Peygamberlerin Hikmet Pınarından – 3

 

Allah’ın adıyla…

Peygamberlerini apaçık delillerle, mizan/ölçü ve hikmetle gönderen Allah’a hamdolsun. Salât ve selam, şefkatli bir babanın evladına öğüdü gibi ümmetlerine öğüt veren Nebilere, onların ashabına ve pak ailelerinin üzerine olsun.

Bu sayımızda üç Peygamberin hikmet pınarından, susuzluğumuzu gidermeye devam edeceğiz. Geçen ay ele aldığımız rivayetin, Allah’ı zikretmenin önemini anlatan bölümü üzerinde duracağız. Çaba bizden başarı Allah’tandır.

“Allah, Yahya bin Zekeriyya’ya beş kelime söyleyip, bunlarla amel etmesini ve onlarla amel etmelerini Ben-i İsrail’e de söylemesini emir buyurdu. Ancak o, bu hususta ağır davrandı. İsa kendisine:

— Allah sana beş kelime öğretip, onlarla amel etmeni ve Ben-i İsrail’e de bunu emretmeni söyledi. Ya sen bunları onlara emredersin veya bunları onlara ben emredeceğim, dedi. Yahya:

— Onları emretmede benden önce davranacak olursan yere batırılmak veya azap görmekten korkarım, dedi ve halkı Beytu’l Makdis’te topladı. Mescid ağzına kadar doldu. Mahfillere dahi oturdular. (Söz alıp şöyle dedi):

— Allah bana beş kelimeyi emretti, onlarla amel etmemi ve size de emretmemi istedi:

Bunlardan birincisi Allah’a ibadet etmeniz, O’na hiçbir ortak koşmamanızdır. Allah’a ortak koşanın misali şudur: Bir adam, kendi öz malından altın veya gümüş mukabilinde bir köle satın alır ve: ‘Bu benim evim, bu da işim (çalış kazandığını) bana öde!’ der. Köle çalışır, fakat kazancını efendisinden başkasına öder. Kölenin böyle yapmasına hanginiz razı olur?

Allah da size namazı emretti. Namaz kılarken (sağa-sola) bakınmayın. Zira Allah yüzünü, sağa-sola bakmadığı müddetçe namazda bulunan kulunun yüzüne karşı diker.

Allah size orucu emretti. Bunun misali şu insanın misaline benzer: O, bir grup içerisindedir. Beraberinde bir çıkın, onun içinde de misk var. Herkes onun kokusundan hoşlanmaktadır. Oruçlunun (ağzında hasıl olan) kokusu, Allah indinde miskin kokusundan daha hoştur.

Allah size sadakayı emretti. Bunun misali de şu adamın misaline benzer: Düşmanlar onu esir edip ellerini boynuna bağlamışlar ve boynunu vurmaları için cellatlara teslim etmişlerdir. Adam: ‘Ben az veya çok (bütün malımı) vererek kendimi fidye mukabilinde kurtarmak istiyorum’ der ve nefsini fidye ödeyerek kurtarır.

Allah size, Allah’ı zikretmenizi de emretti. Bunun da misali, peşinden hızla düşmanın geldiği bir adamdır. Bu adam muhkem bir kaleye gelip, düşmandan kendini korur. Kul da böyledir. Şeytana karşı kendisini sadece Allah’ı zikrederek koruyabilir. (Yahya’nın vasiyetini naklettikten sonra) Allah Rasûlü şöyle buyurdu:

‘Ben de size beş şeyi emrediyorum. Allah onları bana emretti. Dinlemek, itaat etmek, cihad, hicret ve cemaat. Zira, kim cemaatten bir karış ayrılırsa; boynundaki İslam bağını çıkarıp atmıştır, geri dönen hariç. Kim de cahiliye davası güderse; o, cehennem molozlarından biridir!

Bir adam:

— Ey Allah’ın Rasûlü! O kimse namazını kılar, orucunu tutarsa yine de cehennemlik mi olur? Diye sordu.

Nebi:

— Evet, namaz kılsa, oruç tutsa da! Ey Allah’ın kulları! Sizi Müslimler, müminler diye isimlendiren Allah’ın davasını güdün, buyurdu.” [1]

Allah’ı Zikretmenin Önemi

‘…Allah size, Allah’ı zikretmenizi de emretti. Bunun da misali, peşinden hızla düşmanın geldiği bir adamdır. Bu adam muhkem bir kaleye gelip, düşmandan kendini korur. Kul da böyledir. Şeytana karşı kendisini sadece Allah’ı zikrederek koruyabilir…’

Yahya (as), Allah’ın ‘zikri’ emrettiğini haber veriyor. Evet, Allah (cc) zikri emretmiştir. Hem kitabında hem de Rasûlü’nün (sav) sözlerinden öğrendiğimiz kadarıyla bizden önceki ümmetlere zikir emredilmiştir. Peki neden? En kısa ve öz ifadeyle diyebiliriz ki: beden için su neyse; kalp için zikir odur. İnsan’ın manevi olarak var olması ve istikamet üzere kulluğunu devam ettirebilmesi için zikir, hayati öneme haizdir. Bu nedenle Allah Rasûlü (sav) zikir edenle etmeyeni; diri ve ölüye benzetmiştir. Önemi, etkisi ve sonuçları nedeniyle Allah (cc) kullarıyla iletişim kurduğu tüm kanallardan Zat-ı subhaniyyesini zikretmelerini emretmiştir onlara. Zikrin faziletine dair konuşmaya başladığımızda emrin bu denli sıkça tekrar edilmesindeki hikmet daha iyi anlaşılacaktır.

Zikir, Mümin’in Korunaklı Kalesidir

Şeytanın vesvese, süsleme, aldatma, korkutma ve kışkırtma gibi özellikleri ve bu özelliklerle insanın ayağını kaydırabiliyor olması manevi bir durumdur. Gözle görülüp, elle tutulan bir olgu değildir. Bunun gibi zikrin bir kalkan olup insanı muhafaza etmesi de manevi bir durumdur. İnsanoğlu bu ilahi uyarıya gerekli önemi göstermese de şeytan konu üzerine ciddiyetle eğilir. Onun tüm çabası insanı korunaksız bırakmaya yöneliktir. Allah’ı (cc) zikretmeyi unutturmak için uğraşır. Zikri unutan insan, gafiller zümresine dahil olur. Gafiller; şeytanın kendisine asker yapabildiği, istediği gibi yönetip yönlendirdiği bir topluluktur.

“Şeytan onları sarıp kuşatmıştır; böylelikle onlara Allah’ın zikrini unutturmuştur. Onlar, şeytanın askerleridir. Şunu bilin ki şeytanın askerleri hüsrana uğrayacaktır.” [2]

Başta istiaze olmak üzere tüm zikirler insanı manevi bir korumanın altına alır. Şeytanın yaklaşmasına ve vesvese vermesine engel olur. Abdullah b. Abbas bir öğüdünde şöyle der: ‘Şeytan insan kalbine yönelir. O, Allah’ı zikretmeyi unutup gaflete düştüğünde vesvese vermeye başlar. Allah’ı (cc) zikretmeye başladığındaysa gizlenmek zorunda kalır.’ [3]

İnsan, kulluk yolunda gevşeyip yorulabilir. İnsi ve cinni şeytanların aldatması karşısında zayıf düşüp sapkın düşüncelere ve çirkin davranışlara meyil gösterebilir. Bazen kendisini zifiri karanlık içerisinde yalnız hissedebilir. Kendi nefsine söz geçiremediği, kalbine gelen vesveselere kulak tıkayamadığı hissine kapılabilir. Böylesi zamanlarda yolu aydınlatmanın, kalbe basiret kazandırıp, ruhu nefse karşı galip pozisyona geçirmenin yolu, her şeyi bırakıp zikir kalesine sığınmaktır.

“(Allah’tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah’ı zikredip anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir.” [4]

Zikir, Kalbe Hayat Verir

“…Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki, o iyi/doğru/düzgün olursa bütün vücut iyi/doğru/düzgün olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.” [5]

Kalp, kulluğun ana merkezidir. Bizim olumlu ve olumsuz davranışlarımızın belirleyicisidir. Manevi olarak sıhhatli olan bir kalp, sahibini hayra teşvik edip yönledirir. Kişi bir salih amel yapmak istediğinde kendinde o amele karşı bir sevgi ve istek hisseder. Bu da takvalı olmasını kolaylaştırır. Zıddı bir durumdaysa kişi şerre meyilli olur. Hayra karşı bir yorgunluk ve isteksizlik hisseder nefsinde.

Kur’an’da selim, yönelen/munib, korkan vb. sıfatlarla övülen kalp; terbiye edilebilir. Günahkâr bir kalpten, Allah’a çokça yönelen bir kalbe dönüşebilir kalpler. Kalbi terbiye etmenin en kısa ve etkili yolu bilinçli bir şekilde Allah’ı (cc) zikretmektir.

“Dikkat edin! Kalpler Allah’ı zikretmekle mutmain olur.” [6]

“Allah’ı zikredenle zikretmeyenin misali, ölüyle dirinin misali gibidir.” [7]

Kalpler, Allah’ı sevmek ve O’na kulluk etmek için yaratılmıştır. İnsanın elleriyle kazandığı masiyetler kalbi ağırlaştırır. Günahların karanlığına boğar. Önce kalp ağırlaşır, istek ve muhabbetini kaybeder. Sonra hastalanır. Sorumluluklarını bilse de yapacak güç bulamaz kendinde. Bir adım sonrası ise kalbin ölümüdür. Artık kulluğunu yapmıyordur ve yapmadığından ötürü rahatsızlık da duymuyordur.

Kalp, ona zarar veren hangi durumda olursa olsun, önemli değildir. Bedende ruh olduğu müddetçe onu tedavi edip, yaratıldığı gaye için atacak hâle getirmek mümkündür. Çorak toprağa suyun değmesiyle başlayan değişim neyse, kalpte de benzer bir değişim zikrin kalbe temasıyla yaşanır. “Yeryüzünü kupkuru ölü gibi görürsün, fakat biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten (ürünler) bitirir.” [8] Zikirle tedavi edilen kalp önce titreşir, hayat emaresi gösterir. Sonra kabarıp harekete geçer, hastalığın oluşturduğu o masiyet tortularını üzerinden atar. Sonra renklenmeye başlar kalp. Tevbe, muhabbet, tevekkül, inabe, rağbet, rahbet gibi ameller kalbi süsler.

Zikrin kalpler üzerinde öyle derin ve şaşırtıcı bir etkisi vardır ki; bunu daha iyi anlamak için asrı saadette yaşanan bir olaya bakalım.

“Bir hurma kütüğü vardı. Allah Rasûlü hutbe verdiğinde onun üzerinde dururdu. Nebi’ye bir minber yapmayı teklif ettiler. Kabul edince ona bir minber yapıldı. Cuma günü olunca yeni minbere çıktı ve hutbe verdi. Eskiden kullandığı kütükten gebe develerin iniltisine benzer sesler işittik. Allah Rasûlü (sav) indi ve ona sarıldı. Çocukların susarken kesik kesik inlemesine benzer sesler çıkartarak sakinleşti. (Cabir b. Abdullah der ki:) Kütüğün ağlaması, yanında işittiği zikir sebebiyledir.” [9]

Köklerinden koparılmış, mescidde öylece bekleyen bir hurma kütüğü dahi yattığı yerde sesler çıkarıyor. Mescidde bulunanların tamamı bu sesi işitiyor. Kütüğün ağlamasından daha şaşırtıcı olanı, kanaatimce ağlama sebebidir. Allah Rasûlü (sav) ona yaslandığında, üzerinde hutbe verdiğinde; zikri yakından işitiyor, Allah’ı en güzel şekilde zikreden/hatırlayan ve hatırlatan/zikrettiren Nebi’ye temas ediyordu. Zikirden ve sahibinden uzaklaşınca; kaybettiği değeri anlayıp ağlamaya, develer gibi böğürmeye başladı. Evet, zikir böyledir. Kütüğe dahi duygu kazandırır. Paslanan, üzeri masiyetlerin kara örtüsüyle örtülen kalpleri cilalayıp, eski canlılığına kavuşturur.

“Kul, bir günah işlediğinde kalbinde siyah bir nokta oluşur. Tevbe ve istiğfar ettiği takdirde kalbi cilalanıp silinir. O günahı tekrar işlediği/günaha devam ettiği zaman, o siyah nokta da gittikçe büyür, kalbi istila eder. İşte bu husus, ‘Bilakis işledikleri günahlar, onların kalplerini paslandırdı.’ [10] ayetinde geçen paslanmadır.” [11]

Kallbinde isteksizlik, bedeninde tembellik, duygularında donukluk hissedenler; kalplerinin günahlarla paslandığını bilmeli ve bu Rabbani reçeteyle tedaviye başlamalıdırlar.

Bir Ucu Yerde Bir Ucu Gökte Olan Meclisler

Zikir, hasta kalplerin tedavisi olduğu gibi, selim kalplerin lezzet ve sevincidir. Zikir ehli olanlar tarifsiz bir huzur ve sekinet hâlinde yaşarlar. Korkularından emin, kaygılarından arınmış, kışkırtan ve huzursuz eden şeytan-nefis ikilisine rağmen mutmain bir hayat sürerler.

“Cennet bahçelerine uğradığınız zaman ondan faydalanın/cennet nimetlerinden yiyiniz. Biri, ‘Cennet bahçeleri nedir?’ deyince; Rasûlullah: ‘Zikir halkalarıdır’ buyurdu.” [12]

İnsan, doğal güzelliklerini koruyan bir bahçeye girdiğinde; kelimelerle tarifi mümkün olmayan hoş ve anlamlı bir sevinç hisseder gönlünde, ferahlar. Yorgunluk, dert, tasa ve hüzünlerini unutuverir. Zikir de böyledir. Cennet bahçesi misali insanı sakinleştirip mutlu eder. Sebebi bellidir. Çünkü; zikir meclisi, rahmet meclisidir. Allah’ın en sevdiği kullar olan meleklerin hazır bulunduğu bir ortamdır. Bir ucu yerde diğer ucu semada olan bir halkadır. Bunun sonucu olarak; yerden göğe tesbih, tehlil, tekbir çıkar. Gökten yere rahmet, şefkat, sekinet ve mutmainlik iner.

“Allah´ı zikretmek için bir mecliste oturanları, melekler, halka hâlinde kuşatırlar. Allah´ın rahmeti kendilerini kapsar ve Allah , onları nezdinde bulunan kimselerin yanında anar.” [13]

Zikir meclislerinde öyle bir bereket ve hayır vardır ki; sadece zikir yapanları değil, mecliste hasbel kader bulunanları dahi kuşatır bu bereket.

“Allah’ın bir grup meleği vardır. Bunlar yeryüzünde gezerler. Bir araya gelip Allah´ı zikreden bir cemaat gördüklerinde birbirlerini şöyle çağırırlar:

— Aradığınıza geliniz!

Bu davet üzerine meleklerin hepsi oraya toplanır ve sonra da zikredenleri çepeçevre kuşatarak, halkalarını ta göğe varıncaya kadar genişletip yükseltirler. Bunun üzerine Allah onlara şöyle der:

— Kendilerini bıraktığınızda kullarım ne yapıyordu?

— Seni tesbih, hamd, tekbir edip övüyorlardı.

— Acaba o kullarım beni görmüşler midir ki, bana bu şekilde hamdetmektedirler?

— Hayır!

— Peki, beni görmüş olsalardı ne yaparlardı?

— Daha fazla tesbihte ve hamd-u senâda bulunurlardı.

— O kullarım hangi şeyden bana sığınıyorlar?

— Ateşten.

— Acaba onlar ateşi görmüşler midir ki, ondan bana sığınıyorlar?

— Hayır!

— Peki, onlar ateşi görmüş olsalardı ne yaparlardı?

— Ondan daha fazla kaçar ve ürkerlerdi.

— Onlar ne istiyorlar?

— Cenneti.

— Acaba onlar cenneti görmüşler midir ki onu istiyorlar?

— Hayır!

— Peki, bir de görmüş olsalardı nasıl olurdu?

— Onu daha da fazla isterlerdi.

— Ey meleklerim! Sizi şahit kılıyorum ki; ben, o kullarımı affettim.

— Ya Rabb! Onların içinde bir adam vardır ki bu meclise seni zikretmek veya onlarla beraber olmak için değil; onların herhangi birisinden ihtiyacını istemek için katılmıştır. (Onu da mı affettin?)

— Onlar öyle bir kavimdir ki, kendileriyle beraber oturan bir kimse asla şaki/bedbaht olmaz.” [14]

Her insan mutlu olmak ister. Ancak, insanları mutlu eden şeyler farklıdır. Dünya ehlinden olan basit insanlar; gündem olduklarında, gözde kulislerde anıldıklarında ve toplum tarafından takip edildiklerinde mutlu olurlar. Ahiret ehlinden olan değerli insanlarsa; Allah katında anıldıklarında, Mele-i A’lada gündem olduklarında ve sema sakinleri olan melekler tarafından takip edildiklerinde mutlu olurlar.

“Beni anın ki, bende sizi anayım…” [15]

“Allah buyuruyor ki: ‘Ben kulumun zannı üzereyim. Kulum beni zikrettikçe, ben kulum ile beraberim. Eğer beni kendi nefsinde zikrederse, ben de onu kendi nefsimde zikrederim. Eğer beni toplulukta zikrederse ben onun beni zikrettiği topluluktan daha hayırlı bir toplulukta onu zikrederim…’ ” [16]

Allah’ın (cc) insanı anması… Ne büyük bir şeref, ne yüce bir rütbe… İnsan, zikre başladığında bunu hatırlamalı. Her lafzıyla beraber semada ismiyle anılıp, Allah’a (cc) biraz daha yakınlaştığını hissetmeli. Sahabe, Allah’ın onları andığını duyunca duygularına hakim olamaz seviçten ağlarlardı.

“Allah, ‘Lem yekunillezine keferû/Beyyine’ suresini sana okumamı emretti ey Ubey! Ubey İbni Ka’b: ‘Allah benim ismimi andı mı?’ dedi. Rasûlullah: ‘Evet’ buyurdu. (Bunun üzerine) Ubey ağlamaya başladı.” [17]

Bundan daha ötesi ve önemlisiyse Allah’ın zikir ehliyle semada övünmesidir. Melekler her daim Allah’ı zikretmekte ve O’nun emirlerine itaat etmektedirler. Bunda şaşılacak bir şey yoktur. Onlar ibadet için yaratılmışlardır. Allah’a isyan etmeyi bilmezler. İnsansa böyle değildir. Onu her daim ayartmaya çalışan şeytan, kötülüğü emreden nefis ve yaşamak için meşgul olmak zorunda olduğu bir dünya hayatı vardır. Bunca engel ve engelleyiciye rağmen Rabbini anıyorsa insan, bu gerçekten şaşılacak ve övünülecek bir durumdur.

“Zikir halkası kurarak oturup, Allah’ı zikreden bir grup sahabi topluluğunun üzerine Rasûlullah çıkageldi. Onlara sordu: ‘Ne için burada oturup halka kurdunuz?’ Dediler ki: ‘Allah’ı zikretmek, ve bahşettiği İslam nimetinden dolayı O’na hamd etmek için oturduk.’ Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: ‘Vallahi şimdi bana Cibril geldi ve şöyle dedi: Ya Muhammed! Allah (cc), senin bu grup sahabelerinle meleklerine karşı övünmektedir.’ ” [18]

Zikir, Beden Gücüdür

Zikir, bir kuvvet kaynağıdır. Kalbe kuvvet verip onu hayır konusunda yönlendirdiği gibi; bedene canlılık, cesaret ve kuvvet kazandırır. Zikrin insana kattığı kuvveti anlamak için en iyi örnek sahabelerdir. Onlar geceleri ibadet, gündüzleri oruçla geçiren renkleri solgun, gözleri yorgun insanlardı. Yokluk ve tercih ettikleri zühd nedeniyle sırtlarını doğrultacak bir kaç lokma/hurma yerlerdi. Birçoğu beden olarak zayıf, orta boylu, sade kıyafetli insanlardı.

Tüm bu fiziki özelliklerine rağmen, işkenceler karşısında dağların gıpta edeceği bir dayanıklılık, savaş meydanlarında aslanları kıskandıran bir cesaret sergilediler.

Görüntülerindeki sadelik ve zayıflık alametlerine rağmen bir aylık mesafeden düşmanların kalbine korku salmış, onları gören Kisralar, Kayserler onların karşısında küçülmüş, acziyet içine düşmüşlerdir. Bu manevi kuvvetin kaynağı, zikirdir.

“Ey iman edenler! Bir toplulukla karşı karşıya geldiğiniz zaman kararlılık gösterin ve Allah’ı çokça anın ki kurtuluşa/başarıya erişesiniz.” [19]

Ali (ra), Fatıma annemizin değirmen çevirmekten ellerinin yaralandığını, su kovası taşımaktan boynunda ip izi çıktığını, evi süpürdüğünden üst başının toz toprak içinde kaldığını ve elbiselerinin sürekli kirlendiğini gördü. Oysa Fatıma babasının en değerlisiydi. Onun bu durumuna üzülüyor, elindense hiçbir şey gelmiyordu. Ona hizmetçi tutacak parası da yoktu. Medine’ye savaş esirleri olan cariyeler gelince; Fatıma annemize bir yol gösterdi. Babasına gitmesini ve bu sıkıntılı halden kurtulmak için kendisine bir hizmetçi vermesini talep etmesini tavsiye etti.[20]

Fatıma annemiz bu tavsiyeye uyarak babasına geldi. Allah Rasûlü (sav) bu isteği karşılayamayacağını nazikçe belirttikten sonra ona şöyle cevap verdi:

“Sana bundan daha hayırlı olanını haber vereyim mi ey Fatıma? Yatağına girdiğinde otuz üç defa tesbih, otuz üç defa tahmid, otuz dört defa da tekbir getir.” [21]

Ev işleri yapmaktan yorulan ve yardımcı talebinde bulunan kızına Allah’ı (cc) zikretmesini emrediyordu Allah Rasûlü. Neden?

“Biriniz uyuyunca şeytan ensesine üç düğüm atar. Her düğümü atarken, düğüm attığı yere eliyle vurarak: ‘Üzerine uzun bir gece var, yat’ der. İnsan uyanır ve Allah’ı zikrederse bir düğüm çözülür, abdest alırsa ikinci düğüm çözülür ve bir de namaz kılarsa bütün düğümler çözülmüş olur. Böylece kul canlı, hoş bir halet-i ruhiye ile sabaha erer. Aksi hâlde böyle yapmazsa habis ruhlu, içi kararmış ve uyuşuk bir hâlde sabaha erer” [22]

Çünkü zikir; bedene canlılık veren bir iksir, insanın olaylara güzel tarafından bakmasını sağlayan bir ruh haleti ve zorluklar karşısında insanı güçlü kılan bir kuvvet kaynağıdır.

Zikir, İnsanı Öne Geçirir

Mümin Rabbine kulluk ederken hayırlı bir yarış ve tatlı bir rekabet içerisindedir. Her yarışta olduğu gibi cennet yarışında da yarışma hâlinde olduğu arkadaşları vardır. Akranlarıyla, geçmişte yaşamış kardeşleriyle ve gelecek nesillerle yarışmaktadır. Cennet maratonunda turnikeyi gögüslemek isteyenler için zikir, öne geçiren bir doping mahiyetindedir.

Sahabiler Allah Rasûlü’ne (sav) gelip şikayette bulundular:

“Varlıklı Müslümanlar cennetin en yüksek derecelerini ve ebedî nimetleri alıp götürdüler. Bizim kıldığımız namazları onlar da kılıyorlar. Tuttuğumuz oruçları onlar da tutuyorlar. Fazla malları olduğu için hac ve umre yapıyorlar, cihad ediyorlar ve sadaka veriyorlar, biz veremiyoruz. Bunun üzerine Nebi (sav) onlara: ‘Sizden önde gidenlere yetişebileceğiniz, sizden sonra gelenleri geçebileceğiniz, sizin yaptığınızı yapanlar dışında herkesten üstün olacağınız bir şeyi haber vereyim mi?’ diye sordu. ‘Evet’ dediler. ‘Her namazın ardından otuz üçer defa Allah’ı tesbih eder, O’na hamdeder ve tekbir getirirsiniz’ buyurdu.” [23]

Allah (cc) zikir ehlini sever. Ve onlara çokca ecir vereceğine dair vaatte bulunur. Zikir ehlini kulluk yarışında ileriye taşıyan ve akranlarının önüne geçmesini sağlayan, ilahi vaatle teminat altına alınan işte bu büyük ecirdir.

“… Allah’ı çokça anan erkeklerle Allah’ı çokça anan kadınlar, (işte) bunlar için Allah bir bağışlama ve büyük bir ecir hazırlamıştır.” [24]

Zikredilebilecek onlarca nas içerisinden birkaç tanesini beraberce okuyalım:

” ‘ Size amellerinizin en hayırlısını, Melik’iniz indinde en temizini, derecelerinizi en çok yükseltenini ve sizin için altın ve gümüş bağışlamaktan, düşmanınızla karşılaştığınızda onların boynunu vurmanızdan ve onların boynunuzu vurmalarından daha hayırlısını haber vereyim mi?’ ‘Evet ey Allah’ın Rasûlü!’ dediler. ‘Allah’ı zikretmektir’ buyurdu. Muaz bin Cebel: ‘Kulu Allah’ı zikretmek dışında, Allah’ın azabından daha iyi kurtaracak bir şey yoktur’ dedi.” [25]

“Kim, ‘La ilahe illallahu vahdehu la şerike leh, lehu’l mulku ve lehu’l hamdu ve huve ala kulli şey’in kadir.’ duasını bir günde yüz kere söylerse, kendisine on köle âzad etmiş gibi sevap verilir, ayrıca lehine yüz sevap yazılır ve yüz günahı da silinir. Bu, ayrıca o gün akşama kadar onu şeytana karşı muhafaza eder. Bundan daha fazlasını okumayan hiçbir kimse, o adamınkinden daha efdal bir amel de getiremez. Kim de bir günde yüz kere ‘Subhânallahi ve bihamdihi’ derse hataları dökülür, hatta denizin köpüğü kadar (çok) olsa bile.” [26]

“Her kim ‘Subhanallahi ve bihamdihi’ derse, onun için cennette bir hurma ağacı dikilir.” [27]

•••

Bunca hayır ve fazileti, dünya ve ahirette kula kazandırdıkları varken; zikirden gafil olan ve Allah’ı zikretmeyi unutanları Rabbimiz uyarmaktadır. Ne olursa olsun hiçbir mazeretin mümini zikirden alıkoymaması gerektiğini özellikle belirtmekte, kullarına nasihat etmektedir. Böylece bazı bahaneler öne sürerek nefislerini Allah’ı (cc) zikretmekten mahrum bırakanların bahanelerinin önünü kapatmaktadır.

“Ey iman edenler! Ne mallarınız, ne çocuklarınız sizi Allah’ı zikretmekten ‘tutkuya kaptırarak alıkoymasın’ Kim böyle yaparsa, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.” [28]

Önümüz Ramazan ve her günümüzü Allah’ın (cc) evinde geçiriyor olacağız. Bu mübarek ayda Allah’ın (cc) şu hatırlatmasını aklımızdan çıkarmayalım:

“(Bu nur) Allah’ın, yükseltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerdedir. Oralarda sabah akşam O’nu tesbih ederler. Kendilerini ne ticaretin, ne de alışverişin; Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymadığı adamlar (O’nu tesbih ederler). Onlar kalplerin ve gözlerin döneceği günden korkarlar. Çünkü Allah onlara yaptıklarının en güzeliyle karşılık verecek ve onlara kendi lütfundan artıracaktır. Allah dilediğini hesapsızca rızıklandırır.” [29]

Yazımızı sözlerin en güzel ve etkileyici olan Allah’ın (cc) kelamıyla bitirmiş olalım.

 

[1] .Müsned, 17800; Tirmizi, 2867.

[2] .58/Mücadele, 19

[3] .El-Vabılu’l Sayyib, s. 58.

[4] .7/Araf, 201

[5] .Buhari, 52; Müslim, 1599.

[6] .13/Ra’d, 28

[7] .Buhari, 6407

[8] .22/Hac, 5

[9] .Buhari, 2095

[10] .83/Mütaffifin, 14

[11] .Tirmizi, 3334

[12] .Müsned, 12523; Tirmizi, 3510.

[13] .Müsned, 11875

[14] .Buhari, 6408; Müslim, 2689.

[15] .2/Bakara, 152

[16] .Buhari, 7405; Müslim, 2675.

[17] .Buhari, 3809; Müslim, 799.

[18] .Müslim, 2701

[19] .8/Enfal, 45

[20] .Müsned, 1313

[21] .Buhari, 5362; Müslim, 2728.

[22] .Buhari, 1142; Müslim, 776.

[23] .Müslim, 595

[24] .33/Ahzab, 35

[25] .Muvatta, 716; Tirmizi, 3377.

[26] .Müslim, 2691

[27] .Tirmizi, 3464

[28] .63/Munafikun, 9

[29] .24/Nur, 36-38

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver