Zatından ötürü tüm hamdleri hak eden, başta ve sonda, yerde ve gökte hamdin sahibi olan Allah’a hamd olsun. Güzel örnek, ittiba edilmesi gereken rehber Muhammed Mustafa’ya salât ve selam olsun.
Beş yıl önce başlayan Ortadoğu ayaklanmaları şu ana kadar beklenen sonuçları vermediği gibi, bölge insanına eski düzenleri aratan bir aşamada. Mısır’da darbe, Tunus’ta eski rejim artıklarıyla ittifak, Libya’da kaos ve bölünmüşlük, Yemen’de Şii engelleme ve Suriye’de göç, bombardıman ve açlık olarak devam ediyor. Başından bu yana belirttiğimiz bir hakikatin altını bir defa daha çizmek istiyoruz. Ortadoğuda yaşanan hadiseler, başlığı atılmış içeriği yazılmamış bir yazı gibidir. Yapılan değerlendirmeler sadece başlıktan yola çıkarak yazıya dair temennilerin dillendirilmesidir. Olayların cereyan ettiği bölgede semavi dinlerin mensuplarının bulunması yaşananların kıyamet alametleri sahnesi kabul edilmesi, bölgede varolan ve emperyalist dünyanın iştihanı kabartan enerji rezevleri, İslamî kesimin bölgeyi uyanışın ve yeniden tarih sahnesine çıkışın sıçrama zemini görmesi ve bu bileşenlerin oluşturduğu karışık denklem göz ardı edilmeden değerlendirmeler yapılmalıdır. Yapılan değerlendirmeleri mutlaklaştırmadan, sadece ‘durum değerlendirmesi’ olarak kabul edip temkinli davranmak gerekir. Temenni ve beklentilerimizi destekleyen yaklaşımları mutlaklaştırıp, olaylara baktığımız gözlük hâline getirdiğimizde insanlık tarihinin en önemli aşamalarından birini yanlış anlama ve yanlış konum alma durumuyla karşı karşıya kalabiliriz. Şartlar değişiyor, dengeler bozuluyor, yeni aktörler sahneye çıkıyor, gizli ittifaklar kamuoyuna yansıyor. Dünün savaşanları ortak bir paydada buluşup, müttefikleri çıkar anlaşmazlıkları yaşıyor. Sahada bulunan insanların da itirafıyla ‘Suriye’de sabah yapılan bir değerlendirme ve plan, öğlen olmadan geçerliliğini yitirir; hiç beklenmedik yeni bir durum oluşur.’
Yazımızın girişini ‘yorumlarda temkinli olmaya’ ayırma nedenimiz şudur: Maalesef temenni endeksli değerlendirmeler görüş körlüğüne neden oluyor. Şartlar değişmesine rağmen olaylar, beklentiler doğrultusunda değerlendiriliyor. Bu da hâliyle yanlış okuma ve yanlış konum almaya neden oluyor.
2016 Şubatı’nın başlamasıyla beraber Suriye geçirdiği beş yılın en sıcak günlerini yaşıyor. Peşpeşe yapılan meydan okumalar, karşıt aktörlerin restleşmesi, tarafların en önemli kozlarını masaya koymaları sürecin sona doğru evrildiğine dair kanaat oluşturuyor.
Şubat ayının ikinci haftası içinde yaşanan açıklamalara bir göz atalım.
• Suudi General Ahmed Assiri 150.000 kişilik asker gücünün hazır olduğunu ve Suriye’ye DAEŞ’le mücadele için yapılacak ‘kara harekatına kesin karar’ olduğunu açıkladı.
• Ahmet Davutoğlu işlerin ciddiyet kazandığını, Rusya ve NATO’nun ‘Türkiye sınırında savaşabileceğini’ açıkladı.
• Medvedev, Suriye sorunu yakın zamanda çözülmezse ‘Dünya, 3. Dünya savaşına hazır olmalı’ diye açıklamada bulundu.
• Suriye destekçileri bir hafta içinde ateşkes yapılabileceğini duyurdu. Rusya ateşkesin DAEŞ, el-Nusra gibi örgütleri kapsamadığını onlara yönelik bombardımanın devam edeceğini açıkladı.
• AB genişleme komiseri Johannes Hohn ‘Mültecilerin bir an önce Türkiye’ye alınmasını bekliyoruz’ dedi. BM ‘Türkiye kapıları açmalı’ çağırısında bulundu.
• AB ve BM çağrılarına öfkelenen Tayyip Erdoğan ‘Güvenli bölge hususunda istedikleri yerine getirilmezse kapıları göçmenlere açacaklarını açıkladı.’
• Tayyip Erdoğan’ın ‘Biz mi senin müttefikiniz yoksa PYD mi?’ çıkışına ABD’li yetkililer ‘PKK’yı terör örgütü olarak kabul ediyoruz. PYD ise bizim IŞİD’e karşı müttefikimiz’ karşılığını verdi.
• İran Devrim muhafızları komutanı M. Ali Caferi ‘Suud’un, Suriye’ye kara harekatı yapacak cesaretinin olmadığını, asker yollayacak olursa tekini sağ bırakmayacaklarını’ söyledi.
• PYD, Türkiye sınırına on yedi kilometre yakınlaştı. Türkiye’nin muhaliflerle kontrol altında tuttuğu Azez ve benzeri stratejik noktaları kuşatma altına aldı.
• Ahmet Davutoğlu Rusya’nın hava saldırıları eşliğinde rejimin Halep kuşatmasına ‘Halep, Maraş’tır’ dedi.
• Türkiye angajman kuralları çerçevesinde YPG’nin elindeki Minnağ havaalanını bombaladı.
Şubat ayının ikinci haftası itibariyle Suriye özelinde yaşanan hareketliliğin mevcut tablosunu özetlemeye çalıştık. Birbirinden bağımsız gibi görünen ancak her biri sebep-sonuç ilişkisi içinde değerlendirilebilecek bu tabloda iki nokta öne çıkmaktadır.
a. Bugüne kadar sahadaki gruplara destek vererek Suriye sahasında bulunmaya çalışan devletler fiilî olarak sahaya iniyor.
b. Suriye’de yaşanan beş yıllık savaş Türkiye sınırına sıkışmış vaziyettedir.
Tablodan çıkardığımız bu sonuçlar dışında bölgeye biraz daha yakından bakalım.
Rusya
İran ve Esed’ın gerisinden Suriye sahasında yer alan Rusya, 30 Eylül’de başlattığı hava saldırılarıyla fiilî olarak sahaya inmiş oldu. Rusya’nın Suriye’yle bu denli alakadar olmasının ve Suriye’ye dönük tüm faaliyetleri Kremlin’e yapılmış olarak algılamasının farklı nedenleri var. Bunlardan en önemli olanlarını şöyle sıralayabiliriz:
• 2013 yılında ABD jeoloji araştırmaları kurumu Akdeniz’de 3 trilyon 450 milyar metreküp doğalgaz olduğunu açıkladı. Bu kadar yoğun doğalgaz yataklarına sahip havzada kaliteli petrol çıkarılacağı da belirtiliyor. Tüm dünyanın savaş gemilerini yollayarak varlık gösterdiği Akdeniz, ekonomisi enerjiye endeksli Rusya’nın da iştahını kabartıyor. Bu enerjiyi çıkarma ve dağıtma konusunda en uygun ülkenin uzun yıllardır ilişki içinde olduğu Suriye olduğunu düşünüyor. Bir yandan rejim karşıtlarıyla savaşırken diğer yandan askerî üstler inşa ederek Suriye’ye yerleşiyor.
• Suriye ve Libya, Rusya’nın silah alan başlıca müşterilerindendi. Libya konusunda ağır davranan Rusya, Kaddafi döneminde elde ettiği tüm kazanımlarını kaybetti. Emperyalist devletler Libya’nın enerji kaynaklarını bölüştürürken Rusya bundan pay alamadı. Suriye’de benzer bir durumun yaşanmaması için Rusya açıktan ve tüm taraflara meydan okuyarak sahaya indi. Böylece uzun yıllar Suriye’ye yaptığı yatırımları ve kazanımları garantilemiş ve çözüm sürecinde Suriye’yi temsil edecek devlet konumuna gelmiş oldu. Rusya’nın istediğini elde etmiş olduğu görülüyor. Askerî ve siyasi tüm girişimlerde rejim adına masada Rus yetkililer konuşuyor. Suriye’nin geleceğine dair rejim yetkililerinden ziyade Rus yetkililer açıklamalarda bulunuyorlar.
• Suriye sahasında azımsanmayacak sayıda Kafkas mücahid bulunuyor. Sahada başarılı oldukları taktirde bu başarının Kafkas cihadını motive edeceğini düşünüyor. Ayrıca Kafkas ve Türki Cumhuriyetler’den Şam cihadına destek için gelen mücahidlerin asıl amaç ve hayallerinin Rusya ile savaş olduğunu çok iyi biliyor. Rusya kendisine karşı birikmiş bu kin ve nefreti Suriye sahasında toplayıp imha etmek istiyor.
• İçinde bulunduğu soğuk iklim ve bunun ekonomiye yansıyan olumsuz zemininden kurtulup, sıcak denizlere inme rüyası sadece bugün değil tarih boyunca Çar’ların, Sovyet Rusya’nın ve bugün Putin Rusyası’nın dış siyasetinin belirleyicisi olmuştur. Akdeniz’e sahili bulunan ve Rusya’nın Esed’e butik bir sahil devleti kurma isteği sıcak denizlere açılacak bir kapı isteğidir.
• Sovyetler’in dağılmasından sonra süper güç olma iddiasını yitiren Rusya, Putin’le beraber ekonomik, siyasi ve askerî bir sıçrama yaşadı. Yeniden dünyanın süper gücü olmak isteyen Rusya, Sovyetler’in yıkılmasına neden olan Batı ile hesaplaşmak istiyor. Suriye gibi tüm dünya güçlerinin bir şekilde müdahil olduğu bir coğrafyada süper güç olma ve Batı’yla hesaplaşma iddiasında olan Rusya’nın bigane kalması düşünülemez.
Rusya’nın bu denli ince hesaplar yaparak müdahil olduğu Suriye topraklarından istediğini elde edip-edemeyeceği bizim için şu anda ğayb. Şüphesiz Allah’ın bir planı var ve sonuçta Allah’ın iradesi tahakkuk edecektir. Bu temel düsturumuzu hatırda tutarak, tarihi bir olayı hatırlamanın faydalı olacağına inanıyoruz.
Bundan yaklaşık kırk yıl önce bugünle neredeyse birebir uyuşan olaylar yaşandı.
1978’de Rus istihbaratı KGB desteğiyle Afganistan’da bir askerî darbe yapıldı. Nur Muhammed öncülüğünde gerçekleşen komünist devrim(!), tüm kardeş komünist devrimler gibi kısa sürede katliam, işkence ve hürriyetleri kısıtlama despotluğuna dönüştü. Başta İslamî çevreler olmak üzere tüm muhalif gruplara yapılan zulümler bir yıl içinde ülkenin karışmasına ve halk ayaklanmasına dönüştü. Ayaklanan grupların en ciddi destekçisi asrımızın Ebu Rigal’i Suudi Arabistan’dı. Oluk oluk para aktarıyor, silah desteği veriyordu. Maaşlarını Afgan mücahidlere bağışlayan Suud’un duyarlı ve ümmetçi alimleri(!), mücahidlerin tüm masraflarını üstlenen zenginler, bedava uçak bileti dağıtan hayırseverler… Aslında desteği veren ABD idi. Ancak ABD’nin muhalif mücahid gruplara desteğinin görünen yüzü Suudi Arabistan.
Komünist yönetim olaylara müdahale etmesi için Rusya’yı davet etti. Rusya 1979’da Afganistan’a fiilî müdahalede bulundu. Üç ay içerisinde sonuç alacağını belirten Rusya dokuz yıl Afganistan’da kaldı.
Bu sürede Suudi Arabistan petrol fiyatlarını düşürdü. Bir varil petrolün fiyatı on doların altına düştü. Ekonomisi petrol fiyatlarının düşüşüyle sarsılan Rusya sahada aldığı hezimetle beraber zelil ve yenilmiş bir şekilde Afganistan’ı terk etti. SSBC’nin çöküşünü hızlandıran en önemli faktörlerden birinin Afganistan hezimeti olduğu kabul edilir.
Rusya savaşında mücahid gruplar arasında ihtilaf baş gösterdi. Yaklaşık on yıl süren iç savaşla Afganistan yerle bir oldu. Taliban’ın yönetimi ele geçirmesiyle kısmî bir sükunete kavuşan Afganistan’da ABD işgali ile beraber hâlen devam etmekte olan bir savaş var.
Rusya’nın Afganistan’ı işgal ettiği yıllarda İran’da bir hareketlilik vardı. Humeyni öncülüğünde başlayan isyanlar devrime dönüşmüş, ismi İslam fakat gerçekte mezhebi Rafızi bir sistem kurulmuştu. Rafizi devletin karşılaştığı ilk sorun Irak Savaşı’ydı. Uzun yıllar süren ve Saddam’ın Batılılar’dan aldığı silahlarla devam ettirdiği savaş Saddam’ın idam nedeni olmuştu. O gün Saddam’a silah verenler, verdikleri silahları bahane ederek Irak’ı işgal etmişlerdi.
Yukarıda aktardığımız satırlarda Afganistan çıkartılıp yerine Suriye yazılsa birçok gelişmenin birebir aynı olduğu görülecektir.
Giriş ve gelişmenin aynı olduğu Suriye-Afganistan işgallerinin sonuçları aynı olur mu, bilemeyiz. Ancak tarihin bir tecrübe okulu olduğu ve tarihî hadiselerin yabana atılmaması gerektiği de muhakkaktır.
ABD
Ortadoğu’da yaşanan her kötü hadisede olumsuz katkısı olduğu düşünülen büyük şeytan ABD, Suriye’de de çok pasif görünüyor. Vakayı okumaya çalışanların bu konuya yaklaşımları farklılık arzediyor. Çünkü bu denli önemli bir meselede, masada baş olup, sahada neredeyse hiç var olmayan ABD olayları anlamaya çalışanları şaşırtıyor. Olayların başlangıcında kimyasal silah kullanımını kırmızı çizgi olarak belirten ABD, bu eşik Esed tarafından defalarca aşılıp, bu durum belgelenmesine rağmen bir adım atmadı. Esed gitmeli noktasından Esed’lı bir geçiş sürecini önceleyen tezleri dillendirmeye başladı. ABD’nin bu alışılmamış ve çelişkilerle dolu tutumunun arkasında yatan neden hakkında farklı görüşler var.
• Bir gurup bunun acziyetten kaynaklandığına inanıyor. Obama yönetimindeki ABD’nin Obama’nın kendi başkanlık sırasını savmak adına Irak benzeri bir durumun yaşanmaması için pasif davrandığını düşünüyor. Ukrayna ve Kırım meselesinde pasif davranan ABD’nin Rusya’yı cesaretlendirdiği ve saldırganlaştırdığına inanılıyor. ABD gibi bir devletin siyasetini Obama’ya indirgemeyeceği ve çıkarlarını Obama’nın çekingenliğine kurban etmeyeceği aşikardır. Böylesi ulusal çıkarlarda yönetimdeki siyasi partilerden ziyade, ülkelerin kalıcı gücü kabul edilen istihbarat ve askerî yapılar karar alıcı olur.
• Bir başka yaklaşım ABD’nin bu süreci kontrollü bir şekilde yürüttüğü, Rusya ve İran’ı Suriye’de yorup bir adım sonrasının hazırlığını yaptığı yönünde. Rusya’nın Afganistan’ı işgal etmesi için her yolu deneyen ABD, ikinci yükselişinde Rusya’yı Suriye işgali ile durdurmak istiyor.
Yıllarca benzeri bir tezi Siyonist kararları inceleyerek dillendiren Necmettin Erbakan oldu. Buna göre bu yıpratıcı savaşa Türkiye’nin de çekilmesi gerekiyor. Bölgede Siyonist Yahudi ve Evanjelist Hristiyanların kıyamet öncesi hazırlıklarına engel olması muhtemel İran, Türkiye, Suriye ve Irak bu kapsamlı planla safdışı ya da parçalanmış ve güçsüz bırakılmış oluyor.
ABD ve İsrail gibi ülkelerin bölgesel faaliyetlerini dinî damarın yani Siyonist ve Evanjelistler’in belirlediği bilinen bir gerçek. Afganistan işgaline Haçlı Seferi, Irak işgaline Armegedon’a hazırlık (İslam anlayışında kıyametten önce yaşanacak Deccal, İsa ve Mehdi’nin zuhuruna sebep olacak büyük savaş) dediklerini en yetkili yöneticilerinden duyduk.
Suriye sürecinde yaşananlar, şu ana kadar zarar görenler ve bu süreçten karlı çıkanlar hesaba katıldığında bu yaklaşımın dikkate değer bir yaklaşım olduğu söylenebilir. Dikkat edilmesi gereken nokta şudur:
Süreç Siyonist ve Evanjelistler’in istediği gibi yürümüş olabilir. Böyle olması, onların istediği gibi sonuçlandığı anlamına gelmez. Bu süreç bazı müslüman alimlerin inandığı gibi büyük savaşa (Melhame-i Kubra’ya) evrilirse Yahudi ve Hristiyanlığın sonu olacağı anlamına gelir. Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem kesin vaadi ile İslam olmayan Hristiyan ve Yahudiler, Deccal’in safında yok olacaklardır.
• ABD’nin Rusya ile anlaştığı ve bu bölgeyi ona terk ettiğine inananlar var. Bunlar ABD’nin bu tutumunu iki yaklaşımla değerlendiriyor. Bazı yorumcular ABD’nin yaklaşan tehlikeyi Çin olarak gördüğünü ve Çin’i dengelemek için faaliyetlerini o bölgeye kaydırdığını düşünüyor. Bazıları ise ABD’nin bu süreçte İslam Devleti’ni hesap etmediğini, Irak ve Afganistan’da yaşadığı hezimetin bir benzerini yaşamak istemediğini, bunun için bölgeyi Rusya’ya bıraktığını düşünüyor. Buna göre İslam Devleti’yle Rusya karşı karşıya gelecek ve durumun gidişatına göre ABD’de sahaya müdahil olacak.
ABD’nin Çin karşısında zorlandığı, Çin’in sessiz bir şekilde ABD’nin çıkarlarını tehdit edici adımlar attığı biliniyor. İslam Devleti’ni birçok ülkelerin öngörmediği, alacağı sünni desteği hesaplayamadığı ve Şia baskısı karşısında Irak eski askerî ve istihbari yapının birikiminin İslam Devleti saflarına geçeceğini hesaplayamadıkları bir gerçektir.
• ABD’nin Irak ve Afganistan’dan sonra savaş konseptini değiştirdiği, kara harekatına sıcak bakmadığı görüşü de var. Kendisi savaşta zayiat vermemek için sadece havadan müdahil olup, bölge insanını askerî güç olarak kullanmak istediği biliniyor. Bunun için PYD ve muhaliflerden devşirdiği ÖSO gibi yapıları kullanmayı düşünüyor.
Avrupa Birliği
Avrupa ülkeleri Suriye’yi, Afganistan zannetti. Sıcak kahveleriyle ekran karşısında oturacak, bol insan haklı nutuklar atacak, böylece ortopedik ve olmayan vicdanları varmış gibi dünyaya insanlık dersi vereceklerdi.
Avrupa’nın vicdanını yakın tarihte Bosna Hersek’te görmüştük. Fransalı bir general komutasında, Hollandalı askerlerin gözetiminde Sırplar Srebrenitsa’da 8372 insanı bir seferde katletti. Savaşın sonunda Avrupa’nın gözetiminde İslam’a mensup 200.000 insan öldürüldü.
Avrupa’nın ‘İnsan Hakları’ anlayışına, dahil olanlar sadece Avrupalılar’dır. Fransızlar Avrupalı olmayan Cezayirlilerden 1954-62 yılları arasında 1,5 milyon insan öldürdü. Yine Fransa’nın bir asırdır işgali altında olan Mali ve Orta Afrika’da milyona yakın insan katledilmiştir. Ruanda’da üç ay içinde bir milyon insanı katleden Fransa, 1936-41 yılları arasında bir milyona yakın insanı katleden İtalya nasıl unutulabilir?
Sicili böylesine kabarık Avrupa’nın Suriyeli mazlumlar için farklı davranması düşünülmezdi elbette. Fransa’da ölen yüz insan için yaptıklarına bakınca yüz binlerce insanın öldüğü, milyonlarca insanın yerinden olduğu Suriyeliler’in Avrupa için ne ifade ettiği daha iyi anlaşılıyor.
Asıl utanılacak olan ise başta AKP olmak üzere İslam’a müntesiplik iddiaları dahi bizleri utandıran yöneticilerin çözümü bu ülkelerin kapısında aramaları… Bu canilerin oluşturduğu birliğe girme ihtimalini dahi övünme kaynağı gören, Suriye mazlumlarına yönelik adım atmaları için yalvardıkları Avrupa’nın Avrupalı olmayanlara bakışları böyle.
Türkiye sorunu ağırdan aldığını düşündüğü Avrupa’yı harekete geçirmek için mültecileri Avrupa’ya dönük harekete geçirdi. Avrupa’nın bir milyon Suriyeli’yi kabul edeceği haberleri Türk istihbaratçılarının mutfakta pişirip sunduğu bir haberdi. Böylece üstünde biriken yükü, Avrupa ile paylaşması durumunda neler olabileceğini Avrupa’ya göstermiş oldu.
Avrupa’nın Suriye’ye olan ilgisi Akdeniz havzasında varolduğu düşünülen doğalgaz ve bölgede yer alan petrol. İki de büyük sorunu var. İlki; mülteciler hususu. Bugünkü maddi yardımları, bu sorunu Türkiye’nin omuzlarına yıkmak istiyor. Köle olarak kullanabileceği nitelikli göçmenleri kabul ediyor. İkinci sorun ise; Avrupa’dan İslam Devleti’ne katılan ve geri dönüp Avrupa’da eylem yapması muhtemel savaşçılar. Fransa’da yaşanan son olaylar bu korkuyu zirveye çıkarmış durumda.
Allah’ın değişmez sünnetlerinden biri Firavunlar’ın sonunun omuzlarına basarak yükseldikleri mustazafların eliyle olmasıdır. Bu ümmet rabbani önderlikle buluştuğunda ezilenler müstekbirlerin sonunu getirecektir. Avrupalı olmayan müslümanlar ve özellikle de Suriyeli mülteciler Avrupa’nın gerçek yüzünü dünyaya gösterdikleri gibi onun sonunu hazırlayan güç olacaktır. Daha şimdiden Avrupa sınırlarına tel döşemeye başlamış ve serbest seyahat hakkına kısıtlama getirmiş. Güvenlik paketleri ve uygulamalarıyla Avrupalı insanlar Bağdat’ın, Şam’ın ve Sana’nın insanın yaşadığı korkulara benzer korkular yaşamaya başlamıştır.
Topraklarımızda varolan, müsebbibin Batılılar ve onların uşağı yerel yönetimler olduğu bu savaş Avrupa’ya sıçrıyor, sıçramalıdır da. Ümidimiz tarih boyunca kitleleri uyandıran ve bilinçli ordular hâline getiren Batılı düşmanların İslam ümmetine mensup insanların uyanışına vesile olmasıdır.
Türkiye
Etrafı ateşten bir çemberle kuşatılmış ve beş yıllık savaşın sınırlarına sıkıştığı Türkiye, aylardır PKK’nin başlattığı hendek siyasetiyle meşgul. İran ve Rusya’nın yanına aldığı, ülkelerinde resmî temsilcilikler verdiği PYD, Türkiye’nin en aktif olması beklenen dönemde ellerini bağladı. Güneydoğu’da başlattığı, sonuçsuz kalacağını başta PKK’lilerin kabul ettiği öz yönetim siyasetinin Türkiye’yi ciddi anlamda köşeye sıkıştırdığı ve Suriye sahasında pasivize ettiği, bu yönüyle amacına ulaştığı görülüyor.
Rusya’nın havadan, rejimin karadan başlattığı Halep kuşatmaları Türkiye’ye doğru yeni bir göç dalgasına neden oldu. Suriye olayları başladığı günden bu yana, güvenli bölge tezini dillendirdi Türkiye. Sınırın Suriye tarafında savaştan arındırılmış şehirler inşa edip, Suriyeli mültecileri burada barındırmayı teklif eden Türkiye böylece hem insani sorumluluğu yerine getirmiş olacak, hem de mültecilerin ülke için oluşturması muhtemel sorunları asgariye indirecekti.
Makul görünen bu talep başta ABD olmak üzere, BM ve AB tarafından engellendi. Cumhurbaşkanı’nın katıldığı son toplantıların hepsinde bu meseleyi dillendirmesi ve aktörleri eleştirmesi bu yükün Türkiye’yi ne kadar zorladığını ve artık taşınamaz hâle geldiğini gösteriyor. Son Halep kuşatmasını da Türkiye, bu zaviyeden okuyor. Rusya yeni bir göç dalgası oluşturarak Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak, Esad’lı ve PYD’li bir geçiş sürecine zorlamak istiyor.
Bundan olsa gerek Erdoğan, Batı’yı tehdit etmeye başladı ve elindeki en önemli kozu masaya bıraktı. Şayet çözüm bulunmaz ve bu durum böyle devam ederse mültecilerin otobüsler ve uçaklarla sınırlara taşıyıp Avrupa’ya göndereceğini söyledi.
Erdoğan’ın Cenevre toplantılarını oyalama taktiği olarak kabul edip eleştirmesi de bu açıdan okunmalı. Cenevre bir anlaşma zemininden ziyade dayatma masasına dönüştü. Rusya muhalifleri kışkırtarak Türkiye’yi de göç dalgasıyla terbiye ederek PYD’nin Türkiye sınırında Esed’ın ise Akdeniz sahillerindeki hakimiyetini taraflara resmî olarak kabul ettirmek istiyor.
Özellikle PYD hususunda Türkiye zor durumda. Çünkü Suriye masasında aynı tarafta birlikte oturduğu müttefikleri PYD’yi terör örgütü olarak görmüyor ve alan hakimiyetine sahip bir güç olmasını istiyor.
Türkiye’nin İslam Devleti’ni ve el-Nusra gibi grupların terörist olduğunu her platformda dillendirmesi ve haçlıların yanında yer almasıyla övünmesi de işe yaramıyor. Çünkü Batılıların İslam’ın hiçbir tonuna tahammülü yok. Bunun için PYD’yi; AKP’nin temsil ettiği, hakiki İslam’la hiçbir ilgisi olmayan geleneksel İslam’a tercih ediyor.
Gelinen noktada görünen odur ki, Türkiye PYD’nin devletleşme sürecine askerî müdahale edeceği yönünde. PYD, Türkiye sınırında hedeflerine ulaşırsa Türkiye’nin Suriyeleşeceği ve Doğu ve Güneydoğu’da yaşanacakları öngörmek zor değil. PYD’nin hedeflerine ulaşması T.C’nin bütünlüğünün tehlikeye girmesi ve önündeki uzun yıllar boyunca terör olaylarıyla uğraşması demek.
Sonuç Olarak
Suriye meselesinde çözümün tarafı kabul edilen, İslam’a müntesiplikleri dahi utanç kaynağı olan yöneticilerin kapılarında insanlık dilendiği Hristiyan Batı çözümünün bir parçası olamaz. Mevcut Ortadoğu sıkıntısının müsebbibi devletlerin müslümanların ve mazlum insanların sorunlarına çözüm üreteceği beklentisi dahi sığlığın ve Allah’ın dininden sapmışlığın cezası olan akıl tutulması olarak görülmeli.
Sicilleri İslam’a müntesip milletlerin kanları ile dolu olanlar masadan uzaklaşmadıkları müddetçe, ortaya çıkacak çözüm; bu günleri aratacak sorunların ortaya çıkmasına neden olacaktır.
Müslümanların projelerini kitlelerin anlayacağı bir dille insanlara ulaştırıp, Tevhid ve Sünnet davetinin anlaşılmasını sağlaması gerekir. Bu topraklarda var olan ve kısır bir döngüye dönen, her geçen gün zararı faydasından fazlalaşan savaşın son bulması için herkesin Kur’an’a ve Sünnet’e dayalı çözümler üretmesi ve kandırılmış kitlelerin uyanması için elinden gelen çabayı ortaya koyması gerekir.
Uzun vadede görüldü ki mevcut hâl, kitlelerin kafalarının karışmasına ve davetin anlaşılmasına engel oluyor.
Rabb’imizden temennimiz bu sıkıntılı süreci müslümanların lehine sonuçlandırması ve doğru anlayıp sahih bir tutum edinmeyi bizlere ihsan etmesidir.
İlk Yorumu Sen Yap