TRANSHÜMANİZM
“Hiçbir yararı olamayacağını bile bile insan kalmanın çok önemli olduğunu düşünüyorsan, onları yendin demektir.” George ORWELL, 1984
Bay Orwell haklı mı? İnsan kalmak gerçekten önemli mi? Ya bazılarımız için bu önemli değilse?..
Öncelikle Transhümanizmin ne olduğunu anlamak için Hümanizm kavramını bir hatırlayalım. Hümanizm 15. yüzyılda İtalya merkezli Avrupa’daki Rönesans hareketiyle eş zamanlı olarak başlayan, insanı temel alan seküler düşünceler bütünüdür. Orta Çağ Avrupa’sında dinsel otoritenin zayıflamasıyla birlikte empirik bilginin, bilimin ve felsefenin öne çıktığı bir süreç olan Rönesans sürecinin edebî ve felsefi akımı hümanizmdir. İnsanın ne olduğunu, bu dünyadaki yerini ve anlamını sorgulayan bir düşünce modelidir. Hümanizme göre insan evrendeki tek ve en yüce değerdir. İnsan özünde mükemmel bir varlık olabilme özelliği taşır. Dante, Montaigne, Cervantes ve Shakespeare bu akımın edebiyat alanındaki en önemli temsilcileridir.
Transhümanizmi ise biyolojik ve bilişsel açıdan insan ömrünün uzatılması, yapay zekâ ve otomasyon uygulamalarıyla üst insan (posthuman) formuna ulaşma çabaları ve bunun felsefesi olarak tanımlayabiliriz. Hümanizden posthümanizme geçiş aşaması olan transhümanizm; gelişen teknolojiyi kullanarak insanın fizyolojik ve zihinsel kabiliyetlerini geliştirmesiyle ihtiyarlamak, hastalanmak ve ölmek gibi istenmeyen ya da önemsiz görülen yönleri ortadan kaldırmayı amaçlayan bir akımdır. İnsanın entelektüel, fiziksel ve duygusal kapasitelerinin arttırılması hedeflenir. Transhümanizm çalışmaları nanoteknoloji, genetik, moleküler biyoloji, fizik, matematik, teoloji, psikoloji, sosyoloji, felsefe gibi alanların tümünden beslenen inter disipliner bir alanda seyreder. Yapay zekâ uygulamaları bu alanların hem hepsini kuşatır hem de onlardan bağımsız bir katalizör görevi görmektedir. Sadece insanın değil, tüm dünyanın değişim ve dönüşümünün hedeflendiği bu felsefenin, içerisinde barındırdığı muhtemel faydalar ve zararlarla birlikte 21. yüzyılın en etkili felsefesi olması öngörülüyor. Uluslararası bilim ve felsefe dünyasında konu hakkında çok ciddi çalışmalar yapılıyor, kitaplar basılıyor ve konferanslar düzenleniyor. Yani bu konunun bilimsel, sosyolojik ve felsefi bir derinliği var. Biz bu yazıda kısa tarihî bilgiler verdikten sonra konunun felsefi ve sosyolojik boyutlarını inceleyeceğiz. Bireysel veya toplumsal olarak konuyla ilgili neyi, neden, nasıl düşünmemiz gerekir; Kur’ân ve Sünnet temelinde nasıl bir düşünce ve aksiyon modeli geliştirebiliriz gibi sorulara cevap arayacağız inşallah.
Transhümanizmin Kökeni
Transhümanizmin felsefi, tarihî ve mistik/gnostik kökenleri Yahudi kültüründeki golemlere[1], Roma efsanelerine, Eski Yunan’daki tanrı ve yarı tanrı insanlar ile tanrılardan ateşi (bilgi) çalan Prometheus’a, Sümerlerin Gılgamış Destanı’ndaki ölümsüzlüğü arayan Kral Gılgamış’a ve Kabalacıların tanrı insan metaforu gibi mistik ve kültürel mantalitelerine kadar uzanmaktadır. Özellikle gnostik felsefenin en önemli kuramı olan “hakikate ulaşabilmede dinleri yetersiz görmek” argümanının transhümanizmin felsefi temelini oluşturduğunu söyleyebiliriz. Transhümanizm; gnostisizmin hikmete ulaşmak, yeniden dirilmek, ölümsüzlük gibi mitolojik kalıntılarından semavi dinlerdeki yasak ağaç anlatımlarına kadar uzanan felsefi bir beslenme alanına sahiptir. 15. yüzyılın Rönesans Dönemi’nde doğan hümanizm felsefesinin kurucularından olan Erasmus ve konunun edebiyat bölümünde saf tutan Montaigne’nin düşüncelerini, 17. yüzyıl Aydınlanma Dönemi’nde Hobbes, Locke ve Kant gibi filozofların bir üst aşamaya taşıdıkları düşünülür. Vahiy ve dinî otoriteden daha çok deneysel bilim ve eleştirel aklın önemini vurgulayan bu filozoflar rasyonel hümanizmin ve sonrasındaki transhümanizm sürecinin felsefi temelini oluşturmuşlardır. Modern bilimin kurucularından sayılan ve Aydınlanma Dönemi’nin önemli düşünürlerinden olan Francis Bacon, “Bilgi güçtür.” ve “Bilginin gayesi doğa üzerinde üstünlük kurmaktır.” diyerek transhümanist felsefenin ana gayesinin fikrî zeminini hazırlamıştır.
Günümüzdeki transhümanizm ya da üst insan kavramı ise ilk defa 1957 yılında Evrimci Biyolog Julian Huxley tarafından ortaya atılmıştır. Kavramın temelinde doğal seçilim[2] mekanizması vardır. Belirli bir türün dış çevreye uyum konusunda daha başarılı olması, hayatta kalabilmesi ve üreme özelliklerinin diğerlerinden daha iyi olması durumudur.
Transhümanist Felsefe
Darwinist anlayışın felsefi kökenini oluşturduğu transhümanizm, insanı evrim ağacında kategorize eder; diğer türlerle olan benzerliklerimizi türsel fark değil, düzeysel fark olarak yorumlar. Bu düzeyin sonunda homosapiens, gezegendeki en akıllı varlık olmaktan çıkacak ve koltuğunu yapay zekâyla geliştirilmiş bir varlık olan “posthuman”a bırakacaktır. Transhümanizm bu süreçte sadece bir aşamadır.
Charles Darwin’in Türlerin Kökeni isimli kitabında evrim sürecini anlatırken bahsettiği doğal seçilim kavramına göre mantık basittir. Adapte olamayan ölür. Örnek olarak antiloplardan daha hızlı koşamayan aslanların aç kalıp ölmesi, hızlı ve güçlü aslanların ise hayatta kalması verilebilir.
Darwin’in günümüz müridlerinden olan Yuval Noah Harari ve onun başını çektiği bir grup ateist veya agnostik tarihçi ve bilim insanının insanlık tarihi adına son derece tehlikeli fikirlerine bir bakalım. Yazdıkları kitaplarla bu tehlikeli fikirleri tarihsel ve bilimsel verilerle süsleyip bu sürecin insan nesli için bir zorunluluk olduğunu bize nasıl sunuyorlar? Harari’nin Hayvanlardan Tanrılara – Sapiens kitabında anlattığı basit insanı Homo Deus (Yarı Tanrı İnsan) kitabında gelişmiş bir versiyon olarak anlatır ve transhümanizm sürecinin insanlığın makus kaderi olduğunu söyler ve bunun son derece normal bir süreç olduğundan, hatta buna uyum sağlamamız gerektiğinden bahseder. Yapay zekâ, robotik, sibernetik ve nanoteknoloji destekli uygulamalarla insanın “transhuman”a dönüşeceğini anlatır. Yeni ve üstün beceriler kazanan insanın yaşamı planlayıp düzenlemek gibi birtakım tanrısal güçler kazanacağını iddia eder. Muhafazakârların da sanılanın aksine bu süreci takip ettiklerini söyler. Dinlerin gündemde kalabilmek için bu yeni teknolojiye uyum sağlamaları gerektiğini anlatır. Harari’ye göre transhümanizmin felsefi ve teknolojik olarak yaygınlaşmasıyla birlikte “gereksizler sınıfı” ortaya çıkacaktır. Sürecin liderleri ve devletler bu gereksiz sınıfı nasıl tasviye edeceklerini düşünecek, öjenik[3] bir devletler politikası oluşturacaklardır. Oldukça provakatif bir söylem olan gereksizler sınıfı ve öjenik devletler politikası söylemlerinin bu felsefenin temelini ve insana olan bakışını görmemiz açısından son derece tehlikeli olduğu açıktır.
Bir diğer tehlikeli boyut olan yapay zekâya dikkat çeken teorik fizikçi Stephen Hawking, BBC’ye verdiği bir demeçte şu öngörüde bulunmuştur: “Tam teşekküllü bir yapay zekâ insan ırkının sonunu getirebilir. Öğrenebilecek, geliştirilebilecek ve uyum sağlayabilecekler. Kendi kendini aşacak ve üst insan formuna ulaşacaklar. Yavaş biyolojik evrimle sınırlanan insan onlarla rekabet edemeyecek.”
İnsan neslinin geleceğiyle ilgili ürkütücü öngörülere sahip olan tek kişi Stephen Hawking değil. Bir başka isim de PayPal, Tesla Motors, Solar City, SpaceX ve Neuralink gibi şirketlerin sahibi ve benim üst seviye transhümanist ve tekilci olarak gördüğüm Elon Musk. Musk, yapay zekânın durdurulamaz ilerlemesini insanlık için varoluşsal bir felaket olarak niteler. Elon Musk’a göre insanlar kitle iletişim araçlarıyla -özellikle cep telefonlarını kastediyor- bu sürecin ilk aşamalarını deneyimlemeye başladı. Daha açık bir ifadeyle, “Yapay zekâyla geliştirilen cep telefonları gelecekteki Humanoidlerin ilk atasıdır.” demek istiyor. İnsanlık adına endişeleniyormuş gibi görünen Musk’ın Neuralink şirketiyle hangi faaliyetleri gerçekleştirdiğini ve transhümanizm sürecine nasıl ve hangi noktada katkı sağladığına bir bakalım. Belki “Bize çip mi takacaklar?” sorusunun cevabını da bulabiliriz.
Elon Musk, 28 Ağustos 2020’de gerçekleşen Neuralink tanıtım toplantısında beyin kontrol aygıtı Neuralink’i insan kafatasına yerleştirmeyi başardıklarını açıkladı. 2016 yılında çalışmalarına başlanan ve bir sene önceye kadar sadece kulağa sabitlenebilen Neuralink çalışmalarında domuzlar üzerinde yapılan deneyler sonucunda önemli gelişmeler kaydedildi. Büyük bir metal para büyüklüğünde olan Neuralink implantının ilk etapta beyin ve omurga rahatsızlıkları olan hastalar üzerinde denenmesi planlanıyor. Serbest piyasaya 2023 yılında çıkması planlanan implantın fiyatının ilk zamanlarda yüksek olacağını, ama hızla birkaç bin dolar aralığına düşeceğini söyleyen Musk, “Aygıtın ana bileşenleri bütün giyilebilir teknolojilerle aynı, bu nedenle çok pahalı bir teknoloji değil.” diye ekliyor.
Uzmanlar, bu buluşun transhümanizm alanındaki en büyük atılım olduğunu savunuyor. Basitçe, insan beynine yapay zekâ yazılımı yüklemeyi mümkün kılan Neuralink, uzun vadede insanların birbirleriyle konuşmadan karşılıklı veri paylaşarak iletişim kurmalarını sağlayabilir.
Elon Musk, Neurolink tanıtım toplantısını şu cümlelerle bitirmiştir: “Artık telefonunuz olmadan hiçbir yere gitmiyorsunuz değil mi? Telefonunuz yanınızda olmayınca sanki bir ayağınız eksik gibi hissediyoruz. Tamam işte, zaten biz şimdiden transhümanizme geçmişiz veya yapay zekâ simbiyotiğiyiz.[4] Sadece artık tüm verimiz elimizdeki telefonda değil, kafatasımızdaki aygıtta toplanacak.”
Bu durumda soruyu şöyle güncellemek gerekir: “Bize ne zaman çip takıldı?”
Transhümanist felsefenin ciddiyetine ve sürecin insanlık adına oluşacak muhtemel tehlikelerine biraz değindikten sonra bu felsefenin detaylarına geri dönecek olursak köken itibarıyla gnostik ve paganist felsefeyi temel alan transhümanizm; bilimsel bir hareket olarak görünse de bugün bu hareketin perde arkasında Albert Einstein, Isaac Newton, Nikola Tesla gibi bilim adamlarını göremezsiniz. Süreci Elon Musk, Bill Gates, Ray Kurzweil, Anthony Lewandowski gibi büyük sermaye sahipleri ve global şirketler yönetirler.
Her ne kadar kökleri mitolojiye dayalı fütüristik bir dünya görüşü gibi görünse de günümüz transhümanizm felsefesinin kurucusu olarak kabul edilen evrimci biyolog Julian Huxley’in yaptığı tanıma bakılacak olursa bunun aslında bir ideoloji ya da bir felsefe olmaktan öte bir din ya da bir yaşam biçimi olarak karşımıza çıktığını görmekteyiz:
“Transhümanizme inanıyorum. Bir kere şunu içtenlikle söyleyebilecek yeterli insan var: İnsan türleri bizimkilerden farklı olarak, bizimkiler de Pekin adamından[5] farklı olarak yeni bir varoluş türünün eşliğinde olacak. En sonunda gerçek kaderini bilinçli bir şekilde yerine getirecek.”[6]
Kavramla ilgili yapılan tanımın satır aralarına indiğimizde öncelikle samimi bir inanç ve kararlı bir ideoloji olduğunu görüyoruz. Günümüzde bu felsefenin ateist ve fütürist düşünürü, Alcor Yaşam Uzatma Vakfı Fahri Başkanı Max More’un[7] yaptığı tanım ise çok daha net ve felsefenin muhtemel aksiyonlarını daha açık ifade eden bir tanımdır:
“Özellikle yaşlanmayı gidermek ve insanın entelektüel, fiziksel ve psikolojik kapasitelerini büyük ölçüde arttırmak için yaygın olarak kullanılabilir teknolojiler geliştirerek ve uygulayarak, insani durumun temelde iyileştirilmesi olasılığını ve arzu edilebilirliğini doğrulayan kültürel bir harekettir. Temelde insan sınırlamalarının üstesinden gelmemizi sağlayacak teknolojilerin, sonuçları, vaatleri, potansiyel tehlikeleri ile bu tür teknolojilerin geliştirilmesinde ve kullanılmasında yer alan etik konuların incelenmesi.”
Yukarıdaki bu ve benzeri tanımlara bakıldığında temel çıkış noktasının evrimci ideolojiler olduğu açıktır. Transhümanistler insanın hâlen evrim sürecinde olduğunu ve teknolojinin gelişimiyle birlikte evrim sürecinin artık doğal yollarla değil, insanın istediği biçimde devam edeceğini düşünürler. İnsana yapılan bu teknik müdahale onu bir üst insana taşıyacaktır.
Tekilcilik
Tekillik, bilimin matematik ve fizik gibi disiplinlerinde kullanılan bir kavramdır. Astrofizikte kara deliklerin sahip olduğu, ışığın dahi kendisinden kaçamadığı, sonsuz çekim kuvvetinin bulunduğu merkez noktasına denir. Kara deliğin bu noktası ışığın kaçamadığı, yoğunluğun ve kütle çekimin sonsuz olduğu ve bundan dolayı ötesini bilemediğimiz bir tekillik noktasıdır.[8] Konumuz olan tekillik kavramından kastımız ise teknolojik tekilliktir. Yapay zekâ uygulamalarının üstün bir seviyeye ulaşarak insanlardan çok daha zeki olacağı noktayı işaret etmektedir. Yapay zekânın insan zekâsının ötesine geçerek medeniyeti ve insan doğasını radikal bir biçimde değiştireceğine inanılır. Böyle bir değişimin sonunda medeniyet ve insan adına öngörülemez bir durum ortaya çıkacaktır. İşte tekillik noktası burasıdır. İnsan tarafından tasarlanan yapay zekânın kendisinden daha zeki bir başka makineyi tasarlaması ve bu sürecin devamında insandan çok üstün bir zekâya ulaşılması demektir. Lakin bu insanoğlunun icat ettiği son teknoloji olabilir.
Tekilcilik dendiğinde akla gelen ilk isim Ray Kurzweil’dir. 2005 yılında yayınladığı Singularity is Near[9] (Tekillik Yakındır) kitabıyla tekillik düşüncesinin âdeta misyonerliğini yapmıştır. Kurzweil’e göre tekillik, teknolojik değişim hızının, insan yaşamını geri dönülmez biçimde dönüştürecek kadar yüksek olacağı, değişimin etkilerinin de bir o kadar derinleşeceği, geleceğe ait bir dönemdir.[10]
Kurzweil, tekilliğin; insanoğlunun biyolojik kısıtlamalarından kurtulmasını, ölümü (yaşamını) kontrol etmesini, düşünce dünyamızın ufuklarını keşfedip onu daha da genişleteceğimizi ve zekâmızın biyolojik olmaktan sıyrılmasıyla beraber şu ânki standart insan zekâsından trilyonlarca kat daha büyük olmasıyla neticeleneceğini iddia etmektedir.
Tekillik düşüncesinin bir diğer ideoloğu Yuval Noah Harari’nin “İnsan Türünün Kısa Tarihi” alt başlığında yayımlanan Sapiens kitabının fanatik evrimci bakış açısına göre insan dünyanın efendisi durumuna gelmiştir. Tekilleşen insanın yarattığı değerler ve anlam arayışı değişecektir. Süreç insanlığın din, devlet, aile, cemaat gibi değerlerden kopmasıyla ve bunun yerine koyacağı başka değerler aramasıyla devam edecektir.
Harari’nin 2017 yılında yayımlanan Homo Deus kitabı ise kurduğu bu distopya fikrinin devamı niteliğindedir. İnsan yaşamının uzun vadede geleceğini sorgulayacağını ve tanrılaşma sürecine girerek nihai kaderini belirleyeceğini söyler. Harari’ye göre kök hücre araştırmalarının sonucunda insanın kendi DNA’sına ulaşıp son derece doğal ve genetik mühendisliğe uğramamış en uygun bebeği seçebilecek ve bu sürecin devamı, birkaç nesil sonra süper insana ulaşmasıyla nihayetlenecektir.
Bir sonraki sayıda Transhümanist felsefenin edebiyat, sinema ve din alanındaki etkilerini inceleyip İslami olan düşünce modelini bulmaya çalışacağız inşallah.
Selam ve dua ile…
[1]. Golem, efsanelerde ruhu olmayan, genelde kilden veya topraktan oluşturulan bir varlıktır. Özellikle fantastik konulu kitap, bilgisayar oyunu ve rol yapma oyunu türlerinde golemlere sıkça rastlanır. Genelde büyü ve tılsımlarla, verilen emirleri yerine getirmesi için canlandırılır. Verilen emri yerine getirene kadar veya belirli bir zaman boyunca kalır ve sonra yok olur.
[2]. Doğal seçilim, belirli bir türde dış çevreye uyum konusunda daha elverişli özelliklere sahip organizmaların, bu elverişli özelliklere sahip olmayan diğer bireylere göre yaşama ve üreme şanslarının daha yüksek olması ve bunun sonucu olarak genlerini yeni kuşaklara aktarabilmeleri yoluyla işleyen evrimsel mekanizmadır.
[3]. Öjenik, ilk kullanımı Eflatun’a kadar gitse de modern anlamıyla ilk olarak Sir Francis Galton tarafından ortaya atılmış; sağlıksız ceninleri ayırıp sağlıklı ceninler yetiştirmenin yollarını arayan, bilimselliği tartışmalı bir toplumsal akım veya toplumsal felsefedir.
[4]. Simbiyotik: Ortak yaşam. İki canlının tek bir organizma gibi birbirleriyle yardımlaşarak bir arada yaşaması.
[5]. 1923 yılında Çin’in Pekin şehri yakınlarında keşfedilen yaklaşık 750 bin yıllık olduğu tahmin edilen homoerektus alt türüdür.
[6]. Julian Huxley, New Bottles for New Wine İçinde, Chatto and Windus Publishing, London 1957, s. 17
[7]. Max More: Futurist filozof, Alcor Yaşam Uzatma Vakfı Fahri Başkanı. Alcor Yaşam Uzatma Vakfı: ABD’nin Arizona eyaletinde kâr amacı gütmeyen, federal bir vakıf. Bu sözde vakıf insanların yasal ölümünden sonra beyinlerini sıvı nitrojenin içine doldurup onları yeniden diriltmek için deneyler ve uygulamalar yapar. (Cryonics) Bir diğer uygulama, bireyin ölümünden hemen sonra vücudundaki kanın boşaltılıp yerine antifriz ve koruyucu karışımların bulunduğu özel bir karışım eklenmesidir. Bu karışımdan sonra vücut -196 °C’de soğutulur ve camsı bir hâl alır. Bu vakıfta bilinen rakamlara göre 182 insan cesedi ve 33 hayvan cesedi kriyonik uygulamasına tabi tutulmuştur. Konu hakkında daha detaylı araştırma yapmak için bk. www.alcor.org
[8]. Geleceğin Fiziği, Michio Kaku, ODTÜ Popüler Bilim, s. 132
[9]. Bu kitap Türkçe’ye “İnsan 2.0” olarak tercüme edilmiştir.
[10]. İnsanlık 2.0, Ray Kurzweil, Alfa Yayınları, s. 19