Safevilikten Selefîliğe İran

Resûlullah’ın (sav) ikinci raşid halifesi Ömer (ra) dönemindeki fetihten Selçuklular ve daha ileri dönemlere kadar, İran halkı Ehl-i Tevhid ve Ehl-i Sünnet idi. Bu dönemlerde İran’da yetişen ve tüm İslam dünyasında bilinen Ragıb El-İsfahani, Fahreddin-i Razi, Cami, Taberi ve benzerleri gibi onlarca İranlı ilim adamı, bunun en önemli göstergelerindendir. Zaman zaman durumun değişip Şii Büveyheoğulları ile Zeydiye gibi devletlerin hüküm sürdüğü dönemlerde Şiiliğin, İran topraklarında yayıldığını da ifade etmek gerekir. Safevi hanedanının iktidarı ele geçirmesi ve özellikle de Şah İsmail dönemiyle birlikte bu yayılma daha da arttı ve İran halkının çoğunluğu kılıç zoruyla Şiileşti/Şiileştirildi.

Bugün İran’da önemli oranda Ehl-i Sünnet mensubu bulunmaktadır. Günümüz İran’ında takriben 80 milyon olan nüfusun çoğunluğu, yani yaklaşık %98 civarı kendilerini İslam’a nisbet eden insanlardan oluşur. Bunların da büyük çoğunluğu, kendilerini İslam’dan önce Şiiliğe nisbet ederler. İran’da Bahai, Sabii, Zerdüşt, Yahudi ve Hristiyan azınlıklar da yaşamaktadır. İran’ın resmî dili Farsça ve ülke nüfusunun çoğunluğu Fars olmakla birlikte İran’da önemli oranda Türkçe, Kürtçe, Belucîce, Arapça, Türkmence ve Lurca dilleri ile Gilekî, Talişça, Benderi ve Sistanî gibi lehçeleri konuşan kavimler de bulunmaktadır. İran’da nüfus sayımlarında mezheplere dair resmi bir kayıt tutulmadığından Ehl-i Sünnet nüfusunun oranı ile ilgili çok farklı rakamlar verilmektedir. İran’daki Sünnilerin sayısının 4 milyondan fazla olmadığını ileri süren de vardır ki bu rakam gerçeklerden oldukça uzaktır. Ehl-i Sünnet nüfusunu abartarak sayılarının 30 milyon civarında olduğunu iddia edenler de vardır. Bununla birlikte bu konu üzerine araştırmada bulunan bazı akademisyen ve araştırmacılar yaptıkları detaylı okumalardan ve saha çalışmalarından net bir sonuca varamadıklarını; kendi tahminlerinin ise sonradan Sünnileşenler hariç, Ehl-i Sünnet’in sayısının 11 ila 12 milyon civarında olduğunu ifade etmektedir. İran’daki Ehl-i Sünnet nüfusu konusunda resmî veya gayriresmî net bir rakam olmamakla birlikte konuyla ilgili az çok bilgisi ve araştırması olan hemen hemen herkes tarafından bu sayının en az 11-12 milyon civarında olduğu şeklindeki tahminler genel kabul görmektedir.

İran’da yaşayan Sünniler; Kürt, Belucî, Fars, Türkmen, Arap ve Türk gibi muhtelif kavimlere mensuptur. Belucîler, Horasan Farsları ve Türkmen Sünniler arasında yaygın olan fıkhi mezhep, Hanefiliktir. Kürtler, Talişler, Türkler ve güneydeki Fars Sünniler arasında ise Şafii mezhebi yaygındır. Hürmüzgan’ın güney köylerinden bazıları Hanbeli mezhebine bağlıdır. İran’da daha çok Batı Azerbaycan, Kürdistan ve Kirmanşah eyaletleri ile Tahran, Zencan, Gülistan, Hamedan, İsfahan bölgelerinde ikamet eden Sünni Kürtlerin nüfusu yaklaşık 4,5 milyondur. Sistan ve Belucistan, Hürmüzgan, Gülistan, Horasan-ı Rezevi, Güney Horasan, Mazenderan ve Tahran eyaletlerinde yaşamlarını sürdüren Sünni Belucîlerin sayısı yaklaşık 2,5 milyondur. Horasan eyaletleri ile Hürmüzgan, Fars, Tahran, Belucistan, Buşehr ve Mazenderan eyaletlerinde ikamet eden Sünni Farsların nüfusu yaklaşık 1,7 milyondur. Gülistan, Horasan, Mazenderan ve Tahran eyaletlerinde yaşayan Sünni Türkmenlerin sayısı 1 milyon civarındadır. 250.000 civarında nüfusa sahip Sünni Talişler Gilan, Erdebil ve Tahran eyaletlerinde ikamet etmektedir. 120.000 nüfusa sahip Sünni Araplar; Buşehr, Huzistan, Hürmüzgan, Fars ve Horasan eyaletlerinde yaşamaktadır. Sayıları 50.000’i bulan Sünni Türkler ise Erdebil, Gilan, Tahran, Horasan-ı Rezevi ve Batı Azerbaycan eyaletlerinde yaşamlarını sürdürmektedir.

İran’da ve İran Anayasasında “Ehl-i Sünnet”

İran anayasasında dinî/İslami referanslı vurgulardan dolayı kâğıt üzerinde de olsa Ehl-i Sünnet’in birçok hakkının zahiren metne yansıdığı görülmektedir. Anayasada “İslami”lik vurgusu kadar, ülkenin hakiki anlamda “din” olarak benimsediği Şiilik/Caferilik, Anayasada resmî mezhep (gerçekte resmî din) olarak yer almaktadır. Bunun dışında anayasada çerçevesi çizilen dinî, mezhebî ve kavmiyetlerle ilgili haklar özellikle siyasal ve kurumsal anlamda karşılık bulmamıştır. Ehl-i Sünnet’i de doğrudan veya dolaylı olarak ilgilendiren İran anayasasının din ve mezheple ilgili 4, 6, 9, 11, 12, 19, 20, 22, 23, 26 ve 56. maddeleri bulunmaktadır. Bu maddelerden bazıları şunlardır:

İran Anayasası Madde 4:“Bütün medeni, cezai, mali, iktisadi, idari, kültürel, askerî, siyasi vd. kanunlar ve hükümler İslami ölçülere uygun olmalı. Bu hüküm, diğer bütün anayasa, yasa ve kuralların temelidir ve bu hükmü icra etmek Şura-i Nigehban (Koruyucular Konseyi) fakihleri sorumluluğundadır.”

İran Anayasası Madde 11: ” ‘İşte bu sizin ümmetiniz, bir tek ümmettir. Rabbiniz de benim. Yalnız bana kulluk edin.’ ayet-i kerimesi gereği bütün Müslümanlar bir ümmettir ve İran İslam Cumhuriyeti devleti; İslam dünyasında siyasi, iktisadi ve kültürel birliğin sağlanması için bütün siyasetini İslam milletlerinin birliği ve vahdeti temelinde yürütmek ve sürekli bunun için çaba göstermekle mükelleftir.”

İran Anayasası Madde 12:“İran’ın resmî dini İslam, mezhebi ise Caferi İsnaaşerî (On iki imam) mezhebidir ve bu kanun ilelebet değiştirilemez. Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli ve Zeydi dahil olmak üzere diğer İslam mezhepleri tam bir saygınlığa sahiptir ve bu mezheplerin mensupları dinî merasimlerini eda ederken kendi fıkıhlarına göre amel etmekte özgürdür. Yine dinî eğitim öğretim işlerinde ve şahsi işlerde (evlilik, boşanma, miras ve vasiyet gibi) ve bunlarla ilgili yargılamalarda kendi mezheplerince amel etmek kanuni haklarıdır. Bu mezheplerin her birinin çoğunlukta olduğu bölgelerde danışma meclislerinin yetkisinde bulunan mahalli kanunlar/kurallar, diğer mezheplerin müntesiplerinin haklarını korumak kaydıyla yerel mezhebe göre düzenlenecektir.”

İran Anayasası Madde 19:“Hangi kavimden ve kabileden olursa olsun İran halkı, eşit haklara sahiptir ve renk, soy, dil gibi özellikler imtiyaz gerekçesi olamaz.”

İran Anayasası Madde 20:“Kadın erkek milletinbütün fertleri, kanun önünde eşittir ve İslami ölçüler çerçevesinde bütün insani, siyasi, iktisadi, toplumsal ve kültürel haklara sahiptir.”

İran Anayasası Madde 23:“İnançları soruşturmak yasaktır ve hiç kimse sırf herhangi bir inanca sahip olduğu için taciz edilemez ve azarlanamaz.”

İran Anayasası Madde 26: “Milli birliği, bağımsızlığı, özgürlüğü, İslami ölçüleri ve İslam Cumhuriyeti’nin esaslarını ihlal etmemek şartıyla siyasi, sendikal ve İslami partiler, topluluklar, yapılar ve dernekler veya varlığı tanınmış dinî azınlıklar özgürdür. Hiç kimse bu yapıların herhangi birine katılmaktan men edilemez veya bunlardan birine katılmaya zorlanamaz.”[1]

İran’da Sünnilerin çeşitli dinî, ilmî ve kültürel faaliyetleri söz konusudur. Dinî merkezler, devlet üniversiteleri, özel okullar, özel üniversiteler, âlimler, kanaat önderleri, fetva heyetleri, ulu camiler, normal camiler, eğitim ve zikir toplantıları, yayınevleri, kütüphaneler, kitapçılar, çocuk bakım merkezleri/kreşler, yaz Kur’ân kursları, eğitim kursları, sempozyumlar, konferanslar, dinî toplantılar, kültürel yayınlar/faaliyetler ve Kur’ân müsabakaları bu faaliyetlere örnek olarak zikredilebilir. Bunların yanında toplumsal alandaki faaliyetler konusunda çeşitli hayır kuruluşlarından; kamu yararına faaliyet yürüten sosyal yardımlaşma ve dayanışma derneklerinden/vakıflarından; uyuşturucu bağımlılığıyla mücadele merkezlerinden; yetimleri, kimsesiz çocukları koruma ve eğitme merkezlerinden de (yetiştirme yurtları ve çocuk esirgeme kurumları) söz edilebilir.

İran’da resmî olarak faaliyetlerine izin verilmiş, Sünnilere ait yaklaşık 20 yayınevi bulunmaktadır. Bu yayınevleri kuruldukları günden bugüne kadar 4 bini aşkın kitap basmıştır. Bu yayınevlerinin yanında, kültürel ve ilmî alanlarda hizmet veren ve sayısı yüze varan kitapçılar da vardır. İran’da Ehl-i Sünnet’e ait 500 civarında medrese bulunmaktadır. 2017-2018 itibarıyla bu medreselerde 42.000 kız ve erkek talebe okumakta ve 3.000’in üzerinde müderris de ders vermektedir. Sünnilere ait medreselerin ve dinî merkezlerin önemli bir kısmı Belucistan ve Gülistan bölgelerinde yer alır. Ondan sonra Horasan ve Kürdistan bölgeleri gelir. İran’da çeşitli eyaletlerde Sünnilere ait 100 civarında dinî müessese ve hayır kuruluşu vardır. Bunların çoğu Hürmüzgan eyaletindedir.

İran genelinde Ehl-i Sünnet’e ait irili ufaklı 15.000 civarında cami mevcuttur. Sünnilerin en büyük camisi Zahidan’daki Mekki Ulu Camii’dir (Mescid-i Cami’-i Mekki). Bunun dışında Sünnilere ait en önemli camiler Senendec Musalla’sı, Kirmanşah Ulu Camii, Urumiye İmam Şafii ve Kudüs Camileri, Şiraz Resul-i Ekrem Camii, Türbet Cam’da tarihi Ulu Camii, Bircend’de Elbenna Ulu Camii ve Bender Abbas’ta Ehl-i Sünnet Camii olarak zikredilebilir.

İran’ın merkezî eyaletlerinde Sünnilere ait hiçbir cami bulunmamakta ve inşasına da izin verilmemektedir. Buralarda Sünnilere ait sadece belli sayıda mescid bulunmaktadır. Mesela başkent Tahran ve çevresinde Sünnilerin 25 mescidi vardır; ancak Sünni cemaat üzerindeki tazyikler ve Sünnilerin dağınık yerlerde ikamet etmesi sebebiyle bu mescidlerde beş vakit cemaat namazı kılınmamaktadır. Bu mescidlerin birçoğunda sadece Cuma namazları, bazen de Bayram ve Teravih namazları kılınabiliyor. Mezhepçi ve Fars milliyetçisi devlet yetkilileri, Tahran’daki Sadıkiye Mescidi gibi bu mescidlerin önemli olanlarında bayram namazlarının kılınmasına bile engel olmaktadır.

İran’ın başkenti Tahran gibi şehirler laik yaşam tarzında ve sekülerizmde Türkiye’nin İzmir’ini veya bir Batı ülkesindeki herhangi bir şehri geride bırakırken Sünnilere burada müstakil bir ibadet yeri tahsis edilmemektedir. Sünnilerin başkent Tahran’da Cuma namazlarını kılabilecekleri resmî izin ve sıfata haiz bir ibadethaneleri bulunmamaktadır. “İslam Cumhuriyeti” etiketini tepe tepe kullanan Şii-Farsi İran’da durum bu iken Londra-Moskova hattında Cuma namazı kılınabilen birçok mabet bulunmaktadır. Türkiye’deki Şii-Caferiler açısından durum kıyas kabul etmez ölçüde Şii-Caferilerin lehinedir. Nüfusun yaklaşık yüzde birine tekabül eden Şiiler, Türkiye’de başta İstanbul ve Ankara olmak üzere istedikleri her yerde ve istedikleri cesamette Şii ibadethanesi açabilmektedir, bu ibadethanelerin açılışına hükümet yetkililerinden de üst düzey katılımlar olmuştur.

Tahran, Kerec, İsfahan, Kum, Tebriz, Ahvaz, Save, Simnan, Yezd, Kirman ve Meşhed gibi büyük şehirlerde Sünniler dağınık hâlde ikamet ettiği için Sünni camianın ileri gelenleri, sürekli olarak devlet yetkililerinden bu bölgelerde camiler inşa etmek, kültür merkezleri ve dinî merkezler kurmak için izin talep etmektedir; ancak bugüne kadar Sünnilerin bu taleplerine yetkililer tarafından olumlu yanıt verilmemiştir. Örneğin, Tahran’da sayıları bir milyonu bulan Sünnilerin günümüzde dahi cami veya medrese açmalarına izin verilmemektedir. Ehl-i Sünnet topluluklar içerisinde faaliyet gösteren İran Davet ve Islah Cemaati, Tahran’da Sünnilerin en önemli merkezlerindendir. Sünnilerin dinî faaliyetlerini büyük ölçüde bu cemaat yürütmektedir.

İran Sünnileri, Ehl-i Sünnet (İslam) dünyasının bir parçasıdır. İslam dünyasındaki topluluklar veya ilim ehli diğer insanlar arasındaki düşünsel ihtilaflar ve muhtelif bakış açıları, İran’daki Ehl-i Sünnet toplum arasında da mevcuttur. Dolayısıyla İslam dünyasının her yerinde olduğu gibi İranlı Sünniler arasında da çeşitli siyasi ve fikri gruplar, hareketler ve yapılar söz konusudur. Tebliğ Cemaati, Davet ve Islah Cemaati, İhvan-ı Muslimin Cemaati, Selefîlik, Sufilik ve Kur’ân Mektebi bu cemaat ve hareketlerin başında gelmektedir. Bunun dışında Sünniler arasında faaliyet gösteren çeşitli milliyetçi, liberal yapılar ve silahlı örgütler de söz konusudur; ancak İslam dünyasının birçok bölgesinde olduğu gibi İran’da da Sünni kesimin ekseriyeti bu yapı ve hareketlerin birçoğunda fiilen yer almamaktadır.

Sünnilerin büyük bir çoğunluğunun, İran devletine ve hükümetine muhalif veya muvafık olan siyasi partiler ve hareketlerle irtibatı oldukça zayıftır. Sünniler, İran’da siyasi imkânlardan çok az miktarda ve olabildiğince alt düzeyde yararlandırılmaktadır. İran’da Ehl-i Sünnet mensuplarının İran Anayasası gereği; rehberlik (dinî liderlik), Cumhurbaşkanlığı, Meclis Başkanlığı (İslami Şura Meclisi Başkanlığı), yargı başkanlığı ve diğer makamlara gelme imkânı yoktur. Aynı şekilde Anayasayı Koruma Konseyi, Kültür Devrimi Yüksek Şurası ve Rejimin Maslahatını Teşhis Kurulu’nda Sünnilerin üyeliğine yer verilmemektedir. Dinî lideri seçme gibi çeşitli yetkileri bulunan Seçkinler Meclisi’nde (Meclis-i Hobregan) ise Sünnileri temsilen üç temsilci, İran Meclisi’nde (İslami Şura Meclisi de) en fazla yirmi Sünni milletvekili bulunmaktadır.

İran’da bugüne kadar Sünni hiçbir bakan ve büyükelçi atanmamıştır. Ehl-i Sünnet’in eyalet ve şehir yönetimlerinde önemli makamlardaki payı da oldukça azdır. Ehl-i Sünnet mensuplarının ekonomisi; buğday, arpa, pancar, meyve, sebze çeşitleri ve hububat gibi İran’da yaygın olan tarım ürünlerine dayanmaktadır; ancak bu alanda modern yöntemleri kullanma ve yeni tekniklerden yararlanma oranı bilinçli olarak düşük tutulmaktadır. Sünni halk arasında inek, öküz, deve, kümes hayvanı, balık, arı vb. alanlarda besicilik de yaygındır. Ağır sanayide Ehl-i Sünnet’in rolü ve etkinliği yoktur. Ehl-i Sünnet bölgelerinde daha çok basit ve hafif sanayi üretimi yaygındır. Sünnilerin bir kısmı da hizmet sektöründe çalışmaktadır.

Ehl-i Sünnet’in kültürel müesseseler, özel yükseköğretim merkezleri, dergiler ve elektronik yayınlar konusundaki payı, diğer kesimlere nispeten çok azdır. Medreseler, fikrî yapılar ve hayır kuruluşları tarafından çıkarılan az sayıda dergi ve yayın mevcuttur. Kur’ânî bilinçten yoksunluk, dinî kültür eksikliği, özgüven eksikliği, inançsızlık/din karşıtlığı, dinden uzaklaşma, kimi kesimlerde içtihat kapısının kapandığına dair var olan inanç, eğitimsizlik ve eğitim seviyesinin düşüklüğü, vurdumduymazlık, Şii-Farsi medya organlarının tek taraflı propagandaları, elektronik imkânlardan az oranda yararlanma ve maddiyatçılık/materyalist eğilimler gibi meseleler; Sünnilerin İran’da yaşadığı ilmî ve kültürel güçlükleri ve sorunları arasında sayılabilir.

Tek bir rehberlik makamına sahip olamamak, merkezi danışma ve yönetim kurullarından yoksun olmak, aktif faaliyet yürüten yapı ve hareketlerin azlığı, tefrika, zayıf ilişkiler, uyuşturucu, kaçakçılık, madde bağımlılığı, siyasi baskılar, mezhebi ayrımcılıklar, tv/uydu kanalının olmaması gibi durumlar; Sünnilerin karşı karşıya kaldığı diğer toplumsal ve siyasi zorluklardan ve sorunlardan bazılarıdır. İkamet edilen bölgelerin uzaklığı ve mesafenin uzunluğu, fakirlik, yoksulluk ve sefalet, sınır boylarında ikamet etmek, fabrikaların ve ağır sanayinin yokluğu veya azlığı, çalışmak için memleketleri terk edip göç etme durumunda kalmak, kuraklık ve kıtlık da Sünnilerin İran’da karşı karşıya bulunduğu coğrafi ve ekonomik problemlerin başında gelmektedir.

İran, esas itibarıyla 16. yüzyılın başından beri tevhidden ve İslam ümmetinden kopuk bir adacık gibidir. Şah İsmail’den bu yana tevhid ve sünnet ümmetiyle kan uyuşmazlığı yaşamaktadır. İranlı fikir, kanaat ve siyaset önderleri, Şiiliğin hâkim olduğu her devirde dinî, mezhepsel, etnik ve kültürel olarak ciddi şekilde ayrımcı, ayrıştırıcı ve tasfiye edici bir politika üretmeye özel gayret göstermişlerdir. Tıpkı geçmişte Büveyhîler, Fatımîler, Karmatîler, Hamdanîler, Safeviler ve son olarak“İslam Cumhuriyeti” etiketini hoyratça kullanan Şii-Farsi İran’ın yaptığı gibi.

Tevhid ve ashab düşmanı mezhepçi ve Arap Kürt düşmanı milliyetçi İran; ABD ve müttefiklerini sürekli olarak “Ortadoğu’da Sünniler ile Şiiler arasındaki tansiyonu yükseltmek üzere provokasyonlar yapmakla” suçlamaktadır. Bu suçlamalar arasında“Batı’nın, Fars dilinde yayın yapan ve yegâne amacı mezhepsel bir çatışmanın fitilini ateşlemek olan uydu kanallarını finanse ettiği”fikri de yer alır. İranlılar, Batılılardan daha gaddarca bir ayrımcılık içinde değillermiş ve tahribatı başta Ehl-i Sünnet olmak üzere kendi ülke vatandaşlarına yapmıyorlarmış gibi Tahran yönetiminin paranoya düzeyine varan bu iddiaları bir yana Şii-Farsi İran’ın içerisinde ve dışarısında bulunan birçok odağın bir uydu kanalı savaşına tutuştuğu da bir gerçektir. Ve bunların çeşitli propaganda bombardımanları da İran’da yeni bir olguya işaret ediyor: İran’da Selefîliğin yükselişi…

İslam’ın bu özgün ve orijinal tarzının Şii yönetimindeki İran’da kök salmaya başlaması, rejimin seçkinci ve geleneksel Şii merciilerinde endişeleri her geçen gün arttırmaktadır.

İran Gençliği: Safevilikten ve Savrulmuşluktan Selefîliğe

İran’ın, Türkiye başta olmak üzere İslam coğrafyasında Ehl-i Sünnet halklar arasında; özellikle gençleri Şiileştirme çalışmaları yapmakla görevli olan “Şii lobiciliği” yürütmediği hemen hemen hiçbir ülke yoktur. Şii lobisinin ülkemizdeki ajitasyon, provokasyon ve demagoji cambazı elebaşları herkesin malumudur.

İran’ın milli gelirinin önemli bir kısmı bu amaç için harcanmaktadır. Ülkenin muazzam kaynakları; İran dışındaki Şii lobiciliği, yayılmacılığı ve örtülü işgal faaliyetlerinde tüketilmekte olduğundan ülke içerisinde de zaman zaman ciddi hoşnutsuzluklar ve karışıklıklara sebep olmaktadır. Bu anlamda da İran sosyal patlamalara gebe bir görünüm arz etmektedir. İran’ın Amerika’yla karşılıklı naralanmaları ve birbirlerine peşrev çekmelerinin hakikaten de içi boş bir davul sesi olduğunu en iyi bilenlerden bir kesim de başta gençler olmak üzere İran halkıdır.

İran toplumu, bölgemizdeki Kürt topluluklarıyla beraber Ortadoğu’nun en seküler halkıdır. İsrail’in din devleti, halkının ise ultra laik olmasına benzer bir durumdur bu. İran ve İsrail toplumlarını sekülerleştiren, her iki ülkedeki muharref ve kötü dinî uygulamalardır. Kürtleri sekülerize eden ise, tevhid düşmanı ve dinden kopuk Marksist örgütler ve halkın kılcal damarlarına kadar nüfuz etmelerine, lehlerinde yorumlanabilecek şekilde yeniden düzenlenen veya yeni çıkarılan kanunların korumasında, izin verilmiş olan sözde demokratik siyasi uzantılarıdır.

Geçtiğimiz yüzyılın başlarından beri Selefîlik, Avrupa’dan Endonezya’ya tüm İslam toplumları arasında yayılma eğilimindedir. Şimdiye kadar Ehl-i Sünnet ve Şia arasındaki, tarihten gelen düşmanlığın had safhada olduğu bir İran’da, Selefîliğin ilgi çekeceğine ihtimal veren kişi olmamıştır. Selefîliğin ilk izleri ülkeye 1979 devriminden önce girmiş olmasına rağmen, 40 yıldır hüküm süren Şii-Farsi rejimin propagandalarının ardından oldukça yakın bir zamana kadar Selefîlik halk arasında ilgi bulamadı; ancak Selefîlik günümüzde, özellikle de Kürdistan ve Belucistan gibi Sünni bölgelerde ve ağırlıklı olarak Şii nüfusa sahip Tahran ve İsfahan gibi şehirlerde de çok sayıda takipçiye sahiptir. İran rejimi ise dinî çoğulculuğun artışını genel olarak kendisine yönelik bir güvenlik tehdidi olarak görmektedir. Bununla birlikte Selefîlik gibi, rejimin resmî dinini dindışı (kâfir) olarak gören bir inanış, rejim için çok daha ciddi sorunlar teşkil etmektedir. Örneğin, Bahailik de İran Şiiliğine yönelik bir tehdit olarak görülmesine rağmen bu inancın yapısı Selefîliğe oranla uyum sağlamaya daha yatkın bulunmaktadır. İran’daki Bahailer daha organize, daha merkezileşmiş ve apolitik hâldedir. Bu da onları gözetim altında tutmayı kolaylaştırmakta ve onların doğrudan bir tehdit oluşturma ihtimallerini azaltmaktadır. Selefîler ise ülke içerisinde dağılmış durumdadır ve çeşitli siyasi-dinî birçok organizasyon aracılığıyla temsil edilmektedir. Daha da önemlisi bazı Sünni bölgelerinde en azından rejimi halk önünde eleştirmek, rejimin dinî meşruiyetini sorgulamak ve rejimi Sünnilere ayrımcılık yapmakla suçlamak gibi konularda siyasi açıdan aktif hâle gelmeye başlamıştır.

Devrimden Önce Selefîlik

Geçen yüzyılın ortalarından itibaren genel anlamda -İhvan ideolojisi de dâhil olmak üzere- Selefîlik İran’a hem Doğu’dan hem de ve Batı’dan giriş yaptı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İranlı yazar ve çevirmen Seyyid Gulam Rıza Saidî, Hindistan’a bir seyahatte bulundu ve uluslararası İslam toplumu ile üst düzey âlimleri hakkında kapsamlı bilgi edindi. İran’a döndüğünde Cemaat-i İslami Pakistan’ın ideoloğu ve Selefî düşüncenin önde gelen isimlerinden Ebu’l A’la El-Mevdudi’nin ve Muhammed İkbal gibi diğer düşünürlerin eserlerini Farsça’ya çevirmeye başladı. Oldukça üretken bir yazar olan Saidî, İranlı okuyuculara Hindistan Müslimlerinin endişelerini ve Pakistan ülkesini kurma yolundaki çabalarını aktarmada çok önemli bir rol oynadı. Eserleri, İran’ın dinî dünyasına yeni bir pencere açtı, mevcut dinî merciler nedeniyle uğradıkları hayal kırıklıklarını hafifletmek için İslam üzerine yeni fikirler aramakta olan ve bilhassa o yıllarda İran’ın entelektüel dünyasını ele geçirmede etkili olan Komünizm dalgası gibi ideolojik tehditlerle yüzleşen İran gençliğini derinden etkiledi. Bununla beraber İranlı (devrim öncesi) diğer düşünürler de çeviri eserlerle İhvan’ın Selefîn düşüncesini ülke çapında tanıttı.

Bunlardan Nevab Safevi, 1940’ların sonunda, İhvan Cemaatı ile ilişki kuran ilk İranlı İslamcı grup olan Fedaîyan-i İslam’ı kurdu. Prof. Seyyid Kutub’un eserleri de dâhil olmak üzere İhvan hareketine ait birçok eseri Farsça’ya tercüme etti. Öne çıkan başka bir isim Seyyid Hadi Hüsrevşahî de İhvan’a ait eserlere ek olarak Cezayirli, Tunuslu ve Filistinli birçok İslamcı düşünürün eserlerini Farsça’ya çevirdi. Yapılan tercüme çalışmaları sonuç itibarıyla İran halkının dikkatini, İran için yeni bir siyasi mesele olan Filistin sorununa odakladı.

Bu türden ilmî ve kültürel çabalar, her ne kadar İran halkını Şah Pehlevi’ye ve Batı emperyalizmine karşı harekete geçirme amacını taşıyan ideolojik çabalar olsa da Selefîlik; bazı düşünürleri, Şii inancındaki “batıl inanışlara” karşı bir konuma yönlendirdi. Haydar Ali Kalemderan, bu gibi yazılardan büyük ölçüde etkilenmiş ve Şiiliği; çeşitli namazlardan, Şii imamlara ve onların torunlarına ait türbelere yönelik hac ziyaretleri gibi ritüellerden ve Şii imamların doğaüstü güç ve bilgiye sahip olduğu gibi inanışlardan temizlemeye çalışmıştı. Kum’daki Şii mollalar tarafından azmettirilen bir suikast girişiminden kurtulduktan sonra geri kalan hayatının tamamını yalnızlık ve yoksulluk içerisinde sürdürdü. Siyasi bir aktivist olmamasına rağmen görüşleri, ilerleyen yıllarda “İslam Cumhuriyeti” tarafından tesis edilen, dinî yönetimin meşruiyetinin reddedilmesi gibi siyasi konularda etkinlik kazandı. Şii “batıl inançlarını” eleştiren o ve Muhammed Hasan Şeriat Senglaci, Seyyid Ebu’l-Fazl Burkey gibi diğer kimseler de İslami naslara dayanan Selefî fikirden, özellikle Selefîliğin tevhidle ilgili yorumlarından etkilendiler.

Din Adına Sefalete Karşı Selefîlik

İran’daki ayrıcalıklı Şii-Farsi Molla yönetimini meşrulaştıran, Şia kaynaklarını çıkarılacak kanunların ana kaynağı yapan ve bu hukuku hayatın her alanına empoze eden “İslam Cumhuriyeti”nedeniyle başta gençler olmak üzere İranlılar; Şii inanıştan giderek uzaklaştı ve ateizm, septisizm, Tasavvuf, Sünni İslam, Bahailik, Evanjelik Hrıstiyanlık, Zerdüştlük, Budizm gibi dinleri ve envaiçeşit sapkın akımları benimsedi. İran İstihbarat Bakanlığı’nın Dinler ve Mezhepler Dairesi de dâhil olmak üzere rejime bağlı çeşitli kuruluşlar, bu gibi azınlıkları izlemekte ve onların din değiştirme çabalarına karşı mücadele etmektedir. Resmiyette Şii olan Gonabadî Tarikatı ve benzeri diğer Sufi cemaatler dahi sürekli bir baskı altında tutulmaktadır.

İran’da söz konusu bu şartlar altında Selefî akım; internet, sosyal medya ve uydu telefonları aracılığıyla ülkenin birçok yerinde hızla yayılmaktadır. Buna ek olarak illegal birçok organizasyon, genç gönüllüler için eğitim kursları düzenlemekte ve İranlı Selefîleri, Arabistan yarımadası ve başka yerlerdeki Arap Selefîlerle tanıştırmak üzere değişim programları yürütmektedir. Şii-Farsi yönetim için işte bu durum, rejimin Tahran ya da başka bir büyük şehrinde Sünni Müslimlerin cami inşa etmesine izin vermeyişlerinin sebeplerinden biridir. Bu iznin verilmemesinin, Selefîlerin, bu camilerde “İslam Cumhuriyeti”nin ideolojisi nedeniyle hayal kırıklığına uğramış Şii gençleri kendi saflarına çekme ihtimaliyle yakından ilgili olduğundan hiç kuşku duyulmamaktadır.

Rejimin resmî inanışı ve kendisini daha çok Sünni karşıtlığıyla tanımlayan aşırı bir akım: İşte bunlar İran’da hâlen en güçlü olan iki akımdır. Şii-Farsi devlet otoriteleri, öngörülemeyecek ciddi sorunlara yol açacağı endişesiyle Sünniler ve Şiiler arasında tansiyonun yükselmesini reddedip dış politika ve diğer meselelerde Acem kurnazı maslahatçı bir yaklaşımı savunurken “Gulat-ı Şia” olarak da isimlendirilen Ehl-i Sünnet’e düşmanlıkta daha aşırıcı Şiiler; Ali’nin (ra) hakkını gasbettiklerine inandıkları ilk üç halifeye yönelik kinlerini, adavetlerini ve hakaretlerini gizleme gereği bile duymamaktadır. Bu daha sapkın kesim doğal olarak birçok, sözde Ayetullah ve Molla otoriteleri tarafından da desteklenmektedir. Daha aşırıcı kesimin Sünni karşıtı düşmanlık ve propagandası, ülke içinde ve İslam dünyasının geri kalanında İran rejiminin ciddi sorunlar yaşamasına neden olmaktadır. Son yıllarda “gulat”denilen bu kesim propagandalarını yayma, Selefîler ile Şiiler arasında sanal bir savaşın fitilini ateşleme ve bu savaşı tırmandırma hususunda uydu kanallarından faydalanmaktadır.

Bugünlerde Selefîler; Arabistan ve Dubai merkezli ve muhtemelen Arap şeyhleri tarafından finanse edilen “Global Kalamah Network” ile Londra ve Basra Körfezi merkezli “Wesal Farsi” gibi Farsça yayın yapan uydu kanallarını, Safevî devleti olarak nitelendirdikleri İran ve onun Şii-Farsi ideolojisiyle savaşmak için kullanmaktadır. Bu tür uydu kanalları dinî içerikli programlar yayınlamakta ve İran’dan telefon bağlantıları almaktadır. Aynı zamanda el Kevser TV; programları Afgan bir Molla tarafından sunulan Küresel Ehl-i Beyt TV; İmam Hüseyin TV ve Körfez Şiileri arasında mühim bir etkinliğe sahip“Şirazi”molla ailesi tarafından desteklenen Virginia merkezli Selam TV gibi Şiilere ait uydu kanallarıyla tartışmalara girmekteler. Selefîler ve İhvan, aynı zamanda bazıları yukarıda söz konusu ettiğimiz İran Davet ve Islah Cemaatı gibi gruplara bağlı çeşitli internet siteleri aracılığıyla bir propaganda savaşı vermeye devam etmektedir. Öte yandan Şiiler de Selefîler ile mücadele etmek için kendilerine ait düzinelerce internet sitesine sahiptir. Aynı zamanda iki taraf da sosyal medyada oldukça aktiftir. Şiilerin bu türden çabalarının Türkiye’de de ne denli yoğun olduğu bu konuyla ilgilenen herkes tarafından bilinmektedir.

İranlı gençlerin birçoğunun rejim tarafından öğretilen Şiilikten ve geleneksel molla oligarşisinden duyduğu rahatsızlığa rağmen İslami inançlarını korumak istemesi, onları Selefîliği tercih etmeye yönelmektedir. İhvan, Tebliğ Cemaatı ve diğer Selefî akımlar, insanların ve diğer dünyalık şeylerin kutsallaştırılmasına karşı çıkma ve tevhid akidesine odaklanma eğilimi göstermektedir. İran’daki Sünnilerin ve dünyanın başka yerlerindeki bazı Selefîlerin aksine İranlı Selefîler, Şii-Farsi“İslam Cumhuriyeti”nin dinî meşruiyetini sorgulama ve Sünniler ile Şiiler arasındaki tansiyonu kasıtlı olarak şiddetlendirme eğilimindedir.

İran Selefîleri, Arabistan ve diğer ülkelerdeki güçlü gruplarla bağlantı içerisindedir ve para kaynaklarının bir kısmı İran dışındaki ülkelerden gelmektedir. Bu faktörler ve İran’daki Arap, Kürt ve Belucî nüfusundaki Şii-Farsi rejime karşı gün geçtikçe artan öfke göz önüne alındığında Selefîliğin yükselişinin, Safevi tapınmacısı Şii-Farsi İran devletine yönelik büyük bir güvenlik tehdidi oluşturduğu görülmektedir.

İran: Yalçın kayalıklar arasındaki çimenli vadiler çok da uzak olmayan bir gelecekte daha da yeşillenecek gibi görünüyor… (Biiznillah)

 

[1]       .   İran’da Ehl-i Sünnet İmkânlar ve Sorunlar, Abdulzahir Sultani, Aras Yayınları, Senendec, İran, 2016 (1394 hicri şemsi) Milli Kütüphane Numarası: 353/297

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver