Allah’ın adıyla,
Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.
Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu,
Son iki yazımızda zan konusunu işlemeye başlamıştık. Önceki sayılarımızda Allah’a (cc) karşı zan ve müminlere karşı zan konusunu ele almıştık. Bu yazımızda ise nefse karşı zan meselesini ele alacağız. Çaba bizden başarı Allah’tandır.
İstikamet üzere bir kulluk için en önemli mesele tezkiye, nefislerin arındırılmasıdır. Allah (cc) elçilerini insanları arındırsınlar, nefislerinde taşıdıkları fücurun şerrinden korunsunlar diye görevlendirmiştir.
“Andolsun ki Allah müminlerin içinde, kendilerinden olan bir Resûl göndermekle onlara iyilikte bulunmuştur. Onlara O’nun ayetlerini okur, onları arındırır ve onlara Kitab’ı ve hikmeti öğretir. Hiç şüphesiz, (Resûl gelmeden) önce apaçık bir sapıklık içindeydiler.”[1]
Allah katında kurtuluşa ermek, arınmakla mümkündür. Zira Allah (cc) nefsi yaratırken ona hem fücurunu hem de takvasını ilham etmiş, her nefsi iyilik ve kötülük potansiyeliyle yaratmıştır. Kurtulanlar, nefislerini arındıranlardır.
“Nefse ve onu düzenleyene, Ona hem kötülüğü hem de takvayı ilham edene (tüm bunlara andolsun ki), Onu (nefsini) arındıran, kesinlikle kurtuluşa ermiştir. Onu (küfür ve masiyetle) örtüp gizleyen de, kesinlikle zarar etmiştir.”[2]
Nefsi arındırma, yani tezkiye, üç esası bilmekle mümkündür. İlki, kendisi için nefsi arındırdığımız Allah’ı (cc) tanımaktır. Bu, Allah’ın (cc) güzel isimlerini bilmek ve onlarla Allah’a (cc) kulluk etmekle mümkündür:
“En güzel isimler Allah’ındır. (Öyleyse) bu isimlerle O’na dua edin. O’nun isimlerinde ilhada/eğriliğe sapanları (kendi hâllerine) bırakın. Yaptıklarının cezasını göreceklerdir.”[3]
İkincisi, nefsi tanımaktır. Çünkü biz nefsi arındırmaya gayret ettiğimizde nefse ilham edilen fücur tarafı devreye girecek, nefis kötülüğü emredecek ve bizim ıslah çabamıza direnç gösterecektir. Nefsin ıslahı, bu direnç noktalarını ve nasıl tezahür ettiğini bilmekle, yani nefsi tanımakla mümkündür.
Üçüncüsü, nefsin nasıl tezkiye edileceğini bilmektir. Bu da nefis tezkiyesiyle vazifeli resûllerin yol ve yöntemini bilmekle mümkündür. Nefis terbiyesi, istikamet üzere bir kulluk için en önemli vesilelerden biri olduğundan Allah (cc), bu işi insanlara bırakmamış resûllerin uhdesine almıştır. Sahabe dahi, Allah Resûlü’nden bağımsız nefislerini arındırmak istediklerinde Nebevi uyarıya muhatap olmuşlardır.
Enes ibni Mâlik’ten (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Üç kişi, Nebi’nin (sav) hanımlarının evlerine gelerek Nebi’nin (sav) ibadetine dair soru sordular. Onlara haber verilince, onu azımsar gibi oldular ve şöyle dediler: ‘Biz nerede, Nebi (sav) nerede? Allah onun geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamış bulunuyor.’
Onlardan birisi, ‘Ben her zaman geceleyin namaz kılacağım.’ dedi.
Diğeri, ‘Ben de oruç açmamak üzere sene boyunca oruç tutacağım.’ dedi.
Üçüncüleri, ‘Ben de kadınlardan uzak kalacak ve ebediyen evlenmeyeceğim.’ dedi.
Sonra Allah Resûlü (sav) gelerek, ‘Şöyle şöyle diyenler, sizler miydiniz? Bana gelince, Allah’a yemin ederim, şüphesiz ben aranızda Allah’tan en çok korkan ve O’na karşı en takvalı olanınızım. Bununla birlikte oruç tuttuğum da olur, tutmadığım da olur. (Geceleyin) kimi zaman namaz kılarım, kimi zaman uyurum, kadınlarla da evlenirim. Benim sünnetimden yüz çeviren, benden değildir.’ dedi.”[4]
Sözün özü; istikamet için arınmak, arınmak için üç ayrı bilgiye sahip olmak durumundayız. Makalemizde nefsi tanımak ve nefsimize nasıl bakmamız gerektiğini ele alacağız.
Nefis Kötülüğü Emreder
وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْس۪يۚ اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّ۪يۜ اِنَّ رَبّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ
“Ben, nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefis -Rabbimin merhamet ettiği müstesna- çokça kötülüğü emreder. Şüphesiz ki Rabbim, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.”[5]
İnsan nefsini en iyi tanıyanlar peygamberlerdir. Onlardan biri olan Yûsuf (as), nefse nasıl bakmamız gerektiği hakkında konuşmaktadır.[6] Bu Nebevi beyanda üç nokta dikkatimizi çeker:
Nefis çokça kötülüğü emreder. Bu sebeple aslolan ona karşı su-i zanda bulunmak, onun fısıltılarına güvenmemek ve onun arzularına itaat etmemektir.[7] Zira o sadece kötülüğü emretmez, kötülüğü çokça emreder. Âdeta kötülüğü emretmek onun değişmez sıfatıdır.
Nefsin şerrinden Allah’ın rahmet ettikleri korunur. Yûsuf (as), nefsinin şerrinden muzdarip olanlara Yüce Allah’ın hangi isimleri ve sıfatlarıyla kulluk edeceğini öğretiyor. Nefsin şerrinden muzdarip olan, Allah’ın (cc) rahmetine iltica edecek, O’nun (cc) El-Ğafûr ve Er-Rahîm isimlerine tutunacaktır. Aynı kaynaktan beslenen Allah Resûlü (sav), nefsinden Allah’a sığınırken önce O’nun (cc) rahmetini ümit ederek işe başlar.
“Allah’ım! Sadece senin rahmetini umuyorum. Göz açıp kapama süresi kadar dahi beni nefsimle baş başa bırakma. Tüm işlerimi benim için ıslah et/düzene koy. Senden başka hiçbir ilah yoktur.”[8]
İnsanı nefsin şerrinden koruyacak, işlerini ıslah edecek ve göz açıp kapayıncaya dek onu nefsiyle baş başa bırakmayacak tek sebep, Er-Rahmân olan Allah’ın (cc) rahmetidir. İki nebinin üslubu da bunu gösterir. Yûsuf (as) “İlla ma rahime Rabbî” diyerek âdeta, “Her nefis kötülüğü çokça emreder, bunun tek istisnası Rabbimin rahmet ettikleridir.” demiş olur. Allah Resûlü (sav) ise duasının başında “Rahmeteke ercû” diyerek, “Başka hiçbir şeyi değil, yalnızca rahmetini istiyorum.” demiştir. Bizi nefsimizin şerrinden koruyacak olan ne bilgidir ne çaba. Bizi koruyacak tek şey, Allah’ın (cc) rahmetidir. Çokça O’nun (cc) rahmetine talip olmalıyız.
Yûsuf (as) aklandıktan sonra, nefsine pay çıkarmıyor, nefsini temize çekmiyor. O (as) ancak Allah’ın (cc) rahmet ettiği kulların korunacağını haber veriyor. Yani diyor ki: “Bu meselede suçsuz oluşum, bendeki arınmışlık nedeniyle değildir. Bilakis, Rabbim rahmet ettiği içindir. O (cc) rahmet etmese çokça kötülüğü emreden nefis, benim de ayağımı kaydırabilirdi.” Bu, bir kulluk edebidir. Yüce Allah’ın hayra muvaffak kıldığı insanlar en güzel amellerinden sonra dahi nefislerine pay çıkarmaz, O’nu (cc) övüp tazim ederler.[9]
Nefsin Olumsuz Sıfatları
Kur’ân-ı Kerim birçok ayette Yûsuf’un (as) öğrettiği bu hakikatin altını çizer, insan nefsinin olumsuz özelliklerine vurgu yapar.
“Şüphesiz ki insan, çokça zulmeden ve pek nankör bir varlıktır.”[10]
“(Ama) insan onu yüklendi. Çünkü o, pek zalim, pek cahildir.”[11]
“Şüphesiz ki insan, helu’ (sabırsız/aceleci, bencil) olarak yaratılmıştır. Ona bir şer dokundu mu (sabredip ecrini Allah’tan beklemez), vaveylayı koparır. Ona bir hayır dokundu mu cimrilik edip (başkalarıyla paylaşmaz).”[12]
“Kim de nefsinin bencilliğinden korunursa işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”[13]
Tüm bu naslar ve Nebevi öğretilerden yola çıkarak nefis için İslam âlimleri şu tespitleri yapar:
“Cahillik ve zulümle nitelenen bir kimsenin doğruluk ve istikamet üzere olması asla mümkün değildir. Bu durum, onun elinden gelen gayreti gösterip nefsini cehalet vasfından kurtaracak faydalı ilmi elde etmesini, ve onu zulüm vasfından kurtaracak salih ameller işlemesini gerekli kılar. Buna rağmen nefsin cehaleti ilimden daha çoktur; zulmü de adaletinden daha büyüktür. Durumu böyle olan kimseye yaraşan şey, onu yaratan ve şekillendiren Allah’a yönelip onu nefsinin şerrinden korumasını, takvasını vermesini ve onu tezkiye etmesini dilemesidir. Çünkü onu en iyi tezkiye eden Allah’tır; O (cc), onun velisi ve mevlasıdır. Kişi, bir ân bile nefsine bırakılmaması için Allah’a sığınmalıdır; zira Allah onu nefsine bırakırsa kişi helak olur. Zira helak olan herkes, ne zaman kendi nefsine bırakılmışsa o zaman helak olmuştur.
Nitekim Nebi (sav), Husayn ibni’l Munzir’e şöyle demiştir: ‘De ki: ‘Allah’ım! Bana doğruyu ilham et ve beni nefsimin şerrinden koru.’ ’
Yine Hutbetu’l Hâce’de şöyle buyurmuştur: ‘Hamd Allah’a mahsustur. O’ndan yardım diler, O’ndan bağışlanma isteriz. Nefislerimizin şerlerinden ve kötü amellerimizin sonuçlarından Allah’a sığınırız.’
Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
‘Kim de nefsinin bencilliğinden korunursa işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.’[14]
Ve şöyle buyurmuştur: ‘Nefis -Rabbimin merhamet ettiği müstesna- çokça kötülüğü emreder.’[15]
Kişi, nefsinin hakikatini ve yaratılışındaki tabiatı tanıdığında, onun her şerrin kaynağı, her kötülüğün barınağı olduğunu bilir. Onda bulunan her hayrın ise Allah’ın bir lütfu olduğunu, onun kendi nefsi tarafından değil, Allah tarafından ihsan edildiğini fark eder. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
‘Şayet üzerinizde Allah’ın lütfu ve rahmeti olmasaydı içinizden hiç kimse ebediyen arınamazdı.’[16]
Yine şöyle buyurmuştur: ‘Fakat Allah, imanı size sevdirdi ve onu kalplerinizde süsledi. Küfür, fısk ve isyanı size çirkin/sevimsiz gösterdi. İşte bunlar, rüşd/olgunluk yolunu bulanlardır. Allah’tan bir lütuf ve nimet olarak… (Zaten) Allah, (her şeyi bilen) Alîm, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm’dir.’[17]
İşte bu sevgi ve bu nefret, nefsin kendi içinden gelmemiştir; bunları lütfeden Allah’tır. Bu sayede Allah, kulunu rüşde (doğru yola) erenlerden kılmıştır. Bu da Allah’ın bir fazlı ve nimetidir. Allah, kimin bu fazla layık olduğunu, kimde onun yeşerip meyve vereceğini bilendir; ve onu layık olmayan yerde zayi etmeyecek kadar da hikmet sahibidir.”[18]
Nefsin Vesvesesi
“Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseleri de biliriz. Biz, ona, şah damarından daha yakınız.”[19]
Ayet iki ayrı hakikate işaret eder:
İlki, yüce Allah’ın insana yakınlığı ve onun üzerindeki mutlak yetkisidir. “Yani, bizim kudret ve ilmimiz insanoğlunu içinden ve dışından çepeçevre öylesine sarmıştır ki bizim ilim ve kudretimizin ona yakınlığı, şah damarının ona yakın oluşundan daha fazladır. Onun konuşmasını işitmek için bir mesafe katedip yanına gelmemiz gerekmez, gönlünden geçen düşünceleri bile doğrudan doğruya biliriz. Bunun gibi onu ele geçirmemiz gerekirse bir mesafeden gelip yakalamamız gerekmez. Nerede olursa olsun her zaman o kabzamızdadır, istediğimiz zaman onu ele geçiririz.”[20]
İkincisi, insan nefsinin insana fısıldadığı vesveseler vardır. Bunlar iç ses diye tabir ettiğimiz, insandan bağımsız şekilde kalp ve zihninin ürettiği düşünce ve konuşmalardır. Hâliyle insanın içinden geçen konuşmalar, iç sesler ve düşünceler çoğu zaman masum değildir. İnsanın fücurla yoğrulmuş nefsinin insanı kötülüğe teşvik etmek için fısıltılarıdır.
Nefis Kötülüğü Süslü Gösterir
“Nefsi, kardeşini öldürmeyi ona (süslü göstererek) kolaylaştırdı. O da (kardeşini) öldürdü ve hüsrana uğrayanlardan oldu.”[21]
Ayet, Âdem’in (as) iki çocuğunun kıssasını anlatmakta, kardeşlerden birinin diğerini öldürme sebebini vuzuha kavuşturmaktadır. Buna göre, ilk insan katlinin nedeni; nefsin bu ameli süslü göstermesi, meşru gerekçeler bularak katli kolaylaştırmasıdır. Nefsin fısıltısı ve süslemesi o kadar güçlüdür ki yıllarca alınan nübüvvet eğitimini etkisizleştirmiştir. Ayrıca katledilen kardeşin nasihatleri de fayda vermemiş ve nefsin süslemesi, katil kardeşin davranışlarına yön vermiştir.
“Beni öldürmek (niyetiyle) elini bana uzatsan dahi, seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkuyorum.”[22]
Ya’kûb’un (as) Çocukları
“(Hayır, öyle değil!) Bilakis, nefsiniz bu işi size süslü göstermiş!”[23]
Okuduğumuz ayetlerde geçen nefsin süslemesi ‘sevvele’ kelimesiyle ifade edilir. Benzer bir sıfat Kur’ân’da şeytan için kullanılır. “Eş-Şeytanu sevvele lehum/Şeytan onlara süsledi.”[24] Bu Kur’âni kullanımdan anlıyoruz ki nefis de şeytan gibi, insanı aldatabilir. Kötü amelini ona süsleyebilir. Şöyle ki; nefiste fücur da vardır takva da vardır. Şayet masiyetlerle nefsin fücur yönü beslenirse nefis de şeytan gibi bir sese, vesveseye dönüşür ve insanı masiyete teşvik eder. Fücur yönü güçlenen nefis, bir süre sonra insanı daha güçlü bir sesle masiyete teşvik eder. Fücurun sesi yükseldikçe nefislere vazedilen takvanın sesi cılızlaşır. Nefsin “bir iç şeytana” dönüşmemesi için masiyetler tevbeyle temizlenmelidir. Tevbe, masiyetin nefiste kök verip dal budak salmasına engel olur. Nefsin şeytana dönüşmesini engelleyen bir diğer koruyucu ise bilinçtir. Nefse karşı bilinç, kişinin kendisini tanıma ve hesaba çekme çabasının semeresidir. Bununla birlikte şeytanın/nefsin oyunlarını fark etmeye de vesile olur.[25]
Tüm bu gerçeklerden yola çıkan âlimlerimiz, nefsini tanıyan insanın ona su-i zan besleyeceğini belirtmişlerdir.
“Kişinin kendi nefsine karşı kötü zan beslemesi (yani kendisini kusurlu ve eksik görmesi) gereklidir. Çünkü insanın nefsine karşı iyi zanda bulunması, onu nefsi üzerinde tam bir teftiş yapmaktan alıkoyar ve onu aldatır. Böylece kişi, kendi kötülüklerini güzellik; kendi kusurlarını da olgunluk zanneder. Zira seven kimse, sevdiğinin kötülük ve kusurlarını da güzel görür.
Şairin dediği gibi:
‘Hoşnutluk gözü her kusura kördür,
Tıpkı hoşnutsuzluk gözünün sadece ayıpları göstermesi gibi.’
Kişi, ancak nefsini tanıyan biri olduğu takdirde ona karşı kötü zanda bulunur. Kim de nefsine karşı iyi zan beslerse, o kendini tanımayan insanların en cahilidir.”[26]
Nefsin Hevası
Ayetlerden anladığımız kadarıyla nefse ait bir vesvese ve süsleme vardır. Peki, nefis neyi süsleyip insana fısıldar? Kur’ân-ı Kerim bu soruya şöyle cevap verir:
“Kim de Rabbinin makamından korkar ve nefsinin (meşru olmayan) isteklerine engel olursa, Hiç şüphesiz, cennet (ona) barınaktır.”[27]
Nefsin hevası, meşru olmayan birtakım istekleri vardır. İnsanı bu istekleri yapma doğrultusunda teşvik eder. Bu teşviği de vesvese ve süsleyerek yapar. Vahyin biz müminlere yüklediği en önemli sorumluluklardan biri nefsin fısıltı ve süslemelerine karşı mücadele etmek ve onu arzusundan alıkoymaktır.
Fedâle ibni Ubeyd’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“Mücahid, Allah’ın (rızası) uğrunda nefsiyle cihad edendir.”[28]
Kişinin nefsiyle cihad etmesi, onu ve özelliklerini tanımasıyla mümkündür ve yorucu kulluk yürüyüşünün cennetle sonlanması bu mücadelenin kesintisiz olmasıyla alakalıdır.
“Bazı ârifler şöyle demiştir: ‘Sâliklerin (Allah yolunda yürüyenlerin) yolculuğu, nefislerini yenmekle sona erer.
Kim nefsine galip gelirse felaha ve başarıya ulaşır; kim de nefsi tarafından yenilirse hüsrana ve helaka uğrar. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
‘Kim haddi aşıp azgınlaşırsa, Ve dünya hayatını tercih ederse, Hiç şüphesiz, cehennem (ona) bir barınaktır. Kim de Rabbinin makamından korkar ve nefsinin (meşru olmayan) isteklerine engel olursa, Hiç şüphesiz, cennet (ona) barınaktır.’[29]
Nefis, insana azgınlığı ve dünya hayatını tercih etmeyi emreder; Rabb Teâlâ ise kulunu, kendisinden korkmaya ve nefsini hevadan engellemeye çağırır. Kalp ise bu iki davetçinin arasında kalır: bazen birine, bazen diğerine meyleder. İşte burası imtihan ve belanın (sınavın) tam yeridir.”[30]
Bu ayet nefisle mücadelede önemli bir yardımcıya işaret eder. Kim Rabbinin makamından korkarsa, nefsini arzusundan alıkoyacak kişi odur. Zira nefsin arzuları, çoğu zaman insanın fıtri isteklerine hitap eder. Nefsin ve fıtratın baskısını da ancak daha yüce bir makamın katındaki lezzetlerden mahrum olma düşüncesi ve O’nun azabını çekme endişesi dizginleyebilir. Bu sebeple nefsin baskısı altında olan ve mücadelesinde yenildiğini gören insan, Rabbinin makamını hatırlamalı, yüreğini O’nun (cc) azamet ve yüceliğine delalet eden şer’i ve kevnî ayetlerle canlandırmalıdır. Kalp, Allah’ın (cc) azametiyle dolup taştığında, nefse muhalefet etmek daha kolay olacaktır.
İman Ehli ile Şirk Ehli Arasındaki Fark!
Şirk ehli ile iman ehli arasındaki en önemli farklarından biri kendi öz nefislerine bakış açısıdır. Şirk ehli kendileri hakkında o kadar iyi zanlara sahiptirler ki, Yüce Allah’ın onları helak etmek için gönderdiği azabı dahi nimet olarak görürler. Zira en iyinin kendileri olduğuna ve her şeyin en iyisine layık olduklarına inanırlar.
“(Azabı) vadilerine yönelen bir bulut olarak gördüklerinde (sevinç içinde): ‘Bu, bize yağmur yağdıracak buluttur.’ dediler. (Hayır, öyle değil!) Bilakis o, acele ettiğiniz (azaptır). İçinde can yakıcı bir azap olan rüzgâr…”[31]
Buna mukabil müminler ise, kendilerinde fücur ve takvanın, salih amel ve masiyetin olduğunu bilirler. Rüzgâr gördüklerinde ürperir ve onun hayrını Allah’tan (cc) isterler. Nefislerinin her şeyin en iyisine layık olmayacak kadar kusurlu olduğunun bilincindedirler.
Âişe Annemizden (r.anha) şöyle rivayet edilmiştir:
“Nebi’nin (sav) bir bulut veya rüzgâr görünce endişesi yüzünden okunurdu. Allah Resûlü’ne (sav), ‘Ey Allah’ın Resûlü! İnsanlar bulut gördükleri zaman yağmurun yağmasını umarak sevinirler. Bakıyorum da bulut gördüğün zaman hoşnutsuzluğun yüzüne yansıyor. (Bunun sebebi nedir?)’ dedim.
Nebi (sav) şöyle buyurdu: ‘Ey Âişe! Bulutta, rüzgâr ile azaba çarptırılan kavmin azabının olmadığına dair bir garantim yok! O insanlar bulutu gördükleri zaman, ‘Bu bize yağmur yağdıracak yaygın bir buluttur.’ demişlerdi.’ ”[32]
Yine Âişe Annemizden (r.anha) şöyle rivayet edilmiştir:
“Allah Resûlü (sav) rüzgâr şiddetlendiğinde şöyle dua ederdi: ‘Allah’ım! Senden onun hayrını, içindeki hayrı ve onunla gönderilen şeyin hayrını istiyorum. Onun şerrinden, içindeki şerden ve onunla gönderilen şeyin şerrinden sana sığınıyorum.’
Gök bulutlandığında, onun yüz renginin değiştiğini görürdüm; evinden çıkar, girer, yaklaşır, uzaklaşırdı (yani huzursuz ve endişeli olurdu). Yağmur yağmaya başladığında ise bu hâl geçer, rahatladığını yüzünden anlardım.
Ben de kendisine bunun sebebini sordum. Allah Resûlü (sav) şöyle buyurdu: ‘Ey Âişe! Belki de bu (bulut), Âd Kavmi’nin gördüğü bulut gibidir. Çünkü onlar da ‘(Azabı) vadilerine yönelen bir bulut olarak gördüklerinde (sevinç içinde): ‘Bu, bize yağmur yağdıracak buluttur.’ dediler.’ ”[33] [34]
Allah’a (cc) İtimat ile Nefse İtimat Arasında Fark
Sonuç niyetine her birimizin naslardan öğrendiği bir hakikat olarak şunları söyleyebiliriz: Allah katında güçlü, öz güvenli ve geleceğe dair ümit var olan mümin; zayıf, endişeli ve ümitsiz müminden daha hayırlıdır. Nasların delalet ettiği bu vb. hükümler, yukarıda zikredilen nefse karşı su-i zanla davranma ilkesiyle çelişkili görülebilir. Şu bilinmelidir ki, burada bir çelişki yoktur. Zira güçlü ve ümitvar mümin, gücünü Allah’a (cc) olan güveninden ve O’nun (cc) kendisine dayananlara yardım edeceğine dair kesin vaadinden alır. O, bir yandan başarı ve yardıma dair ümitlerini korurken diğer yandan nefsin desise ve kötülüğe meylinin farkındadır. Dahası, nefsin tüm kusur ve afetlerine rağmen Rabbinin yardımını gördükçe, O’na (cc) olan sevgi ve güveni pekişir.
Modern cahiliyenin zayıf olan insana sürekli kendine güvenle ilgili telkinleri, bir hurafe ve safsatadan öte bir şey değildir. Bu, boğulmakta olan bir yüzücüye, yine boğulmakta olan başka bir yüzücünün güven telkin etmesi gibidir. Asli amacı insanı Rabbinden uzaklaştırmak ve onu nefsine güven telkiniyle hiçbir şeye güvenmeyen, ruhsal bunalım içinde bırakmaktır. Çünkü nefsine güvenen insanın her seferinde hüsrana uğrayacağı, hayaller ile gerçekler arasındaki fark girdabında savrulacağı izaha muhtaç olmayan bir hakikattir. “Modern cahiliyenin böylesi yanlış telkinlerden çıkarı nedir?” diye sorulacak olursa, cevap şudur: Modern cahiliye yanlış yol tarifiyle bunalıma soktuğu insanı, günün sonunda kendi çizdiği sınırlar içinde yaşayarak bunalımdan kurtulabileceğine ikna edecektir. Tüm Firavuni sistemlerin ortak yanı olan rububiyet ve uluhiyet iddiasını, insanları kendi çizdiği sınırlar içinde yaşamaya mecbur kılarak gerçekleştirmiş olacaktır.
Allah (cc), bizleri nefsin hakikatini kavrayan, Rabbine itimat eden ve güçlerini el-Kaviy olan Allah’tan alanlardan eylesin.
[1] 3/Âl-i İmran, 164
[2] 91/Şems, 7-1
[3] 7/A’râf, 180
[4] Buhari, 5063; Müslim, 1401
[5] 12/Yûsuf, 53
[6] Bazı âlimler bu sözlerin Yûsuf’a (as) değil, ona iftira atan kadına ait olduğunu söylemişlerdir. Ancak bu görüş üç açıdan isabetsizdir:
a. Sahabe ve tabiin imamlarının tamamı, bu sözlerin Yûsuf’a ait olduğunu söylemişlerdir. Bu da Nebi’nin (sav) tefsirinin bu yönde olduğunun dolaylı işaretidir. Zira konu hakkında farklı görüş beyan eden olmamıştır. (bk. Mevsûatu’t Tefsîri’l Me’sûr, 11/649-657)
b. Sözün içeriği Aziz’in karısının durumuna uymaz. Çünkü, “Gıyabında ona ihanet etmediğimi bilsin.” demiştir. Kadın hem kocasına hem Yûsuf’a hem de Rabbine ihanet etmiştir. Böyle bir sözü söylemesi, iftira günahına bir de yalan eklemek olurdu. Kimseye gıyabında ihanet etmeyen, Yûsuf’tu (as); bu sözler de ancak ona (as) yakışırdı.
c. 53. ayetteki sözler kalbi ihlasla arınmış muhles bir kulun söyleyeceği sözlerdir. Henüz Yûsuf’un (as) İslam davetine muhatap olmamış, düşük ahlaklı bir kadının sözleri olamaz. Allah (cc) en doğrusunu bilir. (Geniş değerlendirme için bk. Yûsuf Suresi Tefsiri, s. 323-324)
[7] “Kim de Rabbinin makamından korkar ve nefsinin (meşru olmayan) isteklerine engel olursa, Hiç şüphesiz, cennet (ona) barınaktır.” (79/Nâziât, 40-41)
[8] Ebu Davud, 5090
[9] bk. Vahyin Rehberliğinde Yûsuf Suresi Tefsiri, s. 322-323
[10] 14/İbrahîm, 34
[11] 33/Ahzâb, 72
[12] 70/Meâric, 21
[13] 59/Haşr, 9
[14] 59/Haşr, 9
[15] 12/Yûsuf, 53
[16] 24/Nûr, 21
[17] 49/Hucurât, 7-8
[18] Medâricu’s Sâlikîn, Dâru Atââti’l İlm, 1/344-345
[19] 50/Kâf, 16
[20] bk. Tefhimu’l Kur’an, 5/478-479, Kâf Suresi 16. ayet tefsiri
[21] 5/Mâide, 30
[22] 5/Mâide, 29
[23] 12/Yûsuf, 18
[24] bk. 47/Muhammed, 25
[25] bk. Vahyin Rehberliğinde Yûsuf Suresi Tefsiri, s. 171
[26] Medâricu’s Sâlikîn, Dâru Atââti’l İlm, 1/262-263
[27] 79/Nâziât, 40-41
[28] Ahmed, 23965
[29] 79/Nâziât, 37-41
[30] İğâsetu’l Lehfân, Dâru Atââti’l İlm, 1/126
[31] 46/Ahkâf, 24
[32] Buhari, 4829
[33] 46/Ahkâf, 24
[34] Müslim, 899



