Zaferin Gerçekleşmesi için Gereken 5 Esas – 2

3. Allah-u Teâla’nın Bu Zafer ve Yardım Sözü, Kamil İman Sahipleri İçindir. Her Müminin Bu Yardımdan Nasibi İmanı Oranındadır.

Ehli Sünnet’in itikadına göre iman kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve organlar ile amel etmektir. İman sabit olan bir şey değildir. Bir takım ameller ile ya azalır ya da artar.

İşte Allah’ın subhanehu ve teâlâ bu yardım sözü de imanın artıp, azalmasına bağlıdır. Kulun imanı azaldıkça Allah’ın subhanehu ve teâlâ yardımı da uzaklaşır. Kul, imanı arttığı oranda Allah’ın subhanehu ve teâlâ yardımına da yakındır.

Cihad alanında zafer şu iki şarta bağlıdır;

1. Genel Şart: İmani olarak hazırlıkların yerine getirilmesidir. Kişinin “Müminlere yardım etmek üzerimize bir haktır” (30/Rum, 47)ayetinde belirtilen müminlerden olabilmesi için; kalbi, zahiri, ilmi ve ameli iman şubelerinden hepsini daima arttırması gerekir. Allah subhanehu ve teâlâ ile bağlantıları çok zayıf olanlar, gün içerisinde Allah’a subhanehu ve teâlâ vakit ayıramayanlar bu şartı yerine getirmemiş insanlardır. İnsanın bedenen bu amel için hazırlanması, zahiri bir takım şeylerin meydana gelebilmesi için gereklidir. Ancak imani yönden kendisini hazırlaması ise Allah’ın subhanehu ve teâlâ yardımının gelebilmesi için gereklidir. Ki Allah subhanehu ve teâlâ zorluğun ve sıkıntının en fazla belirgin olduğu savaş alanında bile kendisinin zikredilmesini istiyor.

“Ey iman edenler bir topluluk ile karşılaştığınızda sebat edin ve Allah’ı çokça zikredin ki umulur ki kurtulursunuz.” (8/Enfal, 45)

Hiç şüphesiz ki bir insanın böyle zor bir durumda Allah’ı anabilmesi için daha önceden Allah’ı yeteri kadar zikretmiş olması gerekir. Daha rahat zamanda bile kulun dili Allah’ın zikriyle ıslanmıyor, kalbi Allah’ın isim ve sıfatları ile çarpmıyorsa öyle zor bir zamanda bunun gerçekleşmesi mümkün değildir.

İmani hazırlık diyebileceğimiz bu hazırlığın bir kısmı da, kişinin kendini ilmi yönden geliştirmesidir. Yani kişinin en az Allah’ı subhanehu ve teâlâ tanıyacak kadar ve ne için savaşacağını bilecek kadar ilim öğrenmesi gereklidir. Ayrıca bu amele kendisini teşvik edebilecek şehadetin,cihadın fazileti gibi bir takım meseleleri de bilmelidir.

2. Özel Şart: Bu, amel için gerekli olan mühimmatı hazırlamaktır. Allah subhanehu ve Teâlâ;

“Onlara (düşmanlara) karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın. Bununla Allah’ın düşmanlarını, sizin düşmanlarınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz ama Allah’ın bildiği düşman kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir ve siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.” (8/Enfal, 60) buyurmuştur.

Bütün bunların yanında Müslümanın içinde bulunmuş olduğu vakıadan kopuk bir şekilde yaşamasının yanlış olduğunu söylemek gerekir. Bugün yaşamış olduğumuz dünyada, gücün dengesi para ve ekonomi üzerine kurulmuştur. İşte bütün bunları hesaba katarak Müslümanların maddi hazırlık diyebileceğimiz bu şartı yerine getirmeleri gerekir. Bu da ancak cömert olan Müslümanların desteği ile gerçekleşebilecek olan bir şeydir. Tabiri caizse bu, eli sıkı olup beş lira on lira hesabı yapanların işi değildir. Bugün dünya koşullarında hiçbir zaman gözardı edilmemesi gereken bir nokta da, imani hazırlık yerine getirildikten sonra cihadın büyük bir kısmının paraya yani ekonomik güce bağlı olmasıdır.

Cihad farzı ayn hükmünde olduğu zaman, şu üç şeyden birisini yapmak her kişi için gereklidir;

1. Ya bedeni ile cihad edecek ki bu en yüce mertebedir.

2. Ya malı ile Müslümanlara destek verecek ki bu da cenneti satın almanın başka bir yoludur.

3. Ya da öğrenmiş olduğu ilimle insanları bu amele teşvik edecek ki bu da kişinin öğrenmiş olduğu ilmin gereğidir.

Bu üç yolun dışında kalan bütün yollar nifak olan yollardır.

Allah subhanehu ve teâlâ Kur’an-ı Kerim’de bizleri birçok şey ile imtihana tabi tutacağını söylemektedir. Bu imtihanlardan birisi de Allah’ın subhanehu ve teâlâ Müslümanları kâfirlerle sınamasıdır. Bu müminlerin kâfirler ile karşı karşıya getirilip onların ne kadar samimi olduklarını görmek şeklinde gerçekleşir. Müslümanın ‘Allah her şeye kadirdir, kafirler O’nu aciz duruma düşüremez. Ancak bugün bizler görmekteyiz ki Müslümanlar hep sıkıntı ve çile içerisindelerdir’ yanılgısından uzak durmaları gerekmektedir. Bunun böyle olması Allah’ın subhanehu ve teâlâ gücünün -haşa- Amerika’nın gücünden aşağıda olduğunu göstermez. Bu gibi olayların bu doğrultuda cereyan etmesi Allah’ın subhanehu ve teâlâ planlarındandır. Ve bizlerin yaratılmış olan aklımızla Yaratıcı’nın planlarını çözebilmemiz ve bunlardan bir sonuç çıkarabilmemiz mümkün değildir. Müslümanların şunu bilmeleri gerekir ki zafer de yenilgi de Allah’ın subhanehu ve teâlâ elindedir. Ve Allah subhanehu ve teâlâ zaferi verdiğinde de yenilgiyi tattırdığında da mutlaka bunu bir hikmete binaen dilemiştir. Eğer Müslümanlar bugün sıkıntı içerisindelerse bunun mutlaka birçok hikmeti vardır. Allah subhanehu ve teâlâ onları ileride vuku bulacak bir zafere hazırlıyor olabilir, belki Allah subhanehu ve teâlâ bu yenilgiler sebebi ile onların saflarındaki günahkâr ve samimiyetsiz insanları o saflardan çıkartıyor olabilir veya Allah subhanehu ve teâlâ zulmü, karanlığı o kadar koyulaştırıyor ki hemen ardından Müslümanların hasret duyduğu şafak doğabilsin. İki yere yağmur yağar, yağmur aynı yağmur olmasına rağmen ekinlerin ekildiği bir yer için rahmet olmuştur lakin diğer yer içinse azap haline gelmiştir. Bu örnekten hareketle diyebiliriz ki Rabbimiz öyle bir iş yapar ki kulların bunların arka planını bilmesi bazen mümkün olmayabilir. Müslümanın arka planını bildiği yerde de Rabbine hamdetmekten başka yapabileceği bir şey yoktur. Bu aslında başkasında olmayıp sadece Müslümana has olan bir özelliktir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor;

“Müminin işi ne kadar acayiptir. Bu hal sadece ona hastır. Ona bir nimet geldiği zaman şükreder ecir alır, bir musibet isabet ettiği zaman sabreder ecir alır.”

Kitabımızın yazarı maddi hazırlığın şekillerinden birisinin de Müslümanların saflarını birleştirmesi olduğunu belirtmektedir. Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor;

“Allah ve Rasulü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (8/Enfal, 46)

Ayetten anlaşılan şey Müslümanların kuvvetlerinin azalmaması için saflarını kenetlemesidir. Bu konuda Rasûlullah’tan sallallahu aleyhi ve sellem nakledilen birçok hadisi şerif mevcuttur. Müslümanların kuvvetlerinin selameti açısından saflarını birleştirmelerinin elzem olduğu su götürmez bir hakikattir. Ancak bu birleşmenin şeklini biz kendi kafamızdan belirleyemeyiz. Bu birleşme bugün bazılarının anladığı gibi ‘ne olursan ol gel’ mantığı ile oluşabilecek bir birleşme değildir. Bu çok bozuk ve yanlış bir cemaatleşme ve diyalog anlayışıdır. Bu mantıkla hareket eden insanlar, birleşeceği insanları iman ve küfür yönünden tahlil etmezler. Çünkü bu insanlar için iman ve küfür gibi ağır meseleler ikinci plandadır. İşte vahdetin de iman ve küfür esasları üzerine kurulması gerekir. Bu gibi bir meseleyi arka plana atıp, sadece vahdete odaklanmak şeriatın onlarca nassını da arka plana atmaktır. Vahdet, olması gerekli olan bir meseledir. Ancak şu iki noktanın da gözetilmesi gerekir;

1. Bu ümmette fırkalaşma ve bölünmelerin olacağı haktır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu gerçeği bize haber vermiştir. Ümmetin yetmiş üç fırkaya ayrılacağını ve bu fırkalardan sadece bir fırkanın kurtulan fırka olacağını söylemiştir.

2. Kıyamete kadar bu ümmette şirkin var olacağı haktır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize bu ümmetten bir grubun müşriklere katılmadan önce kıyametin kopmayacağını haber vermiştir. Bu da bize gerçekleşecek olan bölünmenin füru meselelerden değil de tamamen itikad meselelerinden kaynaklanacağını göstermektedir.

Bu vahdet konusunda şuna da dikkat etmek gerekir ki; Allah subhanehu ve teâlâ hiçbir zaman çoğunluğu övmemektedir. Çoğunluğu daima müşrik, anlayışsız, akletmeyen, ibret almayan vb. gibi isimlerle vasıflandırmıştır. Yukarıda zikredilen hadiste yetmiş üç fırkanın içinden sadece bir fırkanın kurtulanlardan olması diğer yetmiş iki fırkanın ateşte olması da bu noktayı teyid etmektedir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki gerçekleşmesi elzem olan bu vahdetin belli esaslar üzerine bina edilmesi gereklidir. Aksi takdirde bu vahdet olmayacaktır. Birinin küfür demiş olduğu bir şeye görüntüde aynı safta olan başka birisi imandır derse bu ortamda bir vahdetten bahsetmek mümkün değildir.

Devam Edecek

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver