Bela ve İmtihan Fıkhı

İnsanları imtihan etmek suretiyle sadıklarla yalancıları ayıran Allah’a hamd olsun. Salât ve selam, en şiddetli belalara uğrayan Muhammed Mustafa’ya
sallallahu aleyhi ve sellem
ve ona en yakın ashabı ve etbaına olsun.

“İnsanlar, ‘inandık’ demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler? Andolsun, biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allah doğru söyleyenleri de mutlaka bilir, yalancıları da mutlaka bilir.”  (29/Ankebut, 2-3)

“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (67/Mülk, 2)

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.” (2/Bakara, 155)

“Andolsun, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah’a ortak koşanlardan üzücü birçok söz işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki, bunlar (yapmaya değer) azmi gerektiren işlerdendir.” (3/ Âl-i İmran, 186)

“Yoksa; Allah içinizden, Allah’tan, Rasûlü’nden ve müminlerden başkasını kendilerine sırdaş edinmeksizin cihad edenleri ayırt etmeden bırakılacağınızı mı sandınız? Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (9/Tevbe, 16)

“Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz.” (21/Enbiya, 35)

“Rasûlullah Kâbe’nin gölgesinde bir bürdeye yaslanmış otururken, gelip (müşriklerin yaptıklarından) şikâyette bulunduk: ‘Bize yardım etmiyor musun, bize dua etmiyor musun?’ dedik. Şu cevabı verdi: ‘Sizden önce öyleleri vardı ki, kişi yakalanıyor, onun için hazırlanan çukura konuyor, sonra getirilen bir testere ile başının ortasından ikiye bölünüyordu. Bazısı vardı, demir taraklarla taranıyor, vücudunda sadece et ve kemik kalıyordu. Bu yapılanlar onları dininden çeviremiyordu. Allah’a kasem olsun Allah bu dini tamamlayacaktır. Öyle ki, bir yolcu devesine bindi mi San’a’dan kalkıp Hadramevt’e kadar gidecek, Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmayacak, koyunu için de sadece kurttan korkacak. Ancak siz acele ediyorsunuz.!’ ” (Buhari)

Okuduğumuz hadis ve ayetler genelde insan olmanın, özelde İslam iddiası ve ispatının olmazsa olmazı olan imtihanların kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. Buradan yola çıkarak diyebiliriz ki, her Müslümanın bu kaçınılmaz hal öncesinde buna dair, vahye dayalı fıkhı öğrenmesi ve bu fıkhı pratikleştirmesi kaçınılmazdır. Allah subhanehu ve teâlâ insanları imtihana tabi tutacağını belirttiği gibi, onlara bu imtihanlarda nasıl bir yol izlemeleri gerektiğini hem teorik hem de kıssalar üzerinden pratikleştirerek öğretmiştir.

İmtihanlar İmanın İspatı için Şarttır

İman, sözde olduğu müddetçe iddiadır. Zatında ve sıfatlarında yüce (El-Aliy) olan Allah’ın subhanehu ve teâlâ, iddia boyutunda kalan şeyleri kabul etmeyeceği açıktır. Kişilerin iman iddialarında samimiyetlerinin göstergesi, yaşadıkları imtihanlarda imanlarını muhafaza etmeleri ve her halde kulluk bilinciyle hareket etmeleridir. Hallerin değişmesi, farklı halet-i ruhiyeler, zaman ve mekanın baskısı, insanın imanını zedelemiyorsa bu; insanda asıl olanın iman olduğunu ve hayatın bu ilke üzere kurulu olduğunu gösterir.

“İnsanlar, ‘inandık’ demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler? Andolsun, biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allah doğru söyleyenleri de mutlaka bilir, yalancıları da mutlaka bilir.” (29/Ankebut, 2-3)

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.” (2/Bakara, 155)

Allah subhanehu ve teâlâ yolunda türlü çilelere maruz kalan Müslümanlar, Allah’a hamd etmelidir. İmtihanlar, imanın kabul sürecinin başladığının ve Allah’ın onlara iddialarını ispat için fırsat sunduğunun göstergesidir. Bir ömür, iman iddiasında bulunmakla beraber sınanmayanlar, Allah düşmanlarının ve Allah’ın buğzederek yüz çevirdiği insanların yaşantısına benzer yaşayanlar korkmalıdır.

Her insan üç merhaleyle mükelleftir.

1. İman edip, iradeyle Allah’a

subhanehu ve teâlâ

kul olma

2. Şartlar ne olursa olsun iman ve kulluğu muhafaza etme

3. Bu hal üzere can verme

Birinci merhale, âlemlerin Rabbi olan Allah’ın subhanehu ve teâlâ elindedir. Hidayet eden de, saptıran da şanı yüce olan Allah’tır.

“Eğer Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet kılardı; ancak dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir. Yaptıklarınızdan muhakkak sorumlu tutulacaksınız.” (16/Nahl, 93)

İkinci merhale, insanla alakalıdır. Kişinin bela ve musibetlerde, vahye dayalı bir yol izlemesi ve Allah’ın subhanehu ve teâlâ rızasını talep etmesiyle alakalıdır. Bundan dolayı yukarıda verdiğimiz ayetlerde hitap, kulun kendinedir.

Üçüncü merhale, kişinin ikinci merhaledeki tutumuna göre Allah’ın subhanehu ve teâlâ ona yardım etmesi ve ayaklarını İslam üzere sabit kılmasıyla alakalıdır.

“…Sabredenleri müjdele! Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: ‘Biz Allah’a ait (kullar)ız ve şüphesiz O’na dönücüleriz.’ Rablerinden bağışlanma (salât) ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır.” (2/Bakara, 155-157)

“Allah, iman edenleri, dünya hayatında ve ahirette sapasağlam sözle sebat ettirir. Zalimleri de şaşırtıp saptırır; Allah dilediğini yapar.” (14/İbrahim, 27)

İmtihanlar İnsanın Aidiyetini Simgeler

Allah subhanehu ve teâlâ, örnek nesli kıssalarla terbiye etmişti. Bunun birçok hikmeti olmasının yanında konumuzla alakalı olduğu için bunlardan birinin üzerinde duracağız. Allah subhanehu ve teâlâ, sahabeye ait oldukları silsileyi tanıtmıştı… Müşriklerin iddia ettiği gibi yeni ve türedi bir sözle gelmediklerini, ilk insandan bu yana her dönemde tabileri bulunan kutlu bir kervanın neferleri olduklarını onlara hissettirmişti…

Selefleriyle aynı sıkıntıları yaşayıp, benzer suçlamalara maruz kalınca; sahabe daralmış fakat her defasında onların kıssalarıyla huzur bulmuşlardı. Bu işin çok köklü olduğunu, akıbetin sabır ve yakin neticesinde muttakilere ait olduğunu öğrendikçe, imanlarını tazeliyorlardı. Aynı şeyleri yaşamaları, hem vahye hem de Rasûl’e olan güvenlerini pekiştiriyordu.

Bela ve imtihanlardan uzak olmak ve bu hali hikmetli İslamî hareket(!) adıyla meşrulaştırmak, akide ve menhec eşkıyalarının, Kur’an ikliminde soluklanamamasının en bariz neticelerindendir. Kendilerini bulamadıkları sayfa ve satır aralarında, neredeyse kendi isminin zikredeliceği heyecanıyla okumadıkları bir Kur’an’dan faydalanmaları düşünülemez. Yaşadıkları hayat zaviyesinden bakılınca bir dramdan ibaret gördükleri Kur’an kıssaları, onlara ne öğretebilir ki?

Allah ve Rasûlü’nün bu konudaki sözleri başımıza gelen belaların, ait olduğumuz silsilenin halkası olduğumuzu hatırlattığı açıktır.

“Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki müminlerle: ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır.” (2/Bakara, 214)

Bu ayet sahabeye bir yandan geçmiştekilerin imtihanlarını hatırlattığı gibi, bir yandan da bunun cennetin bedeli olduğu ve cennete talip olanların buna sabretmeleri gerektiğini vurguluyordu. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bu ve benzeri ayetlerden ne anladığını sahabeye şu şekilde aktarmıştı:

“Rasûlullah Kâbe’nin gölgesinde bir bürdeye yaslanmış otururken, gelip (müşriklerin yaptıklarından) şikâyette bulunduk: ‘Bize yardım etmiyor musun, bize dua etmiyor musun?’ dedik. Şu cevabı verdi: ‘Sizden önce öyleleri vardı ki, kişi yakalanıyor, onun için hazırlanan çukura konuyor, sonra getirilen bir testere ile başının ortasından ikiye bölünüyordu. Bazısı vardı, demir taraklarla taranıyor, vücudunda sadece et ve kemik kalıyordu. Bu yapılanlar onları dininden çeviremiyordu. Allah’a kasem olsun Allah bu dini tamamlayacaktır. Öyle ki, bir yolcu devesine bindi mi San’a’dan kalkıp Hadramevt’e kadar gidecek, Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmayacak, koyunu için de sadece kurttan korkacak. Ancak siz acele ediyorsunuz.!’ ” (Buhari)

Mekke’de Müslümanların yaşadığı sıkıntılar düşünüldüğünde Allah’ın ve Rasûlü’nün muradı daha iyi anlaşılacaktır. Özellikle bu hadisi bizlere nakleden Habbab bin Eret radıyallahu anh kızgın demirler üzerine yatırılıyor, sırtından akan yağlar ateşin hararetini söndürünceye dek bu işkence hali devam ediyordu. Onun ve arkadaşları Allah Rasûlü’ne bu gibi durumları şikayet ediyorlardı. Buna rağmen Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem onları uyarıyor ve müntesibi oldukları İslam cemaatinin hallerini hatırlatıp, onları sabra davet ediyordu.

Bugünün İslam cemaatleri ve Müslümanları bu hitaptan vareste değildir. İçinde bulundukları ekonomik imkanlar ve rahat yaşam koşulları bazı insanların başını döndürebilir. Yahut kapısına hiç polis uğramamış olmasını birileri hikmet(!) ehli olduklarına yorumlayabilir. Ve dünya hayatına düşkün, rahat sevdalılarıyla içinde bulundukları gayyada hayat sürebilirler.

Bu hali bir adım ileri taşıyarak, Allah’ın onları sevdiği ve desteklediğinin alameti olarak da kabul edebilirler.

Ancak bu iddia şer’i dayanaktan yoksun olduğu gibi, aklın da kabul edebileceği bir durum değildir. Şayet bu, Allah’ın subhanehu ve teâlâ sevgi ve rızasının alameti olsa, Allah subhanehu ve teâlâ en sevdiği Rasûller ve salih insanları imtihanın en ağırına tabi tutmaz ve bunu çağlar boyu okunacak Kur’an kılmazdı.

Özellikle herkesin farklı bir yol tutturduğu ve haklılık iddiasında bulunduğu bir zamanda tek başına yeterli delil olmasa da hareketlerin sireti ve karşılaştıkları imtihanlar -sonuna kadar muhafaza etmek kaydıyla- hakkın ölçüsü olabilir.

İmtihanların Şiddeti İmanla Orantılıdır

Sa’d bin Ebi Vakkas radıyallahu anh rivayet ediyor:

“Allah Rasûlü’ne sordum. ‘İnsanların bela yönünden en ağır olanları kimlerdir?’ Dedi ki: ‘Peygamberler, sonra onlara derece olarak en yakın olan müminlerdir. Kişi imanı oranında belalara tabi olur. Dini kuvvetli olanın bela ve imtihanı da çetin olur. Dininde zayıf olanın imtihanı da basit olur. Belalar kulu, hatalarını tamamen dökmedikçe bırakmaz.’ ” (Sünen Sahipleri)

Uhdud ashabının kıssasını bizlere aktaran Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, rahiple çocuk arasındaki şu diyaloğu aktarır:

“…Çocuk bu hal üzere gidip gelirken bir gün, insanlardan kalabalık bir cemaate uğradı. İnsanların yolunu kesen büyük bir yaratıkla karşılaştı! Çocuk kendi kendine:

__ Bugün sihirbaz mı daha faziletli, yoksa rahip mi daha faziletli? öğreneceğim, dedi.

Bir taş aldı ve:

__ Ey Allah’ım! Eğer rahibin işi sana sihirbazın işinden daha sevgili ise şu hayvanı öldür de insanlar yoluna devam etsin, diyerek elindeki taşı attı ve yaratığı öldürdü.

İnsanlar:

__ O büyük hayvanı kim öldürdü?, diye sordular.

Onlar:

__ Çocuk öldürdü, dediler. İnsanlar korktular ve kuşkusuz ki bu çocuk, hiç kimsenin bilmediği bir ilim bilmektedir! dediler ve geçip gittiler. Bunun üzerine çocuk rahibe gelerek olup bitenleri haber verdi.

Rahip de çocuğa:

__ Ey Oğlum! Bugün sen benden daha faziletlisin. Allah’a yemin olsun ki senin işin, görmekte olduğum bu yüksek dereceye ulaşmıştır. Kuşkusuz ki sen yakında çetin bela ve imtihana tâbi tutulacaksın! Eğer imtihana tâbi tutulursan, sakın benim yerimi söyleme! dedi…” (Müslim)

Rahip çocuğun fazileti ve karşılaşacağı imtihanlar arasında bağlantı kurmuştur. Bunun bir benzerini Allah Rasûlü de sallallahu aleyhi ve sellem yaşamıştı… İlk vahyin akabinde Varaka’yla aralarında geçen diyaloğa bakalım:

“…Hatice, elbisesini giyindi. Rasûlullah’ı yanına alarak birlikte amcazâdesi Varaka bin Nevfel’e gittiler. Bu fevkalâde hali Varaka’ya anlattılar. Varaka, çok sevindi, ‘Eğer hal, anlattığın gibi ise, ona gelen; Musa’ya gelen Nâmûs-u Ekber’dir, yâni büyük melektir. Ah, ne olurdu halkı yeni dine davet edeceğin günlerde genç olsaydım! Kavmin seni, yurdundan çıkaracakları zaman sana, yardım etseydim.’ dedi. Peygamber Efendimiz: ‘Onlar beni yurdumdan da mı çıkaracaklar?’ diye sordu. Varaka: ‘Evet. Çünkü, senin gibi bir şeyi getirmiş, vahyi tebliğ etmiş de düşmanlığa uğramamış hiçbir Peygamber yoktur. Eğer senin dâvet günlerine erişirsem, sana bütün gücümle yardım ederim ya Muhammed…’ dedi.” (Buhari)

Varaka bin Nevfel veya rahip bu durumun yaşanacağını nereden biliyorlardı?

Evet, bu durum vahye dayalı bilgiye sahip her Müslümanın yanında açıktır ve Allah’ın subhanehu ve teâlâ değişmez kanunlarındandır. Her ne kadar günümüzde imtihanlara uğramak ve belalara tabi olmak nevzuhur hikmet ehli(!) yanında acınılacak bir hal olsa da, selefimizde ve ait olduğumuz evrensel İslam cemaatinde bu durum şeref vesilesiydi.

Dini en güzel şekilde anlayan selefimiz de, bu kaideye bağlı kalmıştır. Allah yolunda subhanehu ve teâlâ çekilen sıkıntıların derecesine göre insanlara muamele etmişlerdir.

Hasan Basri’den rahimehullah: ‘İçlerinde Süheyl bin Amr, Ebu Süfyan bin Harb ve Kureyş’in yaşlı zevatı olduğu halde Müslümanlar Ömer’in kapısına geldiler. Kendilerini Ömer’in kapıcısı karşıladı ve Süheyl, Bilal, Ammar gibi Bedir Savaşı’na katılmış olan Müslümanların öncelikle girmelerine müsaade etti. Sonra da: ‘Allah’a yemin ederim ki Ömer Bedir Savaşı’na iştirak etti. Bu sebeple o savaşa katılanları çok sevmektedir’ dedi. Bunun üzerine Ebu Süfyan: ‘Ben bugünkü gibi bir hadiseye hiç rastlamadım. Kapıcı, bu kölelere müsaade ediyor da biz asillere bakmıyor bile’ dedi. Süheyl bin Amr’da şöyle dedi: ‘Arkadaşlar! Yüzlerinizde öfke alametleri görüyorum. Eğer kızıyorsanız kendinize kızın. Onlar İslam’a çağrıldılar. Siz de onlarla birlikte İslam’ı kabule çağrıldınız. Ama onlar İslam’ı derhal kabul ettiler, siz ise ağırdan aldınız, geç kaldınız. Allah’a yemin ederim din uğruna sizden önce yaptıkları ile elde ettikleri fazilet, sizin bu kapıda öğünmekte olduğunuz şeref ve faziletten çok daha üstündür. Onlar bu faziletleriyle sizlerden çok ilerdeler. Siz katiyen onların derecelerine ulaşamazsınız. Şimdi bu savaşa bakın ve ona mutlaka katılın. Belki Aziz ve Celil olan Allah, sizleri de cihad sevabı veya şehitlikle mükafatlandırır.’ ‘

İmtihanın Hikmetlerini Bilmek Yükü Hafifletir

İnsan zayıf olarak yaratılmıştır. İstekleri, korkuları ve beklentileri arasında endişe içerisinde yaşar. Bu çaresizlik ve zayıflık halinin ilacı muhkem bir akide ve salih amellerdir.

Akide, şeytandan ve nefisten kaynaklı endişeleri sonlandırır. İnsanın Allah’a subhanehu ve teâlâ kul olduğunu bilmesi ve bu inançla yaşaması yüreğine ferahlık verir. Allah’a subhanehu ve teâlâ kulluk kendisinden daha üstün olmayan bir dayanağa sahip olmaktır. Her şeyin, dilemesi ve kuvvetine tabi olduğu bir İlah’a kulluk, insana tarifi mümkün olmayan bir cesaret verir.

Salih ameller ise, endişe ve korkudan kaynaklı davranışların oluşmasını engeller. Velev insanın aslında bulunan zayıflık ve endişeler açığa çıkacak olsa, alışkanlık haline gelen salih ameller, insanın yanlış davranışlarının, asıl/öz haline gelmesinden korur.

Bu ikisinin temeli de ilimdir. İmtihanlarla karşılaşmak insanı sarsar. Genelde Allah subhanehu ve teâlâ, bizleri sevdiğimiz ve kaybetmekten korktuğumuz şeylerle imtihan eder. Bu tip durumlarda imtihanların hikmetini bilmek, insanın akidesini sağlamlaştırır ve salih amellere yönlendirir.

İmtihanlar Allah’ın subhanehu ve teâlâ değişmez yasaları gereğidir. İnsan ne yaparsa yapsın Allah’ın subhanehu ve teâlâ iradesine karşı koyamayacağına göre ona teslim olmalı, sabır ve yardımın geleceğine yakinen inanarak, O’nun subhanehu ve teâlâ rızasını elde etmelidir. Söylenerek, hayıflanarak, keşkelerle inancı zedelemenin hiçbir anlamı yoktur.

İmtihana tabi olmak şereftir. Bu insanın imanının Allah subhanehu ve teâlâ katında kabul gördüğünü, faziletini ve ait olduğu kutlu kervanı gösterir. Üzülmek yerine Rabbine hamd etmeli ve O’nun yardımına muhtaçlığını dillendirmelidir.

İmtihanlar temizleyicidir. Her İslamî oluşum temizi ve pisi; sadık olanlarla, iddia ehli olanları bir araya toplar. Yolun başında bunu anlamak çok da mümkün değildir. Özellikle İslam gibi, insanların zahiri halleriyle onlara muamele eden bir dini esas kabul eden hareketlerde, bu ayrım daha da zorlaşmaktadır. Allah subhanehu ve teâlâ sevdiği kullarına olan merhametinden, sadık olanlarla yalancı olanları ayırır. İslamî bir yapıda bulunma şerefini hak etmeyenler bir şekilde dökülürler. İnsanın kendine kalsa asla beceremeyeceği temizlik; ilahi kudretin müdahalesiyle gerçekleşir. Bu kalanlara ağır gelse de netice itibarıyla mutlak hayırdır.

“Eğer bir yara aldıysanız, o kavme de benzeri bir yara değmiştir. İşte o günleri biz onları insanlar arasında devrettirip dururuz. Bu, Allah’ın iman edenleri belirtip ayırması ve sizden şahitler (veya şehitler) edinmesi içindir. Allah, zulmedenleri sevmez.. (Yine bu) Allah’ın, iman edenleri arındırması ve inkâr edenleri yok etmesi içindir. Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri belirtip ayırt etmeden ve sabredenleri de belirtip ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız.” (3/Âl-i İmran, 140-142)

“İki topluluğun karşı karşıya geldiği gün, size isabet eden ancak Allah’ın izniyle idi. (Bu, Allah’ın) müminleri ayırt etmesi; münafıklık yapanları da belirtmesi içindi.” (3/Âl-i İmran, 166-167)

İmtihan hali kul için en hayırlı olan haldir. Zahiren sıkıntı olan bir durum, her zaman öyle değildir. Kişi kendine ağır gelen ve kurtulmak istediği, zıddını talep ettiği halin, kendi için tehlikelerini bilemiyor olabilir. Allah subhanehu ve teâlâ kişiyi istemediği halde tutarak, umduğu ve kendi için şer olan halden koruyordur.

Fakirlikle imtihan olan bir kardeşimiz, zenginliğin onu azdırıp Allah’tan subhanehu ve teâlâ uzaklaştırmayacağından emin değildir. Fakirlikle çekilen bir ömrün sıkıntısı zenginliğin kibir, azma ve Allah’ı unutma şerrinden daha basittir.

Zindanla imtihan olan bir kardeşimiz, afiyetin bu olduğunu bilmeli ve Rabbi’nden her daim O’nun indireceği hayra muhtaç olduğunu niyaz etmelidir. Dışardaki hayatın dinî ve dünyevî fitnelerinden emin değildir. Umulur ki; Rabbi onu dört duvarla ebedî hayatına mâl olacak fitnelerden koruyordur.

Elinden gelen her şeyi yapmasına rağmen hayra muvaffak olamayan ve bu imtihanın altında ezilen kardeşimiz üzülmemelidir. Şayet elinden gelen her şeyi yapmış ve usulünce davranmış, buna rağmen elde etmek istediği ilmi, salih ameli, güzel hasletleri elde edememişse, çaba halini muhafaza etmek zorunluluğuyla beraber üzülmemelidir… Belki de elde etmek istediği ilim onu kibre sevk edecek; salih ameller insanlara üstten bakmasına sebebiyet verecek; cesaret, cömertlik vb. erdemler onun İslam dışı yollara sapmasına neden olacaktır. Bunu bilecek olan tek varlık âlemlerin Rabbi olan Allah’tır ve O subhanehu ve teâlâ, tüm çabalara rağmen istediğimizi takdir etmiyorsa bizim için hayır oradadır.

Evlilikte veya işinde sorun yaşayan kardeşlerimiz de böyle düşünmelidir. İslamî olarak izlenmesi gereken tüm yolları denediği halde, sorun devam ediyor ve çözülmüyorsa, iş istemediği halde ayrılıkla neticelendiyse üzülmemeli ve ecrini Allah’tan subhanehu ve teâlâ beklemelidir. Umulur ki Rabbi onun için hayrı başka noktada kılmıştır.

Bu duruma hayat içinden çok örnekler verebiliriz. İşin özü Allah’ın subhanehu ve teâlâ hakkımızda takdir ettiği her durumun bizim için hayır olmasıdır.

İmtihanlar günahları döker. Alemlerin Rabbi olan Allah’la subhanehu ve teâlâ tertemiz karşılaşmamızı sağlar. Bu basit bir hikmet değildir. Dünya ve ahiret sıkıntılarının temelinin günahlar olduğu unutulmamalıdır. Öyle ki günahlar, duaların Allah’ın huzurunda yer etmesine engeldir. Dua ki Allah’ın tüm sıfatlarını celp eder ve O’nun kulda en çok razı olduğu amellerdendir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Allah, hayrını dilediği kişiyi sıkıntıya sokar.”(Buhari)

“Allah, iyiliğini dilediği kulunun cezasını dünyada verir. Fenalığını dilediği kulunun cezasını da, kıyamet günü günahını yüklenip gelsin diye, dünyada vermez.”

“Mükâfatın büyüklüğü, belânın şiddetine göredir. Allah, sevdiği topluluğu belaya uğratır. Kim başına gelene rıza gösterirse Allah ondan hoşnut olur. Kim de rıza göstermezse, Allah’ın gazabına uğrar.” (Tirmizi)

“Erkek olsun, kadın olsun mümin, Allah’a günahsız olarak kavuşuncaya kadar kendisinden, çoluk çocuğundan, malından belâ eksik olmaz.” (Ayrıca Rivayetler ve daha fazlası için Bkz.: Riyazu’s Salihin, Sabır Babı)

İmtihan içinde geçen her gün, mümini Rabbi’ne biraz daha yakınlaştırır ve O’nun nimetleriyle kul arasında perde olan günahların affına vesile olur. Bu bakış açısı imtihanın ağır yükünü hafifletir. Mümini ‘Her halde Allah’a hamd olsun’ mertebesine ulaştırır.

İmtihanlar yeryüzünde müminlere vadedilen imamet ve temkinin habercisidir.

“Ve onların içinden, sabrettikleri zaman emrimizle doğru yola iletip yönelten önderler kıldık; onlar bizim ayetlerimize kesin bilgiyle inanıyorlardı.”   (32/Secde, 24)

Allah subhanehu ve teâlâ yeryüzüne vâris ve imam kıldığı kullarını belalarla imtihan edip sabır ve yakinlerini sınadıktan sonra bu mertebeye eriştirmiştir.

İmam Şafi’ye rahimehullah soruldu: ‘Kişinin belalara uğraması mı, kendine temkin  (Temkin: Kişiye dilediği gibi hareket imkanı tanınması yani yeryüzünde yönetim ve otorite verilmesidir.) verilmesi mi daha efdaldir?’, ‘Belaya uğramadan kişiye temkin verilmez.’ ‘ diye cevap verdi.

“Musa kavmine: ‘Allah’tan yardım dileyin ve sabredin. Gerçek şu ki, arz Allah’ındır; ona kullarından dilediğini mirasçı kılar. En güzel sonuç muttakiler içindir.’ dedi.” .(7/Araf, 128)

Allah’ın subhanehu ve teâlâ ahkamını tatbik etmek isteyen ve bunun için mücadele eden Müslümanlar; bela ve imtihanların süzgecinden geçmeden bunun oluşmayacağını bilmelidirler.

Ben-i İsrail’e Firavun ve yakınlarının mülkü verilmeden mustazaflık hali yaşatılmıştı.

Yusuf’a aleyhisselam, yeryüzünde dilediği gibi hareket eden bir melik olmadan kuyuların, zindanların ve insanların vicdanlarında iftiraya uğramanın ağır bedeli tattırılmıştı.

İbrahim aleyhisselam imamet görevini almadan, ateşte yanmak da dahil, belanın her şeklini yaşamıştı.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ve güzide ashabı, Medine’nin rahatından önce, Mekke’nin çilesini iliklerine kadar hissetmişlerdi.

Belanın uzaması yardım ve temkinin yakınlığını gösterir. Belanın çetinliği vârisliğin genişlik ve büyüklüğüyle orantılıdır.

Son olarak,

İnsanlığın ve İslam iddiasının kaçınılmaz neticesi olan bela ve imtihanlarda vahye dayalı fıkıh geliştirmeyenler, birey ve toplum olarak saf dışı kalırlar. Zafere ve temkine beş kala, akide ve menheclerini sorgulamaya başlar, bulundukları hattı değiştirirler. Oysa sıkıntıların bitmesine ramak kalmış, Allah’ın vaadi neredeyse tecelli edecektir.

Yahut içinde bulundukları rahat ve imkanları hayra alamet kabul edenler ve ait oldukları evrensel İslam cemaatiyle benzemeyen siretlerini türlü tevillerle uyuşturmaya çalışanlar, kendi etbaları tarafından suçlanmaya mahkumdurlar. İnsanlıklarının gereği olarak başlarına gelecek musibetlerde yenilgi ve başarısızlıkla suçlanacaklardır. Oysa İslam’ın zafer ve başarı anlayışı, bela ve imtihanla orantılıdır.

Allah’ım! Bizler senin hayrına ve yardımına muhtaç kullarınız. Ve bizler senin mülkünüz. Senden gelen her hale razıyız. Bizler senin dilediğin gibi tasarruf edeceğin ve buna gönülden razı olan kullarınız. Her halde senden afv ve afiyet istiyoruz.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver