TEKRAR GÜZELDİR

Efendim, 2020 yılında bir yazı kaleme almıştım. Derdimiz çocuklarımızın Kur’ân eğitimiydi. Çocuklarımız bu konuda oldukça gerideydi. Ebeveynler çocuklarını okula teslim etmiş; imani, ahlaki ve amelî her türlü eğitim ve öğretimi öğretmenlerden bekler olmuşlardı.

Yıl 2025. Aradan tam beş yıl geçmiş, bizim gündemimiz değişmemiş. Yine aynı dertle muzdaribiz. Yazımı istifadenize sunmak istiyorum. Zira tekrar güzeldir, 180 kez dahi olsa…

Sevgili Günlüğüm,

İyi ki varsın. Yoksa kime dökerdim içimi?

Bugün her zamanki gibiydi okul. Dersler işlendi. Kur’ânlar dinlendi. Teneffüs ve beslenme saati… Her şey rutindi. Sınıfın çoğu katıldı derse. Ödevlerini de yapmıştı her biri. Ben… Tabii ki ben hariç yine. Sesim çıkmadı derste. Hiçbir soruya cevap veremedim. Bir köşede Hocamın beni görmemesi için büzüldüm. Kaçar mı ondan! Öyle ilgili ki bizimle. Hemen fark etti yine. Dersin yarısını bana ayırdı diyebilirim. Yazdı, olmadı. Resmetti konuyu. Yine anlamadım. Drama yaptırdı. Yok. Sonunda yorulduğumu anladı da bıraktı. Ama şefkatle davrandı. Beni hiç kırmadı. O kimseyi kırmaz ki zaten…

Eve geldim. Aynı şeyler işte. Annem ev işleriyle meşguldü. Babam hep geç geliyordu, biliyorsun. O gün ne olduysa erken geldi eve. Neşesi yerindeydi. Annem hemen yemeği hazır etti. Yemek yendi. Babam Kur’ân’ını istedi. Koşarak getirdim. Elimden tuttu ve “Haydi gel, sen oku, ben dinleyeyim.” dedi. Çok heyecanlandım. “Ben… Ben elifbadayım. Şedde konusundayım.” diyemedim. E tabii gösterdiği ayetleri okuyamadım. Yutkundum, yutkundum. Ellerim terledi. Babam Kur’ân’ı elimden çekti. “Sabahtan akşama kadar okuldasın, ne öğretiyorlar sana orada!” diyerek başladı kızmaya. “3. sınıfa geldin, hâlâ Kur’ân okuyamıyorsun. Ne biçim ders veriyorlar? O hocaların hiç mi ilgilenmiyor sizinle? Bu kadar da olmaz. Emanet ettiğimiz çocuklara nasıl eğitim veriyorlar!..” dedi. Gerisini dinlemek bile istemedim. Odama gittim.

Sahi günlük, hakikat babamın dediği gibi miydi? Asla… Asla değil. Hocamın benim için, hatta bizim için yaptığı fedakârlıkları bir bilsen, inanamazsın!

Sabah erkenden kalkıyor Hocam. Onun en fazla beş saat uyuduğunu düşünüyorum. Bazen hiç uyumuyor. O zaman sınıfa apacı bir kahveyle geliyor. Uyuyamamasının nedeni, tek işinin öğretmenlik olmaması. Aynı zamanda başka birçok iş yapıyor. Sohbet veriyor, ders hazırlıyor, her birimizin evine ziyarete gidiyor, başka alanlarda sorumlulukları oluyor, sınavları var ve çalışması gerekiyor… Bu tempoyla Hocam her gün bizim tıkış tıkış servisimizle bir saat yol geliyor. O kadar sıkışıyor ki… Ama şikâyetlenmiyor. Kimi talihsiz olaylarla karşılaşıyoruz serviste. Kusanlar oluyor. Birçok kez Hocamın temizlediğine şahit oldum…

Servisten inince başlıyor mesaisi. Tam beş ders. Hepsine ayrı ayrı hazırlanıyor. Farklıyız ya birbirimizden. Öğrenme şekillerimiz de farklıymış, hepimize hitap etmeye çalışıyor. Bazen kılık değiştiriyor. Dersi eğlenceli işliyor. Çok gülüyoruz. Hem de öğreniyoruz. Şeyy, ben hariç. Ben derste anlıyorum, sonra unutuyorum demiş miydim sana günlük? Aa bir de geziler tertip ediyor Hocam. Bu geziler de eğitimimizin bir parçası.

Kitap okumayı çok seviyor. Bu nedenle bizi birçok kez kitap fuarına götürdü. Devasa büyüklükte bir alan. Ve çok uzak. Orada yirmi çocukla gezmek yürek ister. Ama o yılmadan senede iki kez bunu yapıyor. Ne için günlük? Tabii ki eğitimimiz için. Şu notu eklemeden geçemeyeceğim günlük: Ailemle hiç gitmedim fuara. Ama hocamla defalarca gittim.

Hocama teneffüste dinlenmek de yok. Dışarıda, koridorlarda nöbet tutuyor. Kahvaltı saatinde tam rahat edecek derken mutlaka en az iki öğrenci kavga ettiği için dışarı çıkmak zorunda kalıyor. Buz gibi oluyor kahvaltısı.

Okuldan çıkınca hepimiz evimize gidiyoruz. “Şöyle eve gidip kendimi yatağa atayım da dinleneyim.” diyordur yazık, ama bu mümkün değil. Çünkü Hocam ya eğitime ya toplantıya ya da veli ziyaretine gidiyor. Bazen aç karınla saatlerce çalışıyor. Evine döndüğünde ise başka sorumlulukları var tabii. Hangi birini söyleyeyim?

Şimdi bu kadar fedakârlık yapan Hocama, babamın laf söylemesi kabul edilebilir mi? Kur’ân’a bir türlü geçemedim, evet. Ama bu Hocamın suçu değil ki! Yirmi kişilik sınıfta hepimizle tek tek ilgilenerek öğretiyor dersi. O ân anlıyorum hatta. Ama eve gelince unutuyorum, dedim ya! Anneme soruyorum, “Kendin yap ödevini” diyor. “Bizim zamanımızda bizi kimse çalıştırmazdı, kendimiz yapardık derslerimizi.” diyor. Babam eve geç geliyor, demiştim. Okula başladığım ilk zamanlar bana yardım etmesini istemiştim. “Sabahtan beri çalışıyorum, çok yorgunum.” deyip beni gönderdi. O gün bugün ondan yardım istemedim. O da hiç sormadı zaten. Yani günlük, hâlâ Kur’ân okuyamamamın sebebi, benim geç öğreniyor oluşum ve ailemin benimle ilgilenmeyişi. Ama şuç, herkesin başkasında görüp de hiç kimsenin kabul etmediği tek gerçek…

Hocamı hiç dinlemeyenler de var. Derste konuşup duran, herkesin huzurunu bozanlar… “Sus.” diyor anlamıyor, “Otur.” diyor, tersini yapıyor. Dersi sabote ediyor. Yazık benim Hocama. Bunlarla baş edemiyor. Nasıl baş etsin? Hamur değil ki yoğursun, şekil versin. On dokuz saatte ana babasının yapamadığını beş saatte Hocam nasıl halletsin?..

Babam ve annem, hatta tüm anne babalar sohbete gidiyorlar. Ben de gidiyorum onlarla. Derslerde çocuk eğitiminden bahsediliyor. Çocuklarınızla oynayın, vakit geçirin, onları dinleyin, diyorlar. Evet evet, kulaklarımla duydum bunları. Hatta şimdi evde dinlemeleri için dersler dahi vermişler. Annem dinlerken ha bire iş yapıyor, çay getiriyor, çerez götürüyor; babam elindeki telefonla Twitter’da geziniyor. Bu yüzden hiç değişmiyorlar. Ama bizim hemen değişmemizi, her şeyi öğrenmemizi, iradeli olmamızı, hiç hata yapmamamızı bekliyorlar. Daha çok beklerler! Onlar düzelmeden düzelmemiz zor be günlük… Dedem derdi ki: “Küçük kalkaaa, büyüğe bakaaaa.” (Küçük kalkar, büyüğe bakar.)

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver