Allah’a Adanmış Gençlikler Nasihatleşme -8

Allah’a subhanehu ve teâlâ hamd, Rasûlü’ne salât ve selam olsun.

Genç Kardeşim,

Müslümanın, Müslüman üzerindeki haklarından biri ‘nasihat’tir. Yani birbirlerinin eksiklerini gidermeleri, birinin diğer kardeşinin açığını kapamasıdır. Nasihat kelimesi beş manaya delalet ediyor. Hepimiz insanız. İnsan olmamız hasebiyle hatalar işliyor, unutuyor veya gaflete düşüyoruz. Hatasız olmak mümkün değildir. Ancak hatayı telafi etmek mümkündür. Hatasızlığın mümkün olmayışı Allah’ın subhanehu ve teâlâ dilemesindendir… O’nun isim ve sıfatlarına bakarsan çoğunun affetme, bağışlama, lütufta bulunma, ihsan etme, günahları örtme olduğunu göreceksin. Bu sıfatların tecellisi için hata işleyen kullar gereklidir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem;

“Şayet siz günah işlemiyor olsaydınız, Allah sizleri götürür, yerinize günah işleyip istiğfar eden bir kavim getirirdi.” (Müslim, Ebu Eyyub’ten) buyuruyor.

İnsan her zaman aynı hal üzere olmuyor. Kalp çokça hal değiştirdiği için bu ismi almıştır. Bu kelime lugatta ‘çevrilme, dönme’ anlamlarına gelir. Zaman olur insanın kalbi incedir. Rabbini anar, hatalarını fark edip, tevbe ve hak sahiplerini razı ederek telafi eder. Zaman olur kalp katılaşır. İşlediği günahlar sebebiyle Allah’ı unutur, Allah da subhanehu ve teâlâ ona kendi nefsini unutturur. Ahirete iman edip, her anın ve saniyenin hesabını vereceğini bilmesine rağmen ‘Bu gidiş nereye?’ sorusunu sormaz nefsine. Allah subhanehu ve teâlâ beni de, seni de bu tehlikeden muhafaza etsin. İşte bu tip hallerde nasihat devreye girer. Müslümanın okuduğu bir ayet, hadis, dinlediği bir ders veya birebir aldığı bir öğüt/nasihat kendine gelmesini sağlar. Tevbe ile Rabbine yönelir. Rabbi ondan yüz çevirmeden ve onu nefsine havale edip yardımsız bırakmadan istikamet çizgisini yakalar. İşte bu yazı; nefsim için derlediğim güzelliklerdir. Yani bunlarla nefsime nasihat ettim. Faydasını gördüm. Seninle paylaşmak istedim. Ara başlıkları ‘Ey nefsim’ olan bir yazıyı, ‘Genç kardeşim’ diye okuyacaksın.

Öyle bir Allah’a inanıyoruz ki;

O Allah subhanehu ve teâlâ; O’ndan başka hiçbir mabud yoktur. Kalplerin sevgi ve kullukla önünde eğildiği, O’na tevekkül edip dayandığı, O’nunla korunduğudur. Her şeyi bilir. Gayb ve şehadet aleminin bilgisi O’nun yanındadır. Ve O Rahman ve Rahim’dir. Sahip olduğu azamet ve celal ile değil, merhamet ve lütufla muamele eder kullarına. İbadeti hak eden varlık O’dur. Mülkün sahibidir. Yerde ve gökte ne varsa O’na aittir. ‘Kuddüs’tür, ‘Selam’dır, ‘Mümin’dir. Eksiklikten ve çirkin şeylerden münezzehtir. Yüceler yücesidir. Zatında ve sıfatlarında kemal ile muttasıftır. Kulları esenliktedir. Vaad ettiklerini mutlaka yerine getirir. Kulları O’nu tasdik edip, iman ettikleri gibi, yardımı, beraberliği ve lütfuyla O da onları tasdik eder, onları azabından emin kılar. Her şeyi O subhanehu ve teâla kontrol ediyor ve her şeyin mutlak hükümranıdır. El-Aziz’dir. İzzeti şanına yakışır şekildedir. Kimse O’na galip gelemez. Dilediği her ne olursa olsun yerine gelir. Yerde ve gökte hiçbir şey O’nu aciz bırakamaz, El- Cabbar’dır. Her şey O’nun subhanehu ve teâlâ hükmüne mecburdur. Her şey O’nun cebri altındadır. Aynı zamanda hataları cebreder, kullarının eksikliklerini giderir. Tek büyük O’dur. Kibri ve büyüklenmeyi bir tek O hak eder. Her şeyi yaratan O’dur. Şekil veren de O’dur. Tüm güzel isimler ve yüce sıfatların sahibidir. Her şey O’nu tesbih eder. O subhanehu ve teâlâ izzet ve hikmet sahibidir. (Bu sıfatların bir arada zikredildiği Haşr Suresi 22-24. ayetlerine bakınız.)

“O’nun rahmeti gazabına galebe çalmıştır. Ve her şeyi kuşatmıştır. Her gece ellerini açar, ta ki gündüzden günah işleyenler tevbe etsin, gündüz tekrar açar, ta ki geceden günah işleyenler tevbe etsinler.” (Müslim, Ebu Musa’dan (ra) )

O en yakın dost, en sadık söz sahibidir. Zaman, mekan ve şartların O’nun üzerinde tesiri yoktur. “Ya Rabb” cümlesi kadar yakındır. Mülkünde her türlü afet olanlar kapıcılar edinir, istenilmekten hoşlanmaz, ulaşılması zordur. Yerin ve göğün sahibinin hali ise ne yücedir. Ne zaman istersek, hangi halde olursak olalım O’na ulaşabiliyoruz. İnsan azdıkça azıyor, nimet ve ihsan gördükçe şımarıyor. O subhanehu ve teâlâ kovmuyor:

Ey nefsine zulmeden/aşırı giden kullarım Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin.” (39/Zümer, 53) diyor.

İnsan ahdini bozuyor, tekrar unutuyor. Aynı hitap kıyamete dek insanın önünde duruyor. Ölene kadar hangi halde olursa olsun Rabbinin bu davetine muhatap!

Genç Kardeşim,

İşte bu sıfatlara sahip bir ilaha kulluk ediyoruz. Her şeyin başı budur. Eğer bu duyguları hissedip, kalbi bu marifetle donatmazsak yola yanlış girmiş oluruz. İlk düğme yanlış iliklendi mi o gömlekte sürekli eğrilikler olur. Kulluğumuzun ilk adımı ‘En güzel isimler ve en yüce sıfatlara sahip olan’ Allah’ı subhanehu ve teâlâ tanımaktır. Bu nasihate dört elle yapış. Rabbini tanımak hususunda gevşeklik gösterme. Işıkların kapandığı, yolun ıssızlaştığı, nefsin azdığı, şeytanın kuşattığı veya dünyanın tüm albenisiyle zorladığı anlarda bu bilginin seni çekip çevirdiğini göreceksin.

…Ve Dua!

Yüce Allah’ı tanımanın en büyük semeresi duadır. Dua; insanın kul olduğu, yöneldiği Zat’ın da Allah subhanehu ve teâlâ olduğunun itirafıdır. Dua; ibadet ve kulluğun özüdür. Çünkü dua hem bir öğretmen hem de bir mürşiddir. İnsana haddini, sınırlarını öğretir. ‘Sen kulsun ve Rabbin var’ der. En etkileyici mürşid, en tesirli nasihat duadır.

Allah subhanehu ve teâlâ müminlerin velisidir. O tüm azametine rağmen bizlere dost olmuş, lütufta bulunmuştur. Hal böyle iken insanın dertleşecek, sıkıntılarını paylaşacak birilerini aramasına ne hacet?

“Allah kuluna yetmez mi?” (39/Zümer, 36)

Dua ile Rabbine dertlerini açan, O’ndan yardım isteyenden daha bahtiyar kim olabilir? Evet, bir de duaya bu gözle bak. Her sıkıntında başvurduğun dost gibi düşün.

“De ki; Ondan ve tüm sıkıntılardan sizi Allah kurtarır.” (6/En’am, 64)

Önümüzde uzun bir yol var. Ve biz bu yolu tamamlamak istiyoruz. Yolun uzun, zor ve meşakkatli olduğu, yolda insanın ayağını kaydıracak engeller ve insanı yoldan saptıracak tuzaklar olduğunu yolun sahibi haber veriyor. En tehlikelisi ise insan yoldaki bu engel ve tuzaklara karşı zayıf! Genel olarak yolculara baktığımızda manzara çok daha tehlikeli. Birçok insan yola girmeye muvaffak olamamış, yola girenlerin de çoğu, yolun sonunu getirememiş. Adeta her şey insanın aleyhine. Ancak öyle bir sığınak, öyle metin bir dayanak var ki yolda, yolcu da, tuzak da, engel de O’na boyun eğmiş. Hepsi O’nun iradesine tabi. Hiçbiri O’nun hükmüne direnemez. İşte o Allah’tır! O’na ulaşmanın yolu da dua…

Allah subhanehu ve teâlâ kullarını görüyor, onlardan haberdar. Ancak onların duayla O’na ulaşmalarını istiyor. O’nun yakın oluşunu hissedip, ona göre davranmalarını istiyor. Ve bunca rahmeti, lütfu, mevhibesi karşısında dua etmeyenlere kızıyor, onları aşağılıyor.

“Ve gerçekten Rabblerine dönecekler diye, vermekte olduklarını kalpleri ürpererek verenler ” (23/Mümin, 60)

“Allah kendisine dua etmeyene kızar.” (Tirmizi, İbni Mace Ebu Hureyre’den.)

Bu dayanaktan mahrum olmayalım. Sıkıntımız ne olursa olsun O’na subhanehu ve teâlâ açalım. O’nun yardımına, tevfikine olan ihtiyacımızı dillendirelim. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:

“Sizden biriniz ayakkabı bağı kopsa dahi bunu Allah’tan istesin.” buyurmuştur.

Şimdi sana bu yolun rehberlerinden bir demet sunacağım. Öyle ilginç dualar okuyacağız ki şaşıracağız. Maddi, manevi her sıkıntılarını Rabblerine açmışlar. Allah’ın elçileri onlar. Yani seçilmiş insanlar. Kimi yiyecek istiyor, kimi evlat… Kimi hastalığını Rabbine arz ediyor, kimi evlat hasretini. Biri çocuk istiyor diğeri günahına mağfiret… Kimi imamet istiyor, kimi hakkıyla şükredebilme. Kimi şeytanların, kimi nefsinin, kimi de putların şerrinden Allah’a sığınıp yardım istiyor. Kimi zafer istiyor, kimi insanlar arasında güzel anılmayı… Öyle geniş bir yelpaze ki; insan hayretler içinde kalıyor. İşte yolun azığı, müminin yol arkadaşı, karanlığı aydınlatan dualar…

Adem aleyhisselam

“Dediler ki: ‘Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve esirgemezsen, gerçekten hüsrana uğrayanlardan olacağız.’ ” (7/Araf, 23)

Nuh aleyhisselam

“Nuh, Rabbine seslendi. Dedi ki: ‘Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve senin vaadin de doğrusu haktır. Sen hakimlerin hakimisin.’ Dedi ki: ‘Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş (yapmıştır). Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme. Gerçekten ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum.’ Dedi ki: ‘Rabbim, bilgim olmayan şeyi senden istemekten sana sığınırım. Ve eğer beni bağışlamaz ve beni esirgemezsen, hüsrana uğrayanlardan olurum.’ ” (11/Hud, 45-47)

“Dedi ki: ‘Rabbim, şüphesiz kavmim beni yalanladı. Bundan böyle, benimle onların arasını açık bir hükümle ayır ve beni ve benimle birlikte olan mü’minleri kurtar.’ Bunun üzerine, onu ve onunla birlikte olanları (insan ve hayvanlarla) yüklü gemi içinde kurtardık.” (26/Şuara, 117-119)

“Sonunda Rabbine dua etti: ‘Gerçekten ben, yenik düşmüş durumdayım. Artık sen (bu kafir toplumdan) intikam al.’ ” (54/Kamer, 10)

“Nuh: ‘Rabbim, yeryüzünde kafirlerden yurt edinen hiç kimseyi bırakma.’ dedi.” (71/Nuh, 26)

İbrahim aleyhisselam

“Hani İbrahim: ‘Rabbim, bu şehri bir güvenlik yeri kıl ve halkından Allah’a ve ahiret gününe inananları ürünlerle rızıklandır’ demişti de (Allah: ‘Sadece inananları değil) inkar edeni de az bir süre yararlandırır, sonra onu ateşin azabına uğratırım; ne kötü bir dönüştür o’ demişti. İbrahim, İsmail’le birlikte evin (Ka’be’nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle dua etmişti): ‘Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz, Sen işiten ve bilensin’; ‘Rabbimiz, ikimizi sana teslim olmuş (Müslümanlar) kıl ve soyumuzdan sana teslim olmuş (Müslüman) bir ümmet (ver). Bize ibadet yöntemlerini (yer veya ilkelerini) göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz, sen tevbeleri kabul eden ve esirgeyensin. Rabbimiz, içlerinden onlara bir elçi gönder, onlara ayetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları arındırsın. Şüphesiz, sen güçlü ve üstün olansın, hüküm ve hikmet sahibisin.’ ” (2/Bakara, 126-129)

“Hani İbrahim şöyle demişti: ‘Bu şehri güvenli kıl, beni ve çocuklarımı putlara kulluk etmekten uzak tut. Rabbim, gerçekten onlar insanlardan birçoğunu şaşırtıp-saptırdı. Bundan böyle kim bana uyarsa, artık o bendendir, kim bana isyan ederse elbette sen, bağışlayansın, esirgeyensin. Rabbimiz, gerçekten ben, çocuklarımdan bir kısmını Beyt-i Haram yanında ekini olmayan bir vadiye yerleştirdim; Rabbimiz, dosdoğru namazı kılsınlar diye (öyle yaptım), böylelikle sen, insanların bir kısmının kalplerini onlara ilgi duyar kıl ve onları birtakım ürünlerden rızıklandır. Umulur ki şükrederler. Rabbimiz, şüphesiz sen, bizim saklı tuttuklarımızı da, açığa vurduklarımızı da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz. Hamd, Allah’a aittir ki, O, bana ihtiyarlığa rağmen İsmail’i ve İshak’ı armağan etti. Şüphesiz Rabbim, gerçekten duayı işitendir. Rabbim, beni namazı(nda) sürekli kıl, soyumdan olanları da. Rabbimiz, duamı kabul buyur. Rabbimiz, hesabın yapılacağı gün, beni, anne-babamı ve mü’minleri bağışla.’ ” (14/İbrahim, 35-41)

” ‘Din (ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O’dur; Rabbim, bana hüküm (ve hikmet) bağışla ve beni salih olanlara kat; Sonra gelecekler arasında bana bir doğruluk dili (lisan-ı sıdk) ver. Beni nimetlerle-donatılmış cennetin mirasçılarından kıl, babamı da bağışla, çünkü o şaşırıp sapanlardandır. Ve beni (insanların) diriltilecekleri gün küçük düşürme.’ ” (26/Şuara, 82-87) (İbrahim’in aleyhisselam babası istiğfarda bulunması belirli bir zaman içindir. Daha sonra ona dua etmeyi bırakmıştır. Ve müşrikler için istiğfarda bulunma kesin bir dille yasaklanmıştır.)

“Kendilerine onların gerçekten çılgın ateşin arkadaşları oldukları açıklandıktan sonra -yakınları dahi olsa- müşrikler için bağışlanma dilemeleri Peygambere ve iman edenlere yaraşmaz. İbrahim’in babası için bağışlanma dilemesi, yalnızca ona verdiği bir söz dolayısıyla idi. Kendisine, onun gerçekten Allah’a düşman olduğu açıklanınca ondan uzaklaştı. Doğrusu İbrahim, çok duygulu, yumuşak huyluydu.” (9/Tevbe, 113-114)

” ‘Rabbim, bana salihlerden (olan bir çocuk) armağan et.’ Biz de onu halim bir çocukla müjdeledik.” (37/Saffat, 100-101)

Musa aleyhisselam

“Dedi ki: ‘Rabbim, benim göğsümü aç. Bana işimi kolaylaştır. Dilimden düğümü çöz; ki söyleyeceklerimi kavrasınlar. Ailemden bana bir yardımcı kıl, kardeşim Harun’u. Onunla arkamı kuvvetlendir. Onu işimde ortak kıl, böylece seni çok tesbih edelim. Ve seni çok zikredelim. Şüphesiz sen bizi görüyorsun.’ (Allah) Dedi ki: ‘Ey Musa istediğin sana verilmiştir.’ ” (20/Taha, 25-36)

“Musa dedi ki: ‘Rabbimiz, şüphesiz sen, Firavun’a ve önde gelen çevresine dünya hayatında bir çekicilik (güç, ihtişam) ve mallar verdin. Rabbimiz, senin yolundan saptırmaları için (mi?) Rabbimiz, mallarını yerin dibine geçir ve onların kalplerinin üzerini şiddetle bağla; onlar acı azabı görecekleri zamana kadar iman etmeyecekler.’ (Allah) Dedi ki: ‘İkinizin duası kabul olundu. Öyleyse dosdoğru yolda devam edin ve bilgisizlerin yoluna uymayın.’ ” (10/Yunus, 88-89)

“Dedi ki: ‘Rabbim, gerçekten, ben kendi nefsime zulmettim, artık beni bağışla.’ Böylece (Allah) onu bağışladı. Şüphesiz. O, bağışlayandır, esirgeyendir. Dedi ki: ‘Rabbim, bana verdiğin nimetler adına, artık suçlu günahkarlara destekçi olmayacağım.’ ” (28/Kasas, 16-17)

“Hemencecik onların sürülerini suladı, sonra yine gölgeye çekilerek dedi ki: ‘Rabbim, doğrusu bana indirdiğin her hayra muhtacım.’ ” (28/Kasas, 24)

İsa aleyhisselam

“Meryem oğlu İsa: ‘Allah’ım, Rabbimiz, bize gökten bir sofra indir, öncemiz ve sonramız için bir bayram ve senden de bir belge olsun. Bizi rızıklandır, sen rızık vericilerin en hayırlısısın’ demişti.” (5/Maide, 114)

” ‘Rabbimiz, biz indirdiğine inandık ve elçiye uyduk. Böylece bizi şahidlerle beraber yaz.’ ” (3/Âl-i İmran, 53)

Eyyub aleyhisselam

“Eyup da; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: ‘Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın.’ ” (21/Enbiya, 83)

“Kulumuz Eyyub’u da hatırla. Hani o: ‘Herhalde şeytan, bana kahredici bir acı ve azap dokundurdu’ diye Rabbine seslenmişti.” (38/Sad, 41)

Zekeriya aleyhisselam

“Orada Zekeriya Rabbine dua etti: ‘Rabbim, bana katından tertemiz bir soy armağan et. Doğrusu sen, duaları işitensin’ dedi.” (3/Âl-i İmran, 38)

“Zekeriya da; hani Rabbine çağrıda bulunmuştu: ‘Rabbim, beni yalnız başıma bırakma, sen mirasçıların en hayırlısısın.’ ” (21/Enbiya, 89)

Süleyman aleyhisselam

” ‘Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz sen, karşılıksız armağan edensin.’ ” (38/Sad, 35)

“Kim bir iyilikle gelirse, artık kendisine daha hayırlısı vardır ve onlar, o günün korkusuna karşı güvenlik içindedirler.” (27/Neml, 89)

Yakup aleyhisselam

“Dedi ki: ‘Ben, dayanılmaz kahrımı ve üzüntümü yalnızca Allah’a şikayet ediyorum. Ben Allah’tan (bir bilgi olarak) sizin bilmediğinizi de biliyorum.’ ” (12/Yusuf, 86)

Yusuf aleyhisselam

“(Yusuf) Dedi ki: ‘Rabbim, zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir. Kurdukları düzeni benden uzaklaştırmazsan, onlara (korkarım) eğilim gösterir, (böylece) cahillerden olurum.’ Böylece Rabbi, duasını kabul etti ve onların hileli düzenlerini kendisinden uzaklaştırdı. Çünkü O, işitendir, bilendir.” (12/Yusuf, 33-34)

” ‘Rabbim, sen bana mülkten (bir pay ve onu yönetme imkanını) verdin, sözlerin yorumundan (bir bilgi) öğrettin. Göklerin ve yerin yaratıcısı, dünyada ve ahirette benim velim sensin. Müslüman olarak benim hayatıma son ver ve beni salihlerin arasına kat.’ ” (12/Yusuf, 101)

Müminlerin Dualarından

“Allah, iman edenlere de Firavun’un karısını örnek verdi. Hani demişti ki: ‘Rabbim bana kendi katında, cennette bir ev yap; beni Firavun’dan ve onun yaptıklarından kurtar ve beni o zalimler topluluğundan da kurtar.’ ” (66/Tahrim, 11)

“Çünkü gerçekten benim kullarımdan bir grup: ‘Rabbimiz, iman ettik, sen artık bizi bağışla ve bize merhamet et, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın’, derlerdi de…” (23/Mü’minun, 109)

” ‘Rabbimiz, biz indirdiğine inandık ve elçiye uyduk. Böylece bizi şahidlerle beraber yaz.’ ” (3/Âl-i İmran, 53)

” ‘Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan sensin sen. Rabbimiz, kendisinde şüphe olmayan bir günde insanları gerçekten sen toplayacaksın.’ Doğrusu Allah, vaadinden cayıp-dönmez.” (3/Âl-i İmran, 8-9)

“Onların söyledikleri: ‘Rabbimiz, günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla, ayaklarımızı (bastıkları yerde) sağlamlaştır ve bize kafirler topluluğuna karşı yardım et’, demelerinden başka bir şey değildi. Böylece Allah, dünya ve ahiret sevabının güzelliğini onlara verdi. Allah iyilikte bulunanları sever.” (3/Âl-i İmran, 147-148)

“Onlar: ‘Rabbimiz şüphesiz biz iman ettik, artık bizim günahlarımızı bağışla ve bizi ateşin azabından koru’ diyenler…” (3/Âl-i İmran, 16)

Allah Rasûlü’nden bir dua (Taif duası):

“Allah’ım gücümün zayıflığını, takatsizliğimi, insanların beni horlayıp dışlamasını yalnız sana şikayet ediyorum. Sen merhametlilerin en merhametlisi, mustazafların Rabbi ve benim Rabbimsin. Beni kimlerin eline bırakıyorsun? Bana katı ve sert davrananlara mı yoksa bana hücum eden düşmana mı? Yeter ki başıma gelenler senin gazabından dolayı olmasın, şayet bunlar senin gazabından değilse hiç aldırmam. Ancak senin afiyetin benim için daha geniştir. Ya Rabbi! Bana gazabından veya öfkenin bana musallat olmasından senin yüzünün nuruna sığınırım. Benden razı oluncaya dek eşiğine yüz sürmeye razıyım. Sen tevbe istiğfara layık olansın. Kuvvet ve kudret ancak senindir.” (İbni İshak, Zadu’l-Mead)

Genç Kardeşim,

Tevhid önderlerinin dualarına bak. Sanırsın ki -hâşâ ve kellâ- yeryüzünün en günahkar insanları Rabblerine yöneliyor. Öyle bir mahcubiyet ve ince yakarışlar ki insan şaşıyor. Ve zannedersin uzuvları işlevini yitirmiş, hiçbir işi iradeleriyle yapamayan -hâşâ ve kellâ- insanlar. Adeta küçük-büyük her hallerinde Rablerine yönelmişler. Biliyoruz ki onlar Allah’a en yakın ve en cesur insanlardı. Her biri tek başına bir ümmettir. Münker ve ehli ne denli güç ve zorbalık içinde olursa olsun, onları mücadeleden alıkoyamamıştı.

Demek ki dua bir yaşam biçimiydi. Kul olduklarının, Allah’ın subhanehu ve teâlâ beraberliğini hissetmelerinin semeresiydi. Şundan emin olabilirsin ki; günahkar insanlar dua edemezler. Kalpleri ölmüş veya hastalıklarla malul olanlara en ağır kelime ‘Ya Rabb’tır. Elleri masiyetin her rengine ayna olmuşların avuçları, bir tek semaya açılmaz. Evet, dua bir yaşam biçimidir. Elimizden geleni ortaya koyduktan sonra işlerimizi Allah’a subhanehu ve teâlâ havale etmenin adıdır.

Dilimiz İstiğfarla Islak Olmalı

Allah’ın subhanehu ve teâlâ güzel isimlerine ve yüce sıfatlarına bir daha bak. İlginç ve insanın kalbini harekete geçiren bir durumla karşılaşacaksın. Çoğu; verme, lütfetme, bağışlama, afv ve rızıklandırma üzeredir. Kibriyle veya azametiyle, kahrı ve cebriyle kullarına yaklaşmadığı gibi, onların günah ve zulümleri nedeniyle ve hak ettikleri muameleyle de davranmaz. Buna rağmen hayra muvaffak olamıyor, yüreklerimiz O’na subhanehu ve teâlâ doğru inabet etmiyorsa ortada büyük ve mahrum edici günahlar var demektir. Günahlar Allah subhanehu ve teâlâ ile kul arasındaki perdedir. Allah subhanehu ve teâlâ her daim lütfedip, merhamette bulunuyor. Bu kula ulaşmıyorsa, kendi elleriyle ördüğü duvarlara bakmalıdır. Bulduğu günahlarından tevbe etmeli, bilmedikleri için daima istiğfarda bulunmalıdır.

Yunus aleyhisselam görev yerini terk etmişti. Bir balığın karnında, karanlıklar içerisinde bulunuyordu. O zulumatı şu cümlelerle aydınlattı;

“Balık sahibi (Yunus’u da); hani o, kızmış vaziyette gitmişti ki; bundan dolayı kendisini sıkıntıya düşürmeyeceğimizi sanmıştı. (Balığın karnındaki) Karanlıklar içinde: ‘Senden başka ilah yoktur, sen yücesin, gerçekten ben zulmedenlerden oldum’ diye çağrıda bulunmuştu. Bunun üzerine duasına icabet ettik ve onu üzüntüden kurtardık. İşte biz, iman edenleri böyle kurtarırız.” (21/Enbiya, 87-88)

Şayet istiğfarda bulunmasaydı o karanlıklar son bulmayacak, öylece kalacaktı.

“Eğer (Allah’ı çokça) tesbih edenlerden olmasaydı, onun karnında (insanların) dirilip-kaldırılacakları güne kadar kalakalmıştı.” (37/Saffat, 143-144)

Bu ayetler bizlerin kandili olmalıdır. Allah’a ve müminlere karşı yerine getiremediğimiz sorumluluklarımız için bol bol istiğfarda bulunmalıyız. Bu müjde, Yunus aleyhisselam ile beraber tüm Müslümanlaradır.

“İşte biz, iman edenleri (Yunus misali) böyle kurtarırız.” (21/Enbiya, 88)

Nuh da aleyhisselam kavmini böyle irşad etmişti.

” ‘Bundan böyle’ dedim. ‘Rabbinizden mağfiret isteyin; çünkü gerçekten O, çok bağışlayandır. (Öyle yapın ki,) Üzerinize gökten sağanak (bol miktarda yağmur) yağdırsın. Size mallar ve çocuklarla yardımda bulunsun. Size (ürün yüklü) bağlar-bahçeler versin, ırmaklar da versin.’ ” (71/Nuh, 10-12)

Allah Rasûlü de sallallahu aleyhi ve sellem böyleydi. Oturduğu her mecliste onlarca defa Allah’a subhanehu ve teâlâ tevbe istiğfarda bulunurdu. Sahabenin ondan en çok duyduğu şey istiğfardı.

“Vallahi ben her gün Allah’a 70 defadan fazla tevbe ve istiğfar ediyorum.” (Buhari, Ebu Hureyre’den.)

“Ey insanlar Allah’a tevbe ediniz, ben gün içinde yüz defa tevbe ediyorum.” (Müslim, İbni Ömer’den.)

“Biz bir mecliste Allah Rasûlü’nden yüz defa şu duayı sayardık: ‘Allah’ım günahımı bağışla, tevbemi kabul et. Muhakkak sen tevbeleri kabul eden ve çok merhametlisin.’ ” (Ebu Davud, Tirmizi, İbni Mace, İbni Ömer’den.)

“Kim sürekli istiğfarda bulunursa Allah subhanehu ve teâlâ her darlıkta ona çıkış kapısı açar, her sıkıntıda kurtuluş nasip eder ve hiç ummadığı yerden rızıklandırır.” (Ebu Davud, İbni Mace, İbni Abbas’tan.)

Genç Kardeşim,

“Ta ki sadıklara sıdklarından dolayı hesap sorsun…” (33/Ahzab, 8)

Fudayl bin İyad rahimehullah bu ayeti okur ve: ‘Eğer İsmail, İsa aleyhisselam gibi sadıklar sıdklarından sorguya çekilecekse; bizim gibi yalancıların hali nicedir?’ der.

Bir çoğunun helak olduğu dünya sıratından söz ediyoruz. Kıldan ince kılıçtan keskin yol… Herkes üzerinden geçmek zorunda. Bu yolun adı: İhlas ve sıdk. Her insan kul olması hasebiyle bu meseleyi önemsemelidir. Çünkü ihlas ve sıdk varsa kulluk vardır. Bu ikisinin olmadığı şey yorgunluktur. Hayat için oksijen neyse, kulluk için ihlas odur.

Düşün ki Allah subhanehu ve teâlâ “sadıklar” diye isimlendirdiklerini dahi sıdklarından sorguya çekecektir. Ameline riya ve yalan bulaşanlar mı? Onları muhatap dahi almayacaktır.

“Ben şirkten en müstağni olanım. Kim bir iş ve amelde benden başkasını ortak kılarsa (riya) onu da ameline terk ederim.” (Müslim)

Kardeşim, her insan bir defa dikkat ediyorsa, biz iki defa dikkat etmeliyiz ihlas ve sıdk meselesine. Niye mi?

Birincisi: Genciz. Gençlik fıtri olarak insanın kendini çevresine kabul ettirmeye ve beğendirmeye çalıştığı bir dönemdir. Sıradan insanlar bunu giyinme, kuşanma, süs, kültür vb. şeylerle açığa çıkarma yarışındadır. Peki Müslüman genç? Onun bulunduğu çevrede kendini kabul ettirmesi ancak amellerle olur. Yani tehlike fıtridir. Fıtri şeylerden kurtulmak mümkün değildir. Bunlar ancak kontrol edilip yönlendirebilirler. Gençlik, görünme ve kendini hissettirme çağıdır. Bizim ortamımızda bunun yolu salih amellerdir. Sen de kabul edersin ki, güzel giyinen, süslenen, modern kültüre dair bilgi sahibi olan bir genç bizim ortamlarımızda hoş karşılanmaz. Kişi takvası, ibadeti, hizmeti, edebi ve benzeri güzel ahlakıyla ilgi çeker. Bu ameller kabul edilme, övünme veya kendini hissettirme gibi saiklerle yapılırsa, Allah subhanehu ve teâlâ katında hiçtir. Çünkü içine insanların beğenisi karışmıştır.

İkincisi: Sen her şeyinle İslam’a aitsin. Gençliğini Rabbine adamaya niyet etmiş, hizmet yolunu seçmişsin. Günün belli saatlerini İslamî hizmete ayıran Müslümandan daha tehlikeli bir durumdasın. Her anında, her söz ve fiilinde ihlas ve sıdka dikkat etmelisin.

Aslında işin ehemmiyetini, mükafatından anlamalıyız. İhlasla Rabbine adanan, O’nun subhanehu ve teâlâ gözetmesi ve özel beraberliği altındadır. O Müslümanların yardımında olduğu gibi Rabbi de onun yardımındadır. O Müslümanların sıkıntılarını giderdiği gibi, Rabbi de onu sıkıntılarını giderir. O Rabbinin dinine yardım ettiği gibi, Rabbi de onun yardımcısı ve dostudur. Yolun afet ve engellerine karşı Rabbinin ‘ayakları sabit kılma’ teminatı altındadır.

Mükafatı böyle yüce olan bir hal, özel çaba ister. Ona ulaşmak, akabinde ebedi istirahat olan bir yorgunluğun semeresidir. Sen de biliyorsun ki hazine değerlendikçe sandık değerlenir, anahtarı ağırlaşır, saklandığı yer ulaşması zor ve tehlikeli olur. Adanma, Allah’ın gözetim ve özel beraberliğini getiren bir hazinedir. Ulaşılması bundan zordur. Çünkü onun anahtarı, sandığı, saklandığı yer insanlığın ayağının kaydığı ihlastır…

Kardeşim,

Şeytan ve nefis bizleri riyaya çekecektir elbet. Onlar işini yapıyor. Ancak böyle durumlarda nefsimizi hesaba çekmeli ve ona sormalıyız.

__ Neden? Bize vereceği cevap bellidir. İnsanların beğenmesi, buna bağlı olarak övmesi. İçinde yaşadığımız çevrede kabul görme… Bunların satır arasındaki pespayeliğine aldanma! Rabbinin rahmet ettikleri müstesna bunlara direnebilen insan çok nadirdir!

Hemen ona şu soruyu yöneltmelisin:

__ Kalpler kimin elinde?

Alemlerin Rabbi olan Allah’ın.

__ Onun sevip beğenmediği, övüp razı olmadığı bir kalp hakiki anlamda sevebilir mi?

Mümkün değildir.

__ Peki Allah kabul etmediği, yok saydığı bir amelin sahibini sever mi?

Bilakis! Onlara buğz eder. Onların yüzüne dahi bakmaz.

Öyleyse ey nefsim Allah’ı en iyi tanıyan Muhammed Mustafa’nın sallallahu aleyhi ve sellem şu hadisine kulak ver:

“Allah bir kulunu sevdi mi Cibril’i çağırır: ‘Ben falancayı seviyorum sen de onu sev.’ der. Cibril sema ehline (meleklere) nida eder: ‘Allah falanı seviyor siz de sevin.’ Sonra o insan için yeryüzüne kabul konur (insanların kalbine onun sevgisi yerleştirilir). Allah bir kuluna buğz etti mi Cibril’i çağırır: ‘Ben falancaya buğz ediyorum sen de buğz et.’ der. Cibril sema ehline nida eder: ‘Allah falana buğz ediyor siz de buğz edin.’ Sonra o insanın buğzu kalplere konur.” (Buhari, Müslim, Ebu Hureyre’den.)

Bu ve benzeri hadislerle şeytanın ve nefsin burnunu sürt!..

Allah’ın subhanehu ve teâlâ razı olmadığı bir insanın buğzu kalplere yerleştirilmiştir. Ne yaparsa yapsın hakiki sevgiye ulaşamayacak, sevilmesine, ilgi görmesine rağmen yalnızlık ve acılar içinde kıvranacaktır. Delil mi istiyorsun? Şu milyonlarca hayranı(!) olduğu söylenen fesat ehlini görmüyor musun? Kimi intihar ediyor, çoğu uyuşturucu kullanıyor, bir çoğunun tek bir dostu yok. Milyonların sevgi, ilgi beğenisi nerede? Evet kardeşim! Konuşan sadık-mesduk, Muhammed Mustafa’dır sallallahu aleyhi ve sellem. Allah subhanehu ve teâlâ onlara buğz etmiş, Cibril ve melekler buğz etmiştir. Kalplerde olan sevgi değildir. İnsan sevildiği oranda vardır ve mutludur. Bu ehlinin sevgi dediği sapkın bir bağlılık türüdür. Hem sevene, hem de sevilene sıkıntı olmaktan başka bir şeye yaramaz.

Şimdi kendimize dönelim. Sevilmek, beğenilmek ve hayırla yad edilmek insanî bir duygudur. Hiç birimiz bundan kurtulamayız. Bu mümkün değildir. Tevhid imamı İbrahim Halil’in aleyhisselam şu duası bunun delilidir.

” ‘Sonrakiler arasında benim için lisani sıdk kıl.’ ” (26/Şuara, 84)

İbrahim aleyhisselam sonradan gelen nesiller içinde güzel anılmayı sıdk ile övülmeyi Rabbinden talep ediyor.

Ama bunun yolu riya, yalan veya olmayan sıfatlarla tezahür etmek değildir. Bunun yolu ihlas ve sıdk ile Allah’ın sevgisini kazanmaktır. O bir defa sevdi mi elde edilesi tüm sevgiler senindir. (Allah’ım bizi sev, seni hakkıyla sevmeyi nasip eyle.)

Şimdi sana bir genç anlatacağım. O, Allah Rasûlü’nü görmemişti. Ama onun sallallahu aleyhi ve sellem ashabına yetişmişti, ‘Rebi’ İbni Husyem rahimehullah ‘.

Suriyye dedi ki: ‘Rebi’ Kur’an okurken yanına biri girerdi. Kur’an’ın üzerini elbisesiyle örterdi.’

Nuseyr bin Za’luk: ‘Rebi’ mahallesinin mescidinin dışında bir defa nafile namaz kılmadı. Abdullah bin Mesud’un öğrencisiydi. Onun ilmini almıştı. Süfyan-ı Sevri, İmam Malik’ten, o da İmam Şa’bi’den şunu naklederdi: ‘Ben Abdullah bin Mesud’un öğrencileri kadar çok ilimli, güzel ahlaklı (hilm), dünyadan el çekmiş insan görmedim. Şayet sahabe olmamış olsa kimseyi onu öğrencilerinin önüne geçirmezdik.’

Bu şehadete rağmen Rebi’ ihlası zedelenir endişesiyle konuşmuyordu. Seleften biri: ‘Rebi’ ile yirmi yıl arkadaşlık ettim, ondan ayıplanacak tek kelime duymadım.’

Bu ihlasın ve sıdkın ahiret mükafatını anlamak istiyorsan, dünyada gördüğü müjdeye bak. Abdullah bin Mesud’un radıyallahu anh öğrencisi Rebi’e şöyle derdi: ‘Ey Rebi’ şayet Allah Rasûlü seni görmüş olsa severdi. Ben seni gördüğümde sadece muhbitleri (kalpleri Allah’a tevazuyla eğilmişleri) hatırlıyorum.’ (Siyer A’lam Nubela, İmam Zehebi, Rebi’ bin Husyem tercemesi.)

Abdullah bin Mübarek radıyallahu anh selefin imamlarındandı. Bir arkadaşı onun haline bakıp: ‘ ‘O da bizlerle aynı şeyi yapıyor, ama insanlar onu çok seviyor, hürmet görüyor’ diye merak ederdi. Bir savaşta onu gözetlemeye başladı. Ondan dinleyelim: ‘Herkes uyudu. Ben de başımı mızrağıma dayayıp uyuyor gibi yaptım. İbni Mübarek uyudu. Benim uyuduğumu düşününce kalktı. Ve fecre kadar namaz kıldı. Fecr doğunca beni uyandırdı. Ben ona uyumadığımı söyledim. Bu hoşuna gitmedi ve bir daha benimle konuşmadı. Ben onun kadar hayrını gizleyeni görmedim.’ ‘

Yeryüzünün sevgi, övgü ve kabulü, semanın sevgi, övgü ve kabulüne bağlıdır. O rahimehullah herkes gibi yaşıyordu. Ancak amellerinin nuru kalpleri aydınlatıyordu. Allah subhanehu ve teâlâ sadece kendine yönelmiş amelleri kabul ediyor, bereketlendiriyor ve muhabbet, ihtiram olarak kalplere yerleştiriyordu.

Ne kadar çok insan görüyoruz. İnsanlar için çok şey yaptıklarını ama insanların anlamadığını iddia ediyorlar. Şurası bir gerçektir ki, insanoğlu nankördür. Rabblerine karşı kayıtsızdırlar. O’nun nimetlerini görmez, şükretmeyi bilmezler. Böylesi insanların kendileri gibi kul olanların faziletini teslim etmesi beklenemez. Ancak salih insanların yanında yapılanlar yer etmiyorsa, orada kendi ihlasımızı ve sıdkımızı kontrol etmeliyiz. Çünkü; onların kalbi Allah’la subhanehu ve teâlâ yaşar. Sevgileri Allah içindir. Allah subhanehu ve teâlâ için olan ameli sevdikleri gibi, ehlini de severler.

Selam ve Dua ile…
Ebu Hanzala

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver