Tefsirde Çeşitlilik

İbni Teymiyye (rh) yazacağı tefsir için kaleme aldığı “Mukaddime”sinde tefsir ve tefsir kaidelerine dair birçok konuyu ele almıştır. Kendisi, seleften nakledilen ihtilafları ele almış ve literatüre yeni bir kullanım kazandırmıştır: Tenevvu ve tezat ihtilafı. Şeyhin böyle bir ayrıma gitmesindeki temel nokta şudur: Sahabe başta olmak üzere selef, Kur’ân-ı Kerim’e dair aktardıklarını Resûlullah’tan (sav) öğrenmiştir. Kaldı ki bu, Resûlullah’ın (sav) görevlerinden biriydi:

“(Peygamberleri) apaçık deliller ve Kitaplarla (yolladık). Sana da bu zikri/Kur’ân’ı indirdik ki, insanlara indirileni onlara açıklayasın. Umulur ki düşünürler.”[1]

Bununla birlikte sahabe de Kur’ân’ın ayetleriyle ilgili Resûlullah’a (sav) sorular sorarak ayetlerin muhtevası hakkında bilgi almışlardır. Sahabeden sonra gelen selef de Kur’ân’a dair öğrendiklerini bizzat Resûlullah’ın (sav) eğitiminden geçen sahabeden öğrenmişlerdir. Öyle ki selef imamlarından Mücahid’in (rh), İbni Abbâs’a (ra) Kur’ân’ı baştan sona ayet ayet sorduğu aktarılmıştır. Yani sahabenin ve selefin Kur’ân’ı öğrendikleri yegâne kaynak Resûlullah’tır (sav). Aynı kaynaktan gelen nakillerin arasında bir çelişki, farklılık olmaması gerektiği için de İbni Teymiyye (rh) Kur’ân tefsirine dair sahabe ve seleften gelen nakillerini incelemiş ve bu nakillerdeki farklılıkların çelişkili olmadığını söylemiş ve “Mukaddime”sinde bunu şu şekilde ifade etmiştir:

“Selefin tefsirdeki ihtilafları azdır. Onların ahkamdaki ihtilafları, tefsirdeki ihtilaflarından daha çoktur. Ayrıca onlardan sahih olarak gelen ihtilafların çoğu, neticede çelişki (tezad) ihtilafı değil, çeşni (tenevvu) ihtilafıdır.”[2]

Tefsir Kitaplarında İhtilafların Değerlendirilmesi

Tefsir tarihinde Taberî (Ö. 310/923) Câmiu’l Beyân an Te’vîli Âyi’l Kur’ân adlı eserinin mukaddimesinde ihtilaflarla ilgili bir taksimat zikretmemiş ve ihtilaflı konuya dair bütün rivayetleri zikrettikten sonra kendi görüşünü belirtmiştir.

Mukaddimesinde ihtilaflara değinen bir müfessir de İbni Atiyye’dir (Ö. 546/1151). İbni Atiyye, ihtilafları, re’y ile tefsir bağlamında değerlendirmiş, rey (batıl re’y) ile tefsiri yasaklayan hadisleri, âlimlerin görüşlerini göz ardı ederek ve gerekli ilimlerden yoksun bir şekilde kendi görüşüne göre tefsir yapanlara hamletmiştir. Dolayısıyla tarihî rivayetleri ve tefsir için bilinmesi gereken ilimleri öğrendikten sonra rey ile tefsir yapmanın hiçbir mahzuru olmadığını ifade etmiştir.[3] Onun bu açıklamalarından ihtilafların batıl ve sahih bağlamında ikiye ayırdığı anlaşılmaktadır.

Kurtubi (Ö. 671/1272) ise mukaddimesinde tefsirdeki ihtilafların daha çok sebepleri üzerinde durmuş ve bunların iki ana nedenden kaynaklandığını ifade etmiştir. Birincisi kişinin kendi görüş ve maksadına delil getirmek için Kur’an’ı, rey ve hevasına uygun olarak tevil etmesi; diğeri de kişinin Kur’ân’ın garipleri, mübhem lafızları, ihtisar, hazf, idmar, takdim ve tehirle ilgili nakilleri bilmeden; yani tefsir usulü kurallarını göz ardı edip zahirî Arapçaya göre tefsir yapmasıdır. Kim Kur’ân’ı zahirî Arapça ile yorumlar ve mücerret Arapça bilgisiyle manalar vermeye çalışırsa çok hatalar yapar, demiştir.[4]

İbni Kesir (Ö. 774/1373), tefsirinin mukaddimesinde tefsirdeki ihtilaflara değinirken meseleye hocası İbni Teymiyye’nin metoduyla yaklaşmış ve ihtilafı, tabiinin tefsiri üzerinden açıklamış ve şöyle demiştir:

“Tabiin tefsirinde lafızlarda birçok farklılıklar vardır. Bu konuda bilgisi olmayan kişi de bunları ihtilaf zannedebilir. Aslında durum onların zannettikleri gibi değildir. Çünkü tabiinden bazıları bir ayeti müradifi, (nâzıri) bazıları da aynı lafızla (lâzımi) açıklamışlardır. Bir ayetteki kelimeler ister aynı lafızlarla açıklansın isterse de müradifleriyle açıklansın bunlar aynı mana ve maksadı ifade ettikleri için hakiki ihtilaf sayılmazlar.”[5]

Tenevvu ihtilaflarını zahirî ihtilaflar şeklinde adlandıran İmam Şatibi (Ö. 794/1392), şöyle demiştir:

“Zahiri ihtilaflarda hakikatte herhangi bir çelişki yoktur. Kur’an tefsirinde ve sünnetin açıklamalarında müfessirler bazı lafızların manalarını açıklarlarken seleften bazı farklı rivayetler kullanmışlar ve açıklamalar yapmışlardır. Ancak bu farklı rivayet ve açıklamalar biraz tetkik edildiğinde bunlar arasında herhangi bir tenakuzun olmadığı, aksine aynı mananın farklı yönlerine işaret edildiği hemen ortaya çıkacaktır. Bunun için bu tür görüşleri, sahiplerinin hiçbirinin maksadını ihmal etmeksizin birleştirmek mümkündür. Bu durumda görüş ayrılığından bahsetmek ve bu tenevvu farklılıklarını çok önemli muhalif görüşler olarak değerlendirmek yanlıştır. Aynı durum sünnetin açıklamalarında, imamların fetvaları ve ilmi meselelerdeki görüşlerinde de görülmektedir. Bu anlaşılması gereken önemli bir konudur. Zira aslında görüş ayrılığı olmayan bir konuyu ihtilaflı olarak bildirmek tehlikelidir. Çünkü bu görüş ayrılığı bulunan bir konunun ittifak edilmiş gibi gösterilmesi gibi ters bir şeydir.”[6]

Tefsirde ihtilaf konusuna değinen Zerkeşi (Ö. 794/1392) tenevvu için şöyle demektedir:

“Bir ayetin manası ve yorumu konusunda müfessirlere ait farklı görüşler olabilir. Tefsir yapan âlimler de bu ifadeleri farklı lafızlarla aktarabilirler. Tefsir ilmine vâkıfiyetleri olmayanlar da bunları farklı değerlendirip değişik görüşler zannedebilir. Ancak durum hiç de onların zannettikleri gibi değildir. Zira her müfessir ayete, kendi açısından veya muhatabın sorusuna uygun gördüğü manayla cevap vermiştir. Bu tür açıklamalarda müfessirlerin bazıları, aynı hakikatin lazım ve naziresinden bahsederken bazen de maksat ve semerelerinden bahseder. Her yorum genellikle ayetin farklı bir manasına işaret eder. Ancak maksat aynıdır. İhtilafların ibarelerde değil de maksatların açıklanmasında olduğu iyi anlaşılmalıdır. Bu konu da şair ne de güzel söylemiş:

‘İbarelerimiz farklı farklı olsa da senin güzelliğin hep aynı güzelliktir,

Senin için söylenen bu sözlerin hepsi senin o güzelliğine işarettir’

Bu şiirde ifade edildiği gibi müfessirler ayetlerde ifade edilen manaları kendilerine ulaşan rivayet ve kendi şahsi yapılarına göre farklı açılarla ve temsillerle açıkladıkları için bazı insanlar tarafından bunlar ihtilaf olarak telakki edilmiştir.”[7]

Tenevvu ihtilaflarını İmam Suyuti (Ö. 911/1505) ise şöyle değerlendirmiştir:

“Selef uleması arasında, tefsire dair ihtilaflar çok azdır. Aralarındaki ihtilafların çoğu birbirine zıt ve karşıt olan ihtilaflar değil, tenevvu ihtilaflarıdır. Tenevvu ihtilafları da iki şekilde tezahür etmiştir. Tabiin tefsirinde ihtilaflar bir müfessirin ayetten anladığı manayı, hocasından farklı olarak ifade etmesi sonucu oluşmuştur. Burada farklı bir mana vermekten ziyade aynı hakikatin değişik şekillerde açıklanması vardır. Tabiin tefsirinde görülen bir diğer ihtilaf çeşidi de umumi manadaki bir kelimenin temsil yoluyla bir yönünün açıklanması, umumi veya hususi manasında herhangi bir sınırlamaya gidilmeksizin, muhataba sadece kelimenin manasının hatırlatılması sonucu meydana gelmiştir. Zahirde ihtilaf gibi görülen selef tefsirinin ihtilafları genellikle bu şekildedir. Her ne kadar bunların dışında da tefsirde ihtilâflar görülmüşse de bunlar çoğunlukla tenevvu ihtilaflardır.”[8]

İbni Teymiyye (rh), tefsirdeki ihtilafları zıt ve zıt olmayan olarak ilk tasnif eden müfessir ve usulcü değildir. Şeyhten önceki dönemlerde lafzi ihtilaf, surî ihtilaf gibi lafızlarla konuya değinen âlimler olmuştur. Ancak bu konuyu detaylandıran, kavramlaştıran, tasnif eden ve literatüre dâhil eden kişi İbni Teymiyye (rh) olmuştur.

Tenevvu İhtilafının Hikmeti

İbni Teymiyye (rh) ve zikrettiğimiz birçok müfessirin açıklamalarına bakıldığında diyebiliriz ki Kur’ân lafızları, sadece bir manayı değil, pek çok manayı ihtiva etmektedir. Kıyamete kadar bütün zamanlara ve dünyanın her yerine gönderilmiş olan Kur’ân, insanların farklı kesim ve topluluklarına ayrı ayrı manaları ifade edecek bir üslupla gelmiştir. Dolayısıyla Kur’ân’ın manası çok geniştir. Her bir müfessir, bu geniş ve külli manadan kendi anlayışına, bilgisine, mensubiyetine, üzerinde yaşadığı toprakların ilmî ve kültürel çevresine göre bir manayı tercih eder. Bundan dolayı Kur’ân’ın, birbirinin alternatifi olan farklı yorumlarla tefsir edilmesi caizlikten de öte ilmî bir zarurettir.[9]

Tenevvu ihtilafı hakkında âlimlerimizin açıklamalarına ve zikredeceğimiz örneklere baktığımızda tenevvu ihtilafının, Kur’ân’ın evrensel bir kitap olmasından ileri geldiğini söyleyebiliriz. Rabbimiz, Kitab’ı için seçtiği kelimelerin kıyamete kadar hangi manalara geleceğini en iyi bilendir. Bundan dolayı her dönem ve şartta kullarının ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde, muciz ve “ufuktaki ayetleri barındıran” bir kitap indirmiştir. Her okuyucuya ve dinleyiciye ihtiyacını karşılayacak, sorularına cevap verecek hassasiyete sahip, kâmil bir kitaptır.

Tenevvu İhtilafının Tefsirdeki Çeşitleri ve Örnekleri

İbni Teymiyye, Mukaddime’sinde tenevvu ihtilafının dört şekilde tezahür ettiğini belirtmiştir:

1. Esma ve Sıfat Çeşitliliği

Bunlardan ilki birden fazla isim ve sıfatı olan bir lafız açıklanırken müfessirlerden bazıları, bu lafzın herhangi bir isim ve sıfatlarını tercih ederken başka müfessirler de aynı anlama gelen veya yakın anlamlı diğer isim ve sıfatlarını tercih etmeleri sonucu oluşmuştur. Böyle durumlarda hakikatte ihtilaf yoktur, ihtilaf sadece o kavramın ifade ediliş tarzındadır. Çünkü müfessirlerden her biri, ayette yer alan bir hakikatin farklı vecihlerine işaret etmişlerdir.

Böylece ortaya çıkan farklılıklar sadece açıklama ve yorumlama tarzından meydana gelmektedir. Müsemma (adlandırılan) ve açıklanan şey aynı kalmaktadır. Böyle farklı ve değişik gibi görülen izahlarda hep aynı hakikat ifade edilmiştir.[10]

Konuya dair seleften nakledilen tenevvu ihtilafına örnek olarak Fâtiha Suresi’nin اهدنا الصراط المستقيم ayeti hakkında aktarılan görüşler zikredilebilir:

“Ali (ra), ‘Kur’ân’; Cabir b. Abdullah ve Muhammed b. Hanefiyye, ‘İslâm dini’, İbn Abbâs ‘eğrisi olmayan dosdoğru yol olan Allah’ın dini’; Hasan-ı Basrî ve Ebu’l Aliye de ‘Resûlullah, Ehli beyti ve sahabe’ şeklinde tefsir ederlerken daha sonraki müfessirler tarafından bu ‘Kur’ân’a uyma, İslâm’ın emirlerini yerine getirme, İslâm milleti, ehl-i sünnet ve’l- cemaat, kulluk yolu, Allah ve Resûlüne itaat’ şekillerinde tefsîr edilmiştir.”[11]

Bu farklı açıklama ve tefsirler ilk bakışta çelişki gibi görünse de biraz tetkik ve tefekkür edildiğinde buradaki ihtilafın sadece ifade tarzında olduğu açıkça anlaşılır. Çünkü ayette belirtilen doğru yol hakka ulaşma, Allah’ın (cc) rızasını kazanma yoludur. Hakka ulaşmak ve Allah’ın rızasını kazanmak; Kur’ân’a uymakla, İslam’ın emirlerini sıkı sıkıya yerine getirmekle, Sünnete ittiba, Allah ve Resûl’üne itaat şekillerinin hepsiyle mümkündür. Neticede bu tefsir ve yorumlarda aynı hakikat ve mana kastedildiği için tefsir ilminde sadece tenevvu/çeşitlilik ihtilafı oluşturmakta ve bu da Müslimler için rahmet vesilesi sayılmaktadır.[12]

2. Müsemma ve kısımlarının farklı özelliklerle ele alınması ve örnekleme metodu

Tenevvu ihtilafının şekillerinden biri de müfessirin, dinleyicinin dikkatini çekmek istediği veya vakıanın gerektirdiği bir noktaya lafzın delalet ettiği manalardan birine yoğunlaşmasıdır. Bu, sahabenin Resûlullah’tan (sav) öğrendiği bir yöntemdir. Sahabe, Resûlullah’a (sav) birkaç defa “En hayırlı ve en faziletli amel nedir?” diye sorduklarında Resûlullah (sav) onlara farklı farklı cevaplar vermiştir. Sorunun sahibinin içinde bulunduğu veya vakıanın gerektirdiği bir durumdan dolayı Resûlullah (sav) bunu yapmıştır. Hadislerde çelişki olarak addedilmeyen bu metod tefsirde de lafızların delaleti çerçevesinde takip edilmiştir.

Müfessirlerin bu metodu, ayetin manasını sınırlandırmak değildir. Örnekleme amacıyla muhatabın anlamasını sağlamaktır. Bir şeyi misal ile akla yaklaştırmak çoğu zaman aynı şeyi tanımlama yoluyla anlatmaktan daha kolay ve faydalı olur.[13]

Buna Fâtır Suresi’nin 32. ayeti hakkında yapılan tefsirler örnek olarak verilebilir. Rabbimiz şöyle buyurmuştur:

ثُمَّ اَوْرَثْنَا الْكِتَابَ الَّذ۪ينَ اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَاۚ فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ۚ وَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۚ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَب۪يرُۜ

“Sonra Kitab’ı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Onlardan kimi nefsine zulmeder, kimisi orta yolludur. Kimisi de Allah’ın izniyle hayırlarda yarışıp öne geçer. Bu, büyük lütuf ve ihsanın ta kendisidir.”

İbni Abbâs ve İbni Mes’ûd “Allah’ın inzal buyurduğu kitaba vâris kıldığı kimseler işte bu ümmettir ki zalim olanları, (hesaba çekildikten sonra) mağfirete uğrayacak olanlardır; muktesid olanları, kolay bir hesaptan sonra cennete girecek olanlardır; sabıkundan olanları da hesaba çekilmeden cennete girecek olanlardır.” tefsiriyle Ümmet-i Muhammed’in dünyadaki amellerine göre ahiretteki tasnifi esas almış,[14] Ebû Said El-Hudrî ise “Onların zalim olanları günah irtikap edip Allah’a karşı gelme suçunu işleyen ve israfa düşen kişilerdir. Muktesid olanları büyük günahlardan sakınmakla birlikte küçük günahlar konusunda aynı hassasiyeti göstermeyen kişilerdir; sabıkun ise gerek büyük gerek küçük bütün günahlardan geri duran müminlerdir.” şeklinde yine amele göre, fakat bu amellerin dünyadaki tezahürlerini göz önünde tutan bir tasnifi tercih etmiştir.[15]

İlgili ayetin tefsirlerine baktığımız zaman aynı mananın farklı yönleri ele alınarak tefsirler yapıldığı görülmektedir:

Ayette geçen فمنهم ظالِمٌ لِنَفْسِهِ “kendisine zulmetmek” ifadesi, farzları terk etmek ve haramlara aldırış etmemek; وَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌ “orta yolu izlemek” ifadesi, farzların yerine getirilmesi ve haramlardan sakınılması; وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ “hayırlarda öne geçmek” ise farzları yerine getirmekle birlikte hayır ve hasenatla Allah’a (cc) yakınlaşılması ve O’nun rızasının kazanılması şeklinde tefsir edilmiştir.[16]

Aynı ayet başka bir müfessir tarafından zekât ve her türlü tasadduk ve sadakanın ihmal edildiği bir toplum için olsa gerek zekât merkezli ele alınarak sırasıyla birincisi, فمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِنَفْسِهِ “kendisine zulmetmek”, zekât vermemek; ikincisi ومِنْهُمْ مُقتصد “orta yolu izlemek”, zekât vermek; üçüncüsü ومِنْهُمْ سابق بالخَيْرَاتِ “hayırlarda öne geçmek” de zekâtın yanında sadaka vermek diye yorumlanmıştır.[17]

Yine aynı ayet bir başka müfessir tarafından namaza karşı gevşeklik ve ihmalkârlığın olduğu bir toplum için olsa gerek فمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِنَفْسِه “kendisine zulmetmek”, namazı geciktirip vaktin sonunda kılmak; ومِنْهُمْ مُقتصد “orta yolu izlemek”, namazı vaktin ortasında kılmak; ومنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ “hayırlarda öne geçmek” ise namazı vaktin girmesiyle beraber hemen kılmak olarak tefsir edilmiştir.[18]

Başka bir örnek olarak Bakara Suresi’nin 201. ayeti hakkında aktarılan tefsirler zikredilebilir:

وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

“Bazısı da (dua ederken) şöyle der: ‘Rabbimiz! Bize dünyada da ahirette de iyilik ver ve bizi ateşin azabından koru.’ ”

Ayette geçen حسنة kelimesinin tefsiri hakkında Katade (rh) dünyada “sağlıklı beden ve yeterli rızık”; ahirete yönelik حسنة ise sevap ve rahmet olarak tefsir etmiştir. Alî (ra) dünyadaki haseneyi saliha eş; ahiretteki haseneyi ise huriler olarak tefsir etmiştir. Hasan-ı Basrî ve Sevrî ise dünyadaki haseneyi ilim ve hikmet, ahirete yönelik olanı ise “cennet” olarak tefsir etmiştir.[19]

3. Bir lafzın iki veya daha fazla manaya gelmesi

Tenevvu ihtilafının bir diğer çeşidi de bir lafzın birden çok manaya delalet etmesidir. Burada bir lafzın iki veya daha fazla manaya gelmesi söz konusudur. Mesela “ayn” kelimesi Arapçada göz, kaynak ve casus manalarına gelmektedir. Burada lafız tek ama manaları farklı farklıdır. Kur’ân-ı Kerîm’den örnek verilecek olursak فَرَّتْ مِنْ َقسْوَرَةِ “Aslandan ürküp kaçan yaban eşeği gibi kaçıyorlar.”[20] ifadesindeki قسورة “kasverah” kelimesi hem atıcı/avcı hem de aslan manalarına gelmektedir.[21] Yine gecenin hem gelmekte hem de gitmekte olduğunu ifade eden عسعس “as asa”[22] kelimesi de böyledir. Ancak Ferrâ, söz konusu kelimenin gecenin gitmekte olduğu manası konusunda müfessirler arasında ittifakın olduğunu ifade etmektedir.[23] Alûsi’ye göre عَسعَس karanlığın gitmesi veya gelmesidir. Başta İbni Abbâs olmak üzere pek çok kişiden böyle rivayet edilmiştir. İsfehani’ye göre as’asa عَسْعَسَ gecenin her iki tarafına işaret eden manevi müştereklerden, zıt anlamlı kelimelerden değildir.[24]

4. Bir mananın yakın lafız veya müteradiflerle tefsir edilmesi

Tenevvu ihtilaflarının dördüncüsü ise bir lafzın yakın anlamlılarıyla veya müteradifleriyle tefsir edilmesi sonucu ortaya çıkan tenevvu ihtilaflarıdır.[25] Buna örnek olarak En’âm Suresi’nin 70. ayetinin tefsirinde geçen nakiller verilebilir:

وَذَكِّرْ بِه۪ٓ اَنْ تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْۗ

“(Kur’ân’la) uyar ki bir nefis yapıp kazandıklarından ötürü helak olmasın.”[26]

Ayette yer alan تُبْسل “tübsele” lafzını Hasan-ı Basri, İkrime, Mücahid ve Süddî تسلم “tüsleme” teslim edilmek; Katade تُحْبَسَ “tühbese” hapsedilmek; Ferra da ترْهَن “türhene” rehin olmak manalarında tefsir etmişlerdir.

Tenevvu İhtilafını Bilmenin Faydaları

Tenevvu ihtilafının alt başlığı olan lafzi (surî) ihtilaflar hakkında müstakil bir eser kaleme alan Abdulkerim En-Nemle bu soruya cevap vermek için şu dört maddeye okuyucunun dikkatini çekmektedir:

a. Lafzi ihtilafları ortaya koymak, “İslam denen din, Müslümanların dini hükümlerde yaptıkları tartışmalardan başka bir şey değildir.” şeklinde eleştiri yönelten İslam aleyhtarlarını susturmanın en güzel yoludur. Zira ulema arasındaki ihtilafların lafzi olduğunun anlaşılmasıyla bu münakaşaların hakiki ve manevi değil, şekilsel ve terimsel olduğu ortaya çıkmış olur.

b. Bu tür ihtilaflı konularda serdedilen farklı görüşlerin ayrıntılarını ve delillerini mütalaa etmek ilim talebelerine, delil takrir etme yöntemleri üzerinde meleke kazandıracak ve taassuba gitmeden hasmını ikna etmenin kuralları noktasında kabiliyetlerini geliştirecektir. Şu bir gerçek ki, âlimlerin münakaşaları, kişiye münazara ve cedel ilmi açısından ufuk açıcı veriler sunmaktadır.

c. İhtilafların lafzi olduğunu öğrenmek, bu ihtilafların kaynağına inmeye, üzerine kurulduğu ilmî alt yapıya vâkıf olmaya ve bilginlerin bir görüş ortaya koyarken hedefledikleri şeyi anlamaya yardımcı olacaktır.

d. Lafzi ihtilaflar üzerinde çalışma yapmak, fıkhi ekollere ait terimlerin kurumsallaşmasını, muhalif görüşteki insanların birbirlerinin diliyle konuşmasını ve ortak bir zeminde tartışmalarını sağlayacaktır.[27]

Sonuç

İbni Teymiyye’nin literatür hâline getirdiği bu taksimat, kendi içtihadına ve araştırmasına dayanarak yapmış olduğu bir taksimattır. Bununla birlikte bu usulün pratiğe yansımasında âlimler arasında ihtilaf olabilir. Bunu söylememizin sebebi şudur: İbni Teymiyye ve birçok usul âliminin takip etmiş olduğu bu metoda karşı farklı bakış açıları zikredilmiş, eleştirilmiş ve eksik görülmüştür. Bu taksimatı eleştirenlerin sunduğu gerekçeleri birkaç maddede değerlendirmek mümkündür:

1. Bu taksimatı yetersiz görenlerin sunduğu ilk gerekçe şudur: “Âlimler, sahabenin otoritesini ve hürmetini korumak için böyle bir taksimata gittiler.”[28] Bu yaklaşımın lazımı, “sahabenin/selefin masumiyeti” meselesidir. Ancak şu var ki İbni Teymiyye (rh) kendisi peygamberlerin masum olmadığını ve beşerî hatalar yapabileceklerini savunan bir âlimdir. Peygamberlerin hata yapabileceğini söylerken sahabenin hata yapamayacaklarına kanaat edip onları koruma adına böyle taksimat yapması çelişkidir. Kaldı ki kendisi bu taksimatı yapma nedenini açıklamış ve “İhtilaf yoktur.” dememiştir.

2. Eleştirilmesine ve yetersiz görülmesine neden olan diğer bir gerekçe ise müfessirlerin örnek olarak verdikleri bazı nakillerdir.[29] Ancak bu nakillere bakıldığı zaman kaynaklarının kelam ve rey ehli olan (Eş’ari ve Maturidiler gibi) veya kendi sapkın inançlarının desteklemek adına yorumlayan (Şia ve Mutezile gibi) taifelerin tefsirleri örnek olarak verilmiştir. Buna dair sahabeden de bazı örnekler verilmiştir. Ancak burada pergelin merkezi yanlış noktadadır. Burada bizim konu edindiğimiz ihtilaf sahabe ve selefin kendi aralarındaki ihtilafıdır.

3. Şeyh, sahabe ve selef arasında ihtilaf olmadığını iddia edip bu iddiasını ispat etmek için böyle bir taksimat yapmamıştır. Kendisi sahabe arasında ihtilafın az olduğunu söylemiş ve az olmasını da rey ile tefsir yapmamalarına dayandırmıştır. Bununla birlikte sahabe arasında tenevvu olmayan, tezat ihtilafları da olabilir. Sahabe Kur’ân’ı tefsir ederken Kur’ân’ı Kur’ân ile, sünnet/siyer ile ve Arap lugatıyla tefsir ederdi. Buna göre seleften bir müfessir; insani olarak tefsir yaptığı konuda başka bir ayeti hatırlayamamış olabilir, o ayetin tefsirine dair gelen bir hadisi veya yaşanan bir siret olayını bilmiyor olabilir veya kendi yaşadığı bölgenin lehçesinden ve örfi konuşmasından dolayı ayette geçen bir kelimeye başka bir mana verebilir. Ayrıca sahabe ve selef dönemini tek bir dönem olarak ele almamak gerekir. Yazımızın başında zikrettiğimiz gibi müfessirler karşıdaki kişinin ilmî durumu veya yaşanan vakıayı göz önünde bulundurarak okuyucunun/dinleyicinin dikkatini ayetin ifade ettiği külli manadaki bir cüze çekebilir. Veya kendileri karşı karşıya kaldıkları fitnelerden dolayı yine ayetin ifade ettiği mana çerçevesinde farklı tefsirlerde bulunmuş olabilir. Kaldı ki selef arasındaki ihtilaflar kronolojik olarak değerlendirildiğinde yaşanan vakıa ve fitnelere göre farklı yorumların çoğaldığı görülecektir.

4. Diğer bir eleştiri noktası da “kavram mutabakatının” olmamasıdır.[30] Bu da gayet tabii bir şeydir. Yukarda da değindiğimiz gibi bu taksimat istikra ve içtihada dayalıdır. Ve herkes kendi ilmî birikimi, niyeti ve yaşadığı döneme göre bir bakış açısıyla meseleyi ele almıştır. Bir âlimin, “Bu, tenevvu ihtilafıdır.” dediğine bir diğeri, “Hayır, değildir.” diyebilir. Buradaki temel nokta usullere bağlı kalmaktır. Usule dayanıldığı müddetçe her türlü görüş değerlendirmeye ve eleştiriye açıktır.

Epistemolojik cepheden bakıldığında diyebiliriz ki tefsir, bir bakıma nastan/metinden bilgi üretimidir. Sahabe de bu üretimin başlangıcını temsil eder. Bu üretim nassın bizatihi kendisi değil, mana ve mahiyet olarak ondan ayrı bir şeydir, ama ona bağlıdır. Tefsir veya ayetlerin yorumlanması gündeme geldiği zaman mutlaka farklı sonuçlar ortaya çıkacaktır. O hâlde ihtilaf, anlama ve yorumun (tefsir) doğasında vardır. Zira her insanın bilgi seviyesi, akli yetisi, duygusal donanımı, kültürü, psikolojik durumu, sosyal ve siyasal konumu ve nihayet mezhebi tercihi gibi kişisel ve o ânki toplumsal ve siyasal şartlar, mutlaka tefsirde öznel bir tutum sergilenmesinde rol oynar.[31] [32]

Kaldı ki sahabenin bir ayet hakkındaki yaptıkları yorumlar delil değilken âlimlerin bu yorumlar hakkında yaptıkları taksimat ve değerlendirmeler elbette ki delil değildir. Fer’i olan, aslın önüne geçemez.


[1]. 16/Nahl, 44

[2]. Mukaddimetu fî Usûli’t Tefsîr, İbnu Teymiyye, Dâru Mektebeti Heyâ, s. 11

[3]. bk. Ebû Muhammed Abdulhak İbn Atiyye, el-Muharraru’l-vecîz fi tefsîrfl-Kitâbi’l-Azîz, Katar 1977, c. 1, s. 28-29

[4]. bk. Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, el-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, Dâru’l Kütübi’l-Mısriyye, Mısır 1967, c. 1, s. 33, 34

[5]. Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm, İbnu Kesîr, Dâru’l Kutubi’l İlmiyye, 1/11

[6]. Şâtıbî, Ebû İshâk, Muvâfakât fî usûli’ş Şerîa, Matbabatü’r-Rahmâniyye, Mısır t.s. IV, 214, 215

[7]. Zerkeşî, Burhân, II, 159, 160

[8]. Suyûtî, İtkân, III, 177-180

[9]. bk. Ferruh Kahraman, Tefsirde İhtilafların Mahiyeti Çeşitleri ve Sebepleri, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi

[10]. bk. İbn Teymiyye, Mukaddime fî usûli’t-tefsîr, s. 67-69

[11]. Taberî, Câmiu’l-beyân, I, 108-110; İbn Teymiyye, Mukaddime fi usûli’t-tefsîr, s. 69; İbn Kesîr, Tefsîru’l- Kur’âni ‘l-Azîm, I, 26, 27; Suyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, I, 39, 40; Suyûtî, İtkân, II, 176, 177

[12]. bk. İbn Teymiyye, Mukaddime fi usûli’t-tefsîr, s. 67; İbn Teymiyye, Месmûu’l- fetâvâ, XIII, 382; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, I, 27; Suyûtî, İtkân, II, 176, 177; Zehebî, et-Tefsîru ve’l- müfessirûn, I, 244; Sofuoğlu, Tefsîre Giriş, s. 198, 199; Akk, Usûlü’t-tefsîr, s. 190

[13]. bk. İbn Teymiyye, fî usûli’t-tefsîr, s. 9

[14]. bk. Taberi, a.e., XX, 32, 33; İbn Kesir, a.e., III, 147

[15]. bk. Se’alebi, Ebû Zeyd Abdurrahman b. Muhammed, el-cevahir’ul hisanfi tefsiri’l Kur’ân, Beyrut, 1418/1997, IV, 391

[16]. bk. İbn Teymiyye, Mukaddime fi usûli’t-tefsîr, s. 70; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, III, 532-535; Suyutî, İtkân, II, 176, 177; Cevdet Bey, Tefsîr Tarihi, s. 42; Bilmen, Tefsîr Tarihi, s.157, 158; Zehebî, et-Tefsîru ve’l- müfessirûn, 1

[17]. bk. İbn Teymiyye, Mukaddime fi usûli’t-tefsîr, s. 70; İbn Teymiyye, Mecmûu’l- fetâvâ, XIII, 383,384; Cevdet Bey, Tefsîr Tarihi, s. 42; Bilmen, Tefsîr Tarihi, 157, 58; Zehebî, et-Tefsîru ve’l- müfessirûn, 1

[18]. bk. İbn Teymiyye, Mukaddime fi usûli’t-tefsîr, s. 70; İbn Teymiyye, Mecmûu’l- fetâvâ, XIII, 383,384; Cevdet Bey, Tefsîr Tarihi, s. 42; Bilmen, Tefsîr Tarihi, s. 157, 158; Zehebî, et-Tefsîru ve’l- müfessirûn, I,

[19]. bk. Taberî, Câmiu’l-beyân, I, 409-412; İbn Teymiyye, Mukaddime fi usûli’t-tefsîr, s. 73; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, I, 231, 232; Cevdet Bey, Tefsîr Tarihi, s. 42, 43

[20]. bk. 74/Muddessir, 51

[21]. bk. İbn Teymiyye, Mukaddime fî usûli’t-tefsîr, s. 72, 73; Suyutî, İtkân, II, 177

[22]. bk. 81/Tekvîr, 17

[23]. bk. Ferrâ, Meani’l Kur’ân, El Hey’etü’l Mısriyye, Mısır, 1980, 3, 242

[24]. bk. Alusi, Ruhu’l Meani 30,102

[25]. bk. İbn Teymiyye, İktidâü’s-sırâtı’l-müstakîm, 1, 128, 129

[26]. bk. 6/En’âm, 70

[27]. bk. Nemle, Abdulkerîm b. Alî b. Muhammed, el-Hılâfü’l-lafzî ‘inde’l-usûliyyîn, Riyad 1420/1999, Ι, 25-26

[28]. bk. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/748779

[29]. bk. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/153745

[30]. bk. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/748779 – https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/153745

[31]. bk. Er-Râğıb el-İsfehânî, Mukaddimetu’t-Tefsir, (Tenzihu’l-Kur’ân ‘an’l-Metâin ile birlikte), Mısır 1329, s. 398-99; Halis Albayrak, Kur’an’ın Bütünlüğü Üzerine, İstanbul 1992, s. 56 vd.; Halis Albayrak, Tefsir Usulü, İstanbul 1998, s. 149-54; Sadık Kılıç, “Dil ve İnsanın Tarihselliği Bağlamında Dini Metin”, Kur’an ve Dil Sempozyumu Bildirileri, Van 2001, s. 97-101, 104- 105; Mehmet Kubat, “Nassların Doğasındaki Subjektivizm”, Kur’an ve Dil Sempozyumu Bildirileri, Van 2001, s. 107 vd.

[32]. bk. https://isamveri.org/pdfdrg/D247076/2016/2016_CALISKANI.pdf

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver