Ebu Hureyre’den radıyallahu anh rivayetle Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Yedi sınıf insan var ki, Allah onları hiçbir gölgenin olmadığı günde (mahşer meydanında) kendi gölgesinde gölgelendirecektir. Adil imam/yönetici, Allah’a ibadetle yetişen genç, kalbi mescidlere bağlı olan adam, birbirlerini Allah için seven ve onun rızası için bir araya gelip onun için ayrılan iki adam, soylu ve güzel bir kadın kendisini zinaya davet ettiğinde: ‘Ben Allah’tan korkarım’ diyerek onu reddeden adam, sağ elinin verdiğinden sol elinin haberi olmayacak kadar gizlice sadaka veren kişi, bir de yalnız başına Allah’ı zikredip de gözleri yaşla dolan kimse.” (Buhari, Müslim)
Er-Rahman ve Er-Rahim olan Allah’a hamd olsun. Kalbi merhamet ile donanmış, bu merhameti gözyaşı ile dışına yansıtmış Rasûlullah’a salât ve selam olsun. Allah’ın ayetlerine karşı kalbini incelten Sahabe-i Kiram’a da selam olsun.
Arşın gölgesine talip olan kardeşim! Seninle Rahman’ın arşının gölgesinde gölgelenme konusunun muhabbetini uzun zamandır yapıyoruz, Allah’a hamd olsun. Bu ay, başlığımızın ve hadisimizin son bölümüne gelmiş olduk. Gözyaşı dökmek… Edeceğim nasihatleri önce kendi nefsime sonra sen kardeşime yapıyorum. Rabbim, ikimizin kalbini de bu nasihate açsın. (Allahumme âmin)
Değerli kardeşim! Derdim seni üzmek veya kınamak değildir, terk edilmiş bir hakikati hatırlatmaktır. Kalplerin incelmesine, taşların yarılıp pınara dönmesine, merhametin gözyaşı olup akmasına bir davettir benimkisi.
“Siz bu söze mi hayret ediyor, gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz! Ve siz gaflet içinde oyalanmaktasınız! Haydi, Allah’a secde edip O’na ibadet/kulluk edin!” (53/Necm, 59-62)
“İman edenlerin Allah’ı zikredip anma ve O’ndan inen Kur’an sebebiyle kalplerinin ürperme zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine Kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan birçoğu fâsık/yoldan çıkmış kimselerdir.” (57/Hadîd, 16)
Ağlamak, gözyaşı dökmek ve kalplerin ürpermesi… Her biri Rabbimizin çağrısıdır. Islah, davetiye, şanı yüce olan âlemlerin Rabbindendir. Bu davete icabet etmeyeli ne kadar zaman oldu kardeşim? Kaç kere Müslümanlara yapılan zulümleri düşünüp ağladın? Allah’tan korktuğunu söylüyorsun. Onun korkusundan kaç sefer kalbin titredi ve gözlerin yaşardı? Kur’an hafızı olmak ya da Kur’an okumayı öğrenmekle övünüyorsun belki de. Peki her ayetle birlikte kalbinde bir ürperme meydana geliyor mu? Duyduğun ve okuduğun ayetler seni ağlamaya sevk ediyor mu, önemli olan budur. Öyle tahmin ediyorum ki, bunun muhasebesini bile yıllardır yapmamışsın, değil ki ağlayasın.
Ağlamak, gözyaşı dökmek ve kalplerin ürpermesi… Bu, taşlaşmış kalpleri inceltmeye davettir. Bilmiyorum farkında mısın kalbin incelmesi gerekirken taştan öte katılaşmıştır. Gözünden aylardır yaş boşalmıyor, duyguların ölmüş hüzünlenemiyorsun. Ağlamamaktan göz suların/pınarların kurumuş. Oysa nice taşlar vardır ki onlardan pınarlar fışkırtır. Ve yine nice taşlar vardır ki Allah korkusundan yuvarlanırlar. Hele ki o dağlar Rabbimizin karşısında un ufak olmuşlardır. Senin kalbinin Allah’a karşı korkusu ne durumdadır, ki seni ağlamaya sevk etmiyor? Rabbimiz taşların yarılıp içinden pınarlar fışkırmasını, kendi korkusundan taşların yuvarlanmasını örnek verir bizlere…
“Bunlardan sonra yine kalpleriniz katılaştı, Artık kalpleriniz taş gibi yahut daha da kasvetli/katıdır. Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukarıdan aşağı yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gâfil değildir.” (2/Bakara, 74)
Ağlamak, gözyaşı dökmek ve kalplerin ürpermesi… Bu, seçilmiş peygamberlerin, nimet verilmişlerin yoluna davettir. Ağlamayı kendisine ahlak edinmeyenleri, tüm peygamberlerin ortak ahlakına çağrıdır. Onlar ki Allah’ın ayetleri karşısında ağlayarak secdeye kapanırlardı. Affedilmeleri, cennete girmeleri garanti olmasına rağmen ağlamaktan vazgeçmediler.
Sana ne oluyor da kardeşim ağlamak hayatından çıkmış? Cennetle mi müjdelendin veya aşere-i mübeşşereden olduğuna dair semadan haber mi geldi? Amel defterine ‘Günahların af olundu, anadan doğduğun günkü gibi tertemiz oldun’ diye yazı mı yazıldı? Ne oldu da hayatından ağlamak çıkmış? Sorgusuz sualsiz cennete gireceklerden oldun diye Rabbinden ayet mi geldi de hesaba karşı kendini emin kılmışsın? Korkuya kapılmıyor, o günün zorluğu için ağlamıyorsun!
“İşte bunlar, Allah’ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden, Âdem’in soyundan, Nuh ile birlikte (gemide) taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail (Ya’kub)’in soyundan, doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerdendir. Onlara, çok merhametli olan Allah’ın ayetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlardı.” (19/Meryem, 58-61)
“De ki: ‘Siz ona (Kur’an’a) ister inanın, ister inanmayın; şu bir gerçek ki, bundan önce kendilerine ilim verilen kimselere o (Kur’an) okununca, derhal yüz üstü secdeye kapanırlar. Ve derlerdi ki: Rabbimizi tesbih ederiz. Rabbimizin vaadi mutlaka yerine getirilir. Ağlayarak yüz üstü yere kapanırlar. (Kur’an okumak) onların huşuunu/saygı ve korkularını artırır.” (17/İsra, 107-109)
Ağlamak, gözyaşı dökmek ve kalplerin ürpermesi… Bu, ağlamayı erkekliklerine sığdıramayan, kibirlerini yenemeyen ve kınayanın kınaması ile hareket edip merhamet damlalarından mahrum olanlara bir davettir. Önder olarak kabul ettiğin, Rasûl olarak inandığın Peygamberimizin ağlamasını görmüyor musun kardeşim? Peygamberimiz ağlamayı ‘Allah’ın kula verdiği bir rahmet olarak’ isimlendirirken, senin ağlamamayı erkeklik ile bağdaştırmanı nasıl tefsir edeceğiz? Allah ağlamayı kalbin yumuşaklığı diye nitelendirirken senin ağlamayı kadın işi olarak isimlendirmeni ne olarak kabul edeceğiz? Biraz düşünsen göreceksin ki bu, Allah’ın rahmetinden uzaklaşma ve kalp katılığı ile cezalandırılmadır.
Ağlamanın siyaseti yoktur kardeşim! Ağlamak, ne erkek işi ne de kadın işidir. Bu, Peygamberimizin ahlakıdır. Senin ve bütün Müslümanların da ahlakı olmalıdır. Şimdi sana, Peygamberimizin hayatından bazı bölümleri paylaşıyorum… Bunları dikkatlice okumalı ve kendine örnek almalısın.
Usame bin Zeyd radıyallahu anh anlatıyor:
“Peygamber’in yanında bulunuyorduk. Peygamber’in kızı Zeyneb, oğlunun ölmek üzere olduğunu ve kendisinin yanına gelmesinin haberini gönderdi. Peygamber haberciye dedi ki: ‘Ona (Zeyneb’e) geri dön. Ve ona haber et ki, ‘Şüphesiz ki aldığı da verdiği de Allah’ındır. Her şeyin O’nun katında belli bir eceli vardır. Sabret ve ecrini Allah’tan bekle.’ Haberci Zeyneb’in yanına gidip tekrardan Peygamber’in yanına geldi. Ve dedi ki: ‘ Kızın senin gelmen için kesin bir yemin etti.’ Peygamber bunun üzerine kalktı. Ben, Sa’d bin Ubade ve Muaz bin Cebel Peygamber’le beraber gittik. Çocuk Peygamber’e verildi. Çocuğun canı gidip gelmekte idi. Vücudu sanki eskimiş, pörsümüş deri kırba gibiydi. Peygamber’in gözleri yaş ile doldu. Sa’d dedi ki: ‘Ya Rasûlullah! Bu da nedir?’
Peygamber şöyle cevap verdi: ‘Bu, Allah’ın kullarının kalbine koymuş olduğu rahmettir. Allah kullarından merhametli olanlara merhamet eder.’ ” ( Buhari, Müslim)
Enes radıyallahu anh Peygamber’imizin oğlu İbrahim’in vefatı hakkında şunları anlatır:
“Peygamber, son nefesini vermekte olan oğlu İbrahim’in yanına girdi. Ve onu görünce gözlerinden yaş geldi. Bunu gören Abdurrahman bin Avf ‘ Sen de mi ya Rasûlullah?’ dedi. Peygamber şöyle cevap verdi :’Ey Abdurrahman bin Avf! Bu gözyaşları rahmettir.’ ” ( Buhari, Müslim)
Evet kardeşim! Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sadece ölüm ile alakalı durumlarda ağlamamıştır. O Kur’an okurken, Kur’an dinlerken ve Allah’ın huzurunda namaz kılarken de ağlamıştır. Ağlamak onun sünnetlerindendir. Bunu birçok yerde ifa etmiştir.
Abdullah ibni Mes’ud radıyallahu anh anlatır:
“Bir gün Peygamber bana, kendisi için Kur’an okumamı söyledi. Ben ‘Ya Rasûlullah! Sana indirilmiş olduğu hâlde ben mi sana okuyayım?’ dedim. Peygamber ‘Ben Kur’an’ı başkasından dinlemeyi severim’ dedi. Ben de kendisine Nisa suresini okudum. Nisa süresinden “Her ümmetten bir şahit getirdiğimizde ve seni de onların üzerine şahit olarak getirdiğimizde onların hâlleri nice olur.” (4/Nisa, 41) ayetine gelince Peygamber: ‘Bu kadar yeter’ dedi. Ben başımı kaldırıp baktığımda Peygamber’in gözlerinden yaşlar boşalıyordu.” ( Buhari, Müslim)
Mutarrıf radıyallahu anh babasından rivayet eder ve şunları paylaşır:
“Peygamber’i namaz kılarken gördüm. Ağlamaktan dolayı değirmen sesi,(başka bir rivayette) su kaynaması sesi gibi bir ses/hırıltı geliyordu.” ( Buhari, Müslim)
Evet kardeşim! Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem namazlarında ağlarken, Rabbine karşı şükrünü ağlayarak eda ederken bizler namazlarımızda ne durumdayız? Allah’ın huzurunda katılaşmaya yüz tutmuş kalbimiz ve ruhumuz ne ile meşguldür? Neleri düşünüyor, neleri ümit ediyor veya neler için üzülüyoruz?
Ağlamak, gözyaşı dökmek ve kalplerin ürpermesi… Bu, günah bataklığına dalmış, tevbeden uzaklaşan ve ateş çukurunun kenarında bekleyenlere bir çağrıdır. Ateşin yakıcılığı ve yok ediciliği malumdur. Bu, Rabbimizin günahkârlara hazırladığı bir azaptır. Nasıl evimiz yandığında su ile bu ateşi söndürüyoruz. Hakeza günahlara karşı da gözyaşlarımızı dökmeliyiz. Cehennemin o kızgın, yakıcı ateşini ne ile söndürmeyi düşünüyorsun kardeşim? Önünde iki yol var; ya tevbe ya da ağlamak… İkisinden de mahrum isen ateş seni yutar haberin ola.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “İki göze ateş dokunmaz. Allah korkusundan ağlayan göz ve Allah yolunda nöbet bekleyen göz.” ( Dârimî, Tirmizi, Nesâî)
“Allah korkusuyla gözyaşı döken kişi, sağılmış süt memeye dönmedikçe cehenneme girmez.” (Tirmizi, Zühd, 9)
“Bilmez misiniz, gerçekten Allah, gözyaşı ve kalbin elemi sebebiyle kişiye azap etmez. Fakat –dilini işaret ederek– bunun yüzünden azap eder veya bağışlar” (Buhari, Cenâiz 44) buyurdu.
Ağlamak, gözyaşı dökmek ve kalplerin ürpermesi… Bu, günahlarını unutup dünya eğlencelerine dalan, gülmeyi kendisine ahlak edinenlere bir çağrıdır. Kalpler Allah’a ve ayetlere karşı ağlamak ile incelir. Çok gülen kişinin kalbi katılaşmış hatta ölmüştür. Kalp öldü mü elemi/acıyı hissetmez. İşlediğimiz günahlara ve bulaştığımız haramlara karşı kalbimiz harekete geçmez. Normal bir şey yapmış gibi rahat içerisinde olur.
Evet kardeşim! Gülmekten, kahkaha atmaktan kalbimiz kaskatı kesilmiş. Gülmek öyle fıtratımıza işlemiş ki, her ortamı esprilerle beziyor, insanların iyi arkadaş veya kötü arkadaşlığını onlarla geçirdiğimiz eğlenceli, bol gülmeli vakitlerle ölçüyoruz. Keşke Peygamber’in bildiklerini bilseydik. Keşke ölen insanların kabirde ne yaşadıklarını duyup görebilseydik. Keşke cehennemin ve mahşerin dehşetini anlatan ayet ve hadisleri zihnimizde hep canlı tutabilseydik. İşte o zaman bizler çok ağlar, az gülerdik.
“Çok gülmeyin, çünkü çok gülmek kalbi öldürür.” ( Kütüb-i Sitte, hadis no: 7281, c. 17, s. 584)
“Eğer benim bildiğimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız.” (Buhari, Küsûf 2; Müslim, Küsûf 1)
Ağlamak, gözyaşı dökmek ve kalplerin ürpermesi… Bu, Rahman’ın arşının altında gölgelenmeye talip olanlara bir çağrıdır. Güneşin bir mızrak insana yaklaştığı mahşer günü kimisi diz kapağına kadar, kimisi göbeğine kadar, kimisi ağzına kadar terlerken Allah’ı tek başına zikredip ağlayanlar Rahman’ın arşının altında gölgelenecek, güneşin yakmasından kurtulmuş olacaktır.
“Yedi sınıf insan var ki, Allah onları hiçbir gölgenin olmadığı günde (mahşer meydanında) kendi gölgesinde gölgelendirecektir. Adil imam/yönetici, Allah’a ibadet ile yetişen genç, kalbi mescitlere bağlı olan adam, birbirini Allah için seven ve onun rızası için bir araya gelip onun için ayrılan iki adam, soylu ve güzel bir kadın kendisini zinaya davet ettiğinde ‘Ben Allah’tan korkarım’ diyerek onu reddeden adam, sağ elinin verdiğinden sol elinin haberi olmayacak kadar gizlice sadaka veren kişi, bir de yalnız başına Allah’ı zikredip de gözleri yaşla dolan kimse.” (Buhari, Müslim)
Evet kardeşim! Şu an içten içe, ‘Peki nasıl ağlayacağız, bu ahlakı nasıl edeceğiz’ diye soruyorsundur? Bu konuda birkaç öneriyle sana yardımcı olacağım inşallah. Aslında yukarıda konunun içinde nasıl ağlayabiliriz sorusuna cevap verdim. Ama özetle sana ağlamak için şu maddeleri önerebilirim:
1. Allah’ın subhanehu ve teâlâ rahmet/merhamet sıfatı ile kuşanmak ve onunla yaşamak: Çünkü gözyaşı merhametin dışa yansımasıdır.
2. Allah’tan hakkı ile korkmak ve Allah’a karşı korkuyu artıracak sebeplere yapışmak: Allah korkusu taşlardan pınar fışkırtmış, taşı yerinden harekete geçirmiştir.
3. Kalbi inceltmek ve onu yumuşatacak sebeplere yapışmak: Hakeza kalbi katılaştıran unsurlardan da uzak durmak gerekir. (Bu konuda Ebu Hanzala Hoca’mızın kalp katılığının yerilmesi ile ilgili yaptığı sohbetler dinlenebilir.)
Değerli kardeşim! Konumuzun sonuna gelmiş olduk. Rabbim beni ve seni arşının altında gölgelenenlerden kılsın. Okuduklarımızı anlamayı, yaşamayı ve anlatmayı nasip eylesin.(Allahumme Âmin)
Bir sonraki sayımızda görüşme ümidi ile…
Davamızın sonu âlemlerin Rabbine hamd etmektir.
İlk Yorumu Sen Yap