SÜNNET KORUNMUŞTUR[1]

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla,

Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Önceki makalelerimizde sahabe ve hadis rivayetleri üzerinde durmuştuk. Bundan sonraki makalelerimiz şu üç soru etrafında şekillenecektir:

Sünnet korunmuş mudur?

Sünnet neden muhafaza edilmiştir?

Ümmet, Sünneti korumak ve sonraki nesillere ulaştırmak için neler yapmıştır?

Konunun Önemine Dair Birkaç Not

Bu konuyu ele almamızın birkaç önemli gerekçesi vardır:

a. Tarih boyunca Sünnet üzerinde çeşitli şüpheler ortaya atılmıştır:

Sünnet hüccet midir, değil midir?

Haber-i âhad hüccet midir, değil midir?

Hüccetse hem usul (akide) hem furûda (ahkâm/fıkıh) mı, yoksa sadece furûda mı hüccettir?

Kat’i bilgi mi ifade eder, zanni mi?..

İslam âlimleri gerek kitaplarında özel bölümler açarak gerek de müstakil eserler yazarak bu şüphelere cevap vermişlerdir. Ancak bu konularda şüpheye düşenlerin zihninde “Sünnet korunmamıştır.” şeklinde örtük bir kanaat vardır. “Sünnet korunmamıştır.” inancı, Sünnetin dinin her alanındaki hücciyyetini ve bilgi değerini tartışmaya, sınırlamaya ve inkâra götürmüştür. Bu sebeple Sünnetin korunmuşluğu, bunun neden ve nasıl sağlandığı üzerinde durmak elzemdir.

b. Sahabenin ve âlimlerin Sünneti korumak ve sonraki nesillere ulaştırmak için verdiği mücadeleyi görmek amacıyla bu konuyu ele alıyoruz. Bugün sahih Sünnete kolaylıkla ulaşabiliyor olmamız, geçmiş ümmetin büyük bir emek ve titizlikle yürüttüğü muhafaza faaliyetleri sayesinde mümkün olmuştur. Bu hem bir vefa borcu olarak onları hayırla anıp dualarımızda eksik etmemeyi hem de onlar gibi sımsıkı sarılıp Sünneti muhafaza etmemizi gerektirir.

c. Ne yazık ki, hadis tarihi ve ıstılahları hakkında yeterli bilgi sahibi olmayan kimi nasipsizler, ümmetin Sünneti ulaştırma ve koruma emeklerini bir çırpıda yok saymakta ve onca emeğe nankörlük etmektedir. Hadislerin günümüze aktarımını “kulaktan kulağa oyunu” gibi görüp küçümsemektedir. Bu konuyu ele alıyoruz ki durumun hiç de kulaktan kulağa oynamak gibi olmadığı açığa çıksın… Sünnetin nasıl titizlikle korunduğu ve ilmî yollarla aktarıldığı bilinsin… “Tâ ki helak olan delil üzere helak olsun, hayat bulan da delil üzere hayat bulsun.”[1]

✽ ✽ ✽

Sünnetin Korunmasından Kasıt Nedir?

Sünnetin korunmasıyla kastımız, zayi olmaması, uydurma ve tahriflerin karışmasına engel olunması ve sahih ile zayıfı birbirinden ayrılmış veya ayırt edilebilecek bir şekilde sonraki nesillere ulaşmasıdır.

Sünnetin korunması, aktarılan her naklin sahih olması, raviden kaynaklı türlü hataların bulunmaması, hiçbir hadisin başka bir hadisle çelişkili gibi durmaması demek değildir.

Sünnetin korunması;

Zayıf ve uydurmaların ayıklanmasıyla sahih/makbul nakillerin tespitidir.

Beşerî/İnsani zaaflardan kaynaklanabilecek ravi hatalarının tashih edilmesiyle doğruyu ortaya çıkarmaktır.

İnsan aklının kendince varsayabileceği kapalılıkları ve çelişkileri; ilim, fıkıh, basiret ve hikmetle beyan etmek, şüpheleri gidermektir.

Bu nedenle, rivayet edilenler arasında zayıf, uydurma, ravi hatası ve zahirî çelişkilerin bulunması, Sünnetin korunmadığı anlamına gelmez. Bilakis bunların varlığı, Sünnetin korunduğunu gösterir.

Nasıl ki tarlada çıkan birkaç zararlı bitkiye bakıp tüm mahsulün zararlı olduğu veya zarar gördüğü söylenemezse; zayıf ve uydurma rivayetler var diye tüm Sünnetin korunmadığı, zayıf/uydurma olduğu iddia edilemez. Nitekim tarlada çiftçi bu otları ayıklar, kökünden alır, tarlayı temizler. Aynı durum rivayetler için de geçerlidir. Uydurma/Zayıf olanlar tespit edilmiştir.

Nasıl ki gökyüzünün bulutlarla kapalı olması, Güneş’in varlığını inkâr etmeyi gerektirmezse; zahirî çelişkiler/kapalılıklar Sünnetin inkârına ve korunmadığına delil sayılmaz. Çünkü bu tür rivayetlerin açıklaması vardır. Bulutlar dağıldığında Güneş’in semada parlaması gibi…

Yine Sünnetin korunması demek, Allah Resûlü’nün (sav) yirmi üç sene boyunca dilinden çıkan her sözün aktarılması değildir. Bunun aksini iddia etmek makul de değildir. Sünnetin korunması, Allah Resûlü’nün dinî hükümlere ve şeriata dair söylediklerinin aktarılması ve zayi olmamasıdır. Çünkü insanlar dinlerini yaşarken buna ihtiyaç duyacaklardır.

Sünnetin Korunduğunun Delilleri

Allah Resûlü’nün (sav) Sünneti/hadisleri günümüze kadar ulaşmıştır, korunmuştur. Her birimiz Sünneti/hadisleri okuyabiliyor, dinleyebiliyor, iki kapak arasında evinde bulundurabiliyor, istediğinde hemen ulaşabiliyor. Allah Resûlü’nün (sav) dizinin dibinde otururmuşçasına… Bir sahabi anlatımıyla, ilk ağızdan dinliyormuşçasına… Ya da tabiinin sahabiden aktarımıyla… Allah Resûlü’nün Sünnetini öğrenebiliyoruz. Aradan 1400 küsur sene geçmiş olmasına rağmen… Bu, Yüce Allah’ın diğer ümmetlerden ayrı olarak bu ümmete verdiği büyük bir nimettir.

Sünnetin korunduğunun delilleri şunlardır:

Hicr Suresi, 9. Ayet

“Şüphesiz ki zikri biz indirdik. Onu koruyacak olan da hiç kuşkusuz yine biziz.”[2]

Bu ayetle ilgili iki noktaya dikkat çekebiliriz:

a. Ayetteki zikir, genel müfessirlerce “Kur’ân” olarak tefsir edilmiştir.[3] Ancak ayette Kur’ân yerine zikir denilmesi, kapsamın biraz daha geniş olduğuna işaret eder. Zikrin indirilmesi, vahiy yoluyla şer’i yükümlülüklerin indirilmesidir. Bu sadece Kitap verilerek olmaz. Çünkü kendisine “zikir indirildiği” belirtilen, ama bir Kitap’tan söz edilmeyen peygamberler vardır:

Nûh (as) kavmine şöyle demişti: “Sizi uyaran, sakınıp korkasınız diye (öğüt veren) ve merhamet olunursunuz diye sizin içinizden bir adama Rabbinizden bir zikir/hatırlatma geldi diye mi şaşırdınız?”[4]

Hûd da (as) şöyle söylemişti: “İçinizden bir adama sizi uyarması için Rabbinizden bir zikir/hatırlatma gelmesine mi şaşırdınız?”[5]

Nûh ve Hûd’a (as) “zikrin indirilmesi” ama bir Kitap verilmemesi zikrin kapsamının daha geniş olduğunu gösterir. Hâliyle peygamberlere Kitap dışında gelen vahiy de “zikir” kapsamındadır. “Şüphesiz ki zikri biz indirdik. Onu koruyacak olan da hiç kuşkusuz yine biziz.”[6] ayetinin kapsamına Allah Resûlü’nün (sav) sahih Sünneti de dâhildir. Çünkü Nebi’nin Sünneti de vahiy kaynaklıdır ve metluv olmayan vahiy diye isimlendirilir.[7] Böylece “zikrin korunmasına” Sünnet de dâhil olur.

Tabiin imamlarından Abdullah ibni Mubârek’e (rh) (H 181) “Bu uydurma hadisler ne olacak?” diye sorulur.

O da şöyle cevap verir: “Mutehassıs/Uzman âlimler bu rivayetler için yaşar.” Sonra da “Şüphesiz ki zikri biz indirdik. Onu koruyacak olan da hiç kuşkusuz yine biziz.”[8] ayetini okur.[9]

İbni Hazm (rh) şöyle der:

“Yüce Allah şöyle buyurur: ‘Şüphesiz ki zikri biz indirdik. Onu koruyacak olan da hiç kuşkusuz yine biziz.’[10] Yine şöyle buyurur: ‘De ki: ‘Ben, ancak sizleri vahiyle uyarırım.’ ’[11] Allah Teâlâ, Peygamber’inin (sav) sözlerinin tamamının vahiy olduğunu haber vermiştir.[12] Vahiy ise, ihtilafsız bir şekilde ‘zikir’dir. Zikir de Kur’ân nassıyla korunmuştur. Böylece kesin olarak sabit olmuştur ki, Allah Resûlü’nün (sav) tüm sözleri Allah’ın muhafazası altındadır. Bu sözlerin hiçbirinin zayi olmayacağı bize garanti edilmiştir. Zira Allah Teâlâ’nın muhafaza ettiği bir şeyin, şüphesiz ki, kaybolması mümkün değildir. Öyleyse onun (sözlerinin) tamamı bize nakledilmiştir.”[13]

İbni Kayyim (rh) şöyle der:

“Yüce Allah, Peygamber’ine (sav), ‘Yalnızca bana vahyedilene uyuyorum.’[14] demesini emretmiştir. Yine ‘Şüphesiz ki zikri biz indirdik. Onu koruyacak olan da hiç kuşkusuz yine biziz.’[15] ve ‘Sana da bu zikri/Kur’ân’ı indirdik ki, insanlara indirileni onlara açıklayasın.’[16] buyurmuştur.

Tüm bu ayetlerden anlaşılır ki, Resûlullah’ın dinle ilgili her sözü Allah’tan gelen vahiydir. Allah’tan gelen her vahiy ise ‘zikir’dir; Allah’ın indirdiği öğüttür.

Yine ‘Allah, sana Kitab’ı ve hikmeti indirdi’[17] ayetinde geçen ‘Kitap’ Kur’ân, ‘hikmet’ ise Sünnettir. Nitekim Peygamber (sav), ‘Bana Kur’ân ve onunla birlikte bir benzeri daha verildi.’[18] buyurarak Sünnetin de Kur’ân gibi vahiy olduğunu bildirmiştir. O hâlde Allah Teâlâ, Peygamberi’ne vahyettiği ve indirdiği her şeyi koruyacağını garanti etmiş; bunlar vasıtasıyla kıyamete kadar kullarına hüccetini ikame etmeyi murad etmiştir.”[19]

b. “Zikrin korunması” nasıl gerçekleşebilir?

Zikrin/Kur’ân’ın korunması iki şekilde olur:

Lafızlarının eksiltme, fazlalaştırma ve tahriften korunması, indiği günden kıyamete kadar ilk hâli üzere kalması. Bu; Kur’ân’ın ezberlenerek göğüslerde, yazılarak mushaflarda korunmasıyla gerçekleşmiştir.[20]

İçerdiği ahkâmın ve anlamın eksiltme, fazlalaşma ve tahriften korunması.

İmam Taberî (rh) şöyle der:

“Şüphesiz biz Kur’ân’ı elbette koruyacağız; ona, kendisinden olmayan bâtıl bir şeyin eklenmesinden yahut kendisinden olan herhangi bir hüküm, sınır ya da farzın çıkarılmasından koruyacağız.”[21]

Bu da Sünnetin korunması ve sonraki nesillere aktarılmasıyla gerçekleşebilir. Çünkü Sünnet, Kur’ân’ın mücmelini beyan eder, umumunu tahsis eder, mutlakını takyid eder, müşkilini izah eder, mübhemini tefsir eder, insani zaaflarımızdan dolayı yanlış anlayabileceğimiz noktaları tashih eder, Kur’ân’dan anlaşılanların doğru olup olmadığının sağlaması olur, Kur’ân’ın hayattaki karşılığını gösterir, Kur’ân’da yer almayan hükümler barındırır. Böylece Sünnet, lafzen korunmuş Kur’ân ayetlerinin mana olarak da korunmasını sağlar.

Kur’ân korunmuştur. Çünkü, Kur’ân kıyamete kadar insanlar üzerinde Allah’ın hücceti ve doğru yolu arayanlar için hidayet kaynağıdır. Kur’ân’ın korunmasının ardındaki maksatlar, Sünnetin de korunmasını gerektirir. Çünkü Sünnet, Kur’ân’ın hücciyyetini destekler ve Kur’ân’a tutunanların hidayetini arttırır.

“De ki: ‘Ey insanlar! Şüphesiz ki ben, Allah’ın tümünüze (yolladığı) Resûl’üyüm. O (Allah ki) göklerin ve yerin hâkimiyeti/egemenliği O’na aittir. O’ndan başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilah yoktur. Diriltir ve öldürür. Allah’a ve Resûl’ü olan ümmi Nebi’ye iman edin. O (Nebi), Allah’a ve O’nun kelimelerine iman eder. Ona uyun ki, hidayet bulasınız.”[22]

Dinin genel anlamda korunmuş olmasının temel sebeplerinden biri, Sünnetin muhafaza edilerek sonraki nesillere aktarımıdır. Çünkü her bidat fırkası Kur’ân’ı delil olarak gösterir. Ancak kalplerinin eğri ve bidatlarının batıl olduğunun kanıtlanmasında Sünnetin sonraki nesillere korunarak aktarılmasının payı büyüktür. Zira bu sapkınlıkların ortaya çıkmasındaki en temel sebep, cahiliyeden arınmamış, terbiye edilmemiş eğri kalplerle Kur’ân’ı anlamaya çalışmak ve Kur’ân’ın işaret ettiği yan kaynaklardan (Sünnet, sahabe fıkhı) cahil olmak ya da yüz çevirmektir. Hâliyle en hayırlı kelam olan Allah’ın Kitabı’nı okumuşlar, ama en doğru yol olan Sünneti bir kenara bırakınca sapıtmışlar…

“Şüphesiz sözlerin en güzeli Allah’ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed’in yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlardır. Sonradan çıkarılan her şey bidattir, her bidat sapıklıktır, her sapıklık da ateştedir.”[23]

İrbâd ibni Sâriye’den rivayetle, Allah Resûlü (sav) şöyle buyurur:

“Gerçekten benden sonra kim yaşarsa pek çok dinî ihtilaflara şahit olacaktır, dolayısıyla size gereken sünnetime ve doğru yolum üzerinde bulunan halifelerimin sünnetine sarılınız. Bu sünnetlere âdeta azı dişlerinizle ısırırcasına sımsıkı sarılın. Dinde sonradan ortaya çıkarılan işlerden sakınınız. Çünkü din adına sonradan ortaya çıkarılan her şey bidattır ve her bidat de sapıklıktır.”[24]

Abdullah ibni Mes’ûd’dan (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Benden önce, Allah’ın bir millete gönderdiği her nebi için milletinden, onun sünnetine uyan, emrini tutan arkadaşları (ashâbı) ve sadık dostları (havârîleri) mutlaka olurdu. Sonra nebilerin arkasından bir nesil gelir, yapmadıklarını söylerler, emrolunmadıklarını yaparlar. Kim onlarla eliyle mücadele ederse o mümindir. Kim diliyle mücadele ederse o mümindir. Kim kalbiyle mücadele ederse o da mümindir. Bunun dışında ise hardal tanesi kadar iman yoktur.’’[25]

Devam edecek, inşallah…

✽ ✽ ✽

Gelecek sayımızda buluşmak duası ile…

Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.


[1] bk. 8/Enfâl, 42

[2] 15/Hicr, 9

[3] bk. Zâdu’l Mesîr, 2/525

[4] 7/A’râf, 63

[5] bk. 7/A’râf, 69

[6] 15/Hicr, 9

[7] Tafsilatlı bilgi için bk. https://tevhiddergisi.org/sunnet-in-i-slam-daki-yeri/

[8] 15/Hicr, 9

[9] Fethu’l Muğîs, Es-Sahâvi, 1/319 (Mektebetu’s Sunne)

[10] 15/Hicr, 9

[11] bk. 21/Enbiyâ, 45

[12] Sünnet-vahiy ilişkisine dair toplamda üç görüş vardır: Bazı kimseler sünnetin vahiy kaynaklı olduğunu kabul etmezler. Bu yanlış bir görüştür. Bazı âlimler Sünnetin tamamının vahiy olduğunu söylerler. İbni Hazm da bu görüştedir. Bazı âlimler de Sünnetin bir kısmının vahiy, bir kısmının ise Allah Resûlü’nün içtihadı olduğunu söylerler. Ancak içtihadı olanlara dair Yüce Allah’ın vahiy indirip düzeltme yapmamasıyla ikrar edildiğini belirtirler. Racih olan da budur.

[13] El-İhkâm fî Usûli’l Ahkâm, 1/98

[14] bk. 6/En’âm, 50

[15] 15/Hicr, 9

[16] bk. 16/Nahl, 44

[17] bk. 4/Nisâ, 113

[18] Ebu Davud, 4604; Tirmizi, 2664

[19] Muhtasaru Sevâiki’l Mursele, s. 559-560

[20] Tafsilatlı bilgi için bk. Vahyin Rehberliğinde İbrahim ve Hicr Suresi Tefsiri, Halis Bayancuk, s. 423

[21] Tefsîru’t Taberî, 14/18

[22] 7/A’râf, 158

[23] Müslim, 867; Nesai, 1578

[24] Ebu Davud, 4607; Tirmizi, 2676

[25] Müslim, 50


[1] bk. El-Edilletu’l Yakînîyye alâ Hıfzi’s Sünneti’n Nebeviyye, Dr. Hâtim ibni Ârif ibni Nâsir Eş-Şerîf; Hıfzullâhi’s Sünne ve Suverun min Hıfzı’l Ulemâi lehâ, Ahmed ibni Fâris Es-Sellûm, s. 39

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver