Ka’b gece aldığı gizli mektubun ardından bir başka imtihana tabî tutuldu. Peygamberimiz Ka’b’ın eşine haber göndererek ondan uzak durmasını, ona yemek yapmamasını ve ihtiyaçlarını karşılamamasını emretti. Evden uzaklaşmak hem hanımını hem de Ka’b’ı üzmüştü. Fakat sabredecekti her ikisi de. Ka’b yapayalnız kalmıştı. İçi burkuldu. Hanımı evden gidince dışarı çıktı. Onu gören komşuları hemen içeri girip kapılarını kapatınca geri döndü. Hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve Allah’a tevbe ediyordu. Olayın devamını Ka’b’ın dilinden dinleyelim:
‘Ahalinin bizimle konuşmalarının yasaklandığı günden elli gece sonrasında, gecenin sabahında sabah namazını kıldım. Ruhum çok sıkılmış ve bulunduğum yere sığamaz bir vaziyette oturuyordum. Adeta yerle gök arasında sıkışmış ve gidecek hiçbir yeri kalmamış gibiydim. Tam bu esnada bir ses işittim: ‘Ey Malik’in oğlu Ka’b, müjde, müjde!’ Kurtuluş günü gelmişti. Hemen secdeye kapandım.’
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem sabah namazından sonra, bu üç sahabinin tevbelerinin kabul edildiğini halka ilan etmişti. Bunun üzerine sahabiler müjdeyi kardeşlerine ilan etmek için yarışırcasına koştular ve Ka’b’la birlikte diğer iki sahabiye müjdeciler gönderdiler. Haberi alan Ka’b hemen Rasûlullah’ın yanına koştu. Bu esnada yolda karşılaştığı sahabiler sevinç içinde onu tebrik ediyor, ‘Allah’ın affı sana mübarek olsun!’ diyorlardı. Peygamberin yanına varıp selam verdiğinde, Rasûlullah yüzü sevinçten pırıl pırıl parlayarak şöyle dedi:
‘Annen seni doğurduğundan beri üzerinden geçen günlerin en hayırlısıyla seni müjdelerim!’
Daha sonra Ka’b, mallarıyla meşguliyet sebebiyle seferden geri kaldığını söyleyerek, tevbesini tamamlamak için malının tamamını sadaka olarak vermek istedi. Bunun üzerine Tevbe suresinin 103. ayeti nazil oldu. Ayette, onların malından zekât alınması emrediliyor, bu suretle Ka’b ile iki arkadaşının kendilerini temize çıkaracakları ve mallarına bereket verileceği belirtiliyordu. Böylece, sahabilerin tevbelerinin kabulünden dolayı sevinçten yüzü ay parçası gibi parlayan Peygamber Efendimiz, Ka’b’a, malının bir kısmını kendisine ayırmasını tavsiye buyurdu. Bunun üzerine Hayber’deki arazisini elinde bırakacağını söyleyen Kâ’b şöyle dedi:
‘Allah beni ancak doğruyu söylemem sayesinde kurtardı. Hayatta kaldığım müddetçe doğruyu söylemek de tevbemin tamamıdır.’
Rafi yaşanan tüm hadiseleri hiçbir ayrıntıyı kaçırmadan takip etmiş, tarih defterinin sayfalarına kaydetmişti. Başlık için günlerce düşündü. Bu kıssaya ‘Doğruluk’tan başka isim yakışmazdı. Nihayet bu sayfa da tamamlanmıştı. Yazımı günler sürse de yazmaktan hiç usanmamıştı. Eh… Artık yeni bir serüven için bekleyecekti.
__ Selamun aleykum dostum. Nasılsın?
Gelen Salim idi.
__ Aleykum selam. Geldiğini görmedim. Hakkını helal et. Elhamdulillah iyiyim sen nasılsın?
__ Çok heyecanlıyım dostum.
__ Hayırdır?
__ Duymadın mı?
__ Neyi?
__ Neyi olacak Canım Peygamberim’in hacca gideceğini.
__ Allah be!… Genç yaşta ikinci kez hacı olacağız desene.
__ İlki umre idi hatırlatayım. İlk haccımız bizim. Çok kalabalık olacakmış bu sefer. İzdiham bile olabilirmiş. Canım Peygamberime Nasr suresi inince herkes Peygamberlik görevinin bitmek üzere olabileceğinden bahsediyor. Bu yüzden Rasûl’ün katıldığı ilk ve son hac olabilir. Herkesin rağbet etme sebebi sanırım bu.
__ Ya sen ne söylediğinin farkında mısın?
__ Evet.
__ Son hac da ne demek. Görevin bitmesi de ne?
__ Duyduğun gibi işte…
__ Ne kadar da rahat konuşuyorsun.
__ Düşüncesizlik ettim, haklısın.
Salim utanmıştı. Söylediği sözlerin ehemmiyetini yeni kavradı. Son hac… Son görev…
Rafi duyduklarına inanamıyordu. Canım Peygamberim ölecek miydi? Hayır, hayır o ölmemeli. Onsuz ben ne yaparım? ‘Hayır Canım Peygamberim, senin yerine ben öleyim ama sen ölme! Ben sensiz ne yaparım?’ Rafi deliye dönmüştü sanki, ne yapacağını bilmiyordu. Sağa sola koşuyor, Salim’e aynı soruyu defalarca soruyordu.
Böyle olmayacaktı. Gidip bir büyüğe danışmalıydı. Nasr suresi neden bahsediyordu acaba? Belki de Salim yanlış anlamıştı. Evet evet en iyisi gitmek ve bir büyük insana işin aslını sormak en akıllıca işti. Tarih defterini, kalemini bir kenara atmıştı, mescide doğru koşmaya başladı. O kadar hızlı ve dikkatsiz koşuyordu ki karşısına çıkan ve kenara alelade bırakılmış el arabasını fark etmedi bile. Ayağı ona takılınca yuvarlandı… Başını çok sert bir şekilde yere çarptı. Acı bir feryat koptu: ‘Ah, anam başım!’ Gerisini hatırlamıyordu. Rafi bayıldı.
Devam edecek inşallah…
İlk Yorumu Sen Yap