Resûlullah’ın Müezzini: Bilal ibni Rabah El-Habeşi

Her gecenin mutlaka bir sabahı vardır. Başka bir dünya daima mümkündür. İhtiyaç duyulan, karanlıkları fedakârlıklarla aydınlatan inanmış insanlardır. Marazi duygularından arınmış, tutkuların köleliğinden azat olmuş, meşruiyetini nafile uğraşların peşinde kaybetmemiş değerli şahsiyetler…

Öyle kişilerden biridir Bilal-i Habeşi (ra). İlk günlerde iman etmiş ve bedelini taşların altında ezilerek ödemiştir. Ucunda ölüm de olsa, tevhidi işkenceler altında “Ehadun Ehad!” diyerek haykırmaktan geri durmamıştır. Gür sesiyle ezan okuyarak Allah Resûlü’nün (sav) müezzini olmuştur. Daima davasına hizmet etmiş, ömrü savaş meydanlarında geçmiş bir merttir. O, cennetin kendisine özlem duyduğu bir yiğittir. Daha ne söylenebilir ki…

Doğumu ve Ailesi

Tarih kaynaklarımıza göre Bilal ibni Rabah (ra) yaklaşık olarak nübüvvetten otuz yıl önce dünyaya gelmiş ve H 20 yıllarında vefat etmiştir.[1] Dolayısıyla altmış yılı aşkın bir hayat sürmüştür. Onun yaşı, Ebu Bekir’le (ra) hemen hemen aynıdır.[2] Ebu Bekir’in (ra) torunlarından olan Şuayb ibni Talha şöyle demiştir: “Bilal, babam Ebu Bekir’in (yaş bakımından) ikizidir.”[3] Ebu Nuaym dedi ki: “(Bilal) Ebu Bekir’in yaşıtı, Resûlullah’ın (sav) haznedarıydı.”[4]

Ebu Bekir’le (ra) yaşıt oldukları gibi aynı zamanda sıkı birer arkadaşlardı. Zaten Ebu Bekir’in (ra) mevlasıdır, yani bir anlamda azatlı kölesi, başka bir manada ise candan dostudur.

Babasının ismi Rabah’tır, kendisi cahiliyede vefat etmiştir. Annesinin ise Hammame’dir (ra). Oğlu Bilal ile (ra) ilk günlerde iman etmiş ve İslam uğrunda birçok eziyete katlanmış bir annemizdir. Aslen Habeşli olan aile Mekke’nin güneyinde, Serat’ta köle olarak yaşarken daha sonra Hicaz’a, Beni Cümeyh Kabilesi’ne köle olarak gelmiş ya da getirilmişlerdir. Mekke’de cahiliye içerisinde normal bir yaşam sürerken, hidayetin nuruyla hayatları aydınlanmıştır. İmanda öncülerden olmuşlardır. Allah Resûlü’nün (sav) ifadesiyle, “Bilal, Habeşlilerin öncüsüdür.”[5] Nebi’den (sav) bu methiyeye mazhar olmasına rağmen tevazusu ona şu kelimeleri söyletmiştir: “Dalaletteydik, Allah bize hidayet etti. Köleydik, Allah bizi azat etti.”[6] Daha sonra Bilal’in (ra) annesi de vefat etmiş ve Bilal, Beni Cümeyh’in zalim lideri Umeyye ibni Halef’in elinde kalmıştır. Bir de Halid ve Gufeyre adında iki kardeşi vardır.

Nebi’nin (sav) Önünde Yürüyen Adam

İslam’ın ilk günlerindeki zorluklar herkesin malumudur. Öyle bir dönemdir ki “Rabbim Allah’tır!” diyen her insan, takatinin sınırlarını zorlayacak işkencelere maruz kalmıştır. “Lailaheillallah” sözünü söyleyen herkes bu kelimenin bedelini azap dolu imtihanlarla ödemiştir. Bir yerde közlere yatırılan vücutlar, bir yerde kırbaç yiyen sırtlar, bir yerde kavurucu sıcaklıkta demirden gömlek giyen zatlar ve daha nice çile çekenler… İşte böyle bir ortamda “Hidayet Kandili” olmak herkesin harcı değildir. Bu manada her zaman önden gidenler, arkadan gelenler için acılara kalkan olmuşlardır. Bu yüzden de birçok nimete ve mağfirete düçar olmuşlardır:

“Biz, ilk iman edenlerden olmamıza binaen, Rabbimizin günahlarımızı bağışlamasını umuyoruz.”[7]

Bilal ibni Rabah, nasıl ki o zorluk günlerinde Nebi’nin önünde yürümüş, öncülerden olmuşsa; Kıyamet Günü de cennette onun (sav) önünde yürümüştür. Dünyada ona iman edip, onu savunup, her yerde Resûl’ün destekçisi olan bir kimsenin Ahiret Günü de benzer bir konumda olması şaşılacak bir şey değildir.

Ebu Hureyre (ra) dedi ki:

“Nebi (sav) bir sabah namazı vaktinde Bilal’e şöyle dedi: ‘Ey Bilal! Müslim olduktan sonra yaptığın ameller arasında seni en çok ümitlendiren hangisidir? Zira ben cennette hemen önümde senin ayak seslerini duydum.’

Bilal dedi ki: ‘Gündüz ya da gece her abdest alışımda Allah’ın takdir ettiği kadar bir namaz kılarım.’ ”[8]

Cennetin Özlediği Adam

Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Cennet, ashabımdan üç kişiye özlem duyar, bunlar; Ali, Ammar ve Bilal’dir.”[9]

Cennet bir insana neden özlem duyar? O insan ne yapmıştır ki tüm Müslimlerin hayallerini süslediği cennet ona iştiyak duymuştur? İşte bu soruların cevabıdır onun hayatı. İslam ile şereflendikten sonra ömrünün ikinci yarısında öyle bir hayat ortaya koymuştur ki cennet ona özlem duymuştur. Öyleyse gelin, onun hayatına tarih sayfalarından bakalım ve onun yaşamında bu soruların cevaplarını arayalım.

İslam ile Şereflenmesi ve Tevhidin Yankılanan Sesi: “Ehadun Ehad!”

Hidayetin nurlu kandillerinden biri olan Ebu Bekir (ra) birçok değerli sahabinin imanına vesile olduğu gibi Bilal ibni Rabah’ın da (ra) imanına vesile olmuştur. Ebu Bekir (ra) kendisini İslam’a davet ettiği ilk ânda kabul etmiş ve tevhid onun temiz toprağına abıhayat suyu olmuştur. O günden sonra daima azimetleri tercih ederek zorluk günlerinde bile tevhidi en şedit müşriklere haykırmaktan geri durmamıştır.

Mücahid (rh) diyor ki:

“Mekke’de İslamlarını ilk açığa vuran şu yedi kişidir: Resûlullah, Ebu Bekir, Habbab, Bilal, Sümeyye, Yasir ve Ammar. Allah Resûlü’nü (sav) amcası, Ebu Bekir’i ise kabilesi koruyordu. (Diğerlerinin koruyacak kimsesi yoktu, bu yüzden) alınıp demir zırhlar giydirildikten sonra güneşin kavurucu sıcaklığına bırakılırlardı. Bilal dışında hepsi onların istediklerini onlara verdi. Her birinin aşireti, içerisinde su bulunan kaplarla geldiler. Deriden yapılan sedyelerle onları alıp götürdüler. Akşam olunca Ebu Cehil geldi, Sümeyye’ye hakaretler edip sonra mızrağı ona saplayarak öldürdü. Böylece Sümeyye İslam’ın ilk şehidi oldu. Bilal bu muamelenin dışındaydı. Bilal ise Allah’ın yolunda kendi canını feda etmeyi önemsiz görüyordu ve kabilesinin kendisini korumasını da öyle… Onu alıp boynuna bir ip geçirip, çocukların ellerine verdiler ve şiddetli bir şekilde eziyet etmelerini emrettiler. Mekke sokaklarında dolaştırdılar. O ise o esnada sadece ‘Ehadun ehad/(Allah) tektir tek!’ diyordu.”[10]

“Onlar, Müslim olup Resûlullah’a (sav) tabi olan ashabına düşmanlık ediyorlardı. Her kabileden Müslim olan kim varsa saldırıyorlardı. Onları hapsediyor, dövüyor, sıcağın en şiddetli vakitlerinde Mekke’nin kızgın kumlarına yatırarak aç susuz bırakıp işkence ediyorlardı. Onlar böylece kendi aralarındaki mustazaflara bu işkenceleri yaparak dinlerinden döndürmeye çalışıyorlardı. Onlardan kimi işkencenin şiddeti sebebiyle onların istediklerini yapıyor kimi de direniyordu. Allah da (cc) onlardan, o kimseyi koruyordu.”[11]

Bilal’in (ra) tabiriyle “küfrün başı” olan Ümeyye ibni Halef, kölesi Bilal’i güneşin sıcaklığı şiddetlenince kızgın çöllere yatırır orada göğsünün üzerine büyük bir kaya parçası koyar ve derdi ki: “Hayır, vallahi ölünceye ya da Muhammed’i inkâr edip Lat ve Uzza’ya ibadet edinceye kadar böyle kalacaksın.” O ise sadece “Ehadun ehad!” derdi.[12]

“Müşrikler Bilal’e işkenceyi arttırdıkları zaman Bilal, ‘Birdir, bir.’ diyordu. Ona, ‘bizim söylediğimiz gibi söyle.’ dediklerinde o, ‘Ona dilim dönmüyor.’ diyordu.”[13]

İslam’ın şafağında, o zorluk günlerinde, iman davası işte böyle yiğitlerin omuzlarında yükselmiştir. O gün Tevhid kelimesi, bugün kendisine Müslüman diyenlerin zannettiği kadar ucuz değildi. Şirki terk edip tevhidle Allah’a yönelmenin bedelini en ağır şekilde ödüyorlardı. Ancak göğsü, imana sarp kale olan Bilal’e (ra) ve onun gibilere bu eziyetler işlemiyordu.

Bilal’in (ra) bu muazzam davranışıyla bizlere ilettiği en önemli mesaj şudur: İslam dini azimetler ve ruhsatlar tercihindedir, ne kadar azimetler seçilirse o kadar büyümeye devam eder. Bilal (ra) ikrah altındadır ve onun için ruhsat vardır, bu şartlar altında bir küfür kelimesi söyleyebilir. Ancak o bunun yerine azimeti tercih ederek müşrikleri daha da çok kızdırmak için tek bildiği kelimeyi söyledi, “Ehadun ehad!” dedi. Ona bu kelimenin verdiği kuvvetle ne taşların altında ezilmek ne demir gömlekler giyip kızgın çöllere yatırılmak ne de zincirlere vurulup sokak sokak dolaştırılmak zarar vermedi. Onun güçlü duruşuyla Müslimler güç buldu ve tevhid davası zirvelere ulaştı.

Bugün bizler de 21. yüzyılın Mekke’sindeyiz. Allah’ın vahdaniyetini nida ettiğimiz ânda tağutlar hemen ayağa kalkıp “İlahları tek bir ilah mı yaptı? Gerçekten bu çok ilginç/şaşılacak bir şeydir.”[14] diyorlar. Peki, bizler bu cevaba karşılık Bilal (ra) gibi “Ehadun ehad!” diyebiliyor muyuz?

İşte bu imani kuvvete ulaşmamız için ihtiyacımız olan, Bilal (ra) gibi değerli sahabilerin ruhunu bu asırda hissetmek ve hissettirebilmektir. Bu kuvvete sahip olan, hiçbir zaman başarısızlığa uğramayacaktır. Öyle veya böyle her zaman kazanan o olacaktır. Ona eziyet edenler daima rezil ve zelil olacaktır. Tıpkı Bilal’e (ra) eziyet edenlere olduğu gibi.

“Ümeyye ibni Halef, Bilal’e eziyet ederken Ebu Bekir onu satın alıp azat etmek için Ümeyye’ye bir talepte bulunur. Ümeyye beş veya yedi ukiyye[15] ister. Ebu Bekir hiç itiraz etmeden teklifini kabul edip satın alır. Ümeyye canıgönülden satar Bilal’i. Çünkü ona istediklerini yaptıramayarak insanların önünde rezil olmaktadır ve bir an evvel onu satarak bu durumdan kurtulmak istemektedir. Daha sonra Mekke’de laf etmeye başlar: ‘İki ukiyye etmeyecek bir köleyi yedi ukiyyeye sattım. İki ukiyye bile verseydi ondan kurtulmak için verecektim.’ Bu söz Ebu Bekir’in kulağına gidince der ki: ‘Değil yedi ukiyye, yetmiş ukiyye isteseydi yine verirdim…’ ”[16]

Bilal’in bu davranışıyla insanlar, hak olmanın kişiye kazandırdığı gücü gördüler. Bu, o gün ölmemiş vicdanlara ibret olup kalplerini İslam’a ve Müslimlere meylettirdi. Bununla birlikte toplumu zayıflaştıran müstekbirlerin saygınlığı toplum nazarında kalmadı. Bu döngüyle beraber onlar İslam’a baskı yaptıkça İslam dalga dalga büyüdü ve güçlendi.

Devam edecek inşallah…

 


[1]. Kitabü’t-Tabakati’l-Kebir, İbni Sa’d, 3/271; El-İsâbe, İbni Hacer, 1/187

[2]. Ebu Bekir (ra) hicretin 13. yılında 63 yaşında vefat etmiştir.

[3]. Gökteki Yıldızlar, Mahmud Şakir, s. 702

[4]. El-İsâbe, İbni Hacer, 1/187

[5]. Kitabü’t-Tabakati’l-Kebir, İbni Sa’d, 3/263

[6]. Kitabü’t-Tabakati’l- Kebir, İbni Sa’d, 3/269

[7]. 26/Şuarâ, 51

[8]. Buhari, 1149; Müslim, 2458

          İbni Hacer şöyle der: “O ezan için Nebi’nin (sav) önünde yürüdüğü için, cennette de onun benzer bir misline kavuştu. Bu, Bilal’in cennete Nebi’den (sav) önce girmesini gerektirmez. Çünkü o, tabi olan durumundadır. Bununla Nebi (sav) Bilal’in, dünyada hangi hâl üzereyse ahirette de aynı hâl üzere kalacağına ve kendisine olan yakınlığının devam edeceğine işaret etmektedir. Bu Bilal’e (ra) büyük bir mükafattır. (Fethu’l Bâri, 3/43)

[9]. Tirmizi, 3798; Belazuri, Ensabu-l Eşraf, 182/73; İbni Abdilber, El-istiab, 1883/242

[10]. Kitabü’t-Tabakati’l Kebir, İbni Sa’d, 3/264

[11]. El-Bidâye ve’n Nihâye, 3/74

[12]. İbni Hişam, Es-Sire, 1/262

[13]. İbni Sad, 3/263

[14]. 38/Sâd, 5

[15]. O dönemde on ya da kırk dirheme denk gelen bir ölçü birimi

[16]. Es-Sîretü’n-Nebeviyye, İbn Hişâm 1/430

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver