Tevhid ve Sünnet Daveti

Her vesileyle yeniden ortaya çıkan bir gerçeği ifade etmekle başlayalım konuya. Hangi mekânda ve ortamda olursa olsun tüm resûllerin ortak çağrısı olan tevhid akidesine davet, son derece önemlidir.

Tevhid ve sünnet daveti; insanlar arasındaki ilişkilerde her bir kişi için asıl olanın, bağlı bulunulan din olduğunu ortaya koyar. İnsanları parti, grup veya cemaat hâlinde bir araya getiren veya birbirlerine rakip ya da hasım kılan en önemli şey inançtır. İnanç aynı olunca diğer tüm ilişkiler de işler de yolunda demektir. Bu husus gayrı İslami diğer tüm inanç ve dinler için de geçerlidir. Çağdaş veya çağdışı yaftalı tüm putperestlikler tarih boyunca şekil değiştirerek tekerrür eden bir olgudur. Mekke müşrikleri bu hususta ilk akla gelen örnektir. Taştan ve tahtadan birer heykel oldukları hâlde o devirde Lat ve Menat’ı ilah edinenler ile günümüzde betondan veya bronzdan yapılan heykelleri veya toprağın serinliğinde gömülü ölmüş kişileri ilah edinenleri aynı çerçevede değerlendirmek gerekir.

Kendileri için ilah edinip ona tapındıklarına göre tüm Budistler için Buda bir “ilah”tır. Aynı şekilde kendisini tanrılaştırarak ona tapınanlar için Zerdüşt nasıl “ilah” olabiliyorsa kendisine ya da geride bıraktığı fikrî ve icraî mirasına ibadet bilinci ve disipliniyle tam bir bağlılık ve itaat gösterenler için Karl Marks veya Kamal Atatürk de bir “ilah”tır. Bunları ya da ölmüş veya hayattaki tağut (olan veya olmayan) kişilikleri ilah edinenlerin şer’î şerife göre hükmü ise açıktır.

Zaman zaman müşahade edildiği üzere davetçi sıfatıyla arz-ı endam eden bir sürü insan işlerini güçlerini bırakmış çağdaş paganistlere laf yetiştirmeye çalışmaktadırlar.

“Ve de ki: ‘Hak Rabbinizdendir.’ Öyleyse dileyen iman etsin dileyen inkâr etsin…” [1]

Tevhid ve Sünnet davetinde “Şu ilah değildir! Bu ilah değildir!” diye kendini paralamaya yer yoktur. Bırakınız kim neye ibadet ediyorsa etsin. Bizim için asıl olan, insanları Allah’ın subhanehu ve teâlâ ibadete layık bir ve tek hak ilah olduğuna davet etmektir. Somut ve soyut olanlarıyla beraber hâlen tapınaklarda, kiliselerde, zihinlerde, anıtlarda, meydanlarda ve kalplerde binlerce, belki de milyonlarca put varken “Şu ilah değildir! Bu ilah değildir!” diye saymaya kalkarsa bir mümin, hem emrolunmadığı bir işi yapmış olur hem de öyle bir hâle gelir ki “La ilahe illallah” demeye dahi fırsatı kalmaz. Bunun anlamı da pratik bir sonucu da olmaz.

İtikaden, fikren ve uygulanan politikalar zemininde tarih boyunca gelmiş geçmiş olanlar ile günümüzde iş başında bulunan tağutların, bu tağutların avanesinin, yardakçılarının, tağutlara yaltaklananların, onların gölgesine sığınan acizlerin ve küresel güç pozisyonundaki tağut şeflerinin keyfini kaçırarak istikbal korkusunu depreştiren ve sonuç olarak onları tevhid ehli müminlere karşı daha da azgınlaştıran “Davet” nedir? Tevhid önderi peygamberlerin aleyhimusselam yaptığı ve dünya durdukça bu sünneti ihya edecek kişiye şeref olarak yetecek yegâne amellerden olan davetin mahiyeti nedir?

Tevhid ve sünnet daveti, putlara tapanlar hakkında şirk hükmü verip onlardan tiksinirken aynı tavrın tağutun hükmünü benimseyenlere ve tağuta itaat edenlere karşı da gösterilmesidir.

Tevhid ve sünnet daveti, geçmişte olsun günümüzde olsun koyu cahiliyenin düşüncelerini, değer yargılarını, gayrıfıtri istikamete doğru evrilen ahlaki ve toplumsal yapılarını, İslam dışı din ve kültürlerin etkisine girip değişen gelenek ve göreneklerini, ferdî, ailevî, toplumsal münasebetlerini ve hatta çevreyle ilişkilerini, birçoğu rüşvet ve fesat yuvası hâline getirilen devlet kurumlarını ve şirk akidesine dayalı zulüm rejimlerini baştan başa değiştirmek, yenilemek ve arındırmak demektir.

Tevhid ve sünnet daveti, bugünün dünyasında egemen olan bozuk inanç ve fikirlere ve devlet politikası olarak gayrıfıtri ve gayrışer’i bir şekilde uygulanan her türlü tuğyana karşı; kişinin hayatı boyunca karşılaşıp nasiplenebileceği hayırların en büyüğü olan hidayet üzere zor, zahmetli, zaman zaman da ağır bedeli olan bir fıtrat başkaldırısıdır.

Tevhid ve sünnet daveti bidatçi, hurafeci, münafık ve muhafazakâr müşriklerin kalplerini eleme sevk eden ve azıcık inşirah bulmak için tağutun nasihatleriyle kendilerine yeni menhecler ihdas edenlere karşı, müminlerin ağırlığını omuzlarında hissettikleri doğru sözün eğilip bükülmeden net bir şekilde açıklanmasıdır.

Tevhid ve sünnet daveti, her halükârda “İslam dolmuş”unda bulunduklarını vehmeden ve kendilerini şimdiden cennetu’l firdevs’in vârisleri olarak gören çok sayıdaki partici, bidatçi, tasavvufçu, rafızi, hadis inkârcısı, demokrat, milliyetçi, diyanetçi, reisçi, bozkurtçu, gandici, asenacı ve her devirde her kılığa bürünebilen omurgasız kişilikleri ortaya çıkararak şeytani havzayı deşifre edip kurutmayı misyon edinmiş köklü bir devrimsel çağrıdır.

Tevhid ve sünnet daveti, bâtılı bertaraf edebilmek için savaşmanın kuralının evvela hakkın ölçülerine göre hakkı oluşturmak, içtenlikle tabi olmak ve sulandırıp bulandırmadan insanlara takdim etmektir.

Tevhid ve Sünnet daveti; adalete, hoşgörüye, sevgiye, fedakârlığa ve cömertliğe çağrıyı barındırdığı gibi küfrün elebaşı küresel şirk güçlerine karşı cihada, zalimlere karşı öfkelenmeye, şirkten ve müşriklerden nefret etmeye ve maddi imkânını fisebilillah seferber etmeye teşvik eder.

Tevhid ve sünnet daveti; tağutu reddedip ondan yüz çevirmeyi, küfrü deşifre edip ötekileştirmeyi, vicdan pazarlamacılığına soyunan envai çeşit …izm militoşlarının emperyalistlerle iş tutarak mazlumlara yaptıkları vahşiliği deşifre ederek lanetlemeyi, engellemeyi ve mahkûm etmeyi, zulme karşı durmayı ve fitnenin ortadan tamamen kaldırılmasını emreder.

Tevhid ve sünnet daveti, tüm insanlara maddi alanda çalışma ve üretimle, bilimle, sanatla, edebiyatla, devasa hastane, köprü ve havaalanı inşa etmekle, edebiyatla, mimariyle, felsefeyle ve benzeri diğer alanlarla uğraşmanın toplumsal hayatta başarılı sayılmanın yegâne yolu olmadığını gösterir.

Tevhid ve sünnet daveti, bugün yeryüzü halklarının büyük çoğunluğuna akide ve yaşam tarzı bakımından İslam nazarında bir hiç olduklarını ilan etmektedir.

Tevhid ve sünnet daveti, kendilerini İslam’a nisbet eden toplumun hayatının temeli ve emr-i bi’l maruf ve nehy-i ani’l münker amelinin zeminini hazırlayan asıl mesele, yani tevhidin aslı öcüleştirilip değersizleştirilmişken bazı cemaatler, partiler veya şahısların “dıdının dıdısının dıdısı” türünden teferruatlarla uğraşmasının boşa kürek sallamak olduğunu ortaya koyar.

Tevhid ve sünnet daveti, Aziz ve Celil olan Allah’ın uluhiyetinin reddedilmesi ve sosyo ekonomik düzeni tümüyle Allah’ın hayat için koyduğu yasaların iptal edilmesi ve ilahi kanunların yerine ihdas edilmiş beşerî kanunlara dayalı olan bir toplumda ufak tefek ahlaki ıslah çalışmaları yapmanın cahiliye tortularından kurtulmak ve tevhidin aydınlığına ulaşmak için asla yeterli olmayacağını haykırır.

Tevhid ve sünnet daveti, Allah’ın subhanehu ve teâlâ egemenliğini kabul etmeyen ve kanunları faizi, zinayı, içkiyi ve türlü sapkınlıkları helal sayan bir toplumda “şu haramdır… şu helal değildir…” demenin nebevi menhecle yüzde yüz çeliştiğini ve bu şekilde ortaya konan çabaların hedeflendiği şekilde müspet bir sonuç getirmeyeceğini bildirir.

Tevhid ve sünnet daveti, Allah’ın subhanehu ve teâlâ hükümleriyle hükmetme ve tek ilahlık davasıdır. Çünkü ancak bu şekilde ilahlık makamı bire indirgenebilir ve tevhid akidesi de ancak bu şekilde gerçekleşebilir.

Tevhid ve sünnet daveti; bu davete samimi olarak icabet eden mümin toplulukta somut olarak ortaya çıkmakta ve tevhid akidesinin çağımızdaki doğru örneği ve hakiki tercümanı olmaktadır.

Tevhid ve sünnet daveti, günümüz muvahhidleri tarafından muhafazakâr laikler ile zihinlerinde ve meydanlarında ürettikleri “ilah”larına tapınan çağdaş cahiliye yığınlarının yüzlerine karşı açıkça dile getirilmedikçe ve onlarla rızaya dayalı organik bir ilişkiden kaçınılmadıkça zafere ulaşmak ve yeryüzü hâkimiyetini elde etmeye ilişkin Allah’ın subhanehu ve teâlâ nihai vaadi gerçekleşmeyeceğini hatırlatır.

Tevhid ve sünnet daveti, bugün yeryüzünde tevhidin tüm boyutları anlamında Allah’tan başka ilah olmadığına şahitlik etmeyen ve tevhidin tam ve eksiksiz anlamı gereği olarak Allah’ın dinini gerçek anlamda din edinmeyen fakat kendilerini yüzeysel olarak inatçı bir şekilde İslam’a nisbet eden milyon milyon insana sarsıcı bir mesajdır.

Tevhid ve sünnet daveti, İslam coğrafyasında yaşayan halklar için bir patinaj alanı hâline gelen ve bir yanda La ilahe illallah ilkesinin ve İslam’ın anlamının çerçevesini öte yanda modern şirk ve ilhadın anlamlarını çevreleyen karışıklık ve kapalılığı ortadan kaldıran nebevi menhec üzere yapılan davettir.

Tevhid ve sünnet daveti, tevhid ve sünnet ehli muvahhidler ile mücrim müşriklerin yolunun apaçık bir şekilde belli olmasını, hak ve bâtıl zümrelerinin özelliklerinin birbirine karışmasını ve itikad kavşağında yolların ayrılış noktasını seçemeyecek kadar bir şaşkınlığın hâkim olmasını engeller.

Tevhid ve sünnet daveti, Allah’ın subhanehu ve teâlâ hâkimiyeti meselesiyle itikad meselesini birbirinden ayırmaz. Zira Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Allah’ın hâkimiyeti konusu ile inanç, ibadet ve şeriatı birbirinden ayrı tutmamıştır.

Tevhid ve sünnet daveti, tağuta tabi olmayarak ve tağuta itaat etmeyi de reddederek tek ve kahhar olan Allah’ın dinine girmekle tüm zorluklarına rağmen üstlenilen sorumlulukların, tağutun dinine girmekle yüz yüze kalınacak tehdit ve tehlikelerden daha hafif ve daha az olduğunu gösterir.

Tevhid ve sünnet daveti, gerçek özgürlüğün, tağutların tuğyanına, münafıkların nifakına, mücrimlerin cürmüne, bidatçilerin bidatine, zorbaların zulmüne ve bozguncuların bozgunculuklarına net ve nezih tevhid akidesi ile üstün gelinmesinden ibaret olduğunu ilan eder.

Tevhid ve sünnet daveti, Allah’ın subhanehu ve teâlâ müşriklikle, hak dinden yüz çevirmekle ve “Allah’ı bırakıp başka ilahlar edinmekle” suçladığı İslam’ın düşmanı rejimler, ideolojiler ve kişilerin günümüzdeki takipçilerine her fırsatta ısrarla “İslam” yahut “Müslüman Kardeşimiz!” etiketini yapıştırmak için biribiriyle yarışan benzer tıynetteki acizlerin bu iddialarını reddeder.

وَمَا عَلَيْنَا إِلاَّ الْبَلاَغُ الْمُبِينُ

“Ve bizim üzerimizde açıkça tebliğden (bildirmekten) başka bir şey (sorumluluk) yoktur.” [2]

 

[1]       .   17/Kehf, 29

[2]       .   36/Yâsîn,17

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver