Az önce ne kadar da mutluydum, uykudaydım. Şu ân gözlerim kapalı, uyanmış olarak yatakta uzanıyorum, mutsuzum. Gözümü açmaktan ayrı, dönüp sağıma bakmaktan ayrı korkuyorum. Gözümü açınca hiç değişmeyen dünyamı, sağıma dönersem mutsuz dünyamın hususi cehennemi Nebahat’i göreceğim. Her sabah yaptığım ve kırk yıldır hiçbir netice elde edemediğim mutsuzluk felsefeme biraz daha devam edersem, işe gitmeden Nebahat’le karşılaşacak, ömrümden bir yıl daha eksiltmiş olacağım.
Nebahat! Kendisi karım olur. Zamanında rahmetli anamın, “Oğlum tam sana göre, hanım hanımcık, namuslu, hemi de çok güzel.” deyip evlenmeme vesile olduğu karım. Valla ne yalan söyleyeyim; ben de Nebahat’i ilk gördüğümde beğenmiştim. Sonra… Hah, işte ne olduysa sonra oldu. “Nikâhta keramet var.” diyorlar ya, inanmayın, kökü yalan! Nebahat’le evlendikten sonra keramet değil de içinden canavar çıktı. Şöyle söyleyeyim de anlayın; zavallı anacığım ölene kadar her gün “Oğlum hakkını helal et.” dedi… Ya da şöyle söyleyeyim: Biliyorsunuz ben TEM şubede bilmem kaçıncı sınıf Emniyet Müdürüyüm. Bazı eylemleri önceden haber alır, müdahale etmeyiz. Şartlar olgunlaşınca müdahale eder, suçüstü yaparız. Birinde sol örgütlerden biri eylem hazırlığında… Benim muhbirlerden biri haber verdi. Valla, Nebahat’i o bölgede buluşmaya yollayıp, eyleme de müdahale etmeyeyim diye düşünmedim değil. Bir tek Nebahat ölecek olsa tereddüt etmezdim de birçok masum ölür diye bu düşünceden vazgeçtim. Bir zaman “Nebahat polis karısısın ne olur ne olmaz, gel sana silah kullanmayı öğreteyim.” dedim. Olur ya, silah kazara ateş alır, Nebahat ölür diye düşündüm. Ne dese beğenirsiniz; hanımefendi şiddete karşıymış! Hayatta eline silah alamazmış. Ulan, sen başlı başına bir şiddet unsurusun ya neyse…
Benim çenem yine düştü. Ne yaparsın devlet memuruyuz. Devlet memuru dediğin dışından az, içinden çok konuşmayı bilen adamdır. Amire karşı içinden konuş, yönetmeliğe karşı içinden konuş, ev sahibine karşı içinden konuş, hanıma karşı içinden konuş… Sonuç, içinden konuşma uzmanı oluyorsun. Mesela, devlet memurlarının şöyle bir özelliği vardır: Birinin yüzüne gülerken içinden onunla akrabalık bağı kurar. Dünyanın en sağlam psikoloğunu getir, anlayamaz. Mesela, birazdan toplantıya gireceğim. Yaklaşık doksan dakika üstümün yüzüne gülecek, bu sürenin yarısında da küfredeceğim.
Toplantı demişken, en az Nebahat kadar beni irite eden bir derdimi daha paylaşayım sizinle… Gerçi kime anlatıyorsam derdimi! Eminim “beter ol!” diyorsunuzdur. Birbirimizden hazzetmediğimiz doğrudur… Ne diyordum? Hah, toplantı diyordum… Efendim, büyük şirketlerde her birim, en az günde üç toplantı yaparmış. Sabır Rabbim sabır! Kardeşim, biz şirket miyiz? TEM şubeyiz TEM! Terörle mücadele ediyoruz şunun şurasında. Toplantıymış, pehh! On yıldır ha bire toplantı yapıyoruz. Biz toplantı yaptıkça teröristler azıyor. Niye? Yöntem yanlış abi yöntem… Bir de hizmet içi eğitim diye bir şey çıkardılar başımıza. Tam iki ay boyunca “sorgu teknikleri” diye seminer verdiler. Efendim, insan hakları diye bir şey varmış. Zanlı sorguda kendini güvende hissedecekmiş. Avukatı olmadan zinhar sorgu odasına alınmayacakmış. Sözlü, fiilî ve psikolojik şiddet, tarafı olduğumuz uluslararası anlaşmalara göre suçmuş… Eee, ondan sonra teröristler niye konuşmuyor? Yahu, paşa muamelesi yaptığın adam konuşur mu? Ahh ah! Asacaksın askıya, vereceksin elektriği, dayayacaksın namluyu alnına, bir orkestra şefi titizliğiyle kullanacaksın copu… Bak bakalım, konuşuyor mu konuşmuyor mu? Ne günlerdi bee! Nebahat bana varlığıyla şiddet uyguladıkça ben de teröristlere… O zamanlar polisin bir ağırlığı vardı… Şimdi neredeee… Adama “Yere yat!” diyorum “Bana bağıramazsın!” diyor…
Şükür Nebahat’le karşılaşmadan evden çıktım… Beni çıldırtan üçüncü canavarla cebelleştikten sonra, kutsal toplantıma kavuşacağım… Üçüncü çıldırtıcım elbette İstanbul trafiği… Dördüncüsü amirlerim, beşincisi astlarım, altıncısı kredi kartı borçlarım, yedincisi terör örgütleri… Burada kessem iyi olacak. Çünkü hayatımda olan her şey beni çıldırtıyor galiba…
Kendimle ve tüm dünyayla çekişe çekişe şubeye vardım. Arabamı park ettim. Tam binaya giriyorken camda kocaman afiş! Hoppala paşam malkara keşannn… Polis memurlarına evlilik yıl dönümlerinde izin… “Ne olur Allah’ım 1 Nisan şakası olsun.” diyeceğim de ağustos ayındayız… Aslında yeni İçişleri Bakanını seviyorum. Adam tam benim kafadan. İlgilendiği dosyalarda taktik maktik yok, bam bam bam! İşkence demeyelim de adam çırpmak serbest. Ama o da insan neticede, etkileniyor ülkenin romantik havasından… O değil de umarım bu işi Nebahat duymaz. Mümkünü yok peşini bırakmaz bu işin. Yahu, yılların koca Selim’ini ne hâllere düşürdünüz bee! Ahh Nebahat! El âlem terör örgütlerinden, örgütler benden, ben de senden korkuyorum… Sen de biraz Allah’tan korksan ya!
Neyse efendim, odama çıktım. Hizmet içi eğitimde öğrendiğim gibi etrafa pozitif enerji saça saça masama oturdum. Pozitif enerji şöyle oluyor; pişmiş kelle gibi sırıtıyor ve gördüğünüz iş arkadaşlarınıza bakarak içinizden, “Seni seviyorum, iyi ki varsın, sana teşekkür ediyorum.” diyorsunuz. Evrene verdiğiniz mesaj size huzur, mutluluk, rahatlama olarak geri dönüyormuş. Yalnız şöyle küçük bir sorunumuz var: Ben içimden konuşmaya başladım mı bir yerden sonra “otomatik ben” devreye giriyor, küfrediyor. Onun için evrene mesaj yollamıyorum, sırıtmakla yetiniyorum… Bir çay istedim, dünden kalan işlere şöyle bir göz attım. Biraz astlarımı, pardon, çalışma arkadaşlarımı fırçaladım. Yani her günkü rutinimi yerine getirdikten sonra, on dakika falan haberlere baktım. Toplantı vaktini getirdim nihayet. Bundan sonrası mı? Ben astlarıma, pardon, çalışma arkadaşlarıma ne yaptıysam üstüm Cengiz Müdür’ün de aynısını bana yapması için toplantı odasına geçeceğim. İki blok hâlinde yapılacak doksan dakikalık toplantı sonunda, biraz daha eksilmiş ve örselenmiş olarak odadan çıkacak ve tabii ki çok verimli bir toplantı olduğu için Cengiz Müdür’üme teşekkür edecek, içimden sayıp sövecek, yaklaşık on dakika devrelerimle, pardon, çalışma arkadaşlarımla Cengiz’i çekiştirecek, sonra masama dönüp, terörle mücadeleme kaldığım yerden devam edeceğim…
Toplantı odasına geçtim. Devlet dairesinde aynı şeylere maruz kala kala neredeyse tıpatıp aynılaştığım devrelerimle, pardon, çalışma arkadaşlarımla, birbirimize pozitif, evrene negatif enerjilerimizi yolladık. Uğraştığımız örgütlerden, operasyonlardan ve yeni gelişmelerden biraz lafladık. Sonunda Cengiz Müdür’üm teşrif etti. O da her birimize pozitif, evrene negatif enerjisini yolladıktan sonra yerine geçti.
Müdürümüz öncelikle sağ ve sol şubenin birlikte toplantı yapma nedenini izah etti. Şimdi efendim, siz fanilere şöyle izah edeyim: Biz TEM olarak sağ terör ve sol terör diye iki şubeye ayrılırız. Tam da düşündüğünüz gibi; sağ masa dinci ve ırkçı terörle, sol masa da komünist terörle mücadele eder. Mücadele ettiğimiz zihniyet ve örgütler farklı olunca mücadele metotlarımız da farklı, doğal olarak toplantılarımız da ayrı oluyor. Cengiz Müdür’ümün aşırı pozitif bilgilendirmesine göre, bakanlığımız yeni bir mücadele konsepti geliştirmiş. Merkez tarafından verimli bulunan taktikler, tüm şubelere bildirilecek, böylece terörle mücadelede bütüncül bir konsept uygulanacakmış. Şu laflara da hasta oluyorum ha! Nerden buluyorlar böyle afili lafları. Bütüncül konseptmiş… Siz bu kafayla daha çok konsept bulursunuz. Bulmaya bulursunuz da işe yarar mı orasını bilemem! Asacaksın askıya, vereceksin elektriği… Neyse, ben yine kaptırdım gidiyorum. Şimdi adam bir soru soracak, öylece kalacağım. Size dert anlatmaktansa Müdürüme kulak vereyim…
Efendim, bu yeni konsepte göre; sık sık mücadele ettiğimiz örgüt mensuplarıyla temas kuracakmışız. Olur olmadık işler için ifadeye çağıracak, sık sık adres kontrolü adı altında ikametlerine uğrayacak, sık bulundukları yerlerde GBT yapacakmışız… Müdürümüz kâğıdı okurken bir ân durdu… Biz de devrelerimle, pardon, çalışma arkadaşlarımla birbirimize baktık. Eminim herkes aynı şeyi düşünüyordu. Biz yıllardır zaten bunları yapıyorduk… Müdür bey, boğazını temizleyip okumaya devam etti. Eskiden olduğunun aksine kontrol ve takip altında olduklarını hissettirmeyecek, ikili diyaloglar kurarak belli düşünceleri karşı tarafa aşılayacakmışız… Hah, böyle işte! Bana böyle şeylerle gel Bakanlık. Her ne kadar askının, elektriğin yerini tutmasa da idare eder… En azından bir değişiklik olmuş olur.
Bunların değer kabul ettiği ne varsa, onunla ilgili konuşacak, kafa karıştıracakmışız. Bin kişiden birinde bile etkili olsa, bizim için kazançmış. Mesela, diyecekmişiz ki; “Ne iş, örgütün tepesi birbirine girmiş, yakında dağılırsınız siz…” Adamın kafasına şüphe atacakmışız. Sonra diyecekmişiz ki; “Hayırdır, nerden geliyor bu derenin suyu?” ve maddi kaynaklar konusunda kılçık atacakmışız. Sonra sevilen sayılan insanlarla ilgili “Siz onun gerçek yüzünü bir bilseniz var ya…” diyecekmişiz. Artık adamın aklına ne gelirse… Zaten amaç kafa karıştırmakmış… Ehh, bana sorsanız elektriğin yerini tutmaz ama olsun, deneyeceğiz..
Bitti mi, bitmedi tabii… Bu örgüt üyelerine yapılacak olanmış. Yönetici konumundaki adamlara böyle şeyler sökmezmiş. Onlara, daha farklı bir konseptimiz varmış. Bir yöneticinin yanında bir diğerini övüp duracakmışız. “Allah Allah, işimiz gücümüz kalmadı da bu yaştan sonra terörist mi övecekmişiz!” dememe kalmadı, Cengiz Müdür’üm bizi aydınlattı. Birinin yanında bir diğerini övmek, muhatabı dolaylı yoldan yermekmiş. Bu, muhatabın övüleni kıskanmasına, hiç olmadı ondan şüphelenmesine neden olurmuş. Adam “Devletin polisi bunu övüyorsa, mutlaka vardır bir iş!” dermiş. Zaten amaç aralarını bozmak, o da olmuyorsa güveni zedelemekmiş. Ehh, bana sorsanız Filistin askısının yerini tutmaz ama olsun, yenilik iyidir. Çalışma arkadaşlarıma baktım, herkesin keyfi yavaş yavaş yerine geliyor. Doğru yoldayız demek…
Sonra haksızlığa uğradığına inananları bulup konuşacakmışız. Yıllardır örgütü izlediğimizi, onun yerinin çok başka olduğunu, onu çok sevdiğimizi, kıymetinin bilinmediğini söyleyecekmişiz. Biraz avamca olacak ama, yarayı kaşıyacakmışız. Ayrıca dinlemeye takılan örgüt toplantılarında, kendisiyle ilgili yanlış rapor verildiğini, yöneticilerin yanıltıldığını, şayet sorun yaşadığı biri varsa, özellikle onun adını zikrederek bunları söyleyecekmişiz.
Sonra her masa kendi içinde bir çalışma yapacakmış. Her örgütü güçlü kılan şeyleri tespit edecekmişiz. Sonra içeri sızan insanları kullanarak, örgütü güçlü kılan şeyleri eleştirecekmişiz. Örgütlerin güç noktalarını zayıflatırsak çözülme hızlanırmış. Parolamız “eleştir, zayıflat ve çökert”miş. Emekli olmadan bir örgütün çöktüğünü görsem, daha ne isterim! Kalan ömrümde Nebahat’le yaşamaya razı olurum. Neyse, büyük konuşmayayım ben…
Bundan sonrası bildiğimiz şeyler… Örgütle yeni tanışan insanların ailesiyle temasa geçecek, aileyi korkutacakmışız. Borçlu insanlarla temas kurup onları muhbirleştirmeye çalışacakmışız. Telefon dinlemelerine dikkat edecek, hakkında soruşturma olsun veya olmasın, siber suçlarla konuşup internet hareketlerini takip edecekmişiz. Ahlaki zaafları olanları tespit edecek ve muhbirlik teklif edecekmişiz falan fıstık… Bildiğimiz ve uyguladığımız şeyler… Bu arada “bütüncül konsept” bitmeden toplantı bitti, ama sorun yok, konsept yazılı olarak her birimize teslim edildi… Asıl bombaları sona saklamışlar diyeyim de anlayın. Daha neler neler varmış meğer… Onları da zamanla anlatacağım, sabır! Devrelerimle, pardon çalışma arkadaşlarımla, töbe töbe, efendim, hizmet içi eğitimde söz verdik birbirimize, bundan sonra negatif çağrışım yapan eski ifadeleri kullanmayacakmışız. Yok öyle devrem, astım, hacım, ökkeş, emmi vs… Bunlar eski dönemi çağrıştırıyormuş. Yenilenen modern yüzüyle teşkilatımız da pozitif olacak ve pozitif bir imaj çizecekmişiz… Başımıza ne geliyorsa şu AB sürecinden geliyor. Avrupa’ya girecekmişiz ya! Bu gidişle Avrupa’ya gireceğimiz yok da, olan bizim Filistin askısına oldu. Bizim Nebahat de çok heyecanlı. AB’ye girince vizesiz seyahat başlayacakmış. O da her yıl bir Avrupa ülkesini gezecekmiş. Gidesin de gelemeyesin Nebahat! Kadın evde yatağında yatarken bile beni sinir etmeyi başarıyor… Töbe töbe… Düşünsene odama dönüyorum, telefon çalıyor, komşum ağlamaklı… Nebahat kalp krizi geçirmiş, ambulans gelene kadar da ölmüş… Hayali bile güzel be…
İlk Yorumu Sen Yap