Değerli mümine bacım, bir önceki yazımızda dışarı çıktığın zaman koku kullanmamaya dikkat etmen gerektiğini, sonrasında da karşı cinsle gerek karşı karşıya, gerekse telefonda gerçekleştirdiğin konuşmalarında asla edalı ve cilveli konuşmanın uygun olmadığını anlatmaya çalışmıştık. Bu yazımızda ise Rabbimizin izniyle, senin açından çok önem arz eden bir konu olan ‘Ziyaretleşme Âdabını’ ele alarak sana nasihatlerimize devam etmeye çalışacağız.
Değerli bacım, malum olduğu üzere insan olarak senin gün içerisinde hemcinslerinle aynı ortamı paylaştığın birçok anın vardır. Ders halkaları, günler, oturmalar bu anlardan sadece bazılarıdır. Hayatın her alanını kuşatan ve her mesele için en mükemmel kanun ve nizamları vaaz eden dinimiz, bu konuda da, yani ‘Ziyaretleşme Âdabı’ konusunda da son derece muntazam kaide ve kurallar, tavsiye ve nasihatler ortaya koymuş ve bizlerin bu alandaki eksikliklerini gidermeye çalışmıştır. Şimdi Allah’ın izniyle İslam’ın ‘Ziyaretleşme Âdabı’ hakkında bizlere neler emrettiğini veya hangi tavsiyelerde bulunduğunu maddeler hâlinde zikretmeye çalışacağız. Bu maddelere riayet etmeye çalıştığın zaman göreceksin ki, oturmaların bir anlam kazanacak, arkadaşlarınla bir araya gelmen senin için bir mana ifade edecek ve bu birliktelikler günah meclisleri olmaktan öte, bir cennet vesilesi olacaktır inşâallah. Rabbim şimdiden bu kurallara riayet etmeyi bizlere nasip etsin. (Allahumme âmîn)
Birinci Kural
‘İnsanlarla veya arkadaşlarınla bir araya gelmenin yegâne gayesi; imanını artırmak, hayır elde etmek ve Rabb’inin rızasına erişmek olmalıdır.’
Değerli bacım, bilindiği üzere insanların toplanmalarının ve bir araya gelmelerinin birçok amaç ve gayesi olabilir; ama mümine bir kadın olarak senin insanlarla bir araya gelmenin, başka değil sadece Rabb’inin rızasını elde etme amacı olması gerekmektedir. Unutma ki hangi amaç, hangi gaye ve hangi konu olursa olsun mümine bir kadın olarak senin Allah’ın rızasından başka bir şey için arkadaşlarınla bir araya gelmen söz konusu olamaz. Bu nedenle sen; ister ziyaret, ister ticaret, ister bir problemi halletmek, isterse bir ders programına katılmak için olsun fark etmez, her halükarda Allah’ın rızasını öncelemeli, O’nun razı olacağı şekilde meclislerde yerini almalısın.
Hepimiz biliriz ki her müslümanın bilinçaltında yatan temel düşünce; ‘Hangi işi yapsam da Rabbimin hoşnutluğunu kazansam’ veya ‘Hani sözü söylesem de Rabbimi razı etsem’ mantığıdır. Onun temel düşüncesi bu olduğu için insanlarla hangi amaç için bir araya geliyor olması onda bir değişme meydana getirmez. O her halükarda rıza-i ilahîyi, Allah’ın hoşnutluğunu arar.
Bugün kimi bacılarımızın arkadaşlarıyla bir araya gelişlerinde ‘İmanımı nasıl artırırım?’, ‘Acaba bu oturumumda Rabbimi nasıl razı ederim?’ gibi bir amacı değil de, sadece göremediği arkadaşları ile bir araya gelmeyi ve onlarla hasbihâl etmeyi ana gaye edindiklerini müşahede etmekteyiz. İşin aslı bu gaye çok kötü olmamakla birlikte, asıl amaç da değildir. Bir mümine olarak senin gerek oturmalara gerekse ders ve sohbetlere gitmendeki temel hedefin; imanını artırmak, dinini öğrenmek ve o ortamlardan Rabbinin razı olacağı şekilde istifade etmek olmalıdır. Sen bu amacı güttüğünde zaten arkadaşlarınla görüşüp hasret gidermen veya onlarla hasbihâl etmen Allah’ın lütfu olarak beraberinde gelecektir. Ama sen temel olarak arkadaşlarını baz alır ve rıza-i ilahîyi ikinci plana atarsan, o zaman hem oturmanın bereketinden istifade edemez, hem de niyet bozukluğundan dolayı Allah tarafından hiçbir ecre nail olamazsın.
İnsanlarla bir araya geldiğin meclislerde boş boş oturmak ve faydasız şeylerle vakit öldürmek yerine, imanına fayda getirecek ve seni Allah katında biraz daha değerli kılacak şeylerle meşgul olmalısın. Çünkü sahabe nesli böyleydi ve onlar meclislerini, oturumlarını ve hatta gezmelerini bile imanlarını artırmaya vesile kılan amellere çevirirlerdi.
Şimdi gel, o neslin âlimlerinden birisi olan Muaz bin Cebel’e radıyallahu anh meclislerimizde ne yapmamız gerektiğini soralım. Bak, o, meclislerimizde ne yapmamız gerektiğini bizlere nasıl öğretiyor:
اجْلِسْ بِنَا نُؤْمِنْ سَاعَةً
‘Otur bizimle, iman edelim bir süre’
Aslında Muaz’ın radıyallahu anh dilinden dökülen bu sözler onun kendi fikri değil, genel olarak sahabe neslinin temel mantalitesiydi. O güzide nesle göre meclislerde bir oturum düzenlendiğinde, bu oturum mutlaka gelenlerin imanını artırmalı, onları Allah’a yaklaştırmalı ve kendilerine cennet vesilesi olmalıydı. İnsanı Allah’tan uzaklaştıran, cennete götürmeyen ve imanı artırmayan oturumlar, onların haz aldığı veya teşrif ettiği oturumlar değildi. Onlar işte böyleydi. Ey bacım, sen de eğer bir vesileyle arkadaşlarınla bir araya gelmişsen, hemen o meclisi imanını artırdığın bir ortama çevir. Aksi hâlde şeytan boş durmadığı için o güzelim oturmanızı imanınızı değil, günahınızı artırdığınız bir ortama çevirecektir.
Buradan hareketle sana ısrarla şunu nasihat ederiz ki; ders, sohbet ve gün gibi arkadaşlarınla bir araya geldiğin tüm ortamlarını imanını artırmaya vesile olan bir oturuma çevir. Bunu becerebildiğinde, inşâallah hem meclislerden gerçek anlamda istifade etmen söz konusu olacak hem de Rabb’inin hoşnutluğuna ermen gündeme gelecektir. Ortamın bereketi ile imanının zirve yapıp, kalbinin mutmainliğe ermesi ise Allah’ın sana bir lütfu olacaktır. Bu da yanına kâr olarak kalacaktır.
“Her hangi bir topluluk Allah’ı anmak için oturursa gökten bir münadî onlara: ‘Haydi, günahlarınız bağışlanmış ve kötülükleriniz iyiliklerle değiştirilmiş olarak kalkın’ diye seslenir.”
İkinci Kural
‘Kapı âdabına riayet etmeyi bilmelisin.’
Ziyaret edeceğin evin kapısına geldiğin zaman şu beş şeye mutlaka dikkat etmelisin:
1. Zile bastığında veya kapıyı tıklattığında –Allah Rasûlü’nün de belirttiği üzere– üç kereyi geçmemelisin. Buna göre senin üçten fazla zile basman veya kapıyı çalman caiz değildir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Sizden birisi üç kere izin ister de kendisine izin verilmezse hemen geri dönüp gitsin.”
Bugün kimi insanlar bir arkadaşını veya bir yakınını ziyarete gittiğinde kapı kendilerine açılana dek zile basmaktalar. Oysa bu, İslam’ın yasaklamış olduğu bir amel olmasının yanı sıra, âdaba ters düşmesi açısından da son derece yanlıştır. Bir Müslüman ancak ‘üç kere’ zile basabilir; bunun ötesi haddi aşmaktan başka bir şey değildir. Evdeki insan haydi müsait değilse? Haydi banyoda, tuvalette veya yatağındaysa? O zaman bu ne kadar uygun ve etik olur? Bu nedenle zile ille de kapı açılsın diye yüklenmemeli, sana belirlenen sayının üzerine çıkmamalısın.
2. Kapı çalarken içerideki insanın namaz kılıyor olabileceğini hesaba katarak zile basma aralığını birazcık uzatmalısın. Buna göre, kapıya geldiğinde içerdeki kimsenin dört rekâtlık namaz kılabileceği bir süre bekle ve zile basma aralığını en asgari dört rekâtlık namazın kılınabileceği bir zamana yay. Hani, hepimizin başına gelmiştir; tam namaza durursunuz, derken kapı çalmaya başlar. Siz namazınızı tamamlamak için uğraşırken bakarsınız ki kapıdaki çekip gitmiş… Böylesi bir durumla karşılaşmamak için zikrettiğimiz süreye dikkat etmelisin.
3. Ziyaret etmek istediğin evin kapısına geldiğinde kapıyı rıfkla, kibarca ve yavaş bir şekilde çalmalısın. İçeride bir çocuğun uyuyor olma ihtimalini, derse başlandığını veya büyük, yaşlı, saygıdeğer insanların gelmiş olabileceğini daima hesaba katarak hareket etmeli ve bu ihtimallerden dolayı zile abanmamalısın. Unutma ki, müslüman her işini kibarca, nezaket kuralları çerçevesinde, kimseyi rahatsız etmeden yapmaya gayret eden kimsedir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Şüphesiz ki, yumuşaklık (nezaket, kibarlık) hangi işte bulunursa, onu güzelleştirir; hangi işten de çıkarılırsa onu çirkinleştirir.”
4. Kapıya geldiğinde kapının tam karşısında durmamalı; beklemeni sağ veya sol tarafa geçerek yapmalısın. Eğer kapının tam karşısında durursan kapı açıldığında evin içerisindeki bazı mahremleri ve uygunsuz hâlleri görebilirsin ki, bu hem senin için hem de karşı taraf için ciddi moral bozukluğuna yol açabilir. Evden henüz çıkmamış olan evin erkeğine veya evin oğluna gözünün iliştiğini bir düşünsene! Kendini nasıl hissedersin? İşte bu tür uygunsuzluklarla karşılaşmak istemiyorsan kapının tam karşısında değil, sağ veya sol tarafında durmalısın. Hem bu davranış Allah Rasûlü’nün de sürekli riayet ettiği bir sünnettir. Ebu Davud’un rivayet ettiği bir hadiste şöyle geçer:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem birisinin kapısına geldiğinde yüzünü direkt olarak kapıya dönmez; kapının ya sağ tarafına ya da sol tarafına yönelerek dururdu.”
5. İçeriden ‘Kim o?’ denildiğinde bizzat ismin zikretmeli ve ‘Benim’, ‘Bir arkadaşın’, ‘Aç!’ gibi kapalı lafızlar kullanmaktan uzak durmalısın. Câbir bin Abdillah radıyallahu anhuma Uhud savaşında şehid düşen babasının borçlarını erteletmek için Allah Rasûlü’ne gitmişti. Câbir radıyallahu anh devamla şöyle der: Rasûlullah’ın kapısına varınca kapıyı çaldım. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
— Kim o? dedi.
Ben:
— Benim, dedim. Sanki benim bu cevabımdan hoşlanmamış gibi:
— Ben, ben, diye sözümü tekrarladı durdu.
İşte bu beş madde ziyaret veya bir başka amaçla kapılara geldiğinde dikkat etmen gereken İslamî kurallardandır. Bunlara riayet ettiğinde Rasûlullah’ın kapı sünnetlerini ihya etmiş olacağını unutmamalısın.
Üçüncü Kural
‘Ziyaret yerine geldiğinde ilk işin söze selamla başlamak olmalıdır.’
Bir meclise girdiğinde işe her şeyden önce selamla başlamalısın. Unutma ki bu, hem Allah’ın emri hem de Rasûlullah’ın sünnetidir. Rabbimiz şöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Kendi evleriniz dışındaki evlere, sahipleriyle kaynaşıp izin almadan, bir de ev sakinlerine selam vermeden girmeyin. Bu sizin için daha hayırlıdır; umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz.” (24 /Nur, 27)
“Evlere girdiğiniz zaman birbirinize, Allah katından mübarek ve hoş bir esenlik dileği olarak selâm verin.” (24/ Nur, 61)
Rasûlullah da sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle buyurur:
“Selam vermek soru sormaktan önce gelir. Bu nedenle her kim selam vermeden önce size soru sorarsa, onun sorusunu cevaplamayın.”
Selam kelamdan önce gelir. Yani konuşmaya geçmeden, eve giriş yapmadan önce mutlaka İslam selamı ile kapıyı açan kardeşlerimizi selamlamalıyız. Selam verme yerine ‘İyi sabahlar, günaydın, iyi günler, iyi akşamlar’ gibi lafızlar kullanmamalıyız. Bu tür lafızlardan bazıları cehalet sebebi ile yaygınlaşmış, bazıları da müslümanları kültürlerinden uzaklaştırmak için sistem tarafından bilinçli olarak terviç edilmiştir. Bu nedenle özellikle de ‘Günaydın’ ve ‘Tünaydın’ gibi tağutlar tarafından aşılanmaya çalışan lafızlardan uzak durmak gerekir.
Gittiğin yerdeki müslümanların da, senin vermiş olduğun selama ya aynısı ile karşılık vermeleri ya da daha güzeli ile mukabelede bulunmaları gerekmektedir. Rabbimiz şöyle buyurur:
“Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı selâmla karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını gereği gibi yapandır.” (4/ Nisa, 86)
Önemli Bir Uyarı
Annelerimiz gibi daha çok âdetlerle dinlerini yaşamaya çalışan bazı kadınlar, bir meclise girer girmez selamlaşma yerine önce salâvatlaşmakta, ardından ellerini yüzlerine sürerek selam vermekte veya hâl-hatır sormaya koyulmaktadırlar. Oysa bu davranış bu şekliyle Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem sahih sünnetine terstir. Rasûlullah’ın sahih sünnetinde sabit olan; selamın öncelenmesi, ardından da musafaha yapılmasıdır. Ayrıca musafaha esnasında Rasûlullah’a salavât getirmek de sahih sünnette yoktur. Böylesi bir uygulama bazı hadislerde zikredilmiş olsa da bu hadisler, kendisiyle amel edilmeyecek derecede zayıftır. Mesela bu hadislerden bir tanesi şu rivayettir:
“Allah için birbirini seven iki kul karşılaşır, musâfaha eder ve Nebî’ye salât ederlerse daha ayrılmadan Allah onların hem geçmiş hem de gelecek günahlarını affeder.”
Bu rivayet ‘Münker’ bir rivayet olup kendisiyle amel edilmeyecek derecede zayıftır. Hem, gelecek günahların affı peygamberlerin özelliklerindendir. Böylesi basit bir amelle gelecek günahların affının garanti edilmesi, hep zayıf rivayetlerde söz konusudur. Bu nedenle sahih rivayetler dururken bu tür rivayetlere itimat etmek yanlış olur. Bizlerin sahih olarak nakledilen hadislerle amel etmesi hem dinimizin selameti hem de sünnetin yaşatılması açısından daha önemlidir. Böylesi durumlarda sahih olan rivayetlerle yetinmek gerekir.
Dördüncü Kural
‘Meclislerde haddinden fazla oturma yapmamalı ve ihtiyaç hâli müstesna insanlarla fazla görüşmemelisin.’
Bacım, bilindiği üzere insanoğlu için paha biçilmez en değerli sermaye vakittir. Bu nedenle bu sermayeni boş oturmalar, gereksiz laklaklar ve fayda getirmeyen muhabbetlerle eritip, yok etme! Kıymetini bil! Aksi hâlde bu sermayeyi iyi değerlendirip-değerlendirmediğinden, gün gelecek sermaye sahibi tarafından hesaba çekileceksin. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Kulun ayakları, kıyamet gününde ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne gibi işler yaptığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bulunduğu yerden (bir adım öteye) kıpırdamayacaktır.”
Yani mutlaka yapıp-ettiklerinden ve bu ömrü ne gibi işlerle tükettiğinden sorguya çekileceksin. Hesabını vermediğin sürece de asla yerinden kımıldayamayacaksın. Peki, ya ömrünün nasıl heba ettiğinin hesabını veremezsen durumun ne olacak?
Bunun cevabını düşünmek dahi insanın tüylerini diken diken yapıyor.
Rabbim hepimize vaktimizi güzel değerlendirmeyi nasip etsin.
Değerli bacım, bugün nice insan, Allah’ın kendisine cennet kazansın diye sermaye olarak verdiği vakti öldürme peşinde koşmaktadır! Hatta üzülerek söyleyeyim ki müslümanlardan bazıları da bu koşuda yerini almış durumdadır. Sormak gerek, acaba bu vakit düşman mıdır ki onu öldürmek için fırsatlar kolluyor, imkânlar arıyorsunuz diye? Çünkü ancak düşman öldürülür ve fırsatlar sadece düşmanı yok etmek için kollanır. Eğer bir müslüman vaktini öldürecek fırsatlar arıyorsa demek ki o, vaktini kendisine düşman görmektedir. Bir düşman da ancak öldürülmeyi hak eder! O zaman, müslüman vakti öldürmelidir!
Subhanallah! Bu ne acaip bir algı! Ne garip bir bakış açısı!
Sen sakın ha zamanı böyle görenlerden olma! Aksine sen vakti kendine bir dost bil. Böyle bil ki, vakit sana kendisini iyi kullanma imkânları versin. Unutma ki senin üzerinde ancak vakit ile altından kalkacağın bir takım yükümlülükler bulunmaktadır. Tebliğ, davet, irşad, insanları doğruya sevk, eğitim, tedrisat, çocuk terbiyesi, eş hakkı vb. şeyler, bu yükümlülüklerden sadece bazılarıdır. Bunca yükümlülüğün altından zamanın yardımı olmadan nasıl kalkarsın?
Eğer sen en değerli sermayen olan vaktini; meclislerde boş konuşmalar, gereksiz oturmalar ve faydasız beraberliklerle katledersen zikrettiğimiz sorumlulukları ne ile yerine getirecek, bunların altından nasıl kalkacaksın? Bu nedenle arkadaşlarınla bir araya geldiğin oturmalarında zamanını çok iyi değerlendir ve işin bitti mi, hemen kalk ve diğer sorumluluklarını halle koyul.
“O hâlde (bir işi ve ibâdeti) bitirdin mi hemen (ikinci bir iş ve ibâdete) başlayıp yorul! Ve yalnız Rabb’ine yönelip doğrul!” (94/İnşirah, 7-8)
Unutma ki, senin görev ve sorumlulukların vaktinden çoktur. Eğer vaktini zayi edersen bunları hangi zaman da yerine getireceksin?
Eğer ziyaretini sonlandırdığında diyelim ki arta vakit kaldı, bu arada hemen kalk ve namaz kıl. Bunu yapamazsan yanında taşıdığın bir kitabı oku. Kitap okuyacak ortamın yoksa yanında taşıdığın ses oynatıcılarla ders veya Kur’an dinle. Şayet bunu da yapmaya fırsat ve ortamın yoksa kalk, bir kardeşini ziyarete git. Yani asla zamanını zayi etme; çünkü zaman parayla satın alınamayacak kadar kıymetli bir değerdir. Bir Arap atasözünde de denildiği gibi, yakutlar zamanla satın alınır; ama zaman yakutlarla satın alınmaz! Bu nedenle zamanına sahip çık.
Meclislerde gereksiz ve haddinden fazla oturmaların getirdiği zararlardan birisi de insanın boş söze veya gıybete düşmesidir. İnsan hakkı ve güzeli konuşmayı terk ettiğinde otomatik olarak bâtılı ve çirkini konuşacaktır. Bu kaçınılmaz olarak böyledir; zira insan fıtratı asla boşluk kabul etmez. Mutlaka bir şeylerle uğraşmayı ister. Sen eğer onu hak ile meşgul edersen hakka yönelir; şayet batılla meşgul edersen batıla meyleder. Ama neticede mutlaka bir şeyle meşgul olur insan fıtratı. O hâlde sen onu hayırla meşgul edenlerden ol. Sana İmam Şafiî’nin rahmetullahi aleyh şu sözlerini hatırlatarak diğer başlığımızın izahına geçmek istiyoruz. O, der ki:
‘Sûfîlerle bir süre arkadaşlık ettim, ancak şu iki güzel sözün haricinde onlardan hiçbir şey istifade edemedim:
1. Zaman bir kılıçtır; sen onu kesmezsen o seni keser.
2. Sen nefsini hak ile meşgul etmezsen o seni batıl ile meşgul eder.’
Değerli bacım, müslüman olarak senin her işinin orta yollu, dengeli ve belirli bir vasatta olması gerekmektedir. Yemenin, içmenin, yatmanın, kalkmanın, gezmenin; hâsılı tüm işlerinin vasat bir çizgide seyretmesi elzemdir. Oturup kalkmalarının da böyle olması zorunludur. Sen mümine bir kadın olarak her işinde orta yollu ve dengeli olmak zorunda olduğun gibi, oturup kalkmalarında da orta yollu ve dengeli olmak zorundasın. Çünkü orta yollu olmak insana daima hayır getirir. Mutarrıf bin Abdillah rahimehullah şöyle demiştir:
خَيْرُ الأُمُورِ أَوْسَطُهَا
‘İşlerin en hayırlısı orta yollu olanıdır.’
Bu gün birçok kardeşimizin ayrılığa düşmesinin temelinde yatan sebep; hayır getirmeyen aşırı beraberlikleridir. Oysa insan biraz ayrı kalınca karşı tarafı arzular, özlem duyar, görüşmek ister; ama gayesiz bir şekilde sürekli görüşmek bıkkınlık vermesinin yanı sıra nefret de doğurur aynı zamanda.
Bu, bizim ortaya attığımız aklî bir görüş değil, aksine Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem dile getirmiş olduğu önemli bir prensiptir. O, kendisi ile çok sık görüşen ve tıpkı bir gölge gibi kendisini takip eden bazı sahabîlerine –ki Ebu Zer ve Ebu Hureyre radıyallahu anhuma bunlardandır– hep şöyle tavsiyede bulunmuştur:
زر غِبًّا تزددْ حُبًّا
“Ara sıra ziyaret et ki, sevgin artsın.”
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sahabîlerinin kendisini sürekli görmek istemelerinden ve gölge gibi ardından gelmelerinden bazı zamanlar rahatsızlık duymuş ve bu şekilde onlara tavsiyede bulunarak her işte dengeli olmaları gerektiğini kendilerine hatırlatmıştır.
İnsan gerçektende her daim birileri ile görüşürse bu, zamanla birbirlerinin kusurlarını görmeyi, eksikliklerini müşahede etmeyi, hâl ve tavırlarından rahatsızlık duymayı gerekli kılar ve neticesinde sonucu hiç de güzel olmayan ayrılıklar vuku bulur. Dengemizi muhafaza etmeli ve arkadaşlarımızla ‘nitelikli beraberlikler’ kurmayı bilmeliyiz.
Seleften bazıları şöyle demiştir:
‘Sana ilmen faydası olmayan ve kendisinden hayır elde edemediğin arkadaştan uzak dur. Faydalı ilmin olmadığı uzun oturmalardan da sakın; zira aslan, kendisine gözünü dikip sürekli bakanlara saldırır.’
Değerli bacım, bu yazımızda da sana hayatın vazgeçilmez bir parçası olan ziyaretleşmeyle alakalı önemli gördüğümüz bazı nasihatlerde bulunmaya çalıştık. Bu başlıktaki yazımız belki birkaç sayı sürebilir. Rabb’im ömür ve imkân verirse, bir sonraki yazımızda ziyaretleşme âdabına ilişkin diğer önemli gördüğümüz noktaları zikretmeye çalışacağız. Rabbim bizi ve seni bu nasihatlerden en güzel şekliyle faydalanan kullarından eylesin.
Bir sonraki yazımızda tekrar buluşmak dileğiyle, fî emânillâh…
İlk Yorumu Sen Yap