Savunma

Allah’a hamd Resûlü’ne salât ve selam olsun.

Daha önce iddianameyle ilgili savunmamı yapmıştım. Orada yaptığım savunmaları tekrarlıyorum. Bu savunmamda ise savcının mütalaasındaki iddialarını ele alıp sırasıyla cevaplayacağım.

1.

İddia makamı mütalaasında benim daha önce yargılandığımı ve ceza aldığımı şu cümleleri ile belirtmiştir:

“Bu sanığın, El-Kaide silahlı terör örgütü yöneticisi olduğu sabittir. Buna dair faaliyetlerini tutuksuz olarak sürdürmeye devam etmektedir.”

Savcının kendisi yasalara (anayasaya) bağlı biri değilken bir başkasını anayasaya bağlı olmamakla suçlaması hem manidardır hem de altı çizilmesi gereken bir husustur. Şöyle ki masumiyet karinesi, başta İslam hukuku olmak üzere bütün evrensel hukukta geçerlidir. Bir insanın suçu kesinleşinceye kadar o insan masumdur. Kaldı ki savcının delil aldığı bu yargılama on yıldır devam etmektedir ve ben bunun dokuz yılında tutuksuz yargılandım. Mahkemem hâlâ sürmektedir. Altı ay, sekiz ay veya bir sene arayla duruşmalar ertelenmektedir. Ve muhtemelen de dosyada hiçbir delil olmadığından bir on sene daha devam edebilir. Ama savcı bu yargılamayı benim terör örgütüyle ilişkili ve yöneticisi olduğumun sabit olduğuna delil olarak sunmuştur.

Savcı bütün iddialarını hiçbir somut delile dayandırmadan sadece ve sadece emniyet ve istihbarat raporlarına dayandırmıştır. Emniyet veya istihbaratın nasıl çalıştığı bu ülkede yaşayan herkesin malumudur. Bundan dolayı siyasiler her on yılda bir meclis kürsüsünden muhaliflerinden özür dilemek zorunda kalmaktadırlar. Çünkü kolluk teşkilatı siyasi bilinçten yoksundur. Sadece devlet refleksi ile hareket etmekte ve devletin her türlü muhalifini terörist olarak etiketlemektedir. Bununla ilgili yaşanmış bir olay anlatmak istiyorum:

“Bir gün solcuların yaptığı bir eylem sırasında ülkücüler de polise destek vermek için aynı meydanda yer almışlar. Polis ülkücülerden birini dövmeye başlayınca adam: ‘Ben anti komünistim! Ben anti komünistim!’ diye bağırmaya başlamış. Polis dayağa iki dakika ara verip adamın ne dediğini sormuş. Adam: ‘Ben anti komünistim. Komünist değilim, size yardım etmeye geldim.’ Polis iki saniye düşündükten sonra: ‘Komünistin antisi mantisi olmaz!’ diyerek adamı dövmeye devam etmiş.” Yani, polisin muhalefete bakış açısı bu şekildedir. Biri devlete muhalifse polise göre bu adam teröristtir ve bunu terörist olarak istihbarat raporlarına geçmektedir.

Kaldı ki emniyet ve istihbarattan (şahsımla ilgili) gelen bu raporlar dikkatle incelendiğinde zaten savcının bu raporların hiçbirini veya bir bütün olarak hepsini okumadığı anlaşılmaktadır. Sadece işine gelen iki tanesini okumuş ve bunları da mütalaaya dayanak kılmıştır.

• Savcı, ben tahliye olduktan sonra Sakarya’yı da kapsayacak şekilde El-Kaide ve IŞİD adına örgüt faaliyetlerini sürdürdüğümü söylemiştir.

Ben daha öncede ulusal bir gazete olan star gazetesinde yayınlanan röportajımı mahkemeye ibraz ettim. Ben sizin de okuduğunuz üzere o röportajda El-Kaide’yi inanç ve eylem olarak tasvip etmediğimi, onların da aynı şekilde bizim gibi kendilerine karşı mesafeli duran insanları tasvip etmediklerini açık bir şekilde beyan etmiştim.

İkinci örgüt olarak savcı burada IŞİD’in ismini vermiştir. Oysa savcının kastetmiş olduğu sözde eylemin yani Sakarya’da yemiş olduğumuz yemeğin tarihi 25.11.2016’dır. Fakat iddianamenin 65. sayfasındaki istihbarat raporuna bakıldığı zaman 2015 itibariyle bizim hiçbir örgüte biat etmediğimiz, buna sıcak bakmadığımız ve bizi seven insanları Suriye, Irak, Afganistan gibi bölgelere gitmemesi gerektiğine dair yönlendirdiğimiz konuşmaların yer aldığı görülür.

Haziran ayı IŞİD’in hilafet ilan etmiş olduğu aydır. Ben daha önce Tevhid Dergisi’nin 2014 Temmuz sayısını (30. sayı) mahkemeye sunmuştum. O sayıda Tevhid Dergisi’nin başyazısının başlığı “Suriye’de Yaşanan Olayların Değerlendirilmesi”dir. Yani, biz bir Müslüman camia olarak Suriye’deki olaylara dair değerlendirmemizi kaleme almıştık. Ve orada size sunduğumuz bölümde gördüğünüz gibi: “Suriye’de insanların neye inandığı ve ne için savaştığı belli değildir. Bu tip ortamlar karışık ortamlardır. Müslümanların böylesi ortamlardan şiddetle uzak durması gerekmektedir. Kaldı ki bırakın IŞİD’in hilafet kurmasını IŞİD henüz İslami bir cemaat olma hüviyetine bile sahip değildir.” diye yazmaktadır.

• Yine savcı bu iddiasının içinde El-Kaide ve IŞİD silahlı terör örgütlerinin amaçlarının anayasal düzeni yıkarak yerine şer’i esaslara dayalı bir devlet kurmak olduğunu söylemiştir. Benim de bu örgütlerin Türkiye sorumlusu olduğumu iddia etmiştir.

El-Kaide ve IŞİD Türkiye’de anayasal düzeni yıkmaya çalışmaktadırlar. Ben savcıya göre El-Kaide ve IŞİD’in Türkiye sorumlusuyum. Ama ben sadece yemek davetlerine katılıyor ve insanları yemeğe davet ediyorum. Hangi mantığa vurursanız vurun ister İslam mantığına ister Aristo mantığına ister esnaf mantığına vurun, bu, bariz bir çelişkidir. Savcının sadece devleti koruma refleksi ile iddialarda bulunduğu ama altını dolduramadığı görülmektedir. Ayrıca iki örgüt birbirinden farklı sahada birbiriyle savaşıyor ama ben iki örgütün Türkiye sorumlusuyum!

• Yine bu iddiasında savcı:

“2016’da cezaevinden çıktıktan sonra Sakarya’yı da kapsayacak şekilde faaliyetlerine devam etmektedir.”

demiştir.

Savcının bütün dayanağı veya örgüt faaliyeti düzenleme adı altında yargılanıyor oluşumun sebebi sadece Sakarya’da yemiş olduğumuz bir yemektir. Bir daha Türkiye’de bir yere yolculuk yaparken Sakarya’da durup dinlenmeyeceğimden eminim. 2016’nın Kasım ayında Sakarya’da verilen bu yemeğin bir örgüt toplantısı olduğu ispat edilmiş midir ki bunun üzerine hüküm bina edilmiş ve oraya gelenlerin hepsinin örgüt üyesi olduğu iddia edilmiştir? Polis kapıya kadar saniye saniye fotoğraf çekmiştir. Fakat polis IŞİD gibi yakıcı ve yıkıcı bir örgütün yemek toplantısını dinlememiştir (!). Resimleriyle, belgeleriyle getirip mahkemenin önüne sunmamıştır. Veya yargılama boyunca bu yargılamaya temel olan bu yemekte ne konuşulduğu insanlara sorulmamıştır. Niçin? 

Faraza biz bir örgütüz ve IŞİD adına çalışıyoruz. Bir araya toplandık. Bu örgüt elemanları karınlarını doyurmak için yemek yemiyorlar mı? Bunlar sadece bir yerlere kumpas kurmak için mi bir araya toplanıyorlar? Yani, şunu demek istiyorum: Biz gayet insani bir sebepten bir araya toplanıp, yemek yiyip, hâl-hatır sormuş olamaz mıyız? Eğer bunun aksi iddia edilip: “Hayır! Siz yemeklerinizi bile örgütsel amaçlarınız için kullanıyorsunuz.” deniyorsa bunu ispat etmek önce kolluğun, sonra bu iddiaları bir hukuk standardı olarak bu iddianameye almış olan savcının, daha sonra da mahkemenin görevidir.

Avukatlarımızla yaptığımız bütün konuşmalarda sonuç olarak vardığımız nokta şudur: Dünyadaki en zor savunma bizim savunmamızdır. Çünkü hiç olmayan bir şeyin, olmadığını ispat etmeye çalışıyoruz. Yani, bir yemek yemişiz ve diyoruz ki: “Biz bu yemekte fıkhi, güncel bazı meseleleri konuştuk.” Ama savcının iddiasına göre bu yemekte örgüt propagandası yapılmıştır.

2

. Savcı:

“Bunlar selefi, tekfirci anlayışı benimsemektedirler, cihadı farz, Demokrasiyi şirk ve tağuta bağlılığı kâfirlik olarak görmektedirler.”

demiştir.

• Savcı:

“Bunlar selefidir.”

demiştir.

Diyanet İşleri Başkanlığı ilmihalinde hak mezheplerden bahsedilen ilgili bölümde “Eşarilik, Maturidilik ve Selefilik hak mezheplerdendir.” ifadesine yer verilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı ilmihâlinde yazılan bu kısım daha önce tarafınıza sunulmuştu. Kaldı ki iddianamenin hiçbir yerinde bizim kendimizi selefi olarak tanımladığımız mevcut değildir. Daha önce hâkime hanım bana: “Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?” şeklinde bir soru yöneltmişti. Ben de cevaben demiştim ki: “Kendimizi, insanları tevhide ve sünnete davet eden Müslümanlar olarak tanımlıyoruz.” Farz edelim ki savcının iddiasını kabul edip kendimize “selefi” dedik. Selefi olmak suç mudur? Eğer selefi olmak suçsa acaba iddia makamı, Diyanet İşleri Başkanlığı hakkında da bir suç duyurusunda bulunmayı düşünüyor mu? Çünkü Diyanet selefiliği kendi ilmihalinde hak mezhep olarak nitelendirmektedir.

• Savcı:

“Bunlar tekfircidir!”

demiştir.

Anayasada kaç tane yasa veya madde var bilmiyorum ama şunu sormak istiyorum: Tekfirci olmanın suç olduğuna dair tek bir tane anayasa maddesi veya kanunu var mıdır? Tekfir, şer’i emirlerden bir tanesidir. Kur’an-ı Kerim’de Kafirun suresi vardır ve Allah (ac) o surede Peygamber’in (sav) İslam dinini kabul etmeyenlere şöyle seslenmesini istemiştir:

قُلْ يَا اَيُّهَا الْكَافِرُونَ

“De ki: Ey kâfirler!” 

Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette Allah (ac) İslam dini dışındaki dinleri kabul eden insanları “kâfir” diye isimlendirmiştir. Bunlardan biri Maide suresindeki şu ayettir:

لَقَدْ كَفَرَ الَّذٖينَ قَالُوا اِنَّ اللّٰهَ ثَالِثُ ثَلٰثَةٍ

“Allah üçün üçüdür, diyenler (teslis inancına inananlar) hiç şüphesiz ki küfre girmiş ve kâfir olmuşlardır.”  

Ben de “Allah üçün üçüdür.” diyen birine Kur’an-ı Kerim’e dayanarak “Bu kâfirdir!” dediğim zaman suç mu işlemiş oluyorum? Eğer bu bir suçsa acaba iddia makamı, Kur’an-ı Kerim hakkında da bir soruşturma başlatmayı düşünüyor mu?

• Savcı:

“Bunlar, cihadın farz olduğuna inanıyorlar.”

demiştir.

Kur’an-ı Kerim’de yaklaşık seksen ayette Allah (ac) insanlara cihadı ve tafsilatını anlatmaktadır. Bu Kitab’a iman eden bir mümin olarak ben de cihadın farz olduğuna ve kıyamete kadar farziyetini koruyacağına inanıyorum. IŞİD, El-Kaide ve benzeri örgütlerin Allah yolundaki cihad mefhumunu saptırmaları, bunu sadece kan pornografisine indirgemeleri dindeki cihad mefhumunu inkâr etmemizi gerektirmez. Bu tahriften Allah’a sığınırım. Kaldı ki, eğer mahkeme gerek görüp “Cihad farz mıdır?” diye Diyanet İşleri Başkanlığı’na ve herhangi bir İlahiyat fakültesine bir yazı yazarsa başta Diyanet İşleri Başkanlığı ve İlahiyat Fakültesi olmak üzere bütün dinî kuruluşlar: “Evet cihad, namaz gibi oruç gibi farzdır.” diyeceklerdir.

• Savcı:

“Bunlar, demokrasiyi şirk olarak görmektedirler.”

demiştir.

Demokrasinin şirk olduğunu kabul etmenin suç olduğuna dair anayasada bir madde var da bizim mi haberimiz yok? Eğer bize: “Siz niçin demokrasiyi şirk olarak kabul ediyorsunuz?” diye sorulmuş olsaydı biz bunu gayet güzel açıklardık. Allah (ac) A’raf suresinde şöyle buyurmaktadır:

اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُ

“Dikkat edin! Yaratmak da emretmek de Allah’a aittir.” 

Yani, nasıl ki yaratma fiilinde Allah’a ortak kabul etmek şirk ise aynı şekilde kanun yapma meselesinde Allah’a ortak kabul etmek de bir şirktir.

Burası bir mahkemedir ve mahkeme başkanı bu yargılamaya hâkimdir. Eğer bizlerden biri usule aykırı bir davranışta bulunacak olsa başkan hemen bizleri uyarır. Çünkü buranın sorumluluğu başkanın omuzlarındadır ve kendi sorumluluk alanına kendisinden başka birinin müdahale etmesine fıtri olarak müsaade etmeyecektir. Şu soruyu sormak istiyorum: Siz yargılamada, ben kendi evimde, esnaf olan arkadaşımız iş yerinde: “Burası benim mülkümdür ve mülkümde benden başkası konuşamaz.” derken, âlemlerin Rabbi olan Allah bu kâinatı yaratmış, içine sayısız rızık yerleştirmiş ve bizi yoktan var etmişken; Allah kendi mülkünde insanların kanunlar çıkarmasına neden müsaade etsin? Evet, demokrasi bir dindir ve şirktir. Ben demokrasiden berîyim. Ve ömrümün sonuna kadar da insanlara -Allah beni hidayet eder ve benden rahmetini esirgemezse-: “Demokrasiden uzak durun! O, Hristiyanlık gibi Yahudilik gibi Laiklik gibi insanları ateşe götürür.” demeye devam edeceğim.

• Savcı:

“Bunlar, tağuta bağlılığı kâfirlik olarak görmektedirler.”

demiştir.

Aynı sorumu tekrar ediyorum: Yasalarda tağuta bağlılığı küfür olarak görmenin suç olduğuna dair bir madde mi var? Şayet böyle bir madde yoksa bize: “Niye böyle inanıyorsunuz?” diye sorulsaydı şöyle derdim: Kur’an-ı Kerim’de sekiz ayrı ayette Allah “tağut” kavramından bahsetmiştir.

Bakara Suresi 256. ayette Allah (ac) şöyle buyurmaktadır:

فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللّٰهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰى لَا انْفِصَامَ لَهَا

“Kim tağutu inkâr eder Allah’a iman ederse kopması olmayan sapasağlam kulpa yapışmıştır.”

Nahl Suresi 36. ayette ise Allah (ac) şöyle buyurmaktadır:

وَلَقَدْ بَعَثْنَا فٖى كُلِّ اُمَّةٍ رَسُولًا اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَ

“Andolsun ki biz her ümmetin içinden: ‘Allah’a ibadet/kulluk edin ve tağuttan kaçının.’ (diye tebliğ etmesi için) resûl göndermişizdir.”

Yüz yirmi dört bin peygamber tağuta bağlılığın küfre götürdüğünü anlatıp insanları tağuttan uzak durmaya davet etmiştir. Nitekim yüz yirmi dört bin peygambere iman eden Müslümanlar olarak bizlerde tağuta bağlılığı kâfirlik olarak görüyoruz. Ve umuyorum ki Rabbim son nefesimize kadar da bizi bu akide üzere sabit kılar ve canımızı bu şekilde alır. (Allahumme amin.)

3.

Savcı:

“IŞİD’in bölgede hakimiyet kurması ve üstünlüğü ele geçirmesi üzerine Halis Bayancuk bu örgüte yönetici (sorumlu) olmuştur. Ve (adına ‘davet’ dediği) terör faaliyetlerini bu örgüt adına yürütmektedir.”

demiştir.

İki dosyamızda ve daha önceki hukuki yargılamalarda bulunan birtakım önemli hususlar savcının bu iddiasını yalanlamaktadır. Bu iddialarla ilgili daha önce de şunu söylemiştim. IŞİD’in hilafet ilanı 2014’tür. IŞİD’in Türkiye’de terör örgütü kabul edilmesi ise 2015 yılıdır. Bizim iddianememizin ikinci sayfasında ve emniyetten mahkemenin istediği bilgi notunun üçüncü sayfasında 2015 itibari ile bizim insanları bu tip örgütlerden sakındırdığımız zaten vardır. Kaldı ki 2014 yılında Van’da açılmış olan dava El-Kaide davasıdır, IŞİD davası değildir. Ve yine 2015 yılında yani, benim 2016’da tahliye olduğum dava da El-Kaide davasıdır. Bu sebepten ötürü ortada bir çelişki bulunmaktadır. Yani, savcı bizim IŞİD yöneticisi olduğumuzu söylemiştir. Ama İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2015 yılında açtığı ve hâlen devam eden dava El-Kaide davasıdır. Emniyet ise raporlarında 2015 yılı itibariyle bizim bu örgütlerden insanları sakındırdığımızı söylemektedir. Yine burada yargılanmadan üç ay önce Ankara’da IŞİD üyeliğinden yargılandım ve mahkeme o soruşturmada örgüt üyeliğine dair koğuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Yani, üç ay önce zaten ondan beraat etmiştim. Savcının: “Örgüt güçlendikten sonra bu adam IŞİD’e katılmıştır.” iddiasının gerek devam eden hukuki yargılamalar gerek istihbarat raporları gerekse de Ankara’nın vermiş olduğu karar ile zaten yerinde olmadığı açıkça görülmektedir.

4.

Savcı:

“15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasında FETÖ aleyhine beyanda bulunması üzerine ilerleyen süreçte IŞİD’le anlaşmazlığa düştü ve 31.01.2018 tarihi Terörle Mücadele Daire Başkanlığı’nın bilgi notunda son dönem itibariyle IŞİD örgütü ile arasında ihtilaf oluştu.”

demiştir.

Savcı burada kelime oyunu yapmıştır. Zannımca elinde hiçbir somut delil olmadığından dolayı sürekli topu taca atmaktadır. Hakim bey, bilgi notuna baktığımız zaman evet, bilgi notunun size geliş tarihi 2018 olabilir. Ama emniyetin göndermiş olduğu raporda 2015 itibariyle çatışma bölgelerinde faaliyet gösteren herhangi bir gruba biat edilmediği, bu yöndeki düşüncelere sıcak bakılmadığı belirtilmektedir.

Sanki savcı şöyle bir çerçeve çizmiştir: “Her ne kadar 2015 yılı itibariyle bunların, insanları bu örgütten sakındırdığı sabit olsa da 2016 yılında Halis Bayancuk cezaevinden çıktıktan sonra IŞİD örgütü yöneticisi olarak ülkede yoğun faaliyetlere devam etmektedir. Çünkü emniyetten istenen raporun tarihi 2018 yılıdır.”

Oysa iddianamenin 121. sayfasında Akman Öztürk, biriyle yaptığı telefon konuşmasında gelip benimle görüştüğünü, bizim IŞİD’le bir bağımızın olmadığını ve insanları onlardan sakındırdığımızı, karşısındaki kişiye iddianamenin 121. sayfasında anlatmıştır.

Dikkatinizi bir şeye çekmek istiyorum. Sakarya’da yemiş olduğumuz yemeğin tarihi 25.11.2016’dır. Bu konuşma ise 06.11.2016 tarihinde yani, yemekten 19 gün önce yapılmıştır. Savcı: “Halis Bayancuk bu yemek esnasında hâlen örgütle bağlarını devam ettirmektedir.” demiştir. Ancak dikkat edilirse bu telefon konuşması yemekten 19 gün öncedir ve Akman Öztürk o telefon konuşmasında, bizim IŞİD olmadığımızı ve insanları bu tarz örgütlerden sakındırdığımızı söylemiştir.

• Savcı:

“Bunlar 2016 darbe girişiminden bir müddet sonra IŞİD’le faaliyetlerine devam ettiler.”

demiştir.

Fakat iddianamenin 69 ve 70. sayfasındaki istihbarat raporu bunu yalanlamaktadır. Çünkü, darbenin hemen akabinde IŞİD’cilerin bizleri kâfir olarak gördükleri ve bizlere karşı çok ciddi bir tepki ortaya koydukları istihbarat raporunda mevcuttur.

5.

Savcı

: “Bu bağlamda kendisine bağlı örgüt mensuplarını IŞİD’in çatışma bölgelerine göndermekte ve bu yönde icazetler vermektedir.”

demiştir.

2015 tarihli istihbarat raporunu daha önce okumuştum. Bu göstermektedir ki savcının: “Son dönemde IŞİD’e bunlar eleman göndermektedirler.” iddiası bu rapor ile yalanlanmıştır. Kaldı ki burada buna dayanak olarak gösterilebilecek olan tek şey Volkan Karakollu’nun ifadesidir. Bu ifadeyle ilgili daha önce avukatım savunma yapmıştı. Ben kısa bir şekilde birkaç şeyi tekrar izah etmek istiyorum:

Volkan Karakollu: “Ben 2014 yılında mescide gittim. Orada Halis Bayancuk IŞİD’in propagandasını yaptı. Sonra bana bir telefon verdiler, ben de gittim IŞİD’e katıldım.” demiştir.

Hakim bey, eğer bakacak olursanız ben o tarihte, Van cezaevinde tutuklu bulunuyorum. Söz konusu kişi açıkça yalan söylemiştir.

Volkan Karakollu: “Ben 2014’te Halis Bayancuk’un propagandasına maruz kaldıktan sonra IŞİD’e katıldım.” demiştir. Ama daha sonra istihbarat, IŞİD’in düzenlemiş olduğu kimlikleri ele geçirmiş. Volkan Karakollu’nun IŞİD kimliği de bizim dosyamıza girmiştir. Bu kimlikte Volkan Karakollu’nun IŞİD’e katılım tarihi 2013 olarak gözükmektedir. Kaldı ki Volkan Karakollu demiştir ki: “Ben 2014’den sonra Halis Bayancuk’un derslerine 4 yıl boyunca devam ettim.” Hakim bey, bu şahıs 2014’de bizim mescide gelmişse hâlâ bizim mescide geliyor olması lazım. Ama bu şahıs 2015 yılında yakalanmış ve bu ifadeleri vermiştir. Bütün bunların yanında Volkan Karakollu: “Bana onlar referans oldu.” demiştir. Ama IŞİD kimliğinde (kimlik dosyamızda da mevcuttur.) Kendisine: “Sen kimin referansıyla buraya geldin?” sorusu sorulmuştur. 

“Kimsenin referansı ile gelmedim.” dediği için oraya bir boşluk atılmış ve bir çizgi çizilmiştir. Bunlara rağmen biz ısrarla şunu mahkemeden talep ettik ve hâlâ bu talebimize devam ediyoruz. Bu yalancı şahsın buraya çağrılmasını ve bizim karşımıza oturtulup bizi tespit etmesini istiyorum. Yalan söylediği ve kolluğun bu ifadeyi ona zorla verdirttiği açık bir şekilde görülecektir.

6.

Savcı, benim “Ebu Hanzala” adlı künyeyi kod isim olarak kullandığımı iddia etmektedir.

2008 yılından itibaren beş ayrı yargılama süreci geçirdim. Her yargılanma iddianameye “Ebu Hanzala kod isimli Halis Bayancuk” diye geçmektedir. Ve bugün hiç yerinizden kalkmadan internete “Ebu Hanzala” diye yazarsanız bütün ulusal kanallarda ve gazetelerde “Ebu Hanzala kod isimli Halis Bayancuk” diye çıkar. Birinci dosyada olması kısmen anlaşılır olsa da sonraki dosyalarda olması anlaşılır bir şey değildir. Benim oğlumun adı kimlikte Muhammed Hanzala’dır. Ebu Hanzala da “Hanzala’nın Babası” anlamına gelir. Ülkede bu kadar haber olmuş bir adamın hâlâ bunu kod isim olarak kullandığını söylemek akıl kârı değildir. Çünkü kod ismin amacı şahsı gizlemektir. Eminim orada oturan gazetecilere de şu an sorsanız deseniz ki: “Halis Bayancuk kimdir?” size bakarlar. “Ebu Hanzala kimdir?” derseniz beni gösterirler. 

Az önce dediğim gibi oğlumun adı Muhammed Hanzala’dır. İslam hukukunda çocukla künyelenmek meşhurdur. Türkiye’nin, neredeyse tamamının müntesip olduğu Hanefi mezhebinin kurucusunun adı Numan b. Sabit’tir. Ama eminim şu an salondaki birçok insan Numan b. Sabit ismini duymamıştır bile. Daha çok “Hanife’nin Babası” anlamına gelen İmam Ebu Hanife ismini duymuştur.

7.

Savcı benim terör örgütünün propagandasını yaptığımı iddia etmektedir.

Bu iddia birleşen dosyada vardı. Savcı da aynısını tekrar etmiştir. Ben 183 sayfalık iddianame ile 150 sayfalık birleşen iddianameyi baştan sona okudum. Ne IŞİD’i savunduğuma dair bir konuşmamın olduğuna ne de bu örgütün herhangi bir eylemini desteklediğime dair tek bir ibareye rastlayamadım. Ve şunu sormak istiyorum: “Benim hangi konuşmam IŞİD propagandası olarak değerlendirilmektedir?” Şayet mahkeme veya savcılık hangi konuşmamdan bunun anlaşıldığını bana gösterirse bende buna dair savunma yapacağım. Çünkü propaganda somut bir şeydir. Bir örgütten ve onun eylemlerinden överek bahsedersiniz.

İstihbarat raporları bilgi notu 3. sayfada IŞİD’in beni ölüm listesine aldığını söylemektedir. İddianamenin 65. sayfasında 2015 yılı itibariyle benim insanları bu örgütten sakındırdığıma dair açıklamalarım yer almaktadır. Ben, ne zaman bu örgütün propagandasını yapmışım? Acaba bu propaganda 2015’ten önce midir? Eğer öyleyse benim zaten yargılamalarım devam etmektedir. Bu, buranın konusu değildir. Yok eğer 2015’ten sonraysa bunu bana gösterirseniz ben de ona göre cevap veririm.

Bu, savcının benim hakkımdaki iddialarıydı. Elimden geldiği kadar bunlara cevap vermeye çalıştım. Bunun dışında da ben yargılamayla ilgili bazı maddelere temas etmek istiyorum.

Bütün yargılama boyunca bana sadece üç tane soru sorulmuştur. İki soruyu hâkime hanım bir tanesini ise savcı sormuştur. “Ebu Hanzala ne demektir?”, “Senin oğlun 2016 yılında doğdu niye bu ismi daha önceden kullandın?” ve “Siz kendinizi ne olarak tanımlıyorsunuz?”

Biz burada sadece Türkiye’nin değil bütün dünyanın tanıdığı ve bizim de başta inancı ve itikadı olmak üzere yaptığı bütün eylemlere karşı olduğumuz, sadece Türkiye’de 300-400’e yakın insan öldürmüş bir örgütten yargılanıyoruz. Böyle bir yargılamada bize: “Bu bombalar nedir? Evinden çıkan bu silahlar nedir? Şu vermiş olduğun talimatı niye verdin?” gibi sorular sorulsaydı anlamlı olabilirdi. Ama “Ebu Hanzala ne demektir?”, “Senin oğlun 2016 yılında doğdu niye bu ismi daha önceden kullandın?” ve “Siz kendinizi ne olarak tanımlıyorsunuz?” şeklinde sadece üç sorunun sorulması bile bu yargılamanın aslında hiçbir somut dayanağının olmadığını alenen göstermektedir.

Yargılama boyunca bizim bütün taleplerimiz reddedildi. Bütün sorularımız cevapsız kaldı. Ben tekrar bir-iki soru sormak ve bunların cevaplanmasını istiyorum.

— Ben hangi delile dayandırılarak bu örgütle ilişkilendirildim? Bir yıldır bundan ötürü tutuklu bulunuyorum. Bunun somut bir şekilde ortaya konmasını istiyorum.

— Benim hangi konuşmam veya hangi davranışım bu örgütün propagandası kabul edildi? Kitaplarım incelendi deşifre edildi, konuşmalarım incelendi deşifre edildi. Bunun somut olarak ortaya konmasını istiyorum.

— Hem bu iddianamemizde hem de diğer iddianamelerinizde yer alan bir paragrafı okumak istiyorum. 2008 yılında yargılandığım El-Kaide dosyasında şu ifade yer almaktadır:

“Ülkemizde gerekli koşulları sağlamaları ve maddi destek bulmaları durumunda El-Kaide terör örgütünün ülkemizde gerçekleştirdiği daha önceki sansasyonel eylemler gibi eylem yapma potansiyeline sahip oldukları tespit edilmiştir.”

Yani, 2008 yılında diyor ki mahkeme: “Tamam şu an bir şey yok ama ileride bunlar para kazanır, imkân bulurlarsa zannımızca bunlar ülkede eylem yaparlar.”

Van’da yargılandığım dosyada ise geçen ifade şudur: “Lüzuma binaen soruldu: Halis Bayancuk, şayet emniyet seni engellemeye devam eder, senin iddia ettiğin davet faaliyetlerini engellerse ne yapmayı düşünüyorsun?”

Cevaben: “Geçen on yılda ne yapmışsam önümüzdeki on yıl da aynısı yapacağım. Nasıl geçen on yılda sadece insanlara İslam’ı tebliğ ettiysem bundan sonra da insanlara İslam’ı tebliğ etmeye devam edeceğim.” dedim.

Yıl 2017. Bizim şu anki dosyamızda ise şu ifadeler yer almaktadır:

“Halis Bayancuk’un selefi tekfirci örgüt faaliyetlerinin, çatışma bölgelerinde faaliyet gösteren örgütlere katılıma teşvik edeceği, radikalleşme sürecine katkı sağlayan şahısların ilerleyen süreçlerde ülkenin güvenliği açısından tehdit oluşturabileceği değerlendirildiği tespit edilmiştir.”

Heyete şunu sormak istiyorum: 2008’de: “Şu an paran yok. Paran olmadığı için eylem yapmıyorsun. Paran olsa biz senin eylem yapacağını düşünüyoruz.” dediler ve beni yargıladılar. “Eyvallah!” dedik ve Allah’a havale ettik. Yıl oldu 2015. İddianamede gelir giderlerimiz mevcuttur. İddianameye göre değil bir tane, yüzlerce eylem yapacak imkânımız var. Ama savcı yine aynı soruyu bana sordu: “Eee şimdi on sene sonra devlet seni tekrar engellemeye devam etse ne yapmayı düşünüyorsun?” Ben de dedim ki: “10 senedir 5 kere engellendim ne yaptım? Sadece onları Allah’a havale ettim ve davetime devam ettim. Ne yaptıysam aynısını yapacağım.”

Yıl oldu 2018. Aradan geçti on sene. Ben yine mahkemedeyim. Yine aynı sözler var. Yani: “Tamam, şu an somut bir şey yok; ama biz ilerde senin bu yaptıklarının ülke için tehdit oluşturabileceğini değerlendiriyoruz.” diyor savcı. Ben aramızdaki ortak bütün değerler adına, eğer vatandaşlıksa vatandaşlık, eğer Allah inancı varsa Allah inancına binaen şunu sormak istiyorum: “Böyle bir şey hangi akılla kabul edilebilir?” Yani, nasıl ki siz bir kasabı tutup: “Ey kasap, senin elinde kesici delici aletler var. Korkarız ki sen yarın öbür gün insanları kesebilirsin.” demiyorsunuz. Yine, bir senaristi kenara çekip: “Senin yapmış olduğun filmler insanları şiddete teşvik edebilir.” deyip onun filmlerini yasaklamıyorsunuz. Aynı şekilde bizi de “İleride şunları yapabilirsiniz.” diyerek suçlayamazsınız/suçlamamalısınız. Somut delillere göre hareket etmelisiniz. Fikirlerimiz, size marjinal veya radikal gelebilir. Ama yargılamaya konu olamaz. 

Daha önce de demiştim: Anayasa, toplumla devlet arasında bir sözleşmedir. Ve bu sözleşmeye ilk bağlı kalması gereken devlettir. Eğer devlet kendi yasalarını çiğnerse karşısındaki halka: “Siz niye yasalara bağlı kalmıyorsunuz?” deme hakkını/meşruiyetini/otoritesini yitirmiş olur. Onun için bu üç iddianamedeki ortak ifadenin değerlendirilmesini istiyorum.

Siz heyet olarak Emniyet Genel Müdürlüğü’nden ve İçişleri Bakanlığı’ndan: “Bu adamların IŞİD’le bağlantısı var mı?” diye rapor istediniz. Cevap olarak Emniyetten ve İçişleri Bakanlığı’ndan gelen bilgi notunda: “Evet, bu adamların IŞİD’le bir alakası vardır.” diye tek bir ifade yoktur. “Bilakis, bunların IŞİD olmadığı, IŞİD’in ölüm listesinde yer aldıkları, IŞİD’den insanları sakındırdıklarına dair…” ifadeler vardır.

İçişleri Bakanlığı’ndan gelen raporda IŞİD’in Türkiye’ye yönelik yaptığı on yedi eylem tüm tafsilatıyla yer almıştır. Eylemi kim yapmıştır? Eylemin talimatını kim vermiştir? Bunlardan hangisi ölmüş hangisi yakalanmıştır? Hangisi hâlâ faaliyetlerine devam etmekte ve yakalanmamıştır? Tek tek isimleri geçmektedir. Ne bu örgütün yöneticisi olduğu iddia edilen ben ne de şurada yargılananlardan bir tanesinin dahi ismi İçişleri Bakanlığı’nın raporunda geçmemektedir.

Kaldı ki bu raporda gözden kaçan çok önemli bir husus vardır: IŞİD ilk defa 13.07.2015’te Yargıtayın onaylamasıyla terör örgütü olarak kabul edilmiştir. Daha önce mahkemeye Tevhid Dergisi’nin 2014 yılı Temmuz sayısını vermiştim. Bu sayı iki ayrı baskı yapmış, dört-beş bin adet piyasaya sunulmuş ve Kültür Bakanlığı’nın kontrolünden geçmiştir. Orada IŞİD’e yönelik eleştirilerimizi paylaştık. Yine bu raporla açığa çıkmıştır ki bu tarih itibariyle (2015) bu tip örgütlerle aramızda mesafe vardır.

Bütün bu söylediklerime ek olarak şunu söylemek istiyorum: Eğer benim gerçekten ismi geçen El-Kaide, IŞİD gibi örgütlerle bir bağım varsa ve bundan ötürü burada yargılanıyorsam zaten verilecek olan ceza hakkımdır. Çünkü ben dahi meşru olmadığına inandığım örgütlerle ilişki içerisine girmişim demektir. Lakin benim sempatizanlık da dahil olmak üzere bu iki örgütün (El-Kaide ve IŞİD) ne inancına ne de eylemlerine sıcak bakmadığıma/tasvip etmediğime Allah şahittir, Melekler şahittir, Müslümanlar şahittir, maalesef ve maalesef hukuk garabeti ve skandalı olan mevcut iddianame de şahittir. Ama eğer ben başta Demokrasi ve Laiklik olmak üzere Kur’an’a ve Sünnet’e aykırı olan bütün dinlerden insanları sakındırdığım, tağuttan uzak durduğum, mevcut yönetim İslami esaslara dayanmadığından bu yönetimden teberrî edip uzak durduğum için burada yargılanıyorsam bunu zaten en başta gören Allah’tır. Ve Allah kendi kulunu korumaya muktedirdir. Şüphesiz ki O, koruyanların en hayırlısı ve merhamet edenlerin en merhametlisidir.

Ve diyorum ki: Allah bana yeter. O, ne güzel vekildir; O ne güzel yardımcı ve O ne güzel dosttur. Emniyette daha önce de söylediğim bir şeyi tekrar ediyorum: Bu, bizim siyasi otoriteye muhalif olduğumuz için başımıza açılmış olan bir yargılamadır. Hâliyle bu bir zulümdür. Heyetin de bu zulme ortak olmamasını istiyorum. Kıyamet gününde bana zulmeden veya bu zulme ortak olan herkesten davacı olup hakkımı almadan Allah’ın huzurundan ayrılmayacağım. Allah’ın Zümer suresindeki şu ayetini hatırlatmak istiyorum.

ثُمَّ اِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عِنْدَ رَبِّكُمْ تَخْتَصِمُونَ

“O gün Allah’ın huzurunda siz muhakeme/muhasebe olacaksınız.” 

Yani, burada yargılandığımız gibi günün birinde Allah’ın huzurunda da yargılanacağız. Ve Allah büyük küçük bir şey bırakmadan hepimizi hesaba çekecektir. 

Bütün bunların değerlendirilmesini ve heyetin başta İslam hukuku olmak üzere evrensel hukukun gereği neyse onu yapmasını talep ediyorum. Sözümün sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir. Beni dinlediğiniz için de teşekkür ediyorum.

Bu yazı, Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesi, 2017/233 Esas no’lu dosyanın 27/06/2018 tarihindeki karar mahkemesinde Ebu Hanzala Hoca’mızın savunmasının ses dökümüdür.

 

Önerilen makaleler

1 Yorum

  • Erhan AbdurRahman 2 yıl önce Cevapla

    Allah (Azze ve Celle) ayaklarınızı sabit kılsın, El-Fettah ismiyle sizin ve esaret altındaki tüm kardeşlerimizin bağlarını çözsün..
    Allahumme Amin ..
    Allahumme Amin ..
    Allahumme Amin ..
    Velhamdulillahi Rabbil alemin..

Cevap Ver