Ahzab Savaşı

Zeyd’in anlattıkları günlerce aklından çıkmadı Rafi’nin. Canım Peygamber’imin ayakkabısına kanlar dolacak kadar taşlanmış olması içini burktu. Kaç gece sıçrayarak uyandı yataktan. Anam babam sana feda olsun ya Rasûlallah… Sana bunları reva görenler helak olsun ya Rasûlallah…

Durgundu Rafi gibi diğer arkadaşları da. Öyle hareketli oyunlar oynamıyorlardı. Ya Mescid-i Nebevi’de Peygamber sohbetlerine katılıyor ya onun sadık arkadaşlarının yanından ayrılmıyor ya da birbirlerinin kapılarının önündeki sedirlere geçip yeni inen ayetleri ezberlemek için çaba sarf ediyorlardı.

Yeni bir gün başlamıştı. Havalar epeyce soğumuştu. Buraların soğuğu sertti ama kısa sürerdi. Rafi sabah namazına yetişmek için kalkmıştı. Annesi su ısıtmış, o ve babasına sıcak suyla abdest aldırmıştı. Baba oğul mescidin yolunu tuttular. Üvey babası da olsa, Rafi onu çok seviyordu. Çünkü hem ona hem kardeşlerine hem de annesine iyi davranıyordu.

Mescitte sabah namazı kılındı. Sabah zikirlerinin ardından Rafi bir köşeye çekilip azıcık uyumak istedi. Ama bir tuhaflık vardı büyüklerde, bir hareketlilik… Kadınları ve çocukları mescitten çıkarmaya başladılar ve halktan bazı adamları da. Sadece Rasûl ve önemli olaylarda karar alan askerî kadro kalmıştı. Rafi bulunduğu köşeye iyice sinmişti. Merak duygularıyla ilk başta dışarı çıkmamış, daha sonra da herkes boşaldığı için çıkmaya cesaret edememişti. Belli ki büyük bir sorun vardı. Aman Allah’ım neler oluyordu?  Korkmaya başladı Rafi. İyice büzüldü olduğu yere. Sesleri seçebiliyordu ancak yüzleri göremiyordu. Kafasını kaldıracak olsa fark edilebilirdi çünkü. Rasûl, Allah’a hamd ettikten sonra aldığı istihbarattan bahsetti. Yahudiler, Kureyşi ve bir çok kabileyi kışkırtmış, büyük bir ordu toplamalarını sağlamıştı. Kureyş buna dünden razıydı. Muhammed ve ashabını yok etmek onların tek hayaliydi. Askerî şûradakiler pür dikkat Nebi’yi dinliyordu. Rasûl devam ediyordu konuşmasına:

-Oldukça kalabalıklar bu sefer. Hemen hemen on bin kişiler, dedi.

Rafi neredeyse çığlık atacaktı. Hemen dilini ısırdı. On bin kişi mi? Aman Allah’ım, Medine’de yaşayan kadınlar, çocuklar ve erkeklerin kaç katı bu sayı, diye hayıflandı. İçindeki  korku hepten büyüdü. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu. Hepimizi yok edecekler bu sefer, demekten alamıyordu kendini. Bu sırada sahabeden birsi sözü aldı.

-Ey Allah’ın elçisi! Ne kadar çok kişi toplanırsa toplansın, bu bizi asla korkutmayacaktır. Müslüman olmamız için bizi davet ettiğinde,  bize zaten bunu vaad etmemiş miydin? İslam olduktan sonra kavimlerin aç kurt gibi üzerimize saldıracağını daha önceden söylememiş miydin? İşte ey Allah’ın elçisi, azhapların toplanıp üstümüze gelmesi bizi korkutmadı; aksine imanımız arttırdı, dedi.

Rasûl’ün yüzü aydınlandı. Sadık arkadaşlarından da bunu bekliyordu. Allah’a hamd etti.

Rafi ise kendinden utandı. ‘Amma korkaksın oğlum. Üç beş müşrik toplanmış deyince ödün patladı. Bak müminlere, imanımız arttı diyorlar.’ Rafi iç sesini dinliyordu. Çok utandı kendinden. İstiğfar etti…

Biri daha söz aldı. Bu sesin sahibini tanıyordu. Selman-ı Farisi idi bu. İranlı’ydı.

-Ey Allah’ın Rasûlü! Biz İran’dayken bir saldırı olacağında şehrin etrafına hendekler kazardık. Düşman bu hendekleri atlarıyla dahi geçemezdi. Ve savaşta zafer elde ederdik.

Nebi, ashabından bu teklifi değerlendirmelerini istedi. Konuşup tartışıp anlaştılar. Selman’ın taktiğini uygulayacaklardı. Araplar neye uğrayacağını şaşıracaktı. Çünkü bu, Arapların hiç bilmedikleri bir savaş taktiği idi.

Allah’a hamd edip mescitten çıktılar. Onlar gidince Rafi de sessizce çıktı saklandığı yerden. Koşar adımlarla eve gitti.

Öğle namazına daha çok vardı. Tüm sokaklara haberciler yollandı. Ve herkes mescitte toplandı. Yapılacaklar bir bir anlatıldı. Her on kişi 26 metrelik bir hendek kazacaktı. Bu pek kolay bir iş sayılmazdı. Süre azdı. Medine’de bu yıl kuraklık vardı. Bu, açlığa sebep olmuştu. Buna rağmen kazma küreğini alan hemen çalışma alanına doğru hareket etti. Çocuklara bu sefer izin verilmişti, onlar da hendeklerden çıkan taş ve toprakları taşıyacaktılar.

Rafi hemen arkadaşlarını bulmuştu. Hep beraber Medine çıkışına doğru yola koyuldular. Vardıklarında birçok sahabe canla başla çalışmaya başlamıştı bile.

Rafi ve arkadaşları da hemen toprak taşımak için kovalarını doldurmaya koyuldular. Tüm işi organize eden Selman-ı Farisi idi. Kimin ne yapacağını söylemişti. Böylelikle bir uyum içinde çalışıyordu herkes.

Peygamber’imiz de çalışanlar arasındaydı. Ashab ona iş yaptırmamaya çalışsa da o yapacak bir şeyler buluyor, sahabesini teşvik ediyordu. Bir yandan da şiir okuyordu:

“Allah’ım hakiki hayat ahiret hayatı

Affet sen muhacir ve ensarı”

Sahabesi de Nebi’ye karşılık veriyordu.

Hendekler yavaş yavaş büyüyordu. Ama herkes çok yoruluyordu. Açlığın verdiği halsizlik de cabasıydı.

Birkaç gün böyle yoğun bir tempo ile devam etti. Ancak artık kimsede hâl kalmamıştı. Cabir evdeki küçük kuzuyu kesmiş, Rasûl’ün açlığını biraz da olsa dindirmek için yemek hazırlatıp sessizce bunu canım Peygamber’ime iletmişti. Rasûl’ün güzel sesi duyuldu:

-Ey Allah’ın dininin yardımcıları! Haydi Cabir size kuzu kesmiş, yanına da arpa ekmeği yapmış, ona misafir oluyoruz, dedi.

Cabir’in yüzü sapsarı kesildi. Çünkü yapılan yemek sadece üç kişilikti. Çalışanlar ise hemen hemen bin kişiydi. Allah’ım nasıl yetecek bu yemek diye düşünürken Rasûl, Cabir’e:

-Ben gelmeden yemeğin kapağını açmayın, dedi.

Rasûl dua etti, yemeğin kapağını açtı. Herkes o yemekten yedi. Rafi ve arkadaşları da öyle acıkmıştı ki etleri iki elleriyle yiyorlar hatta çiğnemeden yutuyorlardı. Tüm gruplar yedi ve kalktı; fakat hem et hem ekmek öylece duruyordu.

Subhanallah! Bu, Peygamber’imizin bir mucizesiydi.

Bir başka gün çalışma yine ağırlaşmıştı. Sebebi aynıydı tabi: Açlık…

Küçük bir kız, babası ve dayısına üç beş hurma götürüyordu. Rasûl onu fark edince yanına çağırdı, bir bez istedi. Herkes durmuş Peygamber’i izliyordu. Kız bezi getirdi. Rasûl hurmaları bezin üstüne atıp:

-Haydi muhacir ve ensarın yiğitleri! Buyurun hurma yemeye, diye seslendi.

Aynı mucize yaşandı. Herkes doyuncaya kadar hurma yemişti. Buna rağmen bezin etrafından hurmalar yerlere taşıyordu… Rafi ve arkadaşları da o kadar çok yemişlerdi ki; bir yandan da ceplerini hurma ile doldurmayı ihmal etmemişlerdi.

Artık hendek kazmada sona yaklaşılmıştı. Herkesin elleri şişmiş, yorulmuşlardı. İş oldukça azalmıştı. Bir grup Rasûl’e seslendi. Koca bir kaya çıkmıştı karşılarına. Kıramıyorlardı bir türlü. Rasûl hemen oraya doğru ilerledi. Bizim ufaklıklar da peşindeydi. Hendeğe indi Peygamber. Bismillah diyerek kayaya vurdu ve kaya biraz parçalandı.

-Allahu ekber, bana İran’ın anahtarları verildi. Medain’in beyaz sarayları göründü, diye bağırdı Rasûl.

İkinci vuruşta:

-Allahu ekber, bana Şam’ın anahtarları verildi. Şam’ın kızıl sarayları göründü, dedi.

Üçüncü vuruşta kaya tamamen parçalandı ve o:

-Allahu ekber, bana Yemen’in anahtarları verildi. San’a’nın kapısını görüyorum, dedi.

Bunu duyan tüm Müslümanlar tekbir getirdiler. Tüm yorgunluklarını unuttular. Çünkü bu bir zafer müjdesiydi. Şam, İran ve Yemen’e kadar İslam yayılacak ve o topraklar müminlerin olacaktı.

 Bu olağanüstü hadise, Rafi ve arkadaşlarını da çok etkiledi. Hem iş yapıyorlar hem de kendi aralarında konuşuyorlardı:

-Yemen’i alacak Müslümanlar.

-Acaba onu alan orduda olabilecek miyim?

-Tabi oluruz abicim, büyümüş oluruz o zamana kadar.

-Ben Yemen valisi olacağım.

-Sen ancak Yemen valisinin aşçısı olursun bu iştahla…

-İran’ı fethetmeye giderim ama orada kalmam ben.

-Niye ki?

-Mecusileri sevmiyorum.

-Mecusi kalmayacak ki, onlar Müslüman olacaklar.

-Olsun ben orada kalmam

-Boş konuşma Salim, emir isterse kalmak zorundasın.

-Niyeymiş?

-Emire itaat, Rasûl’e itaat de ondan canım arkadaşım.

-İnşallah bana kal demez.

Bu muhabbet öyle koyulaşmıştı ki kovaları bırakmış oldukları yere oturmuş bir yandan ‘kalırsın, kalmazsın’ tartışması yapıyor, diğer yandan da sabah stokladıkları hurmaları yiyorlardı. Taki hendek sorumlusu Selman’ı görene kadar. Onu görür görmez ellerindeki hurmaları atıp kovalarına sarıldılar ve işe koyuldular.

Hubeyb, Selman’ın gittiğini görünce attıkları hurmaları toplayıp cebine koymayı ihmal etmedi.

Hendekler tamamlanmıştı. Kazma ve kürekleri kaldırdılar, her şey hazırdı. Rasûl askeri heyet ile birlikte birkaç kez hendeğin tamamını gezdi. Bir yerde dar bir bölüm vardı. Oraya çok sayıda okçu yerleştirilmesini emretti.

Sabahın ilk ışıklarıyla beraber tüm askerler hendeklerin etrafına yerleştirilmişti. Herkes ok ve yaylarını hazırlamıştı. Çocukların savaş alanına gelmelerine izin verilmedi. Rafi ve arkadaşları buna biraz üzülseler de Medine’de kalan kadın ve çocukların güvenliğinde yardımcı olacaklarını, gözcülük yapacaklarını öğrenince sevindiler. Tüm kadın ve çocuklar Medine kalesine yerleştirildi. Medine’ye imam olarak Abdullah Ümmü Mektum tayin edildi. Kör bir sahabi olmasına rağmen Rasûl onu kendi makamına tayin etmişti. Hassan bin Sabit kadınlardan sorumluydu. Şehirde tek tük erkek kalmıştı. Geri kalan herkes Medine çıkışındaki hendeklerin başındaydı.

Ve müşrikler geldiler. Çok kalabalıklardı. Bir karargah kurdular. Askerleri savaş düzenine soktular. Kabilelerin başlarındaki kumandanlar, düzeni tamamladıktan sonra atlarıyla Müslümanların olduğu tarafa doğru hızla yaklaşmaya başladılar. Müslümanlar nefeslerini tutmuş hendeği gördüklerinde yaşayacakları şaşkınlığı görmek için sabırsızlanıyorlardı. Atıyla hızla gelenler hendekle karşılaşınca afalladı, atlar hendeğe düşmekten son anda kurtuldu.

Bu da nereden çıkmıştı? Bu daha önce görmedikleri bir hile idi. Hemen geri dönüp orduyu biraz daha yakına aldılar ve ok atışlarıyla bir şeyler elde etmeyi umdular.

Savaş başlamıştı. Ok atışları yapılıyor, ama bir türlü hedefler tutturulamıyordu. Hendek yüzünden umduklarını bulamamışlardı. Müslümanlar savaşa çok güzel hazırlanmışlardı.

Müşrikler günlerce hendeği geçmek için uğraştılar. Bunu da başaramadılar. Yalnızca üç atlı, hendeğin dar geçidini fark etti. Gizlice karşıya geçtiler. Ancak Ali ortaya atılarak bunlardan birini öldürünce, diğer ikisi geldikleri gibi kaçtılar.

Bir yol olmalıydı. Müslümanları yenmek için bir yol…

Sonunda onları içten kuşatmayı düşündüler. Medine’den birçok Yahudi sürülmüştü. Yalnızca Kureyza Yahudileri kalmıştı. Onların da Rasûl ile anlaşmaları vardı. Bu anlaşmayı bozmaları sağlanıp içeriden Müslümanları bozguna uğratabilirlerdi. Nitekim ne yapıp edip bunun bir yolunu buldular. Yahudiler, Kureyş müşriklerine yardım edeceklerini, onlara yiyecek içecek göndereceklerini bildirdiler. Bu haberi alan Rasûl iki ajan yolladı Yahudilere. Olayın doğruluğunu öğrenip geleceklerdi. Gerçekten de Yahudiler anlaşmayı bozmuştu. Bu, Müslümanlar ve münafıklar arasında duyulunca korkuya sebep oldu. Çünkü Medine’de evleri, eş ve çocukları vardı. Münafıklar tek tek Rasûl’e gelip izin istiyordu. Bizi bırak evimize dönelim. Çoluk çocuğumuz zarar görecek diyorlardı.

Müminlere de bu musibet çok ağır gelmişti. Rasûl elbisesini topladı. Biraz uzandı ve bir müddet sonra sevinçle yerinden kalktı:

-Allahu ekber. Ey Müslümanlar! Allah fetih ve zafer müjdeledi, dedi.

Allah, Kureyza Yahudilerinin kalbine pişmanlık soktu. Anlaşmayı bozduklarına çok pişman oldular. Müşriklere haber yollayıp yardımdan vazgeçtiklerini söylediler. Bunun hemen ardından öyle şiddetli bir rüzgar çıktı ki ne var ne yok önüne katıp sürüklüyordu. Müşriklerin çadırlarını söküyor, kazanlarını deviriyor, ipleri koparıyordu bu şiddetli rüzgar. Allah Rasûlü sürekli Allah’a dua ediyordu yardım etmesi için. Bir aydır kuşatma devam ediyordu ve artık takatleri kalmamıştı. Ciddi bir savaş olmasa da açlık yüzünden oldukça yıpranmışlardı. Kureyzaoğullarının yaptığı da onları çok zorlamıştı. Allah, melek ordularını gönderdi. Melekler müşriklerin kalbine korku  ve endişe salıyor, onları sarsıyordu. Müşrikler toparlanıp gitmeye karar verdiler. Artık burada duramazlardı. Kabileler yavaş yavaş toparlanmaya başladılar. Gitmekten başka çare yoktu. Müşrikler, sayıları ne kadar çok olsa da, Muhammed’in küçük devletini yıkamayacaklarını bir kez daha anladılar.

Medine’de kalan kadın ve çocuklar ise olanlardan tamamen habersizdi. Peygamber’in halası kalenin üstüne çıkıp etrafı kolaçan ediyordu. Aşağıda kale etrafında şüpheli şüpheli dolaşan bir Yahudi gördü. Hassan bin Sabit’e ‘git o adamı hemen öldür’ dedi. Hassan: ‘Kale kapıları kilitli, bir şey yapamaz size. Ben öldüremem onu.’ deyince Rasûl’ün halası Safiye kalınca bir sopa aldı. Sessizce aşağıya indi. Rafi ve arkadaşları Safiyye ile Hassan’ın konuşmalarını duymuştu. Safiyye’ye yardım etmek için peşinden indiler. Ama Safiyye çoktan adamı öldürmüştü bile.

-Haydi çocuklar, gidip Hassan’a söyleyin bu adamın ölüsünü buradan kaldırsın, dedi.

Rafi ve arkadaşlarının ağız açık kalmıştı. Yaşlı bir kadın, genç bir erkekten daha cesur olabiliyordu demek ki.

Bu sırada savaş alanından atıyla yaklaşan birini fark ettiler. “Müşrikler kaçtıııııııııı… Müşrikler kaçtıııııııııııı…” diye bağırıyordu. Bunu duyan kadın ve çocukların sevinçleri görülmeye değerdi.

(devam edecek inşallah…)

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver