Sanat ve Denaet

Sanat, terim olarak “görsel, maddi veya zihnî bir iş ve çabada izlenen düzenli ve özel yol ve yöntem” anlamındadır. Bir alanda maharet kazanmak, akla ve kalbe en yüksek güzellik tadını verecek şekilde bir duygu ve düşünceyi farklı yöntemlerle ifade etme çabası şeklinde de tanımlanır.
[1]

Sanat; endüstriyel, görsel, ritmik, fonetik, karma ve edebî gibi farklı türlerle esasen insanların hayatına daha önceden hazır olmadıkları veya tahayyül etmedikleri farklı bakış açıları ve boyutlar katmayı amaçlar.

Hakiki ve gerekli bilgi, yalan ve lüzumsuz bilgiyi nasıl dışlıyor ve onun yerini alıyorsa negatif duygu ve düşüncelerin, pozitif duygu ve düşüncelerle değişiminin en etkili yollarından biri de sanattır. Yani daha düşük düzeyli, daha az iyi ve insanların refah ve mutluluğu için daha az ihtiyaç duyulan duygular; kişinin duygu dünyasından çıkarılarak yerlerine daha doygun, müspet, kaliteli ve insanların refahı ve mutluluğu için daha çok gerekli duyguların geçirilmesinin de vasıtasıdır. Aslında sanatın bir amacı da budur. İşitsel, görsel ve diğer yönleriyle sanat; muhtevasıyla/içeriğiyle ne ölçüde bu amaca hizmet ediyorsa o derece iyidir. Bu amaçtan ne ölçüde mahrum ve uzaksa o ölçüde de kötüdür.

İnsanın yatkınlık ve yetenekleriyle yaptığı şeyler gözlem, çalışma veya uygulama yoluyla elde edilen üstün nitelikli öğrenme becerisi, bir işi estetik duyguyu yansıtacak biçimde gerçekleştirme tarzı, bir etkinliğin gerçekleştirilmesi veya belli bir işin yapılmasıyla ilgili yöntem, bilgi ve kuralların tamamı sanat tanımı çerçevesinde değerlendirilebilir.

Sanat, duygu ve düşünceleri hoşa giden uyumlar, oranlar ve bağlantılarla anlatabilme yeteneğidir. Güzelliğin sırlarından biri de bu bağlantılarda ortaya çıkan estetiktir. Estetiği ortaya çıkaran öğeleri birbirine birleştiren bağların kaldırılmasıyla güzellik de ortadan kalkmış olur.

Bir medeniyetin en esaslı göstergelerinden biri olan sanat; inanç, ahlak ve dünya görüşü ile yaşayış biçiminin estetik kimlik kazanmış hâlidir. Bundan dolayı ait olduğu medeniyetin asli ilkelerinden soyutlanamaz. İslam ümmetinde sanat erbabının dünya görüşünün bir dili olan sanatın, her şeyden önce inanç taşıyıcısı mesajının estetik ifadesi olarak gözettiği husus tevhid olmuştur. İslam toplumunda mimari, kabartma, seramik, şiir, görsel ve edebî alanda olsun, bütün sanatlar esasen tevhide yaslanmıştır.

Sanatçılık her şeyden önce edepli, ahlaklı ve faziletli olmak demektir. Edepsizlikle, küstahlıkla, cahil cüretiyle toplumun inanç esaslarına ve değerlerine saldıranlar sanatkâr olamazlar.

Sanat, insanların hayattan zevk almasını sağlayan, hayatı en güzel bir biçimde değerlendirmesini öğreten ve akıl ile duyguyu birleştirerek insanın donuk/mekanik katılıklardan uzaklaşmasını sağlayan bir olgudur. Hâl böyleyken toplumumuzda sanat denince genellikle vur patlasın çal oynasın, zevk, sefa, heves ve heva gelir insanların aklına. Zira toplumun getirilmek istendiği nihai hedef budur.

İslam tarihi boyunca ortaya çıkan örneklere bakıldığında görülecektir ki tevhid temelli sanat, insanların zihnî kavrayış ile gönlün yakaladığı hakikati aynı kanalda buluşturup aynı dili paylaşmayı sağlamıştır. Bu şekilde daha derin, nitelikli ve hayatın gözden kaçan yahut görülmemiş farklı boyutlarını bizlere takdim etmektedir. Bu sanat, insan idrakini gayba sarkıtmanın veya yükseltmenin önemli bir aracı olarak icra edilmiştir. Bu özelliğiyle sanat, insandaki ve kâinattaki gizemin keşfinde önemli bir araç ve köprü olmuştur.

Sanatçılar ve eserleri, her tür ve düzeydeki açılımlarda geleneğin birikim çizgisinden sapmadan, sanatın pek çok dalında kendi klasiğini de oluşturarak bağlı olduğu hakikate tercüman olmaya çalışmıştır. Aynı zamanda bu eserler, din -özellikle de İslam- karşısında asla bağımsız bir statü elde etme çabası ve amacı içinde olmamıştır. Sanat, esas itibarıyla batıla doğru değil, hakikat istikametinde ilerlemenin ve insanlığın mükemmele doğru yürüyüşünün bir vasıtasıdır.

İslam sanatı, ortaya çıkışıyla imanın estetik boyutunun ele aldığı alana uygun bir görünüm oluşturmada medeniyetlere emsalsiz bir örneklik sunmuştur. İslam sanatı, hiçbir devirde Batı kaynaklı uç noktalardaki akımlara kapılarak geçici ve hevai olanı ebedî ve hakiki olanın yerine ikame etmemiştir. İslam sanatı, metanın meta, insanın insan ve Xalıq’ın/Yaratıcı’nın Xalıq/Yaratıcı olduğu anlayışına daima sadık kalmıştır. Bu anlayışı tarih boyunca tam anlamıyla göz kamaştırıcı bir şekilde somutlaştırmada da başarılı olmuştur.

Kevaşe[2] Sanat ve Çöküntü Kültür

Sanatkârlık adına, insanlığın faydasına bir eser veya değer üreten kimselere hem mesleki açıdan hem de insanların hayatına farklı bir tat ve renk katma kabiliyeti açısından olumlu anlamda farklı bir gözle bakılır.

Bu tür kişilere sanatkâr sıfatı taşımalarından ötürü toplum içerisinde daha fazla değer verilir, müsamaha gösterilir, hoşgörüyle karşılanır ve zaman zaman abartılı sevgi gösterilerinde bulunulur.

Sanatçı her şeyden önce içinde yaşadığı toplumun kültür ve medeniyetine vâkıf olmalı ve sanatını toplumun, kendisini nispet ettiği inanç değerlerine ve ahlak kurallarına uygun bir şekilde icra etmelidir.

Hepimizin sıklıkla müşahede ettiği gibi büyük çoğunluğu aslen denaetkâr olup sanatkâr kimliği namıyla malum ve meşhur kişiliklere gösterilen anlayış, hoşgörü, tolerans ve ilginin binde biri dahi hakiki manada sanat erbabı olan değerli şahsiyetlerden esirgenmektedir. Bu da sistemin ve toplumun tevhid ve sünnet temelli manevi değerler ve ahlaki normlarla münasebetinin hangi seviyelerde olduğuna dair fikir vermektedir.

Toplumun beğenisini, sevgisini ve takdirini kazanan denaet ehli, sözde sanatçıların sanat adına herhangi bir dertleri olmadığını açıkça gösterircesine genel anlamda dinî değerlere değil, özellikle İslami değerlere küstahça saldırma cüretinde bulunmaları da yuvarlandıkları çukurlardaki derekelerinin derinliğini gösterir.

Bu tür kevaşe tiplerin sanatçı (!) namıyla belli mecralarda şöhretlendirilmeleri ve yüksek reytinglere gark olunmaları, laik rejimin önceliklerinden olan, “toplumun arzulanan çağdaş uygarlık (kevaşe kültür) hedefi” istikametindeki değişim ve dönüşümü sağlamaları için Cumhuriyet Dönemi’yle yaşıt olan uzun soluklu projesinin birer öğesidir. Bu proje tipler, her daim devletin gölgesini ve ihsanını üzerlerinde ve yanı başlarında görmüşlerdir.

Bu kevaşeler birtakım algı operasyonlarıyla sıradan insanlardan farklı ve üstün gösterilmeye çalışılır. Fakat özellikle de toplumun aklı başında ve manevi değerleri önemseyen kesimleri tarafından benimsenip ilgi gösterilerek sahiplenilen kişilikler değillerdir. Bu kesimlerin de sesi fazla çıkmadığı için çöküntü kültür temsilcilerinin çığırtmaları karşısında zayıf ve etkisiz bir görüntü vermektelerdir.

Nitekim tevhid ve sünnet ehli mümin toplumun en büyük değer atfettiği şey, inanç ve manevi değerlerdir. Tarih boyunca yaşandığı gibi bu değerler de en çok ihtiram gösterilen, savunulması için her türlü fedakârlıkta bulunulan ve bunun için canların ve malların feda edildiği mefhumlardır.

İnsanın varlığının anlamı ve amacı olan bu değerlerden bihaber olarak yapılan sanat, hakikatte hiçbir kıymet ifade etmez. Şer’i ve fıtri değerleri yok sayıp inkâr ederek veya onlara saygısızlık yaparak şöhretlenmek çabası, zavallı pespaye kevaşelerin sıklıkla başvurduğu sıradan bir olay hâline gelmiştir. Temsilcisi olmaya çalıştıkları batıl ve Batılı değerlere bağlılık ve bağımlılıklarıyla icra etmeye çalıştıkları sözde sanatkârlık; kalpazanlıktan ve dalkavukluktan/kemik yalayıcılığından başka bir şey değildir.

Bilhassa Cumhuriyet Dönemi boyunca ülkemizde sanat adına nitelikli kepazelikler sergileyen olmayasıca zombi tipler pek de az değildir. Günümüzde de sanat ve sanatkârlık adına nice pespayelikle denaet ve denaetkârlık yaparak gündem olmuş kadın ve erkek suretinde İblisî varlıklar bulunmaktadır.

Bunlardan bazıları hayâ perdesini yırtmışçasına ahlaksızlıkta sınır tanımayan acayip kıyafetleriyle, bazıları da utanç verici hâl ve hareketleriyle bir taraftan dikkat çekip reytinglerini zıplatmaya çalışırken diğer yandan yeni nesiller için birer model ve idol olarak sunulmaktalardır. Öyle ki bu küfür ve ahlaksızlık önderlerini söz, hâl, tavır, giyim ve yaşam tarzlarıyla takip eden insanlar böylelikle küfrün ve şirkin karartısını ziyadeleştirmiştir.

İslam öyle mükemmel ve kuşatıcı bir hayat nizamıdır ki evde seccadeye, dışarıda da camiye sığdırılabilecek bir din değildir. İslam, hayatın her alanına kesintisiz olarak nahif, latif, doğru, ihya ve inşa edici dokunuşlarda bulunur. Sanat da bunun içindedir. İnsanların küfür ve nankörlükle bu hakikati yok sayma aymazlığı veya tuğyanıyla sünnetullah asla değişmez.

 


[1]. Denaet: Alçaklık, adilik..

[2]. Kevaşe: Sararıp dökülen ve işe yaramayan yaprakların oluşturduğu çöp, saman balyası anlamında Kürtçe kökenli bir sözcük..

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver

Sanat ve Denaet

Sanat, terim olarak “görsel, maddi veya zihnî bir iş ve çabada izlenen düzenli ve özel yol ve yöntem” anlamındadır. Bir alanda maharet kazanmak, akla ve kalbe en yüksek güzellik tadını verecek şekilde bir duygu ve düşünceyi farklı yöntemlerle ifade etme çabası şeklinde de tanımlanır.[1]

Sanat; endüstriyel, görsel, ritmik, fonetik, karma ve edebî gibi farklı türlerle esasen insanların hayatına daha önceden hazır olmadıkları veya tahayyül etmedikleri farklı bakış açıları ve boyutlar katmayı amaçlar.

Hakiki ve gerekli bilgi, yalan ve lüzumsuz bilgiyi nasıl dışlıyor ve onun yerini alıyorsa negatif duygu ve düşüncelerin, pozitif duygu ve düşüncelerle değişiminin en etkili yollarından biri de sanattır. Yani daha düşük düzeyli, daha az iyi ve insanların refah ve mutluluğu için daha az ihtiyaç duyulan duygular; kişinin duygu dünyasından çıkarılarak yerlerine daha doygun, müspet, kaliteli ve insanların refahı ve mutluluğu için daha çok gerekli duyguların geçirilmesinin de vasıtasıdır. Aslında sanatın bir amacı da budur. İşitsel, görsel ve diğer yönleriyle sanat; muhtevasıyla/içeriğiyle ne ölçüde bu amaca hizmet ediyorsa o derece iyidir. Bu amaçtan ne ölçüde mahrum ve uzaksa o ölçüde de kötüdür.

İnsanın yatkınlık ve yetenekleriyle yaptığı şeyler gözlem, çalışma veya uygulama yoluyla elde edilen üstün nitelikli öğrenme becerisi, bir işi estetik duyguyu yansıtacak biçimde gerçekleştirme tarzı, bir etkinliğin gerçekleştirilmesi veya belli bir işin yapılmasıyla ilgili yöntem, bilgi ve kuralların tamamı sanat tanımı çerçevesinde değerlendirilebilir.

Sanat, duygu ve düşünceleri hoşa giden uyumlar, oranlar ve bağlantılarla anlatabilme yeteneğidir. Güzelliğin sırlarından biri de bu bağlantılarda ortaya çıkan estetiktir. Estetiği ortaya çıkaran öğeleri birbirine birleştiren bağların kaldırılmasıyla güzellik de ortadan kalkmış olur.

Bir medeniyetin en esaslı göstergelerinden biri olan sanat; inanç, ahlak ve dünya görüşü ile yaşayış biçiminin estetik kimlik kazanmış hâlidir. Bundan dolayı ait olduğu medeniyetin asli ilkelerinden soyutlanamaz. İslam ümmetinde sanat erbabının dünya görüşünün bir dili olan sanatın, her şeyden önce inanç taşıyıcısı mesajının estetik ifadesi olarak gözettiği husus tevhid olmuştur. İslam toplumunda mimari, kabartma, seramik, şiir, görsel ve edebî alanda olsun, bütün sanatlar esasen tevhide yaslanmıştır.

Sanatçılık her şeyden önce edepli, ahlaklı ve faziletli olmak demektir. Edepsizlikle, küstahlıkla, cahil cüretiyle toplumun inanç esaslarına ve değerlerine saldıranlar sanatkâr olamazlar.

Sanat, insanların hayattan zevk almasını sağlayan, hayatı en güzel bir biçimde değerlendirmesini öğreten ve akıl ile duyguyu birleştirerek insanın donuk/mekanik katılıklardan uzaklaşmasını sağlayan bir olgudur. Hâl böyleyken toplumumuzda sanat denince genellikle vur patlasın çal oynasın, zevk, sefa, heves ve heva gelir insanların aklına. Zira toplumun getirilmek istendiği nihai hedef budur.

İslam tarihi boyunca ortaya çıkan örneklere bakıldığında görülecektir ki tevhid temelli sanat, insanların zihnî kavrayış ile gönlün yakaladığı hakikati aynı kanalda buluşturup aynı dili paylaşmayı sağlamıştır. Bu şekilde daha derin, nitelikli ve hayatın gözden kaçan yahut görülmemiş farklı boyutlarını bizlere takdim etmektedir. Bu sanat, insan idrakini gayba sarkıtmanın veya yükseltmenin önemli bir aracı olarak icra edilmiştir. Bu özelliğiyle sanat, insandaki ve kâinattaki gizemin keşfinde önemli bir araç ve köprü olmuştur.

Sanatçılar ve eserleri, her tür ve düzeydeki açılımlarda geleneğin birikim çizgisinden sapmadan, sanatın pek çok dalında kendi klasiğini de oluşturarak bağlı olduğu hakikate tercüman olmaya çalışmıştır. Aynı zamanda bu eserler, din -özellikle de İslam- karşısında asla bağımsız bir statü elde etme çabası ve amacı içinde olmamıştır. Sanat, esas itibarıyla batıla doğru değil, hakikat istikametinde ilerlemenin ve insanlığın mükemmele doğru yürüyüşünün bir vasıtasıdır.

İslam sanatı, ortaya çıkışıyla imanın estetik boyutunun ele aldığı alana uygun bir görünüm oluşturmada medeniyetlere emsalsiz bir örneklik sunmuştur. İslam sanatı, hiçbir devirde Batı kaynaklı uç noktalardaki akımlara kapılarak geçici ve hevai olanı ebedî ve hakiki olanın yerine ikame etmemiştir. İslam sanatı, metanın meta, insanın insan ve Xalıq’ın/Yaratıcı’nın Xalıq/Yaratıcı olduğu anlayışına daima sadık kalmıştır. Bu anlayışı tarih boyunca tam anlamıyla göz kamaştırıcı bir şekilde somutlaştırmada da başarılı olmuştur.

Kevaşe[2] Sanat ve Çöküntü Kültür

Sanatkârlık adına, insanlığın faydasına bir eser veya değer üreten kimselere hem mesleki açıdan hem de insanların hayatına farklı bir tat ve renk katma kabiliyeti açısından olumlu anlamda farklı bir gözle bakılır.

Bu tür kişilere sanatkâr sıfatı taşımalarından ötürü toplum içerisinde daha fazla değer verilir, müsamaha gösterilir, hoşgörüyle karşılanır ve zaman zaman abartılı sevgi gösterilerinde bulunulur.

Sanatçı her şeyden önce içinde yaşadığı toplumun kültür ve medeniyetine vâkıf olmalı ve sanatını toplumun, kendisini nispet ettiği inanç değerlerine ve ahlak kurallarına uygun bir şekilde icra etmelidir.

Hepimizin sıklıkla müşahede ettiği gibi büyük çoğunluğu aslen denaetkâr olup sanatkâr kimliği namıyla malum ve meşhur kişiliklere gösterilen anlayış, hoşgörü, tolerans ve ilginin binde biri dahi hakiki manada sanat erbabı olan değerli şahsiyetlerden esirgenmektedir. Bu da sistemin ve toplumun tevhid ve sünnet temelli manevi değerler ve ahlaki normlarla münasebetinin hangi seviyelerde olduğuna dair fikir vermektedir.

Toplumun beğenisini, sevgisini ve takdirini kazanan denaet ehli, sözde sanatçıların sanat adına herhangi bir dertleri olmadığını açıkça gösterircesine genel anlamda dinî değerlere değil, özellikle İslami değerlere küstahça saldırma cüretinde bulunmaları da yuvarlandıkları çukurlardaki derekelerinin derinliğini gösterir.

Bu tür kevaşe tiplerin sanatçı (!) namıyla belli mecralarda şöhretlendirilmeleri ve yüksek reytinglere gark olunmaları, laik rejimin önceliklerinden olan, “toplumun arzulanan çağdaş uygarlık (kevaşe kültür) hedefi” istikametindeki değişim ve dönüşümü sağlamaları için Cumhuriyet Dönemi’yle yaşıt olan uzun soluklu projesinin birer öğesidir. Bu proje tipler, her daim devletin gölgesini ve ihsanını üzerlerinde ve yanı başlarında görmüşlerdir.

Bu kevaşeler birtakım algı operasyonlarıyla sıradan insanlardan farklı ve üstün gösterilmeye çalışılır. Fakat özellikle de toplumun aklı başında ve manevi değerleri önemseyen kesimleri tarafından benimsenip ilgi gösterilerek sahiplenilen kişilikler değillerdir. Bu kesimlerin de sesi fazla çıkmadığı için çöküntü kültür temsilcilerinin çığırtmaları karşısında zayıf ve etkisiz bir görüntü vermektelerdir.

Nitekim tevhid ve sünnet ehli mümin toplumun en büyük değer atfettiği şey, inanç ve manevi değerlerdir. Tarih boyunca yaşandığı gibi bu değerler de en çok ihtiram gösterilen, savunulması için her türlü fedakârlıkta bulunulan ve bunun için canların ve malların feda edildiği mefhumlardır.

İnsanın varlığının anlamı ve amacı olan bu değerlerden bihaber olarak yapılan sanat, hakikatte hiçbir kıymet ifade etmez. Şer’i ve fıtri değerleri yok sayıp inkâr ederek veya onlara saygısızlık yaparak şöhretlenmek çabası, zavallı pespaye kevaşelerin sıklıkla başvurduğu sıradan bir olay hâline gelmiştir. Temsilcisi olmaya çalıştıkları batıl ve Batılı değerlere bağlılık ve bağımlılıklarıyla icra etmeye çalıştıkları sözde sanatkârlık; kalpazanlıktan ve dalkavukluktan/kemik yalayıcılığından başka bir şey değildir.

Bilhassa Cumhuriyet Dönemi boyunca ülkemizde sanat adına nitelikli kepazelikler sergileyen olmayasıca zombi tipler pek de az değildir. Günümüzde de sanat ve sanatkârlık adına nice pespayelikle denaet ve denaetkârlık yaparak gündem olmuş kadın ve erkek suretinde İblisî varlıklar bulunmaktadır.

Bunlardan bazıları hayâ perdesini yırtmışçasına ahlaksızlıkta sınır tanımayan acayip kıyafetleriyle, bazıları da utanç verici hâl ve hareketleriyle bir taraftan dikkat çekip reytinglerini zıplatmaya çalışırken diğer yandan yeni nesiller için birer model ve idol olarak sunulmaktalardır. Öyle ki bu küfür ve ahlaksızlık önderlerini söz, hâl, tavır, giyim ve yaşam tarzlarıyla takip eden insanlar böylelikle küfrün ve şirkin karartısını ziyadeleştirmiştir.

İslam öyle mükemmel ve kuşatıcı bir hayat nizamıdır ki evde seccadeye, dışarıda da camiye sığdırılabilecek bir din değildir. İslam, hayatın her alanına kesintisiz olarak nahif, latif, doğru, ihya ve inşa edici dokunuşlarda bulunur. Sanat da bunun içindedir. İnsanların küfür ve nankörlükle bu hakikati yok sayma aymazlığı veya tuğyanıyla sünnetullah asla değişmez.

 


[1]. Denaet: Alçaklık, adilik..

[2]. Kevaşe: Sararıp dökülen ve işe yaramayan yaprakların oluşturduğu çöp, saman balyası anlamında Kürtçe kökenli bir sözcük..

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver