Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.
Bir önceki yazımızda Modern Tıp ile Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp ile ilgili bir değerlendirmede bulunmuştuk. Bu yazımızda, başlıktan da anlaşılacağı üzere inşallah; Modern Tıbbın kendisini nispet ettiği Hekim Hipokrat Dönemi’ni tıbbi açıdan kısaca ele alacağız.
Tıbbın geçmişi, insanlık tarihi kadar eskidir. Âdem (as) yeryüzüne gönderildiğinde kendisine tüm isimlerin öğretildiğini, Rabbimiz bize Kitab-ı Mubîn’inde1 bildirmiştir. Bir hadis-i şerifte de bu, “ilimler/sanatlar/tüm eşyanın isimleri” olarak açıklanmıştır:
“Allah (cc), Âdem’i (as) yeryüzüne gönderdiği zaman ona tüm ilimleri öğretti.”
İnsanoğlu var olduğu günden beri, gerek atamız Âdem’in (as) öğretileriyle aktarılan gerek de deneme yanılma ve tecrübe yoluyla geliştirilen tedavi yöntemleri uygulanagelmiştir. Böyle bir birikim ile köklü bir tıp sistemi doğmuştur.
Yunan tıp tarihine baktığımızda Hipokrat (MÖ 460-370) ve öncesi dönemde Asklepion Tapınakları’nda tıp eğitimlerinin verildiğini görüyoruz. Bu tapınak, ismini elindeki “yılan dolanmış asası” ile bilinen2 ve kendini “tıbbın tanrısı” olarak ilan eden Asclepius isimli bir kişiden alır. Yunan mitolojisini oluşturan rivayetler bizlere her ne kadar gerçek dışı gelse de tüm bunlar gerçek hayatta yaşamış kişilerin ilahlaştırma/efsaneleştirme öyküleriyle elde edilmiştir.
Bununla birlikte eski hekimlere Asklepiades3 unvanı verilirdi. Bu şekilde olan tıp sistemi ilk zamanlarda hastalıkları; tanrıların laneti, uğursuzluk, şeytan çarpması gibi ütopik veya olağanüstü kavramlarla yorumlarken daha sonraları sistematik bir şekilde ele almaya, incelemeye başlamıştı. O dönemde neredeyse her semptomun (belirtinin) hastalık olarak kabul gördüğü bir anlayış hâkimdi. Dolayısıyla bu yaklaşım oldukça büyük bir karmaşıklığa yol açmakta ve insanların tedaviden yararlanamamasına sebebiyet vermekteydi. Basit bir misal verecek olursak; ateşi olup, boğazı, başı ve eklem yerleri ağrıyan bir hastanın basit bir boğaz enfeksiyonu geçirmekte olduğuna değil, -her bir şikâyet ayrı bir hastalık olarak görüldüğü için- aynı anda birçok hastalığının olduğuna kanaat getirilir ve buna göre bir tedavi belirlenirdi. Bu yaklaşımı Knidos Ekolü olarak isimlendirebiliriz.
Knidos bölgesindeki4 Asklepiat Ailesi5 sadece Knidos Ekolünü -şikâyet başına hastalık tanısı yaklaşımını- kabul etmekte ve uygulamaktaydı. Asklepiat’a ihanetle suçlanacak olmalarına rağmen tıbbın Antik Yunan’dan ve öğretilerinden ibaret olmadığını düşünen hekimler, böyle bir yaklaşımın teşhis ve tedavide yetersiz kaldığını ve bu çıkmazın fayda getirmediğini görüp sorgulamaya başladı. İşte böylece tıp, ilk kez Antik Yunan Dönemi’nde kendi içinde anlaşmazlığa düşmüş oldu ve Knidos Ekolüne muhalif olarak Kos bölgesinde6 yeni bir ekol şekillenmeye başladı. Bu ekole göre önemli olan hastalık değil, hasta idi. Her hastalık kişiye özgü şekillenirdi. Bu sebeple tedavi edebilmek için hasta çok iyi analiz edilmeliydi. Hasta sadece mevcut şikâyetiyle değil, birçok yönüyle ele alınmalı ve buna göre tedaviler yapılmalıydı.
Kos Ekolünün kurucularından olan Hekim Hipokrat, günümüzde de tıbbın babası olarak bilinir. Hipokrat; Asklepion Tıp Okulları’ndan çıkmış bir hekim olarak yaşamının büyük bir bölümünü gezgin olarak geçirmiştir. Eski Yunanistan’ı dolaşarak pek çok hasta tedavi etmiş ve çok sayıda öğrenciye tıp dersi vermiştir. Bazı kaynaklarda yaşamının erken döneminde Mısır’a gittiği ve Mısırlı bilgin Imhotep’in (MÖ 2980-MÖ 2950) tıp eserlerini incelediği belirtilmektedir. Uzun yıllar Atina’da yaşamış, Makedonya’ya ve Anadolu’ya geziler yapmış ve Asklepion dışında da tıp alanında ilim talep etmiştir. Hipokrat birçok yer gezdikten ve ilim üzerine ilim tahsil ettikten sonra doğduğu yer olan Kos Adası’na dönmüş ve Kos Ekolü üzerine bir hekimlik okulu kurmuştur.
Peki, 1800’lü yıllara kadar Hekim Hipokrat’ın öğretileri tıp okullarında okutuluyorken ne oldu da günümüz tıbbı, Kos Ekolünün temelini oluşturan “Humoral Patoloji”yi sadece bir teori olarak görmekte ve hakkında birkaç cümle dışında bir şey konuşmamaktadır?7
Hipokrat’ın öncülüğünü yaptığı akılcı tıp ve hekim ahlakına ilişkin meseleler İslam Tıbbı Dönemi dâhil tarih boyunca hekimlere rehber olmuştur. Kos Ekolünün temellerini oluşturan Humoral Patoloji esas alınarak ciddi çalışmalar yapılmış ve tedaviler uygulanmıştır. Özellikle tıbbın prensi olarak bilinen, eserleri Avrupa dâhil olmak üzere tıp fakültelerinde yüzyıllarca ders kitabı olarak okutulan İbni Sina, yaşadığı 10. yüzyıla kadar biriken tıbbi tecrübeleri yorumlayıp zenginleştirerek El-Kanun fi’t Tıbb eseri ile tarihe geçmiştir.
17 ve 18. yy Avrupa’sına gelindiğinde ise ölü insan cesetleri ve canlı hayvan bedenleri üzerinde yapılan ve dönemin teknolojisinden de istifade edilen tıp çalışmaları ile patoloji ve mikrobiyoloji bilimleri gelişmeye başlamış, hastalık sebeplerine olan bakış açısı tamamen değişmiştir.
Artık daha fazla bilmeye başladığını düşünen Modern Tıp hekimleri, zamanla eski bilgiyi küçümseyip; kökleri kadim bilgi ve tecrübelere dayanan gelenekle yollarını ayırmıştır. Öyle ki Modern Tıbbın kurucularından biri olarak kabul edilen, 16. yüzyılda yaşayan doktor ve kimyager İsviçreli Paracelsus, o dönemde mevcut olan tıbbı despotça reddetmiş, tıp fakültesinde ders verdiği dönemde öğrencilerin bazı tıp kitaplarını yakmalarını ve tıbba dair geçmiş bilgilerini unutmalarını söylemiştir.
Bu anlayış üzerine yetişen dönemin hekimleri ise artık her şeyi aklı ile kavrayabileceğini düşünüyor, Modern Tıptan önceki tüm bilgi birikiminin yanlış olduğuna inandırılarak, yeni bilgilere aç bir tavırla, sorgulamadan insan bedeninin bilinmeyenlerini araştırıyordu.
Avrupa’da özellikle 18 ve 19. yüzyıllarda Endüstri Devrimi’yle başlayan yeni buluşların üretime olan etkisi ve buhar gücüyle çalışan makinelerin makineleşmiş endüstriyi doğurması sonrasında bilhassa son iki asırdır bilim (!) ve teknolojinin buluşları, tıbbi uygulamalarda da yeni bir sayfa açmış oldu. Tıp daha önce hiç tecrübe etmemiş gibi, tekrar bütüncül yaklaşımdan uzaklaşarak semptomlara ve hasta organlara odaklanmaya başladı.
Bu tıbbi keşifler dünyadaki bir kesim tarafından; insanoğlu için kuşkusuz bir nimet olarak görülürken, çok az bir kesim ise yeni buluşların hudutsuzca kullanılmasından ve tıbbi olumsuz etkilerinden ciddi anlamda endişe ve korku duymaktadır…
Her hâlükârda kabul edilmesi gereken gerçekler vardır: İnsanoğlu bugün, tıbbi keşif ve bilgi üretmede olağanüstü bir kapasiteye sahipken, hakkında emin olunup net sonuç alınan bilgi artmamakta ve toplumsal sağlık daha iyiye gitmemektedir. Aksine bu gelişmeler; daha hasta nesiller, gayri etik uygulamalardan dolayı ahlaki endişeler ve cevap bekleyen soruları beraberinde getirmektedir.
Küresel sermaye baronlarına rağmen günümüzde, dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de “Modern Tıp” yaklaşımlarının ciddi anlamda tartışılabildiğine şahit oluyoruz. Çünkü Modern Tıp uygulamalarına karşı filhakika güven bunalımı yaşanmaktadır. Bugün; “dijital sağlık”, “virütik salgın savaşları” gibi yenidünya modeli bir yaşamı dizayn etmeye yeltenenler, dünün sanayileşmiş Modern Tıbbını doğuranların torunlarıdır.
Branşlaşmanın getirdiği tüm zararları bertaraf ettikten sonra her branştan hekimin, hikmet üzere bütüncül bir bakışla, yaratılışa/fıtrata uygun bir yaklaşıma sahip olmasını Allah’tan (cc) niyaz ederiz.
Dualarımızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdetmektir.
1. 2/Bakara, 31
2. Bu asa, günümüz tıbbının simgesi olan yılan dolanmış asadır.
3. Asclepius’un Çocukları veya Şifa Vericiler
4. Günümüzde Muğla ili sınırları içinde yer alan antik bir kenttir.
5. Hekimler Birliği
6. Günümüzde Yunanistan sınırları içinde yer alan bir adadır
7. Humoral Patoloji konusuna daha tafsilatlı olarak başka bir yazıda inşallah değineceğiz
İlk Yorumu Sen Yap