Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd, O’nun kulu ve gönderilen son Nebi olan Muhammed’e sallallahu aleyhi ve sellem, ashabına ve âline salât ve selam olsun.
Geçen yazımızda mücahidin, cihad öncesinde bilmesi gereken bazı meseleler olduğunu söylemiş ve bunları madde madde zikretmiştik. Kısaca hatırlayacak olursak bir mücahid:
Cihad ameli ile ilgili hükümleri,
Çatısı altında cihad edeceği taifenin menhecini,
Savaşa başlamadan önce savaşın getireceği maslahat ve mefsedetleri bilmesi gerekir, demiştik.
Bu yazımızda da son bir maddeye daha değineceğiz.
4. Savaştan Önce Gerekli Tedbirleri Almak
Bunlar, özel ve genel tedbirler olmak üzere iki kısma ayrılabilir. Özel tedbirler, şahıslara ya da bazı savaşlara has tedbirlerdir. Mücahidin, kendini muhafaza etmek için kask, çelik yelek vb. şeyleri kullanması gibi.
Savaşa has tedbirlere örnek olarak ise Hendek Savaşı’nı verebiliriz. Bu savaşta Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem özel bir tedbir olarak hendek kazdırmıştır. Ya da Uhud Savaşı’nda özel bir tedbir olarak, okçuları tepeye yerleştirilmesi de bu kısma dahil edilebilir.
Genel tedbirler ise her savaştan önce dikkat edilmesi gereken noktaları kapsar. Örneğin; istihbarat toplama, harekâtın düşman tarafından bilinmesinin önüne geçme, askerî düzeni muhafaza, korku ve emniyete dair haberlerin yayılmasının önüne geçme vb.
Genel tedbirler içinde yazdığımız ve yazacağımız her nokta için Allah Rasûlü’nden ve ashabından birçok örnek vermek mümkündür. Fakat bunlardan en dikkat çekici olanları zikretmekle yetineceğiz.
Rasûlullah’ın nereye savaş açacağını gizleme hususunda gösterdiği özen, bunlardan bir tanesidir. Öyle ki; Allah Rasûlü’nün yaptığı savaşların birçoğundan düşmanın çok sonra haberi olmuş ve ani baskınla karşılaşmışlardır.
Ka’b bin Malik radıyallahu anh anlatıyor:
“…Bir de Rasûlullah’ın âdeti, bir gazaya gitmek isteyince tevriyeli bir ifade ile maksadının aksini anlatırdı. (Bu suretle hareket edeceği günü gizlerdi.) Fakat Rasûlullah, bu Tebuk Gazvesi’nde (maksadını gizlemedi), şiddetli sıcak bir mevsimde sefer etmişti. Uzak ve tehlikeli bir yolculukta ve çok kuvvetli bir düşmanla karşılaşacaktı. Bu sebeple Rasûlullah, gazve ihtiyaçlarını ona göre hazırlasınlar diye Müslümanlara maksadını açıkladı ve gitmek istediği yönü onlara haber verdi. Rasûlullah ile beraber sefer eden Müslümanlar da çoktu…” (Buhari)
Burada zikrettiğimiz özel ve genel tedbirler, insanların zihninde bazı soruların canlanmasına neden olabilir. En önemli ve zihni en çok meşgul edecek soru ise şudur:
‘Bu tedbirler Allah’ın kaderine razı olma anlayışına ters değil midir?’
Şeytan, Müslümanın amelini ifsat etmek için onunla uğraşmaktan asla vazgeçmez. Hedeflenen ecir ne kadar büyük ise şeytanın mesaisi de o kadar fazla olur. İşte cihad gibi derecesi yüksek bir amelin altını oymak, ecrini sıfırlamak için şeytanın vesveselerinden bir tanesi de bu sorudur.
Bu şüpheye şu şekilde cevap verebiliriz:
Tevekkül ne demektir?
‘Müslümanın sebeplere yapıştıktan sonra netice hususunda Allah’a dayanması ve ortaya çıkan sonuca rıza göstermesidir.’
Bu tanımdan, tevekkülün üç esastan müteşekkil olduğunu görmekteyiz:
Sebeplere yapışmak
Allah’a güvenme
Sonuca razı olma
Şeytanın verdiği vesvese işte bu üç aşamadan ilkini iptal etmektedir. Sebeplere yapışılmadan sonuca razı olmak, sofileşmekten başka bir şey değildir.
Bu, Allah’ın bir emridir ve tüm Peygamberler ile onların takipçileri, bu vasıf ile vasıflanmışlardır.
Kur’an-ı Kerim’de yer alan Peygamber kıssalarına baktığımızda hepsinin ortak noktası olarak Peygamberlerin sıkıntılar ile karşılaştıkları ve tedbir olarak Allah’a tevekkül ettiklerini görmekteyiz. Çünkü bu, tüm Müslümanlara yapılan umumi bir emirdir:
“Ey iman edenler, tedbirinizi alın…” (4/Nisa, 71)
Bu emir ile muhatap olan Allah Rasûlü, Allah’ın “Allah, seni insanlardan koruyacaktır” (5/Maide, 67) buyruğuna rağmen tedbirleri terk etmemiştir. Onun takipçisi olan ve sünnetini bize en güzel şekilde yaşantıları ile açıklayan sahabeler de bu hususta birçok güzel örnek ortaya koymuşlardır.
Hicret hadisesinde alınan tedbirleri ve Daru’l Erkam’ın gizliliğine sahabenin hepsinin verdiği önemi başlıca iki örnek olarak söyleyebiliriz.
Bu, Allah’ın kaderine karşı çıkmak değil bilakis O’nun kaderi ile O’nun kaderini savmaktır.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu konuyu şu hadiste net olarak açıklar:
“Sahabe dedi ki: ‘Ey Allah’ın Rasûlü, biz ilaç kullanıyor, rukye yapıyoruz ve bunlarla korunuyoruz. Bunlar Allah’ın kaderinden bir şey savar mı?’ Bunun üzerine Rasûlullah şöyle buyurdu: ‘Bunlar da Allah’ın kaderindendir.’ ”
Ömer ile Ebu Ubeyde radıyallahu anhum arasında geçen hadise de bu kaideye örneklik teşkil eder.
“Ömer, Şam’a geldiğinde burada taun hastalığı yayılmış halde gördü. Ve yanındaki insanlarla şehre girip girmeme konusunda istişare yaptı. Sonra dönmeye karar verdiler. Abdurrahman b. Avf, Rasûlullah’ın aynı şeyi kendilerine emrettigine dair, onlara haber verdi.” (Buhari, Müslim)
Buhari, bu hadisi İbni Abbas’tan radıyallahu anh rivayet etmiş ve ziyade olarak şöyle devam etmiştir:
“Ve Ömer insanlara şöyle hitap etti: ‘Şüphesiz ben yolcuyum ve sabah gidiyorum. Siz de aynı şeyi yapın.’ Ebu Ubeyde dedi ki: ‘Ey Ömer, Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?’ Ömer şöyle cevab verdi: ‘Keşke bunu senden başkası söylemiş olsaydı. Evet biz Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz.’ ”
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz; Mücahid, savaşa başlamadan önce tedbir alması gerektiğini Allah’ın bir emri ve Peygamberin sünneti olduğunu unutmamalıdır. Bu konuda kendisine gelen şüpheleri de bu emirlere en güzel şekilde uyan sahabenin amellerini kontrol ederek defetmelidir.
Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.
İlk Yorumu Sen Yap