşımıza çıkabilir. Öncelikle her birey nefsini yoklamalı, İslam ehliyle niçin beraber olduğunu iyice tetkik etmelidir. Allah’ın (cc) rızasını elde etmenin yerine menfaatler, kısa dönemli kazanımlar geçmişse o hâlde acil bir tedaviye ihtiyaç var demektir.

Ben-i Kaynuka Gazvesi’nden çıkaracağımız önemli derslerden biri de Allah Resûlü’nün (sav) savaşa karar verme zamanıdır. Yahudiler, Medine İslam Toplumu için her zaman tehlike arz ediyorlardı. Hain bir millet olmaları nedeniyle nerede ve nasıl zarar verebilecekleri kestirilemiyordu. Bu durumun farkında olan Allah Resûlü ıslah etmek, bu olmuyorsa zararı defetmek için çaba gösteriyordu. Ancak İslam cemaatinin daha yeni yeni güçlenmesi gibi etkenler nedeniyle doğru zamanda doğru adımı atmaya dikkat ediyordu.

Müslim bir kadına yapılan ahlaksız hareket, namus kavramının kuvvetli olduğu her toplumu rahatsız edeccek bir fiildi. Medine’de yaşayan farklı toplulukların da bu nedenle huzuru bozulmuş ve Allah Resûlü (sav) bunun üzerine harekâta başladığında kimse tepki göstermemişti. Sadece münafıkların başı Ubeyy ibni Selul, onlara verilecek cezaya karşı çıkmıştı. Bedir Zaferi’nin henüz taze olması, harekâtın kısa sürede bitmesi, Müslimlerin tek bir komutla hareket etme kabiliyetleri… bu zaferin etkenleri olmakla beraber Allah Resûlü’nün doğru zamanda doğru dinamikleri hesaba katarak savaşı başlatması çok mühimdir. Başlangıcı ve devamı İslam cemaatinin kontrolünde olan bu gazve, netice itibarıyla da istenen şekilde sonuçlanmıştır.

Allah Resûlü’nün (sav) bu harekât ile Medine’deki topluluklara verdiği diğer bir mesaj da tek bir ferdin dahi İslam cemaati için ne kadar önemli olduğunu göstermekti. Bir kadının örtüsü İslam’ın şiarıdır. Onu savunmak için akıtılan her kan azizdir. Gücü nispetinde bunun hesabını sormak, İslam devletlerinin önceliklerindendir.

Bununla birlikte antlaşmaları bozmayı ve neticesinde kimseye hesap vermemeyi ahlak edinmiş cahiliye toplumlarına da bir mesaj verilmişti: “Antlaşmalar kâğıt üzerinde kalması için yapılmaz. Akde uymamak, beraberinde yükümlülükler getirir.”

İslam cemaatinin bu yerinde adımları, sayıları az da olsa Peygamber (sav) ve ashabını Medine ve çevresindeki kabilelerin gözünde etkili bir pozisyona getirmişti.

Allah (cc) izin verirse gelecek yazımızda münafıkların Ben-i Kaynuka Gazvesi’ndeki tutumları üzerinden onların genel özelliklerini anlatmaya çalışacağız.

Davamızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdetmektir.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver