Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a; salât ve selam, O’nun Resûl’üne olsun.
Allah Resûlü’nün (sav) hicretiyle başlayan yeni süreç Bedir Savaşı’yla ivme kazanmıştır. Bedir Savaşı’nın hemen akabinde Uhud Savaşı’na kadar olan süre, seriyyelerin sıklaştığı bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır.
Uhud Savaşı’nı hazırlayan etkenler nelerdir, diye sorduğumuzda işte ilk sırada bu seriyyeler gelmektedir. Hicret sırasında ekonomik olarak kayıplarla karşılaşan Müslimlerin, seriyyelerle Kureyşlilerin mallarına el koyması Mekkelileri çıkmaza sokmuştu, çünkü farklı ticaret yollarını deneseler de karşılarında hep Müslimleri buluyorlardı. Daha farklı yolları denemek istediklerinde bu sefer kazançları azalıyordu. Kervanların güvenliği için aldıkları ek tedbirler de maliyeti arttıran başka bir unsurdu.
Uhud Savaşı’nı hazırlayan başka bir etken ise Mekke içi liderlik savaşıydı. Bedir’de Ebu Sufyan hariç geri kalan neredeyse tüm yönetim kadrosu helak olmuştu. Bu durumu fırsat bilen Ebu Sufyan, Kureyşlileri hemen etrafında topladı ve bir liderin ihtiyaç duyduğu hamasi söylemlerle intikam duygularını kabarttı. Bir savaşın daha yapılacağının sözünü verdi ve hatta Bedir Savaşı’na konu olan kervanın mallarını sahiplerine teslim etmeyip savaş hazırlıkları için ayırdı.
Zaten Mekke toplumu da böyle bir savaşa dünden razıydı. Kavmiyetçilik duygularının zirvede olduğu bir toplumda Bedir gibi bir hezimetten sonra onları manipüle etmek oldukça kolaydır. Bu durumlarda müstekbirler hezimetlerin asıl sebep ve sorumlularını mustazaflar düşünmesinler diye toplumların duygularını harekete geçirirler.
Uhud Savaşı’nın toplumsal, siyasal ve ekonomik nedenlerini çoğaltabiliriz, ancak Rabbimiz (cc) bize bir ölçü veriyor ki müşriklerin yaptığı tüm savaşlarda ana sebep olarak bu zikredilebilir:
“Hiç kuşkusuz kâfirler, Allah’ın yolundan alıkoymak için mallarını harcarlar. Harcayacaklar da… Sonra o harcamaları (yüreklerini yakan) bir pişmanlığa dönüşecek, sonra da yenilgiye uğrayacaklar. Kâfirler toplanıp cehenneme sürükleneceklerdir.”[1]
Evet, müşriklerin yaptığı hamlelerin hepsi aynı amaca hizmet etmektedir: İnsanları Allah’ın yolundan alıkoymak.
Bu bazen savaşla, bazen propagandayla, bazen ekonomik yollarla… olur, ama sebep aynıdır.
Peygamberimiz, Mekkeli müşriklerin Uhud Savaşı için hazırlık yaptığı istihbaratını alınca hemen Medine içi ve dışında tedbirler almaya başladı. Diğer birçok hadisede olduğu gibi Allah Resûlü (sav), düşmanlar daha beldelerini terk etmeden onların harekât bilgilerine vâkıf olmuştu. Akabinde de ashabıyla istişare etti.
Allah Resûlü (sav), ashabıyla istişare ederken gördüğü bir rüyayı ashabına anlattı:
“ ‘Ben kendimi sağlam bir zırh içinde gördüm. Kılıcım Zülfikar’ın ağzında ise, bir gediğin açıldığını gördüm. Boğazlanmış bir sığır, arkasından da bir koç gördüm.’
Sahabiler, ‘Bunu ne şekilde tabir ediyorsun, ya Resûlullah?’ diye sordular.
Resûlullah’ın (sav) cevabı şu oldu: ‘Sağlam zırh giymek Medine’ye, Medine’de kalmaya işarettir. Kılıcımın ağzında bir gediğin açılmasını görmüş olmam, bir zarara uğrayacağıma işarettir. Boğazlanmış sığır, ashabımdan bir kısmının şehit edileceğine işarettir. Onun arkasından bir koçun getirilmesine gelince o, askerî bir birliğe işarettir ki inşallah Allah (cc) onları öldürecektir.’ ”[2]
Peygamberimiz (sav) ashabıyla istişare ederken sahabilerin çoğu Medine dışında düşmanla karşılaşmayı görüş olarak beyan ettiler ve farklı gerekçeler ileri sürdüler:
“ ‘Ya Resûlullah! Vallahi, onların Cahiliye Devrinde bile Medine’ye, üzerimize yürümelerine meydan ve imkân verilmemiştir. İslamiyet Devrinde onların Medine’ye, üzerimize yürümelerine nasıl müsaade buyurulur?’
‘Ya Resûlullah! Biz, Allah’tan bugünü isterdik. Bizleri dışarı çıkar. Düşmanlarımızla göğüs göğüse savaşalım!’ ”[3]
Hamza (ra) ise şöyle söylüyordu:
“ ‘Ya Resûlullah! Sana Kitab’ı indiren Allah’a yemin ederim ki, bu kılıcımla Medine dışında Kureyş müşrikleriyle çarpışmadıkça yemek yemeyeceğim.’
Peygamberimiz (sav) farklı görüşteydi. Buna rağmen ashabının çoğunluğunun görüşüne uyarak savaş için hazırlık yapmaya başladı. Münafıkların lideri de Peygamberimizle aynı görüşe sahipti.
Bu sırada Sa’d ibni Muaz (ra) sahabileri, ‘Medine’den çıkmak istemediği hâlde, siz çıkmaları için Resûlullah’a ısrar edip durdunuz. Hâlbuki ona emir gökten iner. Siz bu işi ona bırakınız. Onun istediğini yapınız!’ diyerek uyardı.
Bunun üzerine sahabiler Peygamberimize (sav) giderek durumu arz ettiler: ‘Ya Resûlullah! Senin hoşlanmadığın şeyi biz istemeyiz. Eğer Medine’de kalmak istiyorsan kalalım! Sana aykırı hareket edemeyiz.’
Resûlullah’ın (sav) cevabı şu oldu: ‘Bir peygambere, zırhını giydikten sonra, düşmanla çarpışmadan ve Allah, onunla düşmanları arasında hükmünü vermeden zırhını sırtından çıkarmak yakışmaz.’
Arkasından da şöyle buyurdu: ‘Süratle size emrettiğim şeyleri yapmaya bakınız. Allah’ın ismini anarak gidiniz. Sabır ve sebat gösterdiğiniz müddetçe, Allah size yardım edecektir.’ ”[4]
Bu istişarede dikkatimizi çeken ilk husus Peygamberimiz ile münafıkların liderinin aynı görüşte olmalarıdır. Bunun birçok sebebi olabilir. Münafıkların lideri askerî alandaki tecrübeleri nedeniyle bu şekilde isabetli bir görüş beyan etmiş olabilir. Ancak münafıkların genel olarak karakterlerini incelediğimizde kendilerinde var olan bir hayrı İslam ümmeti için kullanmayacaklarını rahatlıkla anlayabiliriz. Tek istisna İslam toplumunun maslahatı ile kendi dünyevi çıkarlarının uyuşmasıdır. O sebeple münafıkların liderinin Medine içerisinde kalma önerisinin asıl nedeninin savaştan kaçmak ya da kaçıldığında kimsenin fark etmeyeceği bir ortamda olmak olduğunu söyleyebiliriz.
Diğer bir husus, istişareye önderlik edecek kişinin karar verirken nasıl davranması gerektiğine dair çıkan derslerdir. Lider, ashabıyla istişare eder, ama onların sözüne göre hareket etme zorunluluğu yoktur. Bununla beraber Peygamberimiz (sav) genelin görüşünü almış ve ona uygun hareket etmiştir.
Liderin dahi farklı düşündüğü bir istişare meclisinde çıkan karar artık İslam toplumuna mâl olur. Bu kararın neticesi olumsuz olsa bile kimse kınanmaz. Dikkat edilirse Uhud Savaşı’nın, Nebimiz (sav) ölüm tehlikesi atlatacak kadar ciddi sonuçları olsa da Rabbimiz ya da Peygamberimiz bunu istişaredeki “yanlış” karara bağlamamışlardır. Aynısı ümmet olarak yapılan tüm istişareler için de geçerlidir.
İstişarelerin verimli olmasının yolu, ehil insanlarla konuşmaktır. Fakat kişi ne kadar ehil olursa olsun bir konuya dikkat etmelidir: Duygularıyla hareket etmeme. Allah Resûlü’nün Medine içinde savaşı yapmakla ilgili görüşüne muhalefet eden sahabilerin ileri sürdükleri gerekçeler duygusaldır. Zaten aradan çok kısa bir süre geçince görüşlerini değiştirmişler, ancak Peygamberimiz (sav) çıktığı yoldan geri dönmemiştir.
Peygamberimizin (sav) kendisi farklı düşünüyor olmasına rağmen, sonrasında istişarede çıkan karar üzerine sebat etmesi çok mühimdir. Çünkü bu, Rabbimizden (cc) gelen bir buyruktur:
“Allah’ın rahmeti sayesinde onlara karşı yumuşak oldun. Şayet kaba, katı kalpli biri olsaydın etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlar için bağışlanma dile, işlerinde onlarla istişare et. (Bir konuda) karar verdiğin zaman Allah’a tevekkül et. (Ve onu uygula. Çünkü) Allah, tevekkül edenleri sever.”[5]
Bu, sonraki tüm nesillere de unutulmaz bir tecrübedir. Sürekli fikir değiştiren bir lider ya da idareye, toplumun bakış açısı olumlu olmaz. Yönetime karşı güvensizlik oluşur. Bir karar değişikliğiyle ortaya çıkacak neticelerin vereceği zarar, Uhud Savaşı’nda karşımıza çıkan zarardan daha fazladır. Çünkü savaştaki yaralar kapanır, acılar unutulur, imtihanlar toplumu güçlendirir. Ama yönetime karşı güvensizlik bir kere başladı mı, artık o toplumdaki çözülmelerin önü alınamaz.
Davamızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdetmektir.
İlk Yorumu Sen Yap