Ahdine Sadık Bahadır Yiğitler

 

Zihin konforunu bozan, hakikatlerle yüzleşen ve mazlumların akan gözyaşlarının tazyikine tanıklık eden Müslümanların rikkatli kalpleri, daha kuvvetli ve daha hızlı atıyor artık.

Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem vefat eden oğlu İbrahim için sessizce döktüğü gözyaşları gibi bugün mümin gönüller de sükunet ve metanet içerisinde gözyaşları akıtmaktalar. Bu gözyaşları hemen hemen tüm İslam coğrafyasında yüreklere akar.

Dökülen bu gözyaşları şirk ve zulüm düzenlerini, orduları ve önderleriyle birlikte boğacak bir Kızıl Deniz’e dönüşür mü?

Ümit, gayret ve dua…

Yüreklere akan sıcak gözyaşları, göğüs kafesinde mahpus gönüllerin acısını katmerleştirerek arttırdı. Allah’ı subhanehu ve teâlâ tevhid ve tekbir eden feryatlar eşliğinde yakıcı ve delici bakışlar yöneldi beynelmilel küfre. Küfrün her boyuna ve her çeşidine.

Bu feryatları işiten mümin, katlden daha kötü olan şirk fitnesini ortadan kaldırmak için bütün hücreleriyle hissetti acıları, hüznü ve firakı.

Sadece hissetmekle de kalmadı bizzat yaşadı bunları. Çünkü hissetmek ayrı, yaşamak ise bambaşkaydı. Sahiciydi.

Bugüne kadar okudukları, dinledikleri, izledikleri, öğrendikleri, bildikleri ve davet ettikleri hakikatler de topyekün ayaklanmışlardı sanki. Beynine ve kalbine hücum ediyorlar ve adeta kendisine dönüp ‘Haydi!’ diyorlardı.

Tıpkı annesinin kucağındayken dile gelip, muttali olduğu hakikati fısıldayarak onu tereddütten kurtaran Ashabı Uhdud’un en küçük ferdi gibi telkinde bulunuyorlardı.

‘Haydi! Bil ki sen kesinlikle hak üzeresin.’

Evet.

Yıllardır süregiden hengamenin sonunda ‘Bilinenler’ ile ‘Görülenler’ karşı karşıya gelmişlerdi.

Artık karar vaktiydi.

Ya paslanmış, putlanmış, kararmış ve katılaşmış Ben-i Adem suretindeki biyolojik varlıkların arasında daha az paslanıp, kirlenmemek için canını dişine, dişini de dünyanın gemine takacaktır ya da duyduğu feryatlara itikadının gereği, imanın çağrısı, temiz fıtratının hoş olana iştiyakı ve tevhid daveti ile beraber ‘Allahu Ekber!’ feryatlarını katıp yeryüzü lanetlilerini dizüstü çöktürecek bir sayhaya dönüştürecektir.

Mümin gönüller ezelde verdikleri misakı hatırladı. Fıtri ve şetaretli bir alimin zevki kapladı tüm yüreğini onların. Misak anından bu yana olduğu gibi, yine ve yeniden ahitlerine bağlı kalıp, vefa gösterdiler, gönüllerini okşayan bir hasret efiltisiyle…

“Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.” (33/Ahzap, 23)

Ebedi esenlik ve mutluluk yurdu cennetin mualla sahipliğine namzet müminler, ancak seçkin insanların katılabildiği önemli bir davetin davetli listesinin ilk sıralarında bulunanların davet olundukları mekana kabul edilmeleri gibi, birer birer yeşil kuşun refakatinde umduklarına nail olup, korktuklarından emin olacakları mekanlara ulaştılar -inşallah-.

Dava büyük olunca, onu dava edinenlerde onunla büyür, onunla şereflenir ve aziz olurlar.

Tevhid davası öyle bir davadır ki çağrısı temiz, fıtrat sahipleri kimselerin kalplerini mest ve mesrur eder. Bir çağrı ki müminlerin gayret damarlarını titretir. Bir gayret ki, dünya hayatındaki eseri izzettir, ahiretteki son menzili ise adeta kalpleri çatlatacak azametteki ebedi sürur ve saadettir. Bir saadet ki onun yanında hiçbir değeri olmayan dünyaya ait bir vasıta olan kalemle ve kalemin yazacağı satırlarla tanımı yapılamaz. Zira hiçbir gözün görmediği ve hiçbir kulağın duymadığı ilahi bir bağıştır o.

Bu davaya gönül ve ömür vermiş sevdaları derin ve yürekleri yaralı Müslümanların yaşadıkları mevsim her zamanı hüzün ve hazan mevsimi olageldi.

Dünya hayatındaki mevsimlerin hepsi de aslında hazan değil midir? Başka bir mevsim olsaydı tüm İslam coğrafyasında her daim firak, hüzün ve elem olur muydu?

Musa’nın aleyhisselam Tuva’da gördüğü ateş misali tüm bu keşmekeş içerisinde hidayet nuru gibi parıldayan, tevhid davasının öncüleri, emekçileri ve mücahidleri salih selefin izinde yerlerini aldılar.

Kimisi bir örük zülfüne canlar feda edilesi güzelden ayrıldı. Aziz ve Celil olan Allah’ı tanıdıkça, O’nun razı ve hoşnut olduklarının dışında kalıp değersizleşen her şeyden ayrılmak için yardan olduğu gibi serden de geçti.

Kimisi içinde şirk, ihanet, kin ve haset olmayan sağlıklı ve temiz kalbini ibadetlerle mamur ederken, Allah yolunda bir saatlik cihadın 70 yıllık nafile ibadetten daha değerli olduğunu haber veren Nebevî muştuyu öğrendikten sonra, Firdevs’in tozlu yollarına revan oldu.

Kimisi kısır bir döngü içerisinde kendisi için ömür törpüsü haline gelen aylık bilançolarda önceki aya göre daha az kâr ettiği için gösterdiğini zannettiği sabırla yoğun ve sanal bir manevi atmosfere girmek gibi şeytandan mülhem ataleti aşarak sonsuzluğa dek yüzünü güldürüp, gönlünü aydınlatacak nihayetsiz bir kazanç elde etti.

Kimisi harbi ticaret erbabıydı. Hesapsız kâr ile gerçek kazancın, mevcut şirk sistemin eteklerinin altında dolanıp dolaşmakla elde edilemeyeceğini bildi. Zamanını, emeğini, malını ve en değerli varlığı olan canını hiç tereddüt etmeden yüce Allah’ın subhanehu ve teâlâ cennet vadi karşılığında sattı. Şimdi ne kadar da çok kârlı bir alışveriş yaptığını müşahede ettiğinden aynı güzel akıbeti tekrar yaşamak için dünya hayatına dönmek ister. Halbuki cennete giren hiç kimse bir an olsun oradan çıkıp dünyaya geri dönmek istemez. Bu iştiyakı ancak şehidler duyar.

Kimisi Müslümanların küresel küfür sitemi ve yerli tağutlara karşı sürdürdükleri cihadı çemberimsi bir çukurun içinde boz bulanık bir çamur gölü olarak görüp, göstermeye çalışanları, içerisinde debelendikleri ‘Tağuti Sistemle Bütünleşme’ deniyetine terk ederek İslam’ın zirvesinden, Kerim olan Rabb’in rızasına ve bol bağışına nail oldu.

Kimisi şirk ideolojilerinden ‘en az zararlı, uyumlu ve ödünç kullanabilir olan’ diye tanımlayarak organik ilişki kurup, gün geçtikçe de duygusal aidiyet hissine kapıldıkları demokrasi çarkının içerisine girdikten sonra ilk devrini/turunu tamamladığında, çarkı dişlileri arasında kan revan içinde kalan ‘hak’ kartvizitli cemaatlerin ‘Ey kavmim! Demokrasi gibi modern bir putu tazim edip, tapmayın. Rasûlullah’ın yolundan yüz çevirip, akıbeti ebedi azap olacak keler deliğine girmeyin. Allah hakkında da yalan uydurmayın.’ diyerek Peygamberlikten sonra gelen sıddık sıfatıyla razı olunmuş ve razı olmuş mutmain nefis olarak yüce Allah’ın huzuruna çıkar.

Kimisi Allah’ın dini en üstün olsun ve Müslümanlar hazandan ve hüzünden uzak kalsın diye gençliğinin baharını tohum kılarak Allah’ın arzına serpiştirip kanıyla da sulayarak baharların hiç bitmediği, ebedi gençlik ve asıl dirilik yurdu Me’va cennetinde muradına ermiş ve gönlü şâd olmuştur.

Kimisi tevhidi kanını, etine, düşünce ve duygularına karıştırdığını, tevhid davasına davetin, bu davanın müdafiliğini ve şerefli meleklerle yoldaşlığını, canıyla kanıtladığı için pırıl pırıl parıldayan bir nur, yüce bir saray, şırıl şırıl akan enva çeşit nehirler, nimetler, selametli bir yurt ve yüksek değerde bir makam olan Daru’s Selam ile mükafatlandırılmıştır.

Hayatın varoluş amacı olan tevhid akidesiyle yüce Allah’ın yaratma maksadını uygun bir hayata muvaffak kılınan muvahhidler cihad meydanlarında başlarını kaldırdıklarında cennetin kendileri için yüceltildiğini ve üzerinde bulundukları yolun güneşin aydınlığı gibi açık olduğunu gördüler.

Allah subhanehu ve teâlâ salih amellerle beraber cennetin yollarını da Müslümanlara kolaylaştırmıştır. Muvahhidler uzun emellere aldanmadılar, gaflete kapılmadılar. Batıl kuruntulara ve yalan teziratlara kanmadılar. Kötü amellerin kalplerinin üzerine paslatmasına izin vermediler. Dünya lezzetlerini ellerinin tersiyle reddettiler ve ahiretleri pahasına onlara yönelen dünyalıklara koşmadılar.

Onlar sözün en güzeline yöneltilmişler ve hamde layık yüce Allah’ın yoluna iletilmişlerdir. Kendilerine bahşedilen bu büyük nimetin şükrünü hakkıyla yerine getirebilmek için mal, evlat, ilim, emek, vakit ve mesken gibi bu davaya verebilecekleri her ne varsa büyük bir hoşnutlukla ve hiçbir tereddüt göstermeden takdim ettiler.

Nihayet yanlarında en değerli varlıkları olan canları kaldı. Aziz ve Celil olan Allah ile yaptıkları alıverişin gereği ve gönülleri cennet bahçesine çeviren şehadet arzusuyla canlarını da kurban ederek verdikleri söze sadakat gösterdiler.

Her insan aynı misak üzere dünyaya geldiği halde ahiret yurduna bu misak üzere dönenler ne kadar da azdır.

Ey vefa ve hak sahibi Rabbimiz!

Bizi de tevhid davasını yüceltmek uğruna dünya hayatını terk etmeye, bir yudum su içmekten daha basit görüp imanlarına parçalanmış bedenlerini şahit kılan şehit muvahhid kardeşlerimize yoldaş kıl.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver