Yakalayın Zamanı! – 2

 Değerli okurlar,

 

Geçtiğimiz ay zamanı iyi yönetemediğimiz, bir çok işi yetiştiremediğimiz, üstüne üstlük şikayetlendiğimizden bahsetmiş; bunun sebebi olarak da başta uykuya düşkünlüğümüz, ardından da işlerimizi önem sırasına göre kategorize etmeyişimizi ifade etmiştik.

 

Bu ay yine zaman hırsızlarının neler olduğuna değinmeye çalışacağız.

 

Zamanı boşa geçirmek demek, hayatı boşa geçirmek demektir. Altmış yıllık bir ömür sürdüğünüzü düşünün. Sona yaklaştığınızda şöyle bir geriye bakıp: ‘Oh, elhamdulillah! Bana verilen nimeti hakkıyla değerlendirdim.’ de diyebilirsiniz, tam tersi: ‘Ah, keşke geriye dönebilseydim de şunu şunu yapsaydım!’ diyerek boşa geçirdiğiniz zamanın hüsranını da yaşayabilirsiniz.

 

Bu tamamen sizin iradenizle oluşacak olan, iki farklı sonuç.

 

Oysa sona gelmeden zamanın kıymetini fehmedebilmek, nimetler üstü bir nimet. Ne güzel söylenmiş: ‘Vakitlerle yakutlar kazanılır. Ama yakutlarla vakitler kazanılmaz.’ Zaman hiçbir servetle elde edilmez… Servetlerle kıyaslanamayacak bu nimet tehir edilemez, biriktirilemez, bekletilemez. Hasan Basri rahimehullah diyor ki: ‘Sabahleyin gün der ki: ‘Ey Ademoğlu! Allah beni yeni yarattı. Ben ameline şahidim. Beni değerlendir. Çünkü ben geçtim mi, kıyamete kadar dönmem. Telafim yok benim.’ ‘

 

Zaman… Bir su gibi, akıp gider… Ya da kuş gibi, uçup gider… Buna rağmen Ademoğlu bu nimeti hafife almış, değerlendirememiş de, nikbete çevirmiş, zayi etmiş… Nasıl mı? Yapacaklarını erteleyerek… Vaktinde yapmayarak…

 

Erteleme bir hastalık… Bulaşıcı mı bilemem ama bildiğim o ki sahibini amelsiz dımdızlak bırakan bir hastalık… Bu hastalığa duçar olanların en bariz özelliği, çok karar alıyor olmakla beraber bu kararları hayata geçirecek azimden zerre nasip almamalarıdır. Bu iradesizlikleri onlara aldıkları kararları hep erteletir. Kararlarından vazgeçmezler. Ama üşenirler, harekete geçemezler, ötelerler… En sık kullandıkları kelimeler ise: ‘Birazdan, bir saat sonra, akşama, yarın, haftaya, bir sonraki ay, seneye, yaşlanınca, emekli olunca, hep sonra, hep sonra…’ Onlar işleri geçiştirirken bir de bakmışlar ki hayat da geçip gitmiş. Ya da boş vakitler tükenmiş, meşguliyetler türemiş.

 

Neleri ertelemiyoruz ki! Namazı, niyazı, duayı, sınavı, borç ödemeyi, ziyareti, verdiği sözü, sevmeyi, gülümsemeyi, özür dilemeyi, affetmeyi, çiçekle eve gitmeyi, temizliği, ilim tahsilini, ders dinlemeyi, kitap okumayı, Allah’ı zikretmeyi, bir doktora görünmeyi, evi barkı düzenlemeyi, vakitlice yatmayı, hediye almayı, sabah erken kalkmayı, sağlıklı yaşam için antrenman yapmayı, zayıflamaya başlamayı, sağlıklı beslenmeyi, birilerini sevindirmeyi, yırtık çorapları dikmeyi, çoluk çocukla parka gitmeyi… Hemen hemen bir çok şeyi. Sonrasında ya hepten unutup yapmamız gerekenleri yapmıyor ya da yapsak dahi zamanında yapmadığımız için hayır elde edemiyoruz.

 

Erteleme hastalığının hayatımıza ne kadar sirayet ettiğini bakın şu nükte esprili bir şekilde anlatıyor. Her ne kadar erteleme burada hayat kurtarsa da, son duayı yapmayı ertelemek karlı olsa da, her olay için elbette ki geçerli olamaz bu.

 

Adamın biri had cezası alır. Ceza uygulanmadan önce kadı sorar: ‘ ‘Son dileğin nedir?’ Adam: ‘Dua etmek istiyorum.’ der. Kadı izin verir. Fakat adam dua etmez. Kadı sinirlenerek: ‘Neden dua etmiyorsun ?’ der. Adam: ‘Korkuyorum. Duam bitmeden kafamı kesmenizden korkuyorum.’ Kadı: ‘Herkes şahit ki duan bitene kadar sana kimse bir şey yapamaz. Allah adına yemin ederim.’ deyince bizimki başlar dua etmeye. Dudaklarıyla bir şeyler mırıldandıktan sonra susup öylece bekler. Kadı yine kızar: ‘Ne bekliyorsun , devam etsene?’ diye. Adam: ‘Kadı Efendi! Duamın ilk bölümünü tamamladım. Diğer bölümünü de 25 yıl sonra yapmak üzere erteliyorum…’ ‘

 

Bir öğretmenimiz bize: ‘İnsanın karnını açmışlar. İçinden yarın çıkmış demişti.’ Hakikati özetleyen bir cümle…

 

Yarın yaparım diyenleri çok görmüşüzdür. Yarın olunca da yapmazlar işlerini, yapamazlar. Dedik ya, onlar yapmaya değil ertelemeye alışıklar. Seleften bir zat yarına işlerini erteleyen adama ne de güzel ders vermiş: ‘Yarın yaparım diyorsun ama, bugün de dünün yarını değil miydi?’

 

Ertelemeyi bırak da kalk harekete geç. Şu üç slogandan birini seç: Üşenme, erteleme, vazgeçme…

 

Bir başka zaman hırsızı da internet…

 

Hem de öyle masum bir hırsız ki, sinsiliğini anlamak mümkün dahi değil. Nasıl mı çalıyor? İnternet şu an bilgiye, hem de ciltler dolusu bilgiye çok çabuk ve zahmetsiz ulaşmanın yolu. Bu yola giren, aradığı bilginin yanında, o an işine yaramayan, belki daha ilerde kendine lazım olabilecek ya da genel kültürünü arttırabilecek bir çok bilgiye de ulaşabilir. Bir kavramı ararken, onlarca farklı kavramı da tanıma, bilme imkanı bulabilir. Ve siz bu aramadığınız ama sizi bulan bilgi yığınından istifadeye çalışırken, bir bakarsınız ki tutamadığınız zaman akmış geçmiş… Artık gözler kanlanmış, beyin yıpranmış, beden uykusuz kalmış, aradığınız bilgi arada kaynamıştır. ‘Yarını kurt mu yedi?’ tesellisiyle, ‘yarın’ yine geceye damgasını vurmuştur…

 

Bunu farketmek pek de kolay değil. Hatta bir çoğumuz, bunun faydalı bir çalışma olduğunu dahi zannedebiliriz. Oysa bu zarardan başka bir şey değildir. Bir şeye dair her şeyi bilmeye çalışırken, her şeye dair bir şey bilmektir aslında bu… Beyni bilgi yığını haline getirmektir. Seçmeden, ayıklamadan, ve süzmeden bilgi istiflemektir.

 

Görüldüğü üzere internetin yanlış kullanımı zarar getirmektedir. Bu zararı defetmek, kişinin kendi elindedir.

 

Son olarak hayır diyememeyi ekleyeceğiz zaman kaybının sebepleri arasına. Çok yumuşak yüzlü, mülayim fıtratlı insanlar vardır. Onlar kimseyi kıramaz, kimseye hayır diyemezler. Ve herkesin işine koşup her isteyene yarenlik yaptıkları için kendi işlerini bir türlü bitiremezler. Yapılacaklar listesi öyle kabarıktır ki nereden başlayacaklarını dahi bilemezler. Oysa hayır diyebilseler, kendilerini sıkıntıya sokan tüm yarım kalanlardan kurtulabilecekler. Zamanlarını kaybolmaktan, tükenmekten koruyabilecekler.

 

Ne diyelim! Zamanının kıymetini bilmek dileğiyle…

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver