Sorun Varsa Çözüm de Var!

Eşler arasındaki sorunların çözümüne yönelik çabalar genel olarak iki kısımdır. İlki, problemin ortaya çıkmasına fırsat verilmemesine yönelik önleyici tedbirlerin alınmasıdır. İkincisi de problemler ortaya çıktıktan sonra mümkün olduğunca erken, yapıcı müdahaleyle telafi ve toparlanma çabalarıdır.

Şu hakikat bilinmelidir ki hiçbir ailede sıfır problem veya her şey sütlimanmış gibi bir hayat yaşanmamaktadır. Eşlerden her biri hem bireysel hem de ailevi olarak hayatlarını mütemadiyen başkalarının hayatıyla karşılaştırırsa “Öteki Oda Sendromu”na kapılmaları kaçınılmaz olacaktır. Biz böyleyiz, ama başkaları hep mutlu, müreffeh, huzurlu vs. gibi bir duyguya kapılmak olarak tanımlanabilir bu sendrom. Böyle bir hisse kapılmak dahi evdeki huzuru ve saadeti baltalamaya yeter. Eşler arasındaki sorunların asgari düzeyde olduğu bir aile hayatı hedeflendiğinde her birinin işi daha da kolaylaşacaktır. Allah’ın yardımıyla bu da mümkün ve aslında çok zor olmayan bir gayedir. Böyle bir şuur ve hassasiyete sahip eşler arasında ortaya çıkması muhtemel sorunlar dahi onların hayatında müspet neticelere vesile olabilecektir.

Sorunların ortaya çıkmasına fırsat verilmemesi yönündeki tedbirler aynı zamanda güzel ahlakın şubelerindendir. Mutlu bir aile yuvasının yüce Allah’ın lütfuyla âdeta ebedî saadet yurdu cennetin dünya hayatındaki minik bir şubesi mesabesinde olduğu hakikatini daha önce zikretmiştik. Resûlullah (sav) bir kimseyi cennete girdirecek başta gelen iki hasletin takva ve güzel ahlak olduğunu bildirmektedir.[1]

Yaratılışından kıyamete kadar Âdemoğullarına düşmanlığını her türlü tuzak ve entrikalarla sürdürmekte olan şeytan, mümin kulun ebedî cennetlere ulaşmasına vesile olacak bütün hayır yollarının önünü kapatmak için azami gayret göstermektedir. Hâl böyleyken mümin için ebedî cennet hayatının tadımlık bir sevinç efiltisi olan aile saadetini bozmaya yönelik habis gayretlerinin kesintisiz olarak devam edeceği gerçeğinden gafil olunmamalıdır.

İnsan psikolojisi, yönelimleri, davranış biçimleri, yetenekleri ve zaafiyetleri hakkında büyük bir birikim ve tecrübe sahibi olan şeytan, tüm sermayesini insanın hakka ulaşmasına mâni olmak ve hakka tabi olmuş müminlerin bireysel yahut ailevi saadetine engel olmak için seferber eder. Dünya hayatı itibarıyla Âdem (as) ile yaşıt olan şeytan, hangi insana nasıl yaklaşması gerektiği hususunda âdeta uzmanlaşmıştır. Kişi, hakka ittibada ve iradesini o istikamette güçlü bir şekilde kullanmakta zaafiyet gösterdiği ân, şeytanın en mutlu olduğu ândır.

Ferâgatte Ferahlık Vardır!

Eşler arasındaki ilişkilerde karşılıklı anlayış ve yeri geldiğinde birinin diğeri lehinde olmak üzere fedakârlıkta bulunması övgüye değer bir davranıştır. Eşlerden her birinin şunu çok iyi bilmesi gerekir ki hakkından ferâgat etmek veya fedakârlıkta bulunmak evlilik kurumunun ayakta kalmasının temel taşlarından biridir. İnsan, yapısı itibarıyla hangi ortamda ve konumda olursa olsun daimî olarak muhatabından kendi lehine ferâgat beklemeye meyyaldir.

Ferâgat; vazgeçmenin ve gönül tokluğunun verdiği rahatlık ve huzurdur. Aile içerisinde eşlerden birisinin herhangi bir sıkıntıya uğrama ihtimali bulunmamakla beraber hakkından yahut menfaatinden sarf-ı nazar etmesidir, kendi hakkı olan bir şeyden el çekmesidir. Ortaya çıkması muhtemel bir problemi önleyecek ise eşlerden birisinin olası bir sıkıntıya katlanmayı göze alarak velev ki haklı dahi olsa o hakkından yahut menfaatinden vazgeçebiliyor olması ferâgatte bulunması anlamına gelir. Ferâgatte bulunabilecek veya fedakârlık yapabilecek kadar olgun ve yüksek karakter sahibi bir hanımı olan erkek yahut bu özellikleri haiz bir kocası olan kadın böyle bir nimet için ne kadar şükretse azdır.

Ailedeki huzur ve saadetin korunması için bu tavrı gösterebilmek de yüce gönüllülüğün ve gönül tokluğunun güçlü bir işaretidir. Eskilerin deyimiyle “Ferâgatte ferahlık vardır.” Yani hakkından ve hattâ menfaatinden isteyerek gönül hoşluğuyla vazgeçmekte huzur, rahatlık ve sekinet vardır.

Aile içerisinde anlaşmazlık ve problemlerin henüz başlamadan önünü kesmek yahut ortaya çıktıktan sonra dallanıp budaklanarak hoş olmayan gelişmelere sebebiyet vermemesi için alınması gereken tedbirlerden bir tanesi de önleyici sorumluluk şuurunun sürekli olarak diri tutulmasıdır. Bu şuur eşlerden her birinin, sık sık empati yapmasıyla daha canlı bir şekilde süreklileştirilebilir. Kadın kocasının, erkek de hanımının haklarını ifa etme noktasında daha hassas ve adil davranacaktır. Eşlerin birbirlerini anlamak için empati yapmaları, aralarında adil ve merhametle muamele etmeyi kolaylaştıracaktır. Zira kıyas-ı nefs mizan-ı adalettir. Yani eşlerden her birinin kendisini eşinin yerine koyarak karar verip davranması insanı adalete götürür. Zira empatiyle davranmak adil olmanın ölçüsüdür.

Eşlerden her biri doğup büyüdükleri ve evlenene dek yaşadıkları büyük ailelerindeki kendilerine özgü yaşam tarzını olduğu gibi yeni kurdukları yuvaya taşımaya çalışmaları hâlinde problem yaşamaları kaçınılmaz olur. Her bir insanın karakteri farklı olabileceği gibi her birinin aile yapısı da farklı olabilir. Hem erkeğin hem de kadının baba evindeki rahatlığını ve kısmen de olsa yeni ergenlere özgü sorumsuzluğunu aile yuvasına taşımaktan özenle kaçınmaları gerekmektedir. Evlenmeden önceki hayatında nasıl da rahat ve özgür olduğunun özlemini dile getiren bir eş, bu tavrıyla evdeki memnuniyetsizliğin ve hoşnutsuzluğun artmasına sebep olacaktır.

Yabancı insanların belirli bir süre bir arada yaşamak zorunda kaldıkları ortak yaşam alanlarında dahi belli başlı birtakım kurallar vardır. Ömür boyu sürecek olan ve hayatın büyük bir kısmının birlikte yaşandığı ev ortamında da ortak yaşam kurallarının olması gayet tabiidir. Uyulması gereken kuralların belirlenip post-itlere yazılarak panoya asılması anlamına gelmez bu durum. Bu kuralların genel çerçevesini İslam belirler. İslam’ın reddetmediği örf de bu çerçevede değerlendirilir.

Sınırlayıcı Değil, Kolaylaştırıcı Kurallar

Aile mutluluğu için eşlerden her birinin yetişmiş olduğu ailesinden ve çevresinden edindiği bilgi ve görgüsünü yeni yuvasını sağlamlaştıracak bir çimento gibi değerlendirmelidir. Eşlerden her biri; büyük ailelerinden ve çevrelerinden hayatla ilgili edinmiş oldukları bilgiler ve âdâb-ı muaşeretle tıpkı ağızları tatlandıracak bir helva olmayı bekleyen un, yağ ve şeker misali gibidir. Bu malzemelerin hiçbiri tek başına helva tadını vermez. Eşlerden her biri de nezih bir aile ortamı oluşturabilmek ve mutluluklarını perçinleyebilmek maksadıyla içinden çıkıp geldiği kültürü eşine dayatmadan, tabiri caizse eteğinde ne varsa ortaya koymalıdır.

Her bir eşin beraberinde getirdiği farklılıklar “aile yuvası potası”nda eritilerek herkesin gıpta edeceği mutlu ve huzurlu, örnek bir aile modeli oluşturulması mümkündür. Erkek ve kadının evlenmeden önceki hayatlarında büyük ailelerinin yahut yetiştikleri çevrenin kültürel izlerini üzerlerinde taşımaları doğaldır. Fakat bu durum evlilikten sonra eşler arasında problem değil, ülfet ve muhabbet vesilesi kılınmalıdır.

Halis bir niyet, ihsan üzere bir çaba ve yüce Allah’tan yardım talep edilerek temelleri sağlam, mutlu ve huzurlu bir aile yuvasına kavuşmak için eşlerin hayırlarda ortaklaşmaları gerekmektedir. Aksi takdirde evlilik hayatı eşlerden her biri için azaba dönüşecektir.

Erkek eğer, karı koca ilişkilerini büyük ailesinin evindeyken şahit olduklarıyla sınırlandırırsa hanımıyla geçinmeleri oldukça zorlaşacaktır. Babasının annesine yönelik, yer yer cahiliye izleri de barındıran katı ve hoşgörüsüz uygulamaların aynısını taklit etmesi, eşiyle olan ilişkilerini sürdürülemez boyutlara taşıyacaktır.

Evdeki hayat eşlerden birisi için zorlaşmaya başlarsa bu zorluk başkaca sıkıntıları tetikleyecektir. Bu durumda hayat eşler için tahammül edilemez bir hale dönüşecektir. Bu sebeple her bir erkek hanımının, her bir kadın da kocasının doğal hâlini kabul etmeli, benimsemeli ve içselleştirmelidir ki kalplerinde sevgi tohumları çatlayıp yeşererek boy verebilsin.

Eşler Arasında Tevazu

Eşlerden her biri diğerine karşı tevazu ve ülfet göstermeye çabalamalı ve gerektiğinde geri adım da atabilmelidir. Bilinmelidir ki aile saadeti için gerekli olduğu durumlarda tevazuyla atılacak geri adım, kadını ya da erkeği aziz kılacaktır. Allah’ın (cc) razı ve hoşnut olacağı çerçevede aile içerisinde sulh ve huzurun sağlanması için gösterilecek tevazu kadın veya erkeğin kıymetini ve saygınlığını arttıracaktır.

Kadın da erkek de nikâh akdiyle beraber çok güçlü bağlarla birbirlerine bağlanmış olurlar. Müslim aile açısından evli çiftler çok güçlü iki bağla birbirlerine bağlılardır. Bunlar, müminleri birbirine bağlayan “iman kardeşliği bağı” ve kadın ile erkeği birbirine helal kılan “evlilik bağı”dır.

Burada vurgulanması gereken bir husus da kadının, Allah (cc) tarafından üzerine yaratılmış olduğu fıtrî mahiyetidir. Bunu en güzel bir şekilde Resûlullah’ın (sav) şu hadisinden öğreniyoruz.

Ebû Hureyre’nin (ra) rivayet ettiğine göre Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:

اسْتَوْصُوا بِالنِّسَاءِ ؛ فَإِنَّ الْمَرْاَةَ خُلِقَتْ مِنْ ضِلَعٍ، وَإِنَّ اَعْوَجَ شَيْءٍ فِي الضِّلَعِ اَعْلَاهُ، فَإِنْ ذَهَبْتَ تُقِيمُهُ كَسَرْتَهُ، وَإِنْ تَرَكْتَهُ لَمْ يَزَلْ اَعْوَجَ، فَاسْتَوْصُوا بِالنِّسَاءِ

“Kadınlara iyi davranmanızı tavsiye ediyorum. Zira kadın kısmı kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin en eğri yeri üst tarafıdır. Eğri kemiği doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Kendi hâline bırakırsan yine eğri kalır. Öyleyse kadınlar hakkındaki tavsiyemi tutunuz.”[2]

İnsanın iskelet yapısını tasavvur ediniz. Göğüs kafesini oluşturan kaburgaların her biri eğridir. Bu kaburgaların en eğri olanı da en üsttekidir. Müslim erkeğin bu hususa çok dikkat etmesi gerekir. Bu hadislerden anlaşıldığı üzere kadında belli bir oranda kapris potansiyeli bulunmaktadır. Saliha ve itaatkâr kadınlar bunu takva ve ihlasla terbiye veya izale ederler. Fakat kadının doğal yapısı budur.

Kadınla güzel geçinmenin yollarından biri de ortaya çıkan ve bağışlanıp hoş görülebilecek kusurlara göz yummaktır. Şer’î şerife aykırı olmamakla beraber şikâyetvari ve hatta bazı incitici sözlerine ve kusurlarına karşı bir gözü kapalı, bir kulağı da sağır gibi olunmalıdır. Erkek eğer kuvvetli radar alıcıları gibi hanımının küçük büyük her sözüne tepki gösterir de en azından misliyle karşılık vermeye kalkarsa, bizzat kendi nefsinin ve aile saadetinin aleyhinde olacak bir çaba içine girmiş olur. Bu şekilde davranan bir Müslim’in yukarıda naklettiğimiz hadis-i şerifteki Nebevi mesajı da doğru anlamadığı ortaya çıkar.

On Üçüncü (13.) Bölümün Sonu

Devam Edecek İnşallah…


[1] İbni Mace, 4246

[2] Buhari, 3331; Müslim, 1468

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver