Vasiyet

كُتِبَ عَلَيْكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ اِنْ تَرَكَ خَيْرًاۚ اَلْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَ بِالْمَعْرُوفِۚ حَقًّا عَلَى الْمُتَّق۪ينَۜ

“Sizden birine ölüm yaklaşır ve geriye bırakacağı bir malı/serveti varsa, ebeveyne ve yakın akrabaya örfe uygun/münasip bir vasiyet bırakması farz kılındı. Bu, takva sahipleri üzerine bir haktır.”[1]

Allah’ın (cc) adıyla,

Allah’a (cc) hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Daha önce kaleme aldığımız yazılarda İslam dininin şamil ve kâmil bir din olduğundan, yani insanın hayatının her ânına ve alanına nüfuz eden bir şeriat olduğundan bahsettik. İslam sadece birtakım emir ve yasaklar veya inanılması ve reddedilmesi gereken esaslardan müteşekkil değildir. Bunlarla beraber insanı bir hedefe ulaştırmayı amaçlar ve insanı bu hedef için uygun bir hâle getirir.

Ölüm bir hakikattir, hayatın tartışmasız bir gerçeğidir. Ve insan ölümü düşünmekten veya ölümden bahsedilmesinden hoşnut olmaz. Çünkü ölüm, insanın tabiri caizse tadını kaçıran, keyfini bozan bir konudur. Ancak insanın, hayatında istikamet üzere ve dünya ile arasında sağlıklı bir ilişki olabilmesi için ölüm hakikatine karşı sağlıklı bir bakış açısına sahip olması gerekir. Bunun yolu ise ölüm hakikatini zihinlerde canlı tutmaktır.

Ebû Hureyre’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Resûlullah (sav) annesinin kabrini ziyaret etti ve ağladı. Etrafındaki insanlar da onun (sav) ağlamasından dolayı ağladı. Sonra şöyle dedi: ‘Rabbimden annem için bağışlanma talebinde bulunmak için izin istedim, bana izin vermedi. Kabrini ziyaret etmek için izin istedim, bana izin verdi. Sizler de kabirleri ziyaret edebilirsiniz, çünkü kabir ziyareti ölümü hatırlatır.’ ”[2]

Okuyacağımız ve tefsirini yapmaya çalışacağımız ayet-i kerimenin ışığında ölüm hakikatine karşı sorumluluklarımızdan olan vasiyet ahkâmını öğrenmeye çalışacağız.

Vasiyetin Hükmü

Ayetin başında yer alan كُتِبَ ifadesi “sizin üzerinize yazıldı” manasına gelir ve fıkıh usulünde bu kullanım bir amelin farz olduğu anlamına gelir.

Âlimlerin geneli, Nisâ Suresi’nde nazil olan miras ayetleriyle[3] birlikte bu ayetin hükmünün nesh olduğu görüşüne sahiptir. Bununla birlikte Resûlullah (sav) şöyle buyurmaktadır:

“Şüphesiz ki Allah, vârislerden her hak sahibine hakkını vermiştir. Bundan böyle hiçbir vârise vasiyet etmek yoktur.”[4]

Yani vefat eden bir kişinin kendinden sonra bıraktıkları Allah (cc) tarafından paylaştırılmıştır. Bundan dolayı bir kişinin vasiyetiyle kime ne kadar ne vereceğini belirlemesine gerek kalmamıştır.

Ancak başta İbn Cerîr Et-Taberî (rh) olmak üzere tahkik ehli bazı âlimler, Nisâ Suresi’nde geçen ayetlerin bu ayetin hükmünü neshetmediğini ve bu ayetin hükmünün devam ettiğini söylemişlerdir. Çünkü Nisâ Suresi’nde Allah (cc) vârislerin paylarını belirtmesinin akabinde tüm bunlar ölenin vasiyeti yerine getirilip borçları ödendikten sonra[5] buyurmaktadır. Yani ayetin manası şu şekilde olmuş oluyor: “Bu miras dağıtımı ölenin vasiyeti yerine getirildikten ve borçları ödendikten sonradır.” Bizim tercih ettiğimiz görüş de budur.

Ayrıca vefat eden bir kişinin ödemesi veya alacağı bir borcu ya da kendi yanında bulunan bir emanetin sahibine verilebilmesi için öncesinde vasiyet yazması gerekir. Hem vefat eden kişinin ailesi hem de vefat edenin yanında alacağı/emaneti bulunan kişilerin mağdur olmaması için vasiyet önemli bir konudur. Bu hükmüyle İslam vefat eden kişinin hem kendisini hem de çevresindeki insanların selametini sağlamıştır.

Yeri gelmişken, her ne kadar usuli bir konu olsa da gerek fıkıh kitaplarında gerek tefsir kitaplarında “nesh” kavramıyla karşılaşabiliriz. Ancak bu kavram, çok önemli ve kullanımı tehlikeli bir kavramdır. Şöyle ki, nesh bir hakikattir. Ancak herhangi bir konuda nesh olduğunun söylenebilmesi için o konuda hiçbir kapalılığın, ihtimalin ve şüphenin olmaması gerekir. Çünkü neshle hükmü iptal edilen şey sıradan bir metin değil; Allah’ın (cc) ayetidir. Bundan dolayı herhangi bir ayetin hükmünün nesh edildiğini söyleyebilmek için neshe konu olan ayet kadar delaleti kesin ve sağlam bir delil olması gerekir. Bundan dolayı okuyucunun görevi, herhangi bir konuda nesh kavramına karşı temkinli olması ve meseleyi tahkik etmesidir.

Vasiyetin Kulluk Üzerindeki Etkisi

Gaflet, kulluk mücadelesinde insanın ayağının kaymasına neden olan en büyük afetlerdendir. Bunun karşısında uyanık olmak insan nefsini terbiye ve tezkiye eden bir durumdur ve kişiyi en fazla uyanık/diri/dikkatli tutan şey, ölümü hatırlamaktır. Yukarıda ölümü hatırlatan etkenlerden birinin kabirleri ziyaret etmek olduğunu gördük. Bununla birlikte vasiyet ahkâmı da kişiye ölümü hatırlatan ve dünya zevklerine dalmasına engel olan etkenlerden biridir.

Vasiyetini yazan bir kişi, ölüme yakın olduğunun bilincindedir ve ölüm hakikatine karşı sağlıklı bir bakış açısına sahiptir. Öleceğini bildiği için ölümden korkmaz; ölüme karşı hazırlıklı olur.

Resûlullah (sav) kendisinden sonra ümmetinin başına gelecek durumlardan haber verdiği bir hadiste şöyle buyurmaktadır:

“ ‘Yemek yiyenlerin, sofralarına birbirlerini çağırdıkları gibi çeşitli ümmetlerin sizin aleyhinize birleşmeleri yaklaşmaktadır.’

Bir sahabi sordu: ‘Ey Allah’ın (cc) Resûlü! O gün sayımız az olduğu için mi böyle olacak?’

Resûlullah (sav), ‘Hayır, bilakis siz o gün fazlaca olacaksınız. Ancak selin üzerindeki çer çöp gibi (etkisiz) olacaksınız. Allah (cc), düşmanlarınızın kalbinden sizin korkunuzu alacak ve sizin kalplerinize de ‘vehn’ koyacaktır.’ buyurdu.

Sahabi, ‘Ey Allah’ın (cc) Resûlü, vehn nedir?’ dedi.’

Resûlullah (sav), ‘Dünya sevgisi ve ölüm korkusu’ buyurdu.’ ”[6]

Ümmetimizin hâlini düşündüğümüzde Resûlullah’ın (sav) haber vermiş olduğu durumu maalesef ki çok acı bir şekilde anlıyoruz. Bunun sebebi ise Müslimlerin dünya malına karşı düşkün olması ve ölümden korkmalarıdır. Resûlullah’ın (sav) ve sahabesinin yaşantısına baktığımızda karşımıza çıkan en önemli durum onların ölümden korkmuyor olmalarıdır. Başta Resûlullah (sav) olmak üzere sahabe nesli ölümü kabullenmiş ve ölümle barışık bir hayat yaşadıkları için vazgeçemeyecekleri veya feda edemeyecekleri hiçbir şeyleri olmamıştır.

Vasiyet yazmak, sadece ölüme karşı sağlıklı bir pencereden bakmayı değil, dünya malına da sağlıklı bir bakış açısıyla bakmayı sağlar. Nitekim Resûlullah (sav) şöyle buyurmaktadır:

“Müslim bir kimsenin vasiyet etmek istediği bir şey olup da bu vasiyeti yanında yazılı olmadan iki gece geçirmesi doğru olmaz.”[7]

Bu ayki yazımızın temel noktalarından biri de aslında bu. Her nefis ölümü tadacaktır ve kimse ne zaman öleceğini bilmez. Hızlı bir hayat yaşıyor ve her şeyi ânlık olarak geçiştirip gidiyoruz. Aldığımızya da verdiğimiz borçlar, satın aldığımız mallar öylesine geçip gidiyor. Ancak Resûlullah (sav) vasiyet yazmamızı emretmiş ve hatta bunun güncellenmesini istemiştir. Bir Müslim kendisine bir ev aldığı zaman veya bir kardeşiyle arasında borçlanma durumu olduğunda bunu yanında taşıdığı vasiyetine “Şu ev benimdir, benden sonra falana/şuraya verilsin.” veya “şu kardeşime şu kadar borcum vardır” diye ekleme yaptığı zaman hem kendisinin hem de sahip olduğu dünya malının gelip geçici olduğunu hatırlayacaktır. Fakat insanoğlu hiç ölmeyecek gibi yaşadığı için vasiyet yazma gibi bir durumu da maalesef ki unutabiliyor.

Bu, takva sahipleri üzerine bir haktır.

Ayetin son kısmı, buraya kadar yaptığımız izahı en veciz şekilde açıklamaktadır. Allah’ın (cc) şeriatına karşı hassas olan, ölüm ve dünyaya karşı gaflet içinde olmayan takvalı kulların yapacağı bir ameldir bu.


[1]. 2/Bakara, 180

[2]. Müslim, 976

[3]. bk. 4/Nisâ, 11-12

[4]. Ebu Davud, 2870, 3565; Tirmizi, 2121

[5]. bk. 4/Nisâ, 12

[6]. Ebu Davud, 5

[7]. Buhari, 2738; Müslim, 1627

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver