Aldanmayalım!

 

Meddahın biri, ballandıra ballandıra terzilerin hilelerinden bahsediyor, onların lafa tuttukları müşterilerinden nasıl kumaş aşırdıklarını anlatıyordu. Hıtalı bir Moğol, bu hikâyeleri dinleyince birden öfkelendi:

— Söyle bana bu şehrin hilede en mahir terzisi kimdir?

— Ciğeroğlu adında bir terzi vardır ki lafazanlıkta ve hırsızlıkta ondan üstünü yok. İddiacı Moğol:

— Bahse girerim ki ne o, ne başkası benden bir iplik bile çalamaz, dedi. Meddah onu uyardı ve dedi ki:

— Kendine bu kadar güvenme! Ben, senden daha gözü açık nicelerini bilirim ki onun hilesine mağlup oldular. Zarara uğramaktansa ondan uzak dursan daha iyi edersin.

 

Bu tartışma uzayınca Moğol’un ayranı iyice kabardı ve ortalığa şöyle dedi:

— İşte atım, onun üzerine bahse giriyorum. Eğer o terzi benden kumaş çalabilirse size atımı vereceğim. Ama ben galip gelirsem sizden de at isterim.

 

Böylece Moğol ve diğerleri bahse tutuşup ayrıldılar. Gece boyunca Moğol, terzinin hayaliyle uğraşıp durdu, uyuyamadı. Aldanmamak için orada nasıl davranacağına dair planlar yapıyor, planlar bozuyordu…

 

Nihayet ertesi sabah, koltuğunun altına bir parça atlas kumaş aldı ve terzinin yolunu tuttu. Terzi, onu saygıyla karşıladı ve tatlı diliyle bülbül gibi şakımaya başladı. Fakat aldanmamaya niyetli Moğol oralı olmadı ve kumaşı terzinin önüne atarak emretti:

 

— Bundan bana bir savaş elbisesi biç, belden aşağısı geniş üstü dar olsun!

 

Terzi ölçüp biçti ve elbisenin ne kadar kumaştan çıkacağını hesapladı. Bir yandan bu işleri yaparken, öbür yandan geçmiş beylerle ilgili hoş hikâyeler anlatarak müşteriyi oyalıyordu. Söz ilerledikçe Moğol’da, içeri girerken ki hal kalmamıştı; yumuşamış, anlatılan komik şeylere gülmeye başlamıştı.

 

Güldükçe zaten çekik olan daracık gözleri kapanıyordu. Onun gözleri kapanınca terzi fırsatı kaçırmadı ve kaşla göz arasında, kumaştan bir parçayı kesip oyluğu altına sakladı. Birinci hikâye bittiğinde, zavallı Moğol’un aklında ne geliş amacı, ne de rehin bıraktığı atı kalmıştı:

 

— Ne olur bana bir hikâye daha anlat, diye yalvardı. Terzi, ilkinden daha komik bir fıkra anlatınca bizimki gülmekten kahkahalara boğuldu. Tabii terzi de bu arada kumaştan bir parça daha götürdü. Anlatılan hikâye bitince Moğol tekrar:

 

— Ben ömrümde senin kadar tatlı dilli bir adama rastlamadım. Ömrüme ömür kattın. Bana bir hikâye daha anlat, diye yalvardı… Terzi, ilk ikisinden daha komik bir fıkraya daha başladı. Artık Moğol, iyice kendini kaybetti ve sırt üstü düştü, yerde debelenmeye başladı. Onun bu halinden faydalanan terzi büyükçe bir parça daha kesip sakladı.

 

Hıtalı Moğol, dördüncü sefer yine bir hikâye anlatmasını rica etti. Usta, merhamete gelip daha fazla çalmayarak, içinden, ‘Meğer komik şeye ne kadar düşkünmüş. Aldanışından, zararından haberi yok!’ dedi. Moğol ise ustaya öpücükler dağıtıyor,

 

‘Bir iyilik yap, bana daha hikâyeler söyle!’ diyordu.

 

Terzi dedi ki, ‘Ey yanılıp duran adam, artık yeter! Başka bir komik hikâye daha söylersem, vay haline! Sonra atlas kumaşın daracık gelir. Hiç kimse bu işe razı olur mu? Bu sırrı anlasaydın gülmek nerede, gülüşün kan ağlamaktan beter olurdu.’

 

Bazı gerçekleri ne de güzel anlatır hikayeler… İbret verir, ders verir insana… Her okuyan pek çok ve pek farklı dersler çıkarabilir bu hikayeden. Biz çıkaracağınız derslerden en güzel şekilde istifade etmenizi temenni ederek, sadece bu ay üzerinde durmak istediğimiz konu ile alakalı ibret/ders üzerinde yoğunlaşacağız.

 

‘Ne için yaşıyorsun?’ sorusuna herkes farklı farklı yanıtlar verir. Kimi dünya hayatında saadet, kimi ahirette rahmet, kimi hem dünya hem de ahiretini imar için çalışır durur şu geçici dünyada… Hedef belirlemiştir herkes kendine göre. İnsanı hayata bağlayan da hedefleridir. Hedefine ulaşmak için yaşar insan, çalışır çabalar, bu uğurda çektiği tüm sıkıntıları hiçe sayar. Ulaşmak istediği amaçtır, konumdur hedef.

 

Kimi zengin olmanın peşindedir. Paraya sahip olabilmek için helal veya haram yolları kullanarak çalışır, didinir.

 

Kimi eğitimi için planlar yapar. Amacı akademik kariyerini yükseltmektir. Günlük yaşantısında eşe, çocuğa ayıracak vakit dahi bulamaz. Kafasında saç kalmaz.

 

Kimi eşine adamıştır kendini. Onu razı edebilmek için çabalar. Hayatının tek gayesi, anlamı budur.

 

Kimi evladı için vardır. Hedefi onu iyi yetiştirebilmektir. Maddi manevi desteğini esirgemez evladından. Devamlı okul kapılarında, dershane önlerindedir.

 

Kimi Âlem-i İslam’ın derdiyle dertlenir. Davasının ateşli savunucusudur. İslam’ın hakimiyetinden ümitlidir. Bu ümitle hizmet eder, seferber olur.

 

Örnekleri daha da arttırabiliriz.

 

Her ne kadar hedefleri farklı olsa da bu insanların ortak bir noktası vardır ki o da, onların gözlerindeki ışıltıdır, hedeflerine olan tutkularıdır. Onların tutkuları bir erkeğin eşine, bir annenin evladına olan düşkünlüğü gibidir. Hayalleri, düşünceleri, eylemleri hep hedefleriyle paraleldir. Enerji yüklüdürler. Önlerine çıkan engeller onları yıldırmaz. Hedeflerine kilitlenmişlerdir. Onlara göre başarısızlık, hezimet yoktur. Deneyim vardır.

 

Ampulü bulan adam hakkında anlatılır. Sayısı yüzleri geçen deneyler yapmıştır. Ancak ampulü icatta başarısız olmuştur. Çevresindekiler ona:

 

‘Bırak vazgeç. Yüz bilmem ne kadar denedin olmadı.’ deyince adam:

‘Ben bu kadar yoldan ampulün bulunmadığını öğrendim.’ şeklinde cevap vermesi bunun göstergesidir.

 

Peki hedefsiz bir insan düşünülebilir mi? Düşünülmemekle beraber, sayıları o kadar çoktur ki. Etraf, hayatın gayesini idrak edememiş, yaptığı hiçbir işten zevk almayan, hak olsun batıl olsun herhangi bir davaya intisap etmemiş, çevresinde olan biten her şey kendisine boş ve saçma gelen, aslında kendi hayatının boş olduğunu bir türlü fark edemeyen, mutsuz insanlarla doludur…

 

Müminin hedefi nedir? ‘Cennet’ deyişinizi duyar gibiyim. Evet, mümin cennet için plan proje üretir. Zira Allah ona, ‘…yarışanlar bunun için yarışsın.’ (83/Mutaffifin, 26) diyerek cenneti hedef göstermiştir. Burada biraz duralım. Acaba hedefi olan insanların özellikleri gerçekten bizde var mı? Yoksa İslam’ın mümine yüklediği misyon nedeniyle, alışkanlık haline gelen bir ifade mi bizim cennet hedefimiz?

 

Hedefi cennet olan insan onu cennete götürecek amilleri araştırır. Duyduğu, öğrendiği ne varsa uygulamak için heyecanlıdır. Enerji doludur. İbadet onu yormaz bilakis şarj olur. Amele düşkündür. Hatta o kadar düşkündür ki bakanlara cennet ehlini hatırlatır. Hata yaptığında bu hata onu başladığı noktaya ya da daha geriye götürmez. Tevbe ile onu daha yükseklere taşır. Bu özelliklere bakarsak sanki bizim durumumuz hedef sahiplerinin hallerinden ziyade, hedef belirleyip de sebat edemeyen, aldanan Moğol’un haline benziyor.

 

Hedef belirlemek kadar hedefe ulaşmak için gidilen yolda sebat etmek, amacını hatırdan çıkarmamak da önemlidir. Çünkü hayatınızı anlamlandıran amacınıza ulaşmanıza engel olacak o kadar çok amil vardır ki bunlardan ilki ve en önemlisi de aldatıcı dünyadır. Hikayemizdeki terzi dünyayı temsil eder. Anlattığı hikayeler de dünya hayatının süsü ve eğlenceleridir.

 

Dünyanın cazibesi; zevk, sefa, oyun, eğlence, kadın, erkek, evlat, mal, makam, şöhret, şehvetlerden ileri gelir. İşte insanın süslere aldanıp yoldan çıkması an meselesidir. Her sapma dönüşü imkansız bir yola sokmasa da insanı dikkat etmek gerekir. Hatada ısrarcı olmak, Moğol asker gibi hedefi tamamen unutmak, durum değerlendirmesi dediğimiz muhasebe yapmamak dönüşü imkansızlaştırır. Ve daha da kötüsü tüm bunlar olurken, ömrümüzün tıpkı terzinin aşırdığı kumaş gibi tükenmesidir. Aldanışımızla terk-i diyar etmemizdir.

 

Ecelin bizi bu aldanışımızla yakalamasını kim ister ki?

 

Aldanışlarımızın farkına varma dileği ile…

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver