Her bir insan hayatın varlığının kesinliği derecesinde çok iyi bilir ki; eninde sonunda ölüm vardır. Bu kesin bilgiye rağmen etrafımızda cereyan eden ‘yorgan kavgaları’ gün geçtikçe artan bir şiddette devam etmektedir.
Kur’an ve Sünnet’in rehberliğinde ve hakemliğinde bir koyun sağma süresinde dahi çözülebilecek olan (çoğu da tağutların eli mahsulü) yapay sorunlar, her geçen gün herkesi içine çeken bir girdap gibi ömürleri ve emekleri berhava etmektedir.
Zamanın ilerlemesiyle beraber, hayatın akışı içerisinde bir takım sosyal, siyasal ve iktisadi değişimler yaşanırken, doğal bir mecrada ortaya çıkan/çıkabilecek sorunların halli, yapay olarak üretilip koca bir toplumun bütün geleceğini esir almış sorunların çözümünden daha kolaydır.
İktidarı gasp edip, irtidadını ilan eden cumhuriyetin kurucu kadroları tarafından, İslam tarihi boyunca Müslüman halklar tarafından tanınmayan, bilinmeyen ileri düzeyde bir zorbalıkla herkesi rejimin potasında eritip, farklı olan her ne varsa yok etme veya asimile etme politikaları, tahrip gücü yüksek bombalar gibi on yıllardır patlatılmaya devam ediliyor.
Rejimin sahipleri ya da rejimi sahiplenenler hariç bu yakıcı ve yıkıcı bombalardan etkilenmeyen, nasiplenmeyen, evine ateş, yüreğine kor düşmeyen hemen hemen kimse kalmadı.
İbrahim’in aleyhisselam (tevhid) dininden yüz çeviren beyinsiz bir taifenin bu coğrafyada ektiği şirk, nifak ve inkar tohumları yıkım, düşmanlık ve ölümlerden başka bir şey getirmedi bu topraklara. Tuğyanın ve zulmün önderleri, tüm bu cürümleri ile beraber nesiller boyu kutsallaştırıp adeta ‘yarı tanrı’ olağanüstü varlıklar olarak zihinlere kazınmaya çalışıldı. Açık söylemek gerekir ki; bu hususta da büyük ölçüde muvaffak olmuşlardır.
“Siz gerçekten, Allah’ı bırakıp dünya hayatında aranızda bir sevgi bağı olarak bir takım putlar (ilahlar) edindiniz.” (29/Ankebut, 25)
Ayetteki ‘mewedde’, muhabbet vesilesi, sevgi bağı, birleştirici unsur, beraberlik sebebi gibi anlamlara gelir.
Cumhuriyetin kuruluşunun ilk yıllarından bu yana tabulaştırılan, sonra da putlaştırılarak cebren ‘sevdirilip, taptırılan’ liderler, toplumun büyük bir kesiminin ‘ortak değerleri’ haline getirildiler.
Dünyanın hangi memleketinden olursa olsun birlikte yaşayan insanlar, kendi aralarında ortak paydalara ihtiyaç duyarlar. Gerçek anlamda paylaşılmayan bir değer veya kimliğin doğal olmayan yol ve yöntemlerle dışarıdan ya da yukarılardan empoze edilip dayatılması, kaçınılmaz olarak çatışma ve bölünmelere neden olacaktır.
Toplum içerisinde adalet ve hakkaniyet hiçbir zaman zoraki olarak tesis edilmeye çalışılan bu batıl değerlerle gerçekleşmez. Hakkaniyet ve adaletin kamil manada gerçekleşmesi bir tarafa, özellikle son çeyrek yüzyılda yaşananlar zulüm ve tuğyanın nasıl zirve yaptığını apaçık ortaya koymuştur.
Müminler için sevgi bağı ve ortak payda öncelikle ve ilk başta tevhid akidesidir. Bunun dışındaki bir bağ, ancak tevhid bağının kuvvetli bir şekilde gerçekleştirilmesinden sonra mümkün olabilir. İbrahim’in milletine bağlı müminlerin, müşriklerle veya mücrimlerle ortak paydalar oluşturup aynı değerleri paylaşmaları mümkün değildir. Bu taifelerden ve sapkın akidelerinden beraatlerini ilan edip onlardan uzaklaştıktan sonra, şer’i Şerif’in mübahlık çerçevesinde gerekli-zorunlu sosyal münasebetler sürdürülebilir.
Müşrik taifeler arasında on yıllardır süregiden bir savaş ve zulüm uygulamaları var. Bu zulümleri tanımak, yüksek sesle dillendirmek ve zalimlerin gücünü kırmaya çalışmak en başta Müslümanların görev ve sorumluluklarındandır.
Ülke genelinde ‘devleti olan bir ordu’nun vesayeti, halkın bir çok kesimi tarafından çok rahatsız edici bir şekilde hissedilirken elinde silah bulundurduğu için Kürdistan’da kısmi vesâyet rejimi kurma amacındaki örgüt de laik cumhuriyetin kanlı ayak izlerini takip etmekten başka bir şey yapmamaktadır. Bu durum sadece silahla sindirme veya vesâyet kurma mücadelesinde değil, siyasal zeminde ve bölge insanlarının bir çok kesiminde varlık ve otoritesini tahkim etmeye çalışırken de öne çıkmaktadır. Heva eseri beşeri ideolojilerindeki sayısız zikzaklar ve savrulmalarla beraber, tıpkı lokomotifin peşinde aynı hızla giden bir vagon misali laik-kemalist rejimi bir kademede milim milim takip ve taklit etmek dışında bir alamet-i farikaları olmadı.
Marksist bir ideolojiyi ve stalinist bir yöntemi temel referans olarak kabul etmiş tağuti örgüt, zamanın ve toplumsal dinamiklerin dayattığı (ve sık sık yaptıkları gibi) bir gömlek değişimiyle, kendilerini adeta güneş sisteminin merkezine konumlandırdılar. Demokrasinin en ileri düzeyde olduğu varsayılan batılı ülkelerin teşvikleri ve cesaretlendirmeleriyle ‘yeşil demokratların’ demokrasi hamlelerine şimdi de ‘kızıl demokratlar’ yeni bir soluk getirme telaşındalar. Kendilerinin bir açıdan kapitalist modernite ürünü ve hatta tüketicisi olduklarını unutup, ‘demokratik modernite’ adıyla yeni çağdaş bir put yontarak gezegenlerdeki herkesi bu yeni puta iman edip tapınmaya çağırmaktalar. Yani kurt, koyun sürüsüne çoban olmaya talip!
Doksan yıllık cumhuriyet rejiminin, bazı dönemlerde güçlü bir irade olarak ortaya çıkan taleplere rağmen, hâlâ hiç kimsenin net olarak tanımlayamadığı demokratik dönüşümü gerçekleştirmeye muvaffak olmadığı bilinen bir husustur. Oysa yerel bir güç olarak etkili olabildiği alanlarda kısmî de olsa kendi vesâyet sistemini kurmak için çabalayan ve halk tabanına ‘sosyalist demokrat’ kimliğini yaymaya çalışan tağuti örgütün, özellikle de Kürtlerin daha çok dini referanslı olan gelenekleri ve sosyal dokusuna yönelik büyük çaplı tahripkar müdahaleleri (yer yer saldırıları) vehamet arz etmektedir.
Batılaşmayı bir devlet politikasına dönüştürmüş olan cumhuriyet rejiminin neredeyse yüz yıla yakın bir süredir tam olarak gerçekleştiremediği bu amacı, tağuti örgütün etkili olduğu kır ve kent alanlarında çok daha kısa bir sürede gerçekleştirebilmiş olması da ayrıca düşündürücüdür. Tüm bunları (dolaylı olarak) devletin sunduğu imkanlarla ve türlü araçlarla gerçekleştirmesi ise ayrı bir ironi.
Devletin uzun yıllar boyunca Kürtler üzerinde uyguladığı zulümleri adeta sado-mazoşist bir haz duyarak, bu zulümlerin her zerresini kendi şirk ideolojileri için kitleselleşme yolunda kazanca tahvil eden ‘Garson Boy Tağutlar’ın, ilerisi için daha ne menhus hesaplar içerisinde olduklarını tahmin etmek hiç de güç değil.
Ağır siklet tağuti rejim ile garson boy tağuti örgütün ‘Taraflar’ olarak aralarındaki anlaşmazlıkları çözebilecekleri istikametinde kuvvetli işaretler var. Unutulmamalıdır ki büyük ya da küçük tağuti güçler arasındaki her türlü anlaşma/uzlaşmanın en büyük mağduru yine Müslümanlar olacaktır.
Bu bir öngörü değil. Tarihten günümüze süregelen ve maalesef mütemadiyen tekerrür eden hakikatlerdendir.
Tağutların anlaşıp uzaklaştıkları, işbirliği yaptıkları ve belki ileride güç birliği de yapabilecekleri temel ve ortak sorunları tevhid daveti ve Müslümanlardır.
Sözüm ona Müslüman aydın kimlikleriyle demokrasi zemininde inanç, söylem ve hatta (giderek) suret olarak da benzeştikleri garson boy tağuti örgütün siyasal ve sivil toplum uzantılarına/cenahına değişik vesilelerle katkı, destek ve kuvvet veren kişilerin/kesimlerin de bu hormonlu kızıl tağutların şişinmesi ve şişirilmesindeki paylarının azımsanacak gibi olmadığının da bilinmesi gerekir. Aynı iklimde buluşmaları tahayyül dahi edilemeyecek kişi ve cemaatler demokrasi, eşitlik ve özgürlük gibi fitneler vesilesiyle bir çok alanda ortaklaşmış oldular. Her ne kadar farklı kulvarlarda olsalar da bu şeklî farklılığın, kimliklendirilmelerinde esasa ilişkin olumlu bir etkisi olmayacaktır.
Bu bağlamda cumhuriyetin ilanından önceki süreç akıl sahipleri için bir çok ibretler barındırır. Daha öncesinden başlayan ve kurtuluş savaşıyla devam eden süreçte gördüğümüz şey şudur: İslam ve hilafetin müdafaası uğruna halkın gösterdiği olağanüstü çabalar ve fedakarlıklar… İşgalcilere karşı mücadele eden, savaşan, can verip bedel ödeyerek İslam yurdundan kovulan bir halk. Şeriat-ı garra uğruna ödediği bedellerin karşılığında örgütlü bir tağuti hareketin devleti ele geçirdiğine şahit olan bir halk… Hem yeni hem de yerli işgalciler!
Müslüman halkın canıyla ve malıyla müdafaa ettiği bu topraklarda; İttihat ve terakki’nin bir kısım artıkları sırf daha örgütlü ve organize oldukları ve batıllarla ‘irtidat’ ideolojisi üzere uzaklaştıkları için, bir anda devleti ele geçirerek halkın da tepesine indiler.
Sonraki yıllarda bu durumun diğer İslam coğrafyalarında da tekerrür ettiğini görüyoruz. Cezayir, Libya, Mısır, Suriye ve Mali de dahil olmak üzere daha bir çok ülkede trajediler yaşandı. Daha kötü olanı ise yabancı işgalciler çekildikten sonra, yerli işbirlikçi yönetimlerin kendi halklarına kendi ülkelerini zindana çevirmeleri olmuştur. Hatta yabancı işgalcilerden de çok daha vahşi işkenceler, baskı ve zulüm politikaları uygulamışlardır.
Bu durum maalesef bir kısır döngü halinde günümüzde de devam etmektedir.
Aziz İslam’ı ve İslam’ın şiarlarını tıpkı şirk önderi selefleri gibi kendi süfli emellerine alet etme de’niyetinde bulunan ‘yeşil’ ya da ‘kızıl’ müşriklerin akıllara durgunluk veren hile ve tuzaklarının sonu gelmez.
Zulmü ve zalimleri iyi tanımak gerekir. Bir zulmü görmek ve engellemeye çalışmak, olması gereken ve övgüyü hak eden bir tavırdır. Ancak güçlü bir tağuta karşı daha az güçlü bir tağutun yanında, önünde, arkasında veya aralarında bulunmanın da zulmün ta kendisi olduğunun bilincinde olunmalıdır.
Bugün bölgede kısmi güç sahibi garson boy yerel tağutun yapmaya çalıştığı ve böylelikle ulaşmayı arzuladığı nihai hedef de budur.
Devletin, cumhuriyet tarihi boyunca yaptığı tarifsiz zulümleri varlık nedeni olarak gören kürt ‘İttihat ve Terakki’si örgüt, bu hedefine ulaşmak için her yolu mubah görür. Dar bir alanda dahi iktidar sahibi olduğunda kendileri için din edindikleri barıştan, demokrasiden, eşitlikten ve ‘inançlara saygı’dan(!) söz edilmesi dahi mümkün değildir. Bunların cemaziyelevvelleri akıl sahiplerince malumdur.
Üzülerek belirtmek gerekir ki bu gidişatta, tarihin tekerrür edeceğine dair işaretler vardır. Garson boy tağutlar, tevhid akidesinden imanın izzetinden, mümin ferasetinden ve dirayetinden mahrum olan ‘Ben-i İsrail’ tiynetli bir halkın içerisinde tıpkı şeytanın insanın damarlarında dolaşması gibi fink atmakta ve onları iblisin iktidarına katkı vermeleri için fitlemektedirler.
Özellikle son dönemde yaygınlaştırılan ‘şirke davet’ ve ‘küfürde ziyadeleşme’ organizasyonlarında laik rejimin bu cenaha gösterdiği tolerans, tespihli, takkeli, badem bıyıklı ve nar taneleri kadar cemaatler sahibi modern muhafazakarların vecd(!) demine denk gelmiş olmalı ki kendilerinden sükunet dışında en küçük itirazî bir kımıltı dahi gözlemlenmemektedir.
Bunun nedeni kullukta bulundukları tağutların sadece renklerinin farklı olması olabilir mi? Onlar daha iyi bilir!
Tağuta kul olduktan sonra ha ‘kızıl’ tağuta kul olmuş ha ‘yeşil’ tağuta, ne fark eder?
İşte akıl tutulması ve basiretin körelmesi budur. Allah’ı bırakıp kutsadıkları devletleri, örgütleri ve beşeri ideolojileri bu halkın hiçbir kesimi için fayda bir yana, rüsvaylık ve azabın hafiflemesine dahi vesile olmayacaktır.
Büyük bir tağuti düzenin cenderesinden kurtulamamışken yeni yetme, garson boy başka bir tağuta ayrıca kulluk etmeye yönelen insanların hali ne kadar da gariptir.
“… Onların çoğunu işitir ya da aklını kullanır mı sanıyorsun?” (25/Furkan, 44)
Tevhid akidesi üzere, aklı selime ve basirete ne de çok ihtiyaç var!
muvahhid davetçilere ve ümmetin iftiharı mücahidlere de…
Allah’a hamd, Rasûlullah’a salat ve selamlar olsun.
İlk Yorumu Sen Yap