Kerem Çağlar ile Röportaj

Bu yazı İslami davadan 11 yıldır cezaevinde bulunan ve Dergimiz yazarlarından Kerem Çağlar’ın röportajıdır.

Allah’ın adıyla

Allah’a hamd, Rasûlullah’a salât ve selamlar olsun.

Sevgili Ehli Tevhid,

Allah’tan subhanehu ve teâlâ her daim hayır ve afiyet üzere olmanızı dileyerek başlıyorum.

Sonuçları itibariyle birçok hayırlara vesile olacağına inandığım ve ihsan üzere bir sorumluluk şuuruyla yaptığınız böyle bir çalışmadan dolayı evvela emeği geçenlere teşekkür etmek, tebrik ve takdirlerimi takdim etmek isterim. Rabbimiz niyetlerimizi halis kılsın, kolaylıklar ve muvaffakiyetler ihsan buyursun -Amin-.

Şahsıma yönelttiğiniz sorulara hedeflediğiniz sonuçları elde etmeye yarayacak nitelikte açıklayıcı ve doyurucu cevaplar vermekten aciz olduğumu peşin bildirmiş olayım.

Bu metinde belirteceğim hususlar hapishane sürecinde edinilmiş tecrübe, izlenim, bilgi, duyum ve temennilerin kısa bir derlemesi olacaktır. Ümit ederim ki Müslümanların istifade edebilecekleri bir metin ortaya çıkmış olur.

Uzun yıllardır İslami davalardan hapishanelere giren, çıkan ve hâlen de uzun süredir hapishanede bulunan farklı örgüt ve cemaatlere mensup insanlar olmasına rağmen şu anda hedeflediğiniz çalışmayı dört başı mamur bir şekilde ortaya koyan olmadı. Bu da yapmakta olduğunuz çalışmayı daha önemli kılmaktadır. Kendi alanında ilk olacağı hakikati de göz önünde bulundurulduğunda bu çalışmanın önemi ve değeri daha net anlaşılacaktır.

Allah subhanehu ve teâlâ bu samimi gayretinizden dolayı sizleri mükafatlandırsın. Daha hayırlı ve özgün çalışmalarınız için güzel bir başlangıç olmasını dilerim.

1. Sizin tanıyabilir miyiz? (İsim, memleket, yaş, eğitim, İslami davayla tanışma süreci)

—…

2. Hangi davadan cezaevinde bulunuyorsunuz? Hüküm aldınız mı? Kaç yıldır cezaevinde yatmaktasınız?

—…

3. Bir Müslümanın cezaevi imtihanına bakışı nasıl olmalıdır?

“Ey iman edenler! Yapamayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz.” [1]

Bu ayetin nüzul sebebini İbni Abbas radıyallahu anh şöyle nakleder:

Müminlerden bazıları cihad farz kılınmadan önce şöyle diyorlardı: ‘Allah hangi amelin kendisine daha sevimli olduğunu bildirse de onu yapsak.’

Bunun üzerine Allah onlara en sevdiği amelin cihad olduğunu bildirince, o müminlerden bir kısmı bundan hoşlanmadı ve bu emir onlara zor geldi. İşte bunun üzerine bu ayet indi.

El-Aziz ve El-Celil olan Allah’ın davası yolunda mümine isabet edebilecek zindan gibi bir imtihan alanının hiçbir surette talep edilmemesi gerekir.

Genel manada her bir imtihan alanı kişiler için tıpkı merdiven gibidir. Kişinin itikadi, fikri, ahlaki ve sosyal yönleri itibariyle basamak basamak merhale kat etmesine vesile olabilmektedir. Zindan da, Müslüman için Allah’ın razı ve hoşnut olduğu bir kulluğun ifası için gayret sarf edilirken karşılaşılan imtihan alanlarından biridir.

Müslüman bu imtihan alanının darlığına ve türlü sıkıntılarına rağmen kulluğun gereklerini ifa etmede bu alandan en güzel ve en verimli bir şekilde istifade etmeye çalışmalıdır.

Bu mekânlar, Allah’ın merhamet ettiği Müslümanlar için kulluk şuurunun derinleştiği, Allah’a yakınlığın yahut Allah’ın yakınlığının daha güçlü bir şekilde hissedilebildiği ve adeta hem dünya hem de berzah aleminin iç içe yaşandığı yerlerdir. Kimi nasipsiz insanlar içinse yerin yüzeyinden çukurlara, kuyulara ve daha da aşağılara bazen basamak basamak inmeye bazen de bir anda tepe taklak diplere yuvarlanmanın aracı olabilmektedir.

Malumdur ki, hapishaneler mekân olarak insanın fıtratına aykırı yerlerdir. El-Kerim olan Rabbimizin insana bahşettiği hayat ve imandan sonra en değerli nimetlerin başında özgürlük gelir.

Günümüz olağanüstü teknolojik imkânlarıyla bir anda ve birkaç tuşla birçok insana ulaşabildiği hakikati göz önünde bulundurulduğunda özellikle de davetçi bir Müslüman için tarif edilemez büyük bir mahrumiyet yeridir hapishane. Bunun dışında dış dünyada insanların hatırına dahi gelmeyen, basit ve önemsiz görünen küçük-büyük sayısız nimetten de mahrum bırakılmaktadır Müslüman mahpus. Demek ki hapishaneler sadece özgürlük gibi büyük bir nimetten değil, sayılmayacak çokluktaki nimetlerden de mahrumiyet yurtlarıdır.

Hapishane ya da başka herhangi bir musibet ve imtihan alanıyla karşılaşmayı arzulamak doğru değildir. Bununla beraber mesela hapishane gibi bir imtihan alanıyla karşılaşmamak için hiç olmazsa gereken bazı tavizler vermek gibi anormal tertip ve tedbirlere de lüzum yoktur. Bu hususta aklın, fıtratın ve Ehli Sünnetin kıstasları uygulanır. Bunlardan belli başlı olanlar şunlardır:

1. Herhangi bir imtihan vesilesiyle karşılaşmak arzu edilemeyeceği gibi hangi gerekçeyle olursa olsun, çetin bir imtihan alanı olan hapishane de talep edilmez.

2. Hapishane imtihanından uzak ve salim kalabilmek amacıyla şer’i, cemai tavizlere varacak ölçüsüzlükte olağanüstü önlemlere baş vurmaktan şiddetle kaçınmalıdır. Zira bunu yapacak bir kimse kendi imkânlarıyla ve bizzat kendi elleriyle etrafına belki de ömür boyu çıkamayacağı farklı bir zindan inşa etmiş olacaktır. Hayatı hem kendisi için hem de ailesi, sevdikleri ve sevenleri için daha da zorlaştırmış olur.

3. Allah’tan yardım dileyerek yakin ve tevekkül ile rahat olmaya çalışmak.

“De ki: ‘Allah’ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez. O bizim mevlamızdır. Onun için müminler yalnız Allah’a dayanıp güvensinler.’ ” [2]

İmam Ahmed’in rahimehullah naklettiği bir hadis-i şerifte şöyle buyurur Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:

“Kimin kaderi Allah’ın rızası olursa Allah ona yeter; kim de her şeyi kendine kuruntu ederse Allah, onun hangi kuruntu vadisinde kahrolacağına aldırmaz.” [3]

Davasında sebat eden bir Müslümanın başı dertten ve musibetlerden kurtulmaz. Esasen tağutların hüküm sürdüğü ve küfrün alabildiğine azgınlaştığı bir ülkede tevhid davasına gönül vermiş bir Müslümanın rahat, huzurlu ve konforlu bir hayat sürmesi mümkün değildir. Samimi Müslümanlar hak üzere sebat ettikçe üzerlerine yağmur damlaları gibi, hakikatte hayırlı neticelere vesile olması umulan birçok musibetlerle karşılaşırlar. Bu, Sünnetullahtır.

Öyleyse şer’i, cemai ve fıtrî çerçevede makul, gerekli ve zaruri olan tedbirlerin ötesinde çok abartılı arayışlara yönelmemek gerekir. İnsanlık tarihi boyunca her daim şahit olunan şu hakikat unutulmamalıdır: Hiçbir tedbir, takdir olunanın önüne geçemez.

Şüphesiz ki Allah subhanehu ve teâlâ taneyi ve çekirdeği çatlatıp yaran, ölüden de diriyi çıkartandır. Hapishanelerin yapılış ve işleyişinde tağutun temel hedefi özellikle de Müslüman tutsaklar için adeta ‘yeri demir, göğü de bakır’ kılmaktadır.

Dava ehli bir Müslüman hiçbir zaman arzulamadığı ve asla çekinmediği hapishaneye girdiğinde kendisini, beton, demir ve ehli tuğyanın hizmetkârlarından oluşan et yığınları arasında bulacaktır.

Bilmelidir ki keçi, inek deve vs. gibi hayvanların karınlarından fışkı ile kan arasında içimi hoş ve halis bir süt çıkaran Allah subhanehu ve teâlâ; beton, demir ve dert yığınları arasında da kendisine belki de hiç ummadığı birçok ikramlarda bulunacaktır. Şüphesiz ki bu da yüce Allah ile arasındaki münasebetle paralel bir seyirde câri olacaktır.

Musibetlerin esasen sarsıcılık gibi, saptırıcılık yönlerinin olduğu da bir hakikattir. Bu durum her zaman ortaya çıkmayabilir. Vücutta bulunan ve aktifleşmek için bünyenin zayıflamasını bekleyen bir virüs gibidir. Virüs, nasıl ki bünyenin en zayıf anında ortaya çıkıp tahribata başlıyorsa, özellikle de musibetin ilk anlarında bu saptırıcılık yönünün galebe çalma ihtimali vardır. İşte bu sebepledir ki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Sabır, ilk sadmededir” buyurmuştur. Genişlik ve güven içinde olduğu zamanlarda Allah’ı anmaktan gafil olan kimse, böylesi dar zamanlarda özellikle de ilk demlerde kalbinin bomboş olduğunu sonradan büyük bir hayretle hatırlar. Bu musibetle karşılaştığında ise hiç olmadığı kadar bir sahipsizlik ve yalnızlık duygusuna kapılır.

Hapishaneler, Müslümanların tağuti sistemin maskesiz gerçekliğiyle daha somut ve yakın bir şekilde yüzleştiği mekânlardır. Psikolojik yönü ağır basan silahsız bir savaşın yaşandığı sıcak cephe hattı gibidir. Her an karşı karşıya bulunan potansiyel bir tehdit atmosferinde süregiden bir yaşam var burada. Müslümanlar ile tuğyan ehli karşı karşıya bulunuyor olsalar da, hücrelerde hapsedilmiş olmaları ve asgari insani haklarının dahi tuğyan ehlinin keyfi yaklaşımına tevdi edilmiş olmasından dolayı istedikleri zaman Müslümanlara zarar verebilecekleri avantajlı bir pozisyonda bulunmaktadır tuğyan ehli.

Müslümanın davasından dönmesi veya içinde bulunduğu camiadan ayrılması için her türlü imkân seferber edilir. Bu amaçla mahpus Müslümanlara yönelik olarak en küçük bir fırsat bulduklarında ikna ya da iğfal programları uyguladıklarının bilinmesinde fayda vardır.

Tecrit ve izolasyon uygulamalarının olmadığı veya biraz daha esnek uygulandığı koğuş sisteminin (ya da oda sisteminin) bulunduğu hapishanelerde şartların uygun olması halinde hapishaneye rahatlıkla bir mektep, bir medrese gözüyle bakılabilir.

Şartların uygun olmasındaki kasıt, aynı itikadı ve fikri paylaşan, karakterleri de birbiriyle uyumlu olan Müslümanların bulunduğu ve aralarında en az bir öğreticinin/hocanın olduğu bir ortamdır. Bu durumda hapishane adeta bir ilim ve irfan yuvası olur. Zaman bereketlenir. Günler, haftalar ve aylar hızla akıp gider. Nihayet bu imtihanın sonuna gelindiğinde akademiden mezun olan bir talebenin coşkusunu yaşar Müslüman.

Tuğyan ehlinin her açıdan kayıplara uğratarak zayıflatıp geriletmek için zindana tıktığı Müslüman, uygun ve bereketli bir ortamda Allah’ın yardımıyla büyük kazanımlarla çıkıp hayata ve hizmete kaldığı yerden devam edecektir. Kendisinden dolayı sevinilen ilk şey olan hüznün son deminde şu ayeti de hatırlayacaktır:

“Bazen hoşlanmadığınız şey sizin için hayırlı olur… Allah bilir, siz bilemezsiniz.” [4]

4. Zindan ehli Allah’la ilişkilerinde nelere dikkat etmelidir? Manevi yönden zinde kalabilmek ve zindanın zorluklarının üstesinden gelebilmek için neler tavsiye edersiniz?

Tağuti düzenin cezalandırma politikası dönemsel olarak bazı farklılıklar gösterse de fizik veya psikolojik işkencelerle kötü muameleler hapishanelerin değişmez gerçekleridir.

Böyle bir psikolojik ortam ve zorlu şartlarda Müslüman kendisini Allah’a daha yakın hisseder. Hapishane ortamında uzunca tefekkür etme fırsatı vardır. Dış dünyada iken ihmal ettiklerini telafi etmeye, eksik bıraktıklarını ikmal etmeye gayret eder. Kimileri de itikadi ya da fikri savrulmalarının farkına vararak nasuh bir tevbe ile toparlanmaya çalışır. Hapishanede Müslüman ile Rabbi arasındaki engeller, dış dünyaya nispeten daha az ve daha zayıftır.

Müslümanın Rabbiyle münasebetinde öncelemesi gereken husus, kullukta sadakat ehli olabilmektir. Bu ise hayati bir ehemmiyete haizdir. Müslümanlar için her mekânda asıl olan da budur, bu olmalıdır.

Her ne kadar mekân olarak dar ise de hapishane, şeytanın bin bir türlü telbisatını icra edip fink atabileceği kadar geniştir.

Müslüman için en büyük tehlikelerden bir tanesi hapishanede bulunma gerekçesinden gafil kalmasıdır. Şuur, düşünce ve duygusal yönlerden dava ile bağlarının zayıflaması hapishanede bulunmasından dahi daha büyük bir musibet ve mahrumiyettir. Bu durum aynı zamanda kalbî zaafiyete de sebep olur. Şöyle de denilebilir: Kalbin arınmamış olmasından dolayı davai aidiyet şuuru da zayıflamıştır. Her iki durum da aslında birbirini tetikleyen, besleyen ve büyüten unsurlardır.

Müslüman dışarıdaki hayatın keşmekeşinde daha uzun ve sık zamanlarda gaflet halinde bulunabilmektedir. Zira kalbini, ruhunu, zihnini ve bedenini meşgul eden yığınla mesele vardır. İş, trafik, alışveriş, ziyaret, seyahat, sosyal ve kültürel aktiviteler gibi hususlar doğal olarak gaflete sebep olabilmektedir.

Bu çerçevede düşünüldüğünde Allah subhanehu ve teâlâ ile münasebetlerini kalbî arınma ve nefis tezkiyesi ile olabilecek en ileri düzeye ulaştırmak için hapishanedeki bir Müslümanın yeterince vaktinin olduğunu söylemek mümkündür.

Allah’a yaklaştıracak amellerin çoğaltılması ya da sürekliliğinde bir istikrar sağlaması hususuna ayrıca dikkat edilmelidir. Özellikle uzun yıllar hapishanede bulunan bir Müslüman genellikle bu istikrarı yakalamakta zaman zaman zorlanabilmektedir.

Aslında bu durumun insanın fıtratından kaynaklanan bir davranış biçimi olabileceği hususuna işaret eden bir hadis-i şerifte Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Her ibadet edenin bir coşkulu dönemi, her coşkunun da bir gevşeme dönemi vardır. Bu gevşeme ya sünnete doğru olur ya da bidate doğru olur. Kimin gevşemesi benim sünnetim istikametinde olursa o doğru yolu bulmuş olur.” [5]

Zindanın zorluklarının üstesinden gelebilmek için yüce Allah’ın yardımıyla kalbin her daim diri tutulmasına çalışılmalıdır. Ayrıntılara girmeden bu konuyla ilgili birkaç maddeyi zikretmek faydalı olacaktır.

1. Kalbi sürekli olarak Allah’ı anmakla meşgul kılınması. Bu, mümkün olmuyorsa da bu istikamette güç yetirilebildiği ölçüde gayret göstermelidir.

2. Sabah ve akşam zikirlerinin düzenli bir şekilde yapılması

3. Duanın Allah’ın izniyle gücü, değeri ve öneminin farkında olarak hem Allah subhanehu ve teâlâ katında değerlenmek, hem Allah’ın türlü lütuflarından mazhar olmak hem de kalplerin inşirah bulması için çokça yapılması. Çokça ve ısrarlı bir şekilde dua ederken duvarların yükseltilerek zindandan hemen çıkacakmış gibi bir beklentiye kapılmak suretiyle sonuç almakta acul davranılmaması gerekir.

4. Allah’ın subhanehu ve teâlâ en güzel isimlerini öğrenmek, ezberlemek ve manasını bilerek yapılacak duanın muhteviyatına münasip bir esma ile Allah’tan subhanehu ve teâlâ dilemek.

5. Kur’an-ı Kerim’de ve Nebi’den sallallahu aleyhi ve sellem nakledilen hadisi şeriflerde bahsedilen geçmiş kavimlerin ahvali üzere tefekkür etmek. Muvahhid kavimlerin başına gelen musibetler, bu musibetler karşısında ortaya koydukları mukavemet, sadakat ve sabırlarını tahlil edip örnek almak. Yine, geçmiş kavimlerin yaşadığı zafer, yenilgi, muvaffakiyet ve başarısızlıkların sebepleri üzerine tedebbür edip dersler çıkarmak.

Tefekkür bahsinde, Müslümanın manevi mukavemetini arttıracak yakin ve sabra yöneltici hususları kapsadığı sürece herhangi bir sınır olmaz. Zindan ehlinin dış dünyayla münasebeti dar bir alanla sınırlı olduğu için gündüz vakitlerinde gökyüzündeki kuşlara ve bulutlara, geceleri de yıldızlara ve aya bakarak kevni ayetler üzerinde tefekkür edebilir.

6. Dış dünyayla ilgili olarak özellikle de güncel meselelerdeki bilgi akışında çok seçici davranmak gerekir. Kafayı boş ve faydasız malumatlardan korumalıdır. Kafaya tabiri caizse bir ‘doğru ve faydalı bilgiler’ filtresi takmalı ki; kalbin diriliği, itminan ve sekineti muhafaza edilebilsin.

7. Müslüman; ailesini, sevdikleri ve sevenleriyle ilgili fıtri olarak makul olan ölçülerin ilerisinde aşırı bir duygusallık frekansına girmekten şiddetle kaçınmalıdır. Bu hususta muvaffak olunamadığı hâlde zindan içinde zindan hayatı yaşamaya mahkûm olacaktır.

8. Kardeşleriyle aynı ortamı paylaşan Müslümanların karşılaştığı problemler nelerdir? Bunların çözümü için neler tavsiye edersiniz?

Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyurmuştur:

“…Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları (kardeşlerini) kendi nefislerine tercih ederler…” [6]

Ebu Hureyre’den radıyallahu anh rivayet edilen bir hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız.” [7]

Hemen hemen, her insan tarafından bilinen meşhur bir söz vardır: İnsan sosyal bir varlıktır.

Evet, insan kendisinden başka insanlarla her hâlükârda az ya da çok ilişki ve iletişim hâlindedir. Gönüllü ya da zorunlu olarak paylaştığı ortak alanlar ve ortak mekânlar vardır.

Müslüman bir kimse de, beşer olması hasebiyle birtakım hoş olmayan özelliklerle malul olabilir. Yüce Allah’ın subhanehu ve teâlâ seçkin kulları olan peygamberler dışında mükemmel insan yoktur. Hiç kimse melek de, makine de değildir.

Ne kadar takvalı olursa olsun, Müslümanın da beşer yönü itibariyle zaafiyetlerinin ortaya çıktığı bazı durumlar yaşanabilmektedir. Bu durumlar esasen sadece hapishane hayatına özgü değildir. Fakat hapishane gibi dar alanlarda en küçük problemler bile daha görünür bir formda ortaya çıkar. Mesela, böyle dar mekânlarda sırf beşerî saiklerle ortaya çıkmış bir gerilimin o anda dağıtıp ortamı yumuşatacak küçük bir deşarj alanı olsa, yaşanan birçok sıkıntı herhangi bir tatsızlığa mahal vermeden ortadan kalkmış olacaktır.

Tecrit ve izolasyonun uygulandığı hapishanelerde itikadi, ahlaki, fıtri yahut fikri yönlerden uyumsuzluk yaşayan insanların dar alandaki beraberlikleri her an sıkıntı-problem potansiyeli taşır.

Problemlerin yaşanmasına bir başka sebep de ilişkilerde özensizliğin baş göstermesiyle ortaya çıkan ve bireysel ‘takılma’ şeklinde belirlenen yanlış davranışlara yönelimdir.

Hapishane bir yönüyle tıpkı akvaryum gibidir. Akvaryumun dibindeki minik çakıl taşları ve hatta boncuk taneleri dahi çok rahat görünür. Halbuki dış dünyanın ahvali deniz misalidir. Denizlerde bir tanesi ortalama 15 ton ağırlığında ve 25-30 metre boyunda olan balinadan tutun, içinden inci taneleri çıkarılan istiridye cinsi balıklara kadar envai çeşit balık türleri bulunur. Sevimli yunus balıkları da, yırtıcı köpek balıkları da ve hatta batık gemiler de bulunur bu engin denizlerde. Lakin sahilden baktığınız da genellikle dingin ve insana iç huzuru veren bir mavilik görürsünüz.

Bu misalin verilmesindeki kasıt şudur: Önemsiz ve basit olmakla beraber benzer bir hoşnutsuzluk ya da münakaşanın dış dünya ile hapishanedeki etkisi, görünürlüğü ve neticelerinin de çok farklı olabileceğini gösterir bu örnek.

Yaşanması muhtemel problemlerin önlenmesinde etkili olabilecek unsurlardan bazılarını başlıklar halinde şöyle sıralamak mümkündür.

1. Her şeyden evvel fıtratlara saygı esas alınmalıdır. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Başkasının hukuku ihlal edilmedikçe fıtratlara saygı göstermek gerekir.

2. Müslümanlarla münasebetlerde kaidesini işletmek. Söz ve davranışlarda kendisine nasıl muamele edilmesinden hoşlanıyorsa kişi, diğer Müslümanlarla muamelelerinde de bu ölçüyü esas almalıdır.

3. İnsan, fedakârlık ve feragat gerektiren hususlarda bunları hep karşı taraftan beklemeye meyyaldir. Böyle bir tuzağa düşmemek gerekir.

Bir Müslüman, içtenlikle ve karşılık beklemeden (yerine göre) feragat veya fedakârlıkta bulunabiliyorsa bilmelidir ki, belki de küllenmeye yüz tutmuş olan bu hasletlerin Müslüman kardeşinde de canlanmasına vesile olacaktır. Böylece isar ahlakının ihyasında ayrıca bir hayır elde edecektir.

4. Günlük olarak en az bir ortak oturum ile yapılacak müşterek bir programın gerçekleştirilmesi

5. Müşterek program haricinde ayrıca şahsi bir programın yapılmasıyla boş kalmanın sayısız zararlarından korunmak. Zira boş oturan kimse şeytan için başlıca ve öncelikli hedeftir. Envai çeşit şeytani kuruntu ve kışkırtmalarla Müslüman kardeşi ile münasebetlerini sabote etmeye sebep olacak söz ve davranışların ortaya çıkmasına imkân ve fırsat doğmuş olur.

6. Maddi ve manevi manada paylaşımda bulunmak. Şüphesiz ki bir lokma karın doyurmaz ama lokmayı paylaşanlar arasındaki muhabbeti ve dayanışmayı artıracaktır.

Her bir Müslüman kendisinde mevcut olan ilmi, yetenekli ve talep eden diğer Müslüman kardeşlerine arz etmelidir. Aynı şekilde başka Müslümanlarda bulunan ve farklı alanlardaki[8] uzmanlığından yararlanmaya çalışmalıdır.

Kardeşinin sıkıntısını paylaşmak da bu kabildendir. Bilinmelidir ki hapishanenin psikolojik atmosferinde herhangi bir Müslümanın içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtulması adına yapılacak bir terapi aynı ortamı paylaşan diğer Müslümanlar ve hatta terapiyi/nasihati yapanın bizzat kendisi üzerinde de müsbet etkisi olacaktır.

Günlük hayatın idamesi için zorunlu olan birtakım rutin işlerin paylaşımı da güzel olur. Ecir kazanmak yahut zahmeti paylaşmak kabilinden Müslümanlara gönüllü olarak hizmet etmeye çokça arzu duyan, yaşça daha genç Müslümanlar buna pek fırsat vermezler. Allah subhanehu ve teâlâ onlardan razı olsun.

7. Müslüman kardeşinin söz ve davranışlarına bakarak, o Müslümanın hiç kast etmediği birtakım mana ve işaretlerden hareketle kendisi hakkında su-i zanda bulunmak. Hapishanelerde bu tür zaafiyetler çok çabuk ortaya çıkabilmektedir. Bunu yapan hem nefsine hem de Müslüman kardeşlerine büyük bir kötülükte bulunmuş olur. Su-i zan, şeytanın hedeflediği amaca ulaşabilmesi için yararlandığı en elverişli araçlardan birisidir.

8. Hapishanede, hücre ya da koğuş gibi alanlarda birlikte yaşayan Müslümanların hiç zaman kaybetmeden karışıklığa mahal vermemek ve cemaî düzenin tesisi ile sağlıklı bir şekilde idamesi için müştereken uygulaması gereken genel kurallar belirlenmelidir. Karşılıklı anlayış, dayanışma ve yardımlaşma ilkeleri her daim ön planda tutulmalıdır.

9. Hapishane görevlileriyle ilişkilerde Müslümanca standartlar belirlenmelidir. Laik sistemin hapishanelerinde Müslümana yaraşır izzet, vakar ve ciddiyet esas alınmalıdır. Kimi Müslümanın oldukça sert, kimisin de olmaması gereken bir esneklikte olan ilişki biçimleri doğal olarak bazı problemlerin baş göstermesine neden olabilecektir.

6. Cezaevinde bulunan bir Müslümana zamanı değerlendirmesi noktasında neler tavsiye edersiniz?

Herhangi bir ilim talebesinin zamanı değerlendirmek hususundaki tabiî hassasiyeti ne ölçüde ise; hapishanedeki bir Müslümanın da en az o ölçüde duyarlı olması zaruridir.

Hapishanedeki Müslüman, eğer zamanını hayırlı ve güzel çalışmalarda değerlendirmeyecekse, zaman, kendini boşa harcayacaktır. Dış dünyadaki herhangi bir Müslümanın boşa harcadığı zamanın zararı bir ise, yüce Allah’ın davası uğrunda hapishanede mahpus olan bir Müslümanın boşa harcayacağı zamanın bilançosu birkaç misli daha ağır olur.

Hapishanede bulunan her bir Müslümanın tevhid davetine bir hece ile dahi olsa katkıda bulunabileceği az ya da çok bir kabiliyeti ve istidadı vardır. Mühim olan, boş ve yararsız uğraşlardan yüz çevirip hayırlı işlerde sarf edebileceği zamanı ‘üretmesi’dir. Hapishanelerde o kadar çok zaman heba ediliyor ki; zamanın nasıl geçtiği pek fark edilmemektedir. İşte böyle bir vasattan dolayı ‘zaman üretme’ tabirini kullanmak isabetli bir tanımlama olacaktır.

Zaman arttırmak da diyebileceğimiz zaman üretme konusunda başarılı olan bir Müslüman, varsa uzmanlık alanında, böyle bir uzmanlık alanı yoksa dersler ve yoğun okumalarla kendisini en azından faydalı bir alanda geliştirmeye odaklanarak Müslümanlara yarar sağlayacak bir üretkenliğe ulaşmayı hedeflemelidir.

Müslümanın hapishanede geçirdiği zamanı beş ana başlık altında tasnif edebiliriz:

1. İbadetler (Farzlar nafile namazlar ve oruç, dua, zikir, Kur’an-ı Kerim tilaveti ve ezberi vd.)

2. İlim ve kültürel çalışmalardan müteşekkil olan faaliyetler programı.

3. Ruh ve beden terbiyesi. (Ramazan ayındaki itikaf, halvet, tefekkür, yürüyüş, koşu ve kültür fizik hareketleri gibi hafif sportif faaliyetler)

4. Günlük olağan yaşamın gerekleri. (Uyku, yemek, hapishane bünyesinde ortak sosyal faaliyetler, dinlenme, kantin ihtiyaçlarını temin, ziyaretler, mektuplar vs…)

5. Yukarda sıraladığımız dört başlığın kapsamı dışında kalan aktiviteler (Televizyon izlemek, hapishanenin iş yurtlarında gönüllü işçi olarak çalışmak, incik boncuk gibi el işleriyle uğraşmak, çok basit ve sıradan meselelerden dolayı yapılan şikayetler nedeniyle yüzde doksan dokuzu sonuçsuz kalan ya da aleyhte neticelenen resmî kurumlarla yazışmalar, dilekçeler vs.)

Su akarken testiyi doldurmalı, deyiminde olduğu gibi hapishanede değerlendirilebilecek onca zaman varken Müslüman da bu zamanı ömür sermayesini bereketlendirmek için kullanmalıdır. Zaman her hâlükârda ve hızla akıp gitmektedir. Öyleyse bir Müslüman, zamanı kıyamet gününde lehine hüccet olacak hayırlı ve güzel amellerle değerlendirmelidir.

Yapılacak çalışmalar önceden belirlenmiş bir sistem üzerinden icra edilecekse, hem hedeflenen asıl maksat hasıl olacaktır hem de tali/ikincil önemdeki işler için de yeterince zaman ‘üretilmiş’ olacaktır.

Beşinci madde sayılan hususlar genel olarak davaî endişeleri pörsümüş, yalnız başına takılarak herhangi bir cemaî mensubiyeti olmayan ya da hapishane psikolojisinin altında ezilen, yaratılış itibari ile de naif kimselerin tevessül ettiği şeylerdir. Normal şartlarda bir Müslüman mahpusun hapishanelerin iş atölyelerinde zamanını heba edip emeğini sömürtmesi makul bir davranış şekli olarak görülemez.

7. Cezaevinde bulunan Müslümanların ailevi olarak karşılaştıkları belirgin sorunlar nelerdir? Bunların çözümü için neler tavsiye edersiniz?

Hapishanedeki -özellikle de evli olan- Müslümanların kahir ekseriyeti içinde bulundukları tüm olumsuz şartları bir tarafa bırakarak en çok endişe duydukları konularda ailelerine moral ve motivasyon açısından destek olma arayışı içerisinde olurlar.

En çok endişe duyulan ve İslami davadan hapishanede bulunan kimi insanların karşılaştıkları belli başlı bazı problemleri şöyle sıralayabiliriz:

1. Eş ve çocuklarının itikadi konumlarının sıhhatli bir şekilde devamlılıklarının sağlanmasında karşılaşılabilen zorlukların aşılması için uygun ve gerekli şartların yetersiz olması veya hiç bulunmaması.

2. Kimi Müslümanların büyük ailelerinin (Anne-Baba, Dede-Nine…) eşleri ve çocukları üzerinde farklı şekillerde baskı kurarak İslami yaşam tarzından taviz vermeye zorlamaları.

3. Aile bütünlüğünün varlığına ve korunmasına yönelik tehditler. Özellikle dışarıda kalan ve büyük ölçüde korumasız olan eşlere, hapishanedeki eşlerinden boşanmaları için ciddi baskıların uygulaması. Eğer bunda muvaffak olunamıyorsa en azından hapishanedeki kocanın sözlerini, nasihatlerini veya talimatlarını dinlememeye teşvik ederek itaatsizliğe zorlamaları.

4. Maddi imkânlardan mahrum olmaları, yeterli ve düzenli desteklenmemeleri ya da değişik gerekçelerle/sebeplerle desteklenemiyor olmaları.

5. Ailelerden ve eşlerden kimilerinin, çocukları ya da eşlerinin İslam davası uğruna hapishanede bulunmalarına rağmen davaya sadakat hususunda kendilerinden umulan/beklenen ölçüde hassasiyet göstermemeleri.

6. Ailelerin, mağduru oldukları tağuti düzenin farklı güvenlik ve istihbarat kurumlarının yakın takibinde oldukları hakikatine binaen böylesine açık bir tehlikeye karşı ihmalden kaynaklanan nedenlerle korunmasız bırakılmaları. Bu husus özellikle mahpus Müslümanların çocukları için daha büyük bir önem arz etmektedir.

Bu tür problemlerin önüne geçmek için her şeyden önce tüm aile fertlerine tevhid akidesi, zeminde sağlam temeller üzerinde, kuvvetli bir bilincin kazandırılmasında büyük bir fayda vardır.

Cemai yapılanmalarda eşleri hapishanede bulunan hanımlara yönelik maddi destekten belki de daha önemli olanı yalnız ve sahipsiz olmadıklarını güçlü bir şekilde hissetmelerini sağlayacak bir alakanın gösterilmesidir. Herhangi bir cemai münasebeti olmadığı halde İslami davadan dolayı tutsak edilen Müslümanlara ve aileleriyle de aynı hassasiyetle ilgilenilmelidir.

Çocukların eğitim sorununun halli için gerekli olan imkân ve şartlar öncelikle sağlanmalıdır.

Hapishane imtihanında aile, temel direği olan babadan mahrum bırakılmış olur. Aile reisinin/babanın yokluğu ailenin tüm fertlerinin hayatında birçok şeyin eksik kalmasına neden olacaktır. Aile reisinin, babanın, (evladın veya ağabeyin) zindan imtihanında, ayrı ve uzak bulunmasından dolayı ortaya çıkması muhtemel boşluğun yeri doldurulamaz değildir. Bunun için de El-Aziz ve El-Celil olan Allah’a hakkıyla tevekkül etmelidir. Bu durum esasen hapishanedeki Müslüman için de geçerlidir. Kalpler, itminan, tevekkül ve yakinde buluşup birleştiğinde Allah’ın yardımını celbedecektir -inşaallah-.

Babanın hapishanede bulunmasından dolayı ortaya çıkacak çok yönlü boşluğun yüce Allah’ın inayetiyle büyük ölçüde ikmal olunduğu müşahade edilecektir. Bu da dava bilincinin sürekli olarak canlı tutulması, ihlas ve ihsan üzere amel ve Allah’a tevekkül ile mümkün olacaktır.

Ailenin bölünmüş olmasından kaynaklanan elem ve sıkıntıların sınırlanması mümkün değildir tabii. Fakat bu musibetin daha katlanılabilir bir şekilde hafifleyerek kalplerin inşirah bulması da yüce Allah’ın bir lütfudur.

8. Zindan ehlinin eşlerinden ve çocuklarından beklentileri nelerdir? Bu konuda ailelere tavsiyeleriniz nelerdir?

Hapishanede mahpus olarak bulunan eşlerini ya da babalarının şer’i şerif çerçevesinde kendilerine yönelik özel ya da genel nasihat ve talimatlarına gereken hassasiyeti göstererek, dinleyip itaat etmelidirler.

Ferdî veya ailevi sorun ve sıkıntıların, öncelikle kendi eşleriyle konuşularak hâl çaresi aranmalıdır.

Sorun üretmek çok kolaydır. Aile -özellikle de dışarıda kalan eşlere- düşen en önemli görev, içinde bulundukları şu imtihan sürecinin kendileri için çok büyük hayırlara vesile olabileceği şuuruyla hareket ederek, hem kendilerini hem çevrelerindeki Müslümanları hem de hapishanedeki eşlerini sıkıntıya sokacak soruların müsebbibi ya da tarafı olmaktan samimane bir surette kaçınmaktır. Şüphesiz ki Allah subhanehu ve teâlâ işleri kolaylaştıran ve kalplere inşirah/genişlik verendir.

Büyük ailelerle (Anne-Baba, Kayınvalide-Kayınpeder) ilişkilerinde itikadi duruşlarını muhafaza etmekle beraber aynı evi/ortamı paylaşmak hususunda da eşlerinin tavsiyelerine uymalıdırlar.

İtikadi, imani, ahlaki ve gerekli/zaruri başka alanlarda kadınlar arası eğitim ya da sohbet programları dışında eşleriyle istişare ederek, ihtiyaçları olan konularda düzenli okumalar yapmalarında fayda vardır. Zira insanın ilk ve en büyük öğretmeni annedir, kadındır. Bu kadın öğreticilik vasıflarını daima ileri aşamaya taşıma gayreti içinde olmaları, yetiştirecekleri evlatların ümmete ve davaya yapacakları katkının çok daha nitelikli olmasına vesile olacaktır, inşallah.

9. Zindan ehlinin şahıslarına ve ailelerine yönelik beklentileri nelerdir? Kardeşlerinize tavsiyeleriniz nelerdir?

— …

10. Zindanda yeni olan ve sizlerin tecrübelerine ihtiyacı bulunan kardeşlerinize günlük ve uzun vadeli bir program verebilir misiniz?

Hapishane ortamında itikadi netlikten sonra en çok ihtiyaç duyulup aranan şey, güzel ahlaktır. O halde hapishaneye giren bir Müslüman tuğla kalınlığındaki ciltler dolusu farklı farklı kitaplar okumaya başlamadan önce bu konuda (eğer varsa) eksiklerini tamamlamaya çalışmalıdır.

Günlük programı hususunda standart bir çerçeve tespit etmek isabetli olmayabilir. Fiziki yapıları, uygulanan güvenlik kademesi ve idarî işleyişi itibari ile her bir hapishanenin şartları, zorlukları veya imkânları da değişebilmektedir. Kısmi de olsa bu durum genel ya da özel programların belirlenmesinde etkilidir.

Günlük bir program hazırlanması için hangi konulara yönelip yoğunlaşılması gerektiğine tarafların istişare ederek müşterek bir karar vermesi en makul olanıdır. Bu taraflardan ilki programı uygulayacak olan Müslümandır. İkincisi de beraber oldukları mekânda öğretici/hoca konumundaki Müslümandır.

Günlük programla beraber tespit ve tatbik edilecek uzun vadeli program ihtisaslaşmayı gerektiren konularda olur. Bu da her hâlükârda bir öğreticinin veya en azından bir yardımcının varlığını zaruri kılar.

11. Müslümanların cezaevi sürecinden istifade etmelerinin önündeki engeller nelerdir? Bu konuda bizleri bilgilendirir misiniz?

Kişide yüksek dava şuuru hassasiyetinde yanacak olan birtakım zaafiyetler, hapishane sürecini onun için eza ve cefa sürecine dönüştürecektir.

Müslüman kimliğinden geri basarak pek de tekin olmayan ‘sistem muhalifi’ etiketine razı olmak ileriki süreçlerde çok daha vahim savrulmalar yaşanmasına sebep olacaktır.

Düşüncelerinde ve ileriye dönük planlarında emsal olarak ‘sistem muhalifi’ kimliğinde ortaklaştıkları gayrı İslami örgütsel yapıların geliştirdiği ve kısmen de başarılı oldukları hareket tarzlarını birkaç ‘fırça darbesiyle’ İslami(!)leştirerek aynı istikamete yönelmenin de yolu açılmış olur.

Farklı nedenlerle ileri sürülen mülahazalarla ortaya çıkan itikadi savrulmalar, sonraki aşamalarda fikri ve metodik ‘püskürme’lerle devam edip gidecektir.

Hapishanelere, özellikle de düşünen dava ehli insanlar için fikir ve yöntem alanlarında teorik anlamda bir araştırma-geliştirme departmanı olarak da bakılabilir.

Böyle bir imkândan, yüce Allah’ın razı ve hoşnut olduğu istikamette istifade edilmesi en tabii olanıdır. Günümüzde, sisteme eklemlenmek dışında İslami mücadelede başka bir çıkış yolu olmadığı gibi, akla ziyan iddiaların üretildiği, gündemleştirildiği ve mutlak doğru bir metod olarak teorize edildiği mekânlar da genellikle hapishaneler olmuştur. Bu teoriler, sadece ülkemizde değil başta Mısır ve Tunus olmak üzere birçok ülkede de revaç bulmuştur. İlginç bir ortak yönleri de bu savrulmayı yaşayan ideologların çoğunun geçmişinde kısa ya da uzun süreli bir hapishane hikayelerinin olmasıdır.

Müslümanın hapishane sürecinden istifade etmesinin önündeki belli başlı engelleri şöyle sıralayabiliriz:

Hem sıhhaten hem de örfen doğru olmayan bir şekilde uzun süre uyumak

Sistemsiz ve düzensiz yapılan çalışmalar veya okumalar

Uzun süre televizyon izlemek

Hiçbir şey yapmadan boşça ve hoşça vakit geçirmek

Tağutî düzenin hapishanelerde kurduğu iş yurtlarında çalışmak suretiyle birçok hayırdan mahrum kalmakla beraber, bizzat kendi emeğini sömürtmek

Hapishanelerin; Müslümanların asil karakterleri ile temiz duygularının ‘adi’leştirilmesini sağlayabilmek için tasarlandığı hakikatinin göz ardı edilmesi. Fiziki şartlar, ceza infazı ile ilgili mevzuat ve hapishane idaresi/işleyişi bütünüyle bu amacı hedefleyen bir sistemin birbiri tamamlayan parçalarıdır.

12. Cezaevi sürecinin insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri nelerdir? Sağlığın korunması için tavsiyeleriniz nelerdir?

Her bir iktidar, dönemsel siyasi gelişmeler ve rejimin varlığını hedefleyen ‘tehdit’ algısına paralel olarak hapishanelerdeki ceza ve infaz politikalarını değiştirebilmektedir. Hazırladıkları yasalar kağıt üzeride emsallerine göre hayli ileri birtakım uygulamalar içeriyor olsa dahi, asıl olan, hücrelerdeki tutsakların kesintisiz olarak maruz bırakılarak başa çıkmaya çalıştıkları baskılardır.

Fizikî veya özellikle son süreçte daha yoğunluklu bir şekilde tatbik edilen psikolojik işgencelerin yegâne gayesi Müslüman mahpusun ‘iş göremez’ bir hâle getirilmesidir. Tuğyan ehli ile ikna yoluyla uzlaşmak veya iğfal yöntemiyle yılışmaktan müberra ve mübeccel olan dava adamlarına yönelik planlı baskı ve saldırıların asıl nedenlerinden bir tanesi de onları sağlık sorunlarıyla boğuşmaya sevk etmektir.

Bunun için yapılan uygulamalar ve ayrıca ortaya çıkan sağlıkla ilgili bazı sorunları şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Resmi ideolojiye iman etmiş ve özellikle de Müslüman siyasi mahpuslara bazen açıkça gayz ve adavet besleyen bazı hapishane doktorlarının insani olmayan yaklaşımları.

2. Tedavinin geciktirilmesi ve ilaçların temininde birçok sıkıntılarla karşılaşması. Tedavilerine hastanede devam edilmesi gereken bazı hasta Müslümanların hastahane sevklerinin en az bir hafta-on gün sonraya ertelenmesi ya da hiç yapılmaması.

3. Hastanelerdeki bazı doktorların Müslüman mahpus hastalara bir hekimden beklenen özen ve insani yaklaşımdan çok, ideolojik mülahazalarla duyarsız bir yaklaşım tarzını benimsemeleri.

4. Uzun bir süre, hapishanede çıkarılan yemekleri yemek mecburiyetinde kalan tutsaklarda başta mide ve bağırsak olmak üzere birçok rahatsızlıkların baş göstermesi. Sürekli dar alanda bulunmak ve hareketsizlikten ötürü eklem ve romatizmal hastalıkların ortaya çıkmaya başlaması.

Uzağı görememek ve göz kaslarının tembelleşmesinden kaynaklanan miyop ve astigmat gibi görme bozuklukları ile diğer göz hastalıklarının ortaya çıkması.

Tecrit ve izolasyon uygulanan hapishanelerdeki uzun süren mahpuslukta ortaya çıkan nöro-psikiyatrik rahatsızlıklar. Örneğin, üzerinde çalışılan bir konuda yoğunlaşamama, dikkat eksikliği, öfke kontrolünde başarısızlık, kulak çınlaması-uğultu, aşırı hassasiyet, uyku bozuklukları vd.

Tansiyon ve kalp rahatsızlıkları, diyabet, böbrek ve idrar yollarındaki rahatsızlıklar.

Uzun süre hapishanede mahpus olarak kalan bir Müslüman, yukarıda zikrettiğimiz hastalıkların en az bir ya da birkaçına yakalanabilir. Dış dünyada da olsa kişinin hastalıklara yakalanma riski her zaman vardır. Hapishanedeki Müslüman tutsakların helal gıdalarla sağlıklı beslenme hususunda sıkıntıları olmaktadır. Bunun gibi, ortaya çıkan hastalıkların tedavi süreçlerinde çok basit tedavi vasıtalarına ulaşmak imkânından yoksunluk, ayrıca büyük sıkıntılara sebebiyet vermektedir.

Hastalanan bir mahpusun hastalığı her ne olursa olsun hapishanenin revirinden başlamak suretiyle sıralı tüm sağlık kurumlarındaki doktorlar tarafından genellikle psikolojik nedenlere bağlama eğilimi öne çıkar. Kısaca, revir ve hastane serenvamı zaman zaman hastalığın kendisinden daha büyük rahatsızlıklara neden olur ve daha yıpratıcıdır.

Bu sebepler de göz önünde bulundurularak sağlığın korunmasına azami derecede ehemmiyet gösterilmelidir.

Tıbb-ı Nebevî’nin koruyucu tababet usülleri öğrenilmeli ve tatbik edilmelidir. Birçok hastalıkların hazırlayıcısı veya tetikleyicisi olan elem, stres ve gergin ruh halinden uzak kalmaya çalışılmalıdır.

Bizzat kendi nefsiyle, çevresindeki diğer mahpus Müslümanlarla ve Allah subhanehu ve teâlâ ile barışık, O’nun subhanehu ve teâlâ rızasına uygun düzenli bir hayat yaşayan Müslüman mahpusun sair hastalıklardan korunması daha kolay olur -biiznillah-.

13. Cezaevlerinde bulunan ve farklı davalardan yatan Müslümanların aralarındaki ilişkiler nasıl olmalıdır? Tavsiyelerinizi alabilir miyiz?

Farklı gruplardan olan ve değişik davalardan dolayı hapishanede bulunan Müslümanlar arasındaki münasebetler Kardeşlik hukuku ilkeleriyle çerçevelendirilen bir zeminde yürütülmelidir. İhtilafa neden olan hususlar gündem değiştirilse dahi ancak ilim ehli Müslümanlar arasında ve Müslüman ahlakına uygun olan tartışma usulleri çerçevesinde yapılmalıdır. Nitekim hapishanelerde teorik tartışmalar hiçbir zaman bitmez.

Farklı grup ve davalardan Müslümanların birlikte aynı hücreleri paylaşmalarında esasen bir mahzur yoktur. Ancak her bir mahpus Müslümanın geçmişte farklı kaynaklardan beslenmiş olması, farklı cemai terbiye almış olmaları, farklı yaşam tarzı ve kültürlerden gelmiş olmaları, en önemlisi de aralarındaki menhecî farklılıklar söz ve davranışlarına yansıyarak diğer Müslümanlarla ilişkilerinde zaman zaman baskın olabilmektedir. Bu durum hapishane şartlarında hazmedilebilir. Sınırları aşan sıklıkta tekerrür ettiğinde ise hiç beklenmedik sorunların ortaya çıkmasına sebep olacaktır.

Bu ve buna benzer birtakım gerekçelerle farklı grup ve menhece mensup Müslüman mahpusların zorunlu durumlar hariç olmak üzere aynı hücreleri paylaşmamalarının daha hayırlı olacağı değerlendirilmektedir.

Farklılıkların, potansiyel sorun tehdidi olabileceği hakikatine istinaden aynı hücrenin paylaşılmasından ziyade, imkânlar ölçüsünde ortak sosyal faaliyet programları çerçevesinde iletişim kurmak ve sınırlı sürede beraberliklerin olması daha makuldür. Aynı hücreyi paylaşıp telafisi zor sorunlar yaşamaktansa, bir araya gelmemek daha hayırlıdır.

Bunlar sınırlı da olsa hapishanelerin değişmez gerçekleridir. Bu hususta bir tür seddu zerai kaidesinin uygulanması pek yerindedir. Hasbelkader yaşanacak bazı sorular karşısında da hikmetle ve soğukkanlılıkla davranmalı, sorunu suhuletle çözme iradesi gösterilmelidir.

Farklı dava ve gruplardan da olsa Müslüman mahpusların birbirlerine aktaracakları çok önemli bilgi, birikim ve tecrübeler de olacaktır. Kişisel veya cemaatsel mahrem konular ilmî, siyasi, irfanî, kültürel, taktiksel ve stratejik görüş alışverişinde bulunulabilir.

Hapishane içerisindeki işleyiş ile ilgili meseleler ile sınırlı bir çerçevede tüm Müslüman mahpusların genel talep ve istekleri hususunda yetki verilecek bir temsilcinin tespiti ve tayini elzemdir.

Böyle bir tedbir, genellikle ortak olan sorun ve taleplerin idare nezdinde dillendirilmesi ve sonuç alıcı girişimlerde bulunulması için ideal olandır.

14. Cezaevinde bulunan Müslümanların sol gruplarla ve adli mahkûmlarla aralarında münasebet nasıl olmalıdır? Hususen Müslümanın davetçi kimliği cezaevinde nasıl açığa çıkmalıdır?

İslam dışı gruplarla ilişki alanı veya kanalı yok denecek kadar azdır. Hapishane şartlarından kaynaklı bir zorunlulukla, asgari beşerî münasebetler zemininde süregiden farklı bir ilişki biçimi olabilmektedir.

Esasen İslam dışı siyasi gruplara mensup mahkûmların hemen hemen tamamına yakını davete açık pozisyonda değillerdir. Bulundukları ideolojik pozisyonlarını ileri düzeyde bir taassupla korumaya çalışırlar. Bu tavırları kısmen yüksek ideolojik bilinç ve inaçtan kaynaklanıyor olsa da, yüksek oranda bağnazlık düzeyinde inat ve yoğun duygusal aidiyet/bağlılık şeklinde ortaya çıkmaktadır.

Müslüman mahpusların davet sath-ı mailine girebilen hemen hemen yegane grup, adli suçlardan içerde yatan bir kısım mahkûmlardır.

Dikkatli bir Müslüman mahpus, yapacağı kısa süreli bir gözlem ya da iletişimle şunu görmüş olacaktır. Adli suçlu olarak hapishanede bulunan mahkûmlardan özellikle de uyuşturucu üretimi, nakliyatı, ticareti gibi suç kapsamındaki mahkûmların azımsanmayacak bir kısmı, dolaylı bir şekilde PKK gibi çok yüzlü ve çok kimlikli örgütlerle gönül bağlarına ve uyuşturucu geliri paylaşımından dolayı parasal/ticari ilişkilerine kısmen vâkıf olacaktır.

Davet yapılan bu tip insanlardan bazılarının herhangi siyasi bir mahkûma göre çok daha agresif tavır ve tepkiler gösterdiğine şahit olunur.

Organize çetelere mensup mahkûmlar ile ferdi olarak suç işlemiş olan kişilerden, özellikle de dış dünyadaki hayatında az da olsa muhafazakârlık, dindarlık, Osmanlı sevgisi gibi hikayeleri olanların davete yaklaşımları daha müsbettir. En azından diğer gruplara göre daha nötr pozisyondalar. Kabul etmeseler de itiraz veya inkar yoluna başvurmazlar. Birçoğu edep dairesinde dinler, neticede yine de bildiği yol üzere olduğunu cılız bir sesle de olsa işittirir.

Allah’ın rahmet ettiği ve haklarında hayırlar murad buyurduğu çok az insan davete icabet etmiştir. Davete icabet eden mahkûmlardan dışarı çıkıp da sebat edenler ise (kabaca bir hesapla) maalesef daha azdır.

Davetçi bir Müslüman, tuğyan ehli tarafından esasen bu özelliğinden dolayı derdest edilip tutuklanarak hapishaneye konur. Böylelikle Müslümanın davet imkânının tamamından mahrum bırakılması hedeflenmiş olur. Bunda çok büyük ölçüde başarılı olunduğu da bir hakikattir.

Davetin hapishane şartlarında sürdürülebilmesi için adli suçlulardan bazılarıyla çok kıt imkânlarla iletişim sağlayıp, bu sınırlı münasebet belli bir düzeye geldikten sonra ve kendisinin de talep etmesi hâlinde belli bir müddet davet/eğitim için Müslümanların hücresine veya koğuşuna gelmesine müsaade edilebilir. Onun üzerinden de daha fazla insana ulaşma fırsatı doğabilir.

Ortak sosyal faaliyetlerde haftalık birkaç saatlik bir görüşme-sohbet imkânı olabiliyor. Bu zaman dilimi de davet namına değerlendirilebilir.

Fakat hapishanedeki mahkûmların hücrelerde/koğuşlarda yerleştirilmeleriyle ilgili mevzuatlar, bu tür ilişkileri tamamen bitirmek maksadıyla değiştirilmiş ve büyük ölçüde de tatbik edilmektedir. Söz konusu mevzuatla beraber adli suçluların Müslüman siyasi mahpuslarla temasının önüne geçilmiştir. Hapishanelerin tamamına yakını bu mevzuatı sıkı bir şekilde uygulamaktadır.

Davet için elde basit yöntemler kalmaktadır. Mesela, başka hapishanedeki veya dış dünyadaki davet muhataplarına yönelik mektuplar yazılabilir.

Davetçi kimliği ve özelliği öne çıkan Müslümanlar makale, hikaye, kitap gibi yazmaya dayalı bir yöntemle davet çalışmalarını idame ettirebilirler.

15. Farklı cezaevlerinde bulunan Müslümanların birbirlerini tanıma, tecrübe paylaşımı ve haberleşmeleri noktasında zindan ehline tavsiyeleriniz nelerdir?

Hapishaneye girmeden önce dış dünyada herhangi bir tanışıklık yahut teşrik-i mesai olmuşsa farklı hapishanelerdeki Müslümanları birbirleriyle güvene dayalı bir iletişimlerinin olması tabiidir.

Hapishane şartlarından kaynaklanan çok farklı psikolojik bir ortam vardır. Bu sebepten ötürü hem kişilerin hem de cemai yapıların birçok meselede yüksek duyarlılıkları oluşur.

Farklı gruplardan ve başka hapishanelerden birilerinin herhangi bir hapishanedeki Müslümanlarla iletişim kurabilmesi için karşı tarafın yüce gönüllülüğüne ve bu tür duyarlılıkları önemsemiyor olmasına ihtiyaç vardır. Bu da -doğal olarak- pek az şahit olunan vakıalardır.

16. Yargılanma sürecinde gerek şahsınız, gerek başka Müslümanların karşılaştığı ilginç hukuksuzluk örneklerinden şahit olduklarınızı paylaşır mısınız?

Müslümanların gözaltı sürecinden başlayarak karar duruşmasına kadarki mahkeme aşamalarında uğramadıkları hukuksuzlukların sayılmasının daha kolay olacağı söylenebilir.

Laik, demokrat, ulusalcı-solcu ve kemalist yargıç ve savcıların tutumlarına yansıyan gayz ve adavetleri bir ölçüde anlaşılabilirdir ve hatta yadırganmaz da. Müslümanların yargılandıkları mahkeme duruşmaları genelde tiyatral bir gösteri şeklinde cereyan eder.

Daha önceden belirlenmiş ağır bir karar, günlük siyasal gelişmelere endeksli olarak çok daha ağırlaştırılabilmektedir. Bağlayıcı bir hukuki norm oluşturulmamasının nedenlerinden bir tanesi de ‘Takdir yetkisi’ diye tuğyan ehli yargıçlara tanınan hevaî artırım selahiyetidir. Minik Nemrudî tasarruflarda bulunarak, hakikaten hiçbir suçu olmayan Müslümanlara ağır cezalar verilebilmesinin yolu da böylelikle sonuna kadar açık tutulmuştur.

Yukarıda sayılan ideolojik kimlikler dışında özellikle son yıllarda yargıda örgütlenmiş Fethullahçı yargıçların Müslüman tutsaklara karşı ortaya koydukları sınır tanımaz kin ve adavet, ayrıca ve özellikle vurgulanarak not edilmelidir.

Laik, kemalist ve ulusalcı-solcu bir yargıç öz varlığı olarak telakki ettiği laik sistemi koruyup kollama adına hususen Müslümanların davalarında pervasız ve rahat davranarak ağır cezalar verebilmektedirler.

Fethullahçı kadrolaşma faaliyetleri çerçevesinde ağır ceza mahkemelerinde yer işgal eden yargıçlar ve savcıların tamamı, laik-kemalist sistem karşısında hissettikleri aşağılık kompleksiyle hareket etmek suretiyle İslami davalardan yargılanmakta olan Müslümanlara diğer meslektaşlarına kıyasla daha ağır cezalara hükmedebilmektedirler. İslami davalardan dolayı yargılanan Müslümanlar hakkındaki tehdit algıları, diğer kemalist tağutlara nazaran çok daha yüksektir. Bir kemalist yargıca göre İslami davadan sanık olan Müslüman, laik-demokratik rejim için yıkıcı bir tehdit unsurudur. Ancak herhangi Fethullahçı bir yargıç-savcı için bu Müslüman hem laik-demokratik rejim için hem de çok kuvvetli bir aidiyet duygusuyla mensup olduğu kendi örgütü için de yıkıcı bir tehdit unsurudur. Yani bunlar, İslami davadan bir dosyayı ele alırlarken kemalist rejimin bekasına yönelik bir tehditle beraber bağlı bulundukları örgütün varlığına yönelebileceğini düşündükleri bir tehdit algısıyla da ‘yargılama’ faaliyetinde bulunmaktadırlar.

Yargılama usulü ile ilgili mevzuata harfiyen uyan yegane davalar, toplumsal duyarlılığın oluştuğu ve medya yoluyla iç ve dış kamuoyunda daha görünür kılınan davalardır. Özellikle örgütlü kesimlere mensup kişilerin yargılamaları, oluşturulan bu türden baskı unsurlarından dolayı genellikle lehlerinde seyretmekte ve neticelendirilmektedir. Medyanın ve kamuoyunun ilgilendiği davalarda muhakeme usulü en ince ayrıntılara kadar uygulanır.

Ancak örgütçülük iddiasıyla yargılanan Müslümanların davalarında bu türden hassasiyetlerin gösterildiğine şahit olunmaması, zulmün karakterini göstermesi açısından dikkat çekicidir.

İslami bir davada yargılanan Müslümanlardan birinin avukatı şöyle anlatmıştı: ‘Duruşmaya ara verildiği sırada salon boşaltıldı. Ben de dava dosyasını toparlayıp çıkmaya hazırlanıyordum. Tam çıkmak üzereyken Terörle Mücadele şubesinden birkaç polis mahkeme heyetine yaklaşıp heyet başkanıyla davada adı geçen müvekkillerim hakkında konuşmaya başladılar. Benim salonda bulunduğumu unutmuş olacaklar ki o anda müdahale ettiğimde hepsi büyük bir şok yaşadı. Bu durumun adil yargılama ilkelerine aykırı olduğunu belirterek zabıt altına alınmasını talep ettim.’

İkibinli yıllar boyunca İstanbul DGM’lerinde yılda iki ya da üç kez duruşmalara çıkarılan Müslümanlar vardı.

Mahkeme heyeti başkanları, özellikle Müslüman sanıklara karşı sözleriyle ve tutumlarıyla defaaten ihsas-ı rey’de bulunmuşlardır.

Anayasa ve yasalarda T.C. mahkemelerinin bağımsız, tarafsız ve adil olduğuna dair maddeler bulunur. Bu iddia esasen koskocaman bir yalandır. Zira mahkemelerin varlık ve işleyiş gerekçeleri laik-kemalist-demokratik şirk sistemini kaim ve daim kılmaktır. Hâl böyleyken mevcut şirk sistemine, inancı gereği güçlü ve görünür bir şekilde muhalif olan Müslümanlar hakkında bu mahkemelerin bağımsızlık, tarafsız ve adil olmaları asla düşünülemez. Esasen bu, işin tabiatına da aykırıdır. Hiçbir beşerî rejim, kendi varlığına yönelen bir tehdit unsuruna, hatırlı bir misafir muamelesi göstermez. Kemalist rejimin bu konudaki sicili ortadadır. T.C. Anayasasının 138. Maddesi, bütün yargıçlara Anayasaya uygun karar vermelerini emretmektedir. T.C. Anayasasının 2. Maddesine bakıldığında yargılama yapan yargıçların bağımsızlıkları, tarafsızlıkları ve adilliklerinin çerçevesi daha net bir şekilde ortaya çıkacaktır.

Bataklıklar nasıl ki mütemadiyen sinek üretiyorsa, şirk unsuru barındıran kanunlar da, bu kanunları uygulayanlar da az ya da çok zulüm üretirler.

Son olarak: Fethullahçılar ve bunlara benzer muhafazakâr kimlikli yargıçların laik sistemde özde laik kadrolar karşısında duydukları aşağılık kompleksi onları bir anlamda sisteme sadakatlerini ispatlama girişimlerine yöneltmektedir. Bu hususta kendileri için en kolay ve risksiz hedef olarak da mazlum Müslümanları görürler. İslami davalarda yargılanan Müslümanları, efendilerinin/tanrılarının tapınaklarındaki sunaklarında ‘boğazlayarak’ takdim edecekleri kurbanlar olarak görürler.

17. Zindan sürecinde sizi çok duygulandıran veya keyiflendiren anılarınızdan bazılarını bizimle paylaşır mısınız?

İki bin dört yılının son aylarında adi/organize suçlardan dolayı hapishaneye giren bir grup genç, bulunduğumuz hücreye bitişik olan bir hücreye alınmışlardı. Kendileriyle tanıştık. Komşuluk münasebetlerimize devam ettik. Bu gençlerin arasında olağanüstü denebilecek ölçüde hareketli, atletik ve çok da zeki birisi vardı. İslam’a da hayli ilgi duyuyor, sorular soruyordu. Aynı hapishanede bulunmakla beraber farklı ve uzak ünitelerde de bu münasebetimize devam ettik. İsmi Mikail olan bu genç adam süreç içerisinde (zahiren) güzel bir Müslüman oldu -Elhamdulillah-. Her daim aklında olan firar hadisesi üzerine yıllarca düşündü, ölçtü, tasarladı, planladı ve nihayet iki bin on iki yılının Kasım ayında firar etti. Kendisini tanıyanlar firarına şaşırmadı. Şahsen onun firarına çok sevinmiştim. Fakat dışarı çıkıp sebat edemeyenlerin örneklerini düşününce endişelenmiyor da değildim. Firarına sevinmiştim ama onun Suriye’deki cihad bölgesine gitmiş olduğunu öğrendiğimde daha çok sevindim. (İnşallah) Orada şehid olmakla, bizim duyduğumuz sevinçten kıyas kabul etmez ölçüde çok daha büyük sevinçler yaşadığını ümit ediyorum.

18. Zindan ehlinin karşılaştığı en ciddi vesveseler ve bunlarla mücadele noktasında tavsiyeleriniz nelerdir?

Tedavisi zor ve yeni hastalıkların yaygınlaşması ve medyanın da etkisiyle, insanlar artık ölümden çok bu tür hastalıklardan korkmaya başladılar. Hemen hemen herkesin bir sağlıklı yaşam reçetesi, bir kısmının da sağlıklı yaşam koçu vardır.

Bu misale benzer bir durum da hapishanelerde yaşanabilmektedir. Her şeyin başında ve önünde tahliye/özgürlük vardır. Hayaller, özgürlük temeli üzerine bina edilir.

Bu durum bazı insanların sağlıklı ve düzenli bir hayat sürdürmelerine engel olabilmektedir. Kendisi için çok elverişli olan bu hâlden şeytan da olabildiğince yararlanır.

Mesela, kişi hapishanenin psikolojik baskısını dağıtmak gayesi ve dünyada neler olup bittiğini öğrenmek ve belgesel izleyerek kevni ayetleri müşahade edip ibretler almak maksadıyla televizyon edilir. O saatten sonra yavaş yavaş fesad mesaisi başlar. Pek de uzun olmayan bir zaman sonra artık neredeyse günün çeyreği televizyon karşısında geçirilir. Fesad fesadı doğurur. Fesadın olduğu hapishane gibi dar bir alana insi şeytanlar gelmeyeceğine göre, oranın cin şeytanların uğrak yeri olması kaçınılmazdır. Sonraki süreçte, musibet içinde musibete uğramış olan bu kişi dar alanda çevresindeki diğer Müslümanlara da ikinci bir zindan hayatı yaşatmaya başlar. Sonu gelmeyen envai çeşit vesveseler, güvensizlik, şüphecilik, su-i zan, haset, enaniyet vb. birçok su-i ahlak örnekleri ortaya çıkıverir.

Hapishanelerin, özellikle de tamamen tecrid ve izolasyonu amaçlayan F tipi hapishanelerin hem fiziki yapıları hem de sıkı kurallara bağlı işleyişinde amaçlanan birinci hedef, fertlerin zaman içerisinde kimlik sorgulamasına yöneltilmeleridir. Bu türden bir zaafiyetin oluşması hâlinde süreç içerisinde kişide mensup olduğu camia ve hatta davanın esaslarıyla ilgili vesveseler, şüpheler, güven bunalımı ve sorgulamalar da başlayabilir.

Böyle bir tuzağa düşmemek için çok dikkatli ve uyanık olmak gerekir. Bunun sağlanıp süreklileştirilmesi için Müslümanlarla aynı ortamı paylaşmak, aynı hücrelerde veya koğuşlarda bulunmak gerekir. Cemaatin rahmet oluşunun ileri düzeyde ortaya çıktığı alanların başta gelenlerinden bir tanesi de bela ve keder yurdu olan hapishanelerdir.

Dışarıda kalan aile fertlerinin genel durumları ile ilgili vesveseler de hapishane hayatını Müslüman için daha çetin bir hâle getirebilmektedir. Mahpus bir Müslümanın, zerreden küreye bütün kâinat üzerinde mutlak otorite sahibi olan, yaratan, yaşatan, yöneten ve eceli geldiğinde tüm canlılara ölüm lezzetini tattıran El-Aziz ve El-Celil olan Allah’a hakkıyla tevekkül edebilmesi hâlinde, ailesi ve sevdikleriyle alakalı tüm vesveseleri boşa çıkarması -biiznillah- çok daha kolay olur. Kalp arşa bağlandığında dağ gibi sebat bulur. Bu durumda şeytanın vereceği vesveseler de Allah’ın yardımıyla berhava olur.

Vesvese türleri kişiden kişiye değişebilmektedir. Sadece türleri değil tabii. Vesvesenin şiddeti, etkisi ve ortaya çıkardığı olumsuz sonuçları da bireysel vaka olarak değerlendirilmelidir. Bu da kişinin itikadi durumu, Allah subhanehu ve teâlâ ile münasebeti, doğruluğu, takvası, arınma ve tezkiyedeki mevcut konumu ve işlediği günahlarla bağlantılı bir hâl ile ilintilidir.

Allah’ın subhanehu ve teâlâ yardımı, koruması, keremi, lütfu ve ihsanının yanında tüm bunlara rağbet ettiren bir arınma hâli -ya da süreci- vesveselerin kökünü kazıyacaktır -biiznillah-.

19. Varsa bir şiirinizi bizimle paylaşır mısınız?

— …

20. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

İnsanların da cinlerin de yaratılış gayesi yüce Allah’a kulluktur. Müslümanın hedefi de yüce Allah’a güzel bir şekilde kulluğunu takdim edebilmektir. Bu kulluluğun ifası sürecinde küçük büyük birçok sıkıntılarla ve musibetlerle karşılaşılabilir, bu da sünnetullahtır. Özellikle de yasaları ve yaşam tarzları şirk ihtiva eden tağutî yönetimler ile fesfude toplumlarda ehli tevhid bir Müslümanın ‘yaren’lerinden birisi de musibetlerdir.

Musibetler; sarsıcılığı ve kimileri için de saptırıcılığı gibi vahim neticelerden salim kalmaya muvaffak kılınan Müslümanlar için bazen büyük bir öğreticilik ve mürebbiyelik özelliği ihtiva eder. Şüphesiz ki bu da yüce Allah’ın sıdk ve takva ehli mümin kullarına ihsan buyurduğu büyük lütuflardandır.

Öyleyse mümin kul, Allah ile münasebetlerinde her daim uyanıklık hâlinde olmalı ve kalbini diri tutmaya gayret etmelidir ki randevusuz bir şekilde fücceten isabet edebilen musibetler karşısında kötü sonuçlara neden olacak sarsıntılar yaşanmasın inşallah.

Nasıl ki cevher ile cüruf birbirinden ancak yüksek ısının olduğu potada ayrılıyor ise; Müslümanın da musibetler ve vesilesiyle gerçek potansiyeli ortaya çıkar. Tevhid inancına bağlılıkları artar. Daha canlı ve dinamik bir karaktere bürünür. Müslümanın veya cemaatin daha da güçlenmesine vesile olur (Biiznillah).

Allah’ın rahmeti, mağfireti ve müjdesi her türlü musibet karşısında sebat eden, hakkı üstün tutan ve aziz İslam davası uğruna emek harcayıp temiz canlarını takdim eden dava erlerinin üzerine olsun.

Allah subhanehu ve teâlâ bizleri de hak üzere sebat eden sadık ve muttaki kullarından eylesin. Duamızın sonu Allah’a hamd etmektir.

[1]       .   61/Saff, 2

[2]       .   9/Tevbe, 51

[3]       .   Müsned, 5/183

[4]       .   2/Bakara, 216

[5]       .   İmam Ahmed, Abdullah b. Amr’dan

[6]       .   59/Haşr, 9

[7]       .   Müslim, Tirmizi

[8]       .   Örnek: Tıbb-ı Nebevî, Yabancı Dil, Beden Terbiyesi ve Yakın Dövüş…

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver