Allah’ın adıyla…
Peygamberlerini apaçık delillerle, mizan/ölçü ve hikmetle gönderen Allah’a hamdolsun. Salât ve selam şefkatli bir babanın evladına öğüdü gibi ümmetlerine öğüt veren Nebilere, onların ashabına ve pak ailelerinin üzerine olsun.
Bu sayımızda üç ayrı Peygamberin hikmet pınarından susuzluğumuzu gidermeye çalışacağız. İsa, Yahya ve Muhammed aleyhimusselam bizlere yol gösterecek, Allah’ı (cc) nasıl razı edeceğimize dair yolumuzu aydınlatacaklar. Sözü fazla uzatmadan ilgili rivayeti verelim:
“Allah, Yahya ibni Zekeriyya’ya beş kelime söyleyip bunlarla amel etmesini ve onlarla amel etmelerini Ben-i İsrail’e de söylemesini emir buyurdu. Ancak o, bu hususta ağır davrandı. İsa kendisine:
— Allah sana beş kelime öğretip onlarla amel etmeni ve Ben-i İsrail’e de onlarla amel etmelerini emretmeni söyledi. Ya sen bunları onlara emredersin veya bunları onlara ben emredeceğim, dedi. Yahya:
— Onları emretmede benden önce davranacak olursan yere batırılmam veya azap görmekten korkarım, dedi ve halkı Beytu’l Makdis’te topladı. Mescid ağzına kadar doldu. Mahfillere dahi oturdular. (Söz alıp şöyle dedi):
— Allah bana beş kelimeyi emretti, onlarla amel etmemi ve size de emretmemi istedi:
Bunlardan birincisi Allah’a ibadet etmeniz, ona hiçbir ortak koşmamanızdır. Allah’a ortak koşanın misali şudur: Bir adam, kendi öz malından altın veya gümüş mukabilinde bir köle satın alır ve: ‘Bu benim evim, bu da işim (çalış kazandığını) bana öde!’ der. Köle çalışır, fakat kazancını efendisinden başkasına öder. Kölenin böyle yapmasına hanginiz razı olur?
Allah da size namazı emretti. Namaz kılarken (sağa-sola) bakınmayın. Zira Allah yüzünü, sağa-sola bakmadığı müddetçe namazda bulunan kulunun yüzüne karşı diker.
Allah size orucu emretti. Bunun misali şu insanın misaline benzer: O bir grup içerisindedir. Beraberinde bir çıkın, onun içinde de misk var. Herkes onun kokusundan hoşlanmaktadır. Oruçlunun (ağzında hasıl olan) kokusu, Allah indinde miskin kokusundan daha hoştur.
Allah size sadakayı emretti. Bunun misali de şu adamın misaline benzer: Düşmanlar onu esir edip ellerini boynuna bağlamışlar ve boynunu vurmaları için cellatlara teslim etmişlerdir. Adam: ‘Ben az veya çok (bütün malımı) vererek kendimi fidye mukabilinde kurtarmak istiyorum’ der ve nefsini fidye ödeyerek kurtarır.
Allah size, Allah’ı zikretmenizi de emretti. Bunun da misali, peşinden hızla düşmanın geldiği bir adamdır. Bu adam muhkem bir kaleye gelip, düşmandan kendini korur. Kul da böyledir. Şeytana karşı kendisini sadece Allah’ı zikrederek koruyabilir. (Yahya’nın vasiyyetini naklettikten sonra) Allah Rasûlü şöyle buyurdu:
‘Ben de size beş şeyi emrediyorum. Allah onları bana emretti. Dinlemek, itaat etmek, cihad, hicret ve cemaat. Zira, kim cemaatten bir karış ayrılırsa boynundaki İslam bağını çıkarıp atmıştır, geri dönen hariç. Kim de cahiliye davası güderse o cehennem molozlarından biridir!
Bir adam:
— Ey Allah’ın Rasûlü! O kimse namazını kılar, orucunu tutarsa yine de cehennemlik mi olur, diye sordu.
Nebi:
— Evet, namaz kılsa, oruç tutsa da! Ey Allah’ın kulları! Sizi Müslimler, müminler diye isimlendiren Allah’ın davasını güdün! buyurdu.” [1]
Hadisin Şerhi
Sorumlulukları Yerine Getirmede Titizlik
“Allah, Yahya ibni Zekeriyya’ya beş kelime söyleyip bunlarla amel etmesini ve onlarla amel etmelerini Ben-i İsrail’e de söylemesini emir buyurdu. Ancak o, bu hususta ağır davrandı. İsa kendisine:
— Allah sana beş kelime öğretip onlarla amel etmeni ve Ben-i İsrail’e de onlarla amel etmelerini emretmeni söyledi. Ya sen bunları onlara emredersin veya bunları onlara ben emredeceğim’ dedi. Yahya:
— Onları emretmede benden önce davranacak olursan yere batırılmam veya azap görmekten korkarım, dedi ve halkı Beytu’l Makdis’te topladı. Mescid ağzına kadar doldu. Mahfillere dahi oturdular…”
Allah (cc), Yahya’yı (as) görevlendiriyor. Görev, Allah’ın beş emrini kavmine ulaştırması ve onlarla amel etmesi. Yahya (as) bilmediğimiz bir nedenden ötürü işi ağırdan alıyor ve ilkeleri kavmine ulaştırmıyor. İsa (as) bir Peygamber ve dava arkadaşı olarak onu uyarıyor. Rabbinin buyruğu ihmal edilsin istemiyor. ‘Sen yapmayacaksan ben yapacağım’ diyor. Durumun hassasiyetini anlayan Yahya (as), Allah’ın azabına duçar olmaktan korkuyor, kavmini mescide toplayıp onları uyarıyor. Rivayetin ilgili bölümünün özeti bu. Peki bu pasaj bize başka neler anlatıyor?
• Davet makamında olan insanlar, sadece anlatmakla yükümlü değildirler. Onlar, önce amel etmek daha sonra insanlara anlatmakla emrolunmuşlardır. Bunun önemli bir sebebi vardır. Davete muhatap olan insanlar mesajın tamamını veya bir kısmını anlamayabilir. Böylesi durumlarda mesajın açıklaması, davetçinin hayatı olur. Eğer mesajın açıklaması ikinci bir sözlü mesaj olursa bu davet eksik ve geçici demektir. Ve Allah eksik ve devamı olamayan geçici bir davetten razı olmaz. Allah kökleri yerde sabit, dalları gökte, Rabbinin izniyle sürekli meyve veren kelimelerden razı olur. Bu nedenle Allah (cc) Rasûllerine önce ameli daha sonra daveti farz kılmıştır. Böylece söz ve amel birbirini tamamlar, açıklar.
“Oku! Yaratan Rabbinin adıyla…” [2]
“Ey örtüsüne bürünen! Gecenin azı müstesna (namaz için) kalk…” [3]
“Ey örtüsüne bürünen! Kalk ve uyar. Rabbini yücelt…” [4]
Rasûl’e ilk gelen ayetler ve içerdiği emirlerin tamamı amele yöneliktir. Amel hayatına yerleştikten sonra insanlara anlatması istenmiştir. Uyaran Peygamberin insanlara ‘Uyarın’ deme hakkı vardır. Ve böyle bir Peygamberin ümmeti hakkıyla uyarır. Ne uyarıyı bir kenara atanlardan ne de ölçüsüzce uyaranlardan olur. Onun uyarın emrini, nasıl ve neyi önceleyerek uyardığına bakarak tatbik eder; böylece vasat, adil ve şahit ümmet olmayı başarırlar.
Davetçinin davetini başarıya ulaştıran şey ameldir. Davet sahibinin amelsizliği manevi bir hastalıktır. Sözün etkisini zayıflatır. Anlatılanın başkalarının hayatında görünür olmasına engel olur. Böylesi bir davet, kulaklarda ve zihinlerde etki oluşturabilir, insanlara mantıklı gelebilir. Ancak kalp ve vicdanlarda etki bırakmaz. Kalpte etki bırakmayansa hayata dönük değildir.
• Davetle yükümlü olanlar insandır, insan ise zayıftır. Sorumluluklarını yerine getirmesine engel olan zaafları vardır. Yahya (as) seçilmiş bir elçi olmasına rağmen vazifeyi ağırdan almıştır. Böylesi zamanlarda dava arkadaşları çok önemlidir. Uyaran, hatırlatan ve insana kendine gelmesini sağlayan yol arkadaşları…
Yahya (as), yanında İsa (as) gibi bir dava arkadaşı olduğu için bahtiyardı. Yunus (as) örneğinde ise tam tersi vardı. İnsanların ilgisizliğinden dolayı görev yerini terk ettiğinde onu uyaracak bir arkadaşı yoktu. Vazifeyi terk etmesi ona pahalıya mâl oldu. Allah (cc), onu balığın karnında hapsetmek suretiyle cezalandırdı. Cezaya sebep olan ayak sürçmesini tevbe ve istiğfarla silince, Rabbi ona icabet etti ve onu kurtardı.
Eğer çevrenizde sizi uyaran ve hatırlatan dava arkadaşlarınız varsa, Allah’a çokça hamd etmeli ve arkadaşlarınızın kıymetini bilmelisiniz. Uyarılmak insanı zorlayıp, yaratılışında var olan özelliklerinden ötürü ağır gelebilir. Uyarılmaktan doğan rahatsızlık, uyarılmamaktan ve kendi başına olmaktan doğacak olumsuz neticelerin yanında çok hafiftir. Çünkü yol arkadaşlarının uyarmasından rahatsız olanlar, ilahi uyarıya muhatap olurlar. İnsanlık tarihi, ilahi uyarı karşısında dağılmış ve bir daha toparlanamamışların kıssalarıyla dolup taşmaktadır. İlahi uyarı geldikten sonra ders almış insan sayısıysa, iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar azdır.
• Allah tarafından vazifelendirilmiş ya da verdiği sözlerle kendini muvazzaf kılmış insanlar vardır. Sorumluluğunu yerine getirmeyen biri olursa, onu uyarmalı ve hatasından dönmesini sağlamalıyız. Taşın altına elimizi sokmalı ve Allah’ın (cc) emirlerinin yere düşmemesi için biz öne atılmalıyız. İsa (as) örnekliğinde bunu müşahede ediyoruz. Biri vazifesini yerine getirmedi diye, Müslüman banenecilik yapamaz. ‘Ben, kendi sorumluluklarımdan mesulüm’ demez. Mevzu bahis Allah’ın diniyse, ‘Ben ne yapabilirim?’ diye düşünür.
Allah Rasûlü (sav), yirmi üç yıl boyunca bu ahlakta insanlar yetiştirmek için çabaladı. Cemaatle hareket eden, bireyselciliği bir kenara bırakan; insanlar sorumluluklarını ihmal ettiği zamandaysa istikamet üzere kalıp elinden gelenin en güzelini ortaya koyan şahsiyet…
— “Onları emretmede benden önce davranacak olursan yere batırılmam veya azap görmekten korkarım!”
Bu sözlerde, uyarıya açık olan bir kalp ve Allah’tan hakkıyla korkan bir vicdanın sesi vardır. Tevhid davasına gönül veren müminler de böyle olmalıdırlar. İmamlarına uyarak nasihatlere kulak vermeli, uyarıyı Allah’ın rahmeti olarak bilmelidirler. Uyarı ve nasihatin, Allah’ın gazap ve azabından önceki son duraklardan biri olduğunu bilmelidirler.
Önce Tevhid!
Bunlardan birincisi Allah’a ibadet etmeniz, O’na hiçbir ortak koşmamanızdır. Allah’a ortak koşanın misali şudur: Bir adam, kendi öz malından altın veya gümüş mukabilinde bir köle satın alır ve: ‘Bu benim evim, bu da işim (çalış kazandığını) bana öde!’ der. Köle çalışır, fakat kazancını efendisinden başkasına öder. Kölenin böyle yapmasına hanginiz razı olur?
• Muhatabımız kim olursa olsun, Tevhid önceliğimizdir. Allah’ın elçileri şirk toplumlarını tevhide davet ettikleri gibi, İslam ehlini uyardıklarında yine tevhidi hatırlatmışlardır. ‘Bunlar tevhidi kabul ettiler, artık tevhidle uyarılmalarına gerek yoktur’ dememişlerdir. Tevhid davetçileri bu noktayı iyi anlamalıdırlar. Tevhid’in her zaman ve dönemin önceliği olduğunu bilmelidirler. Başında, ortasında ve sonunda tevhid olmayan her davet, Rasûllerin metoduna aykırı olduğundan eksik ve meşruiyyeti tartışmalıdır. Yahya (as), tevhidi kabul etmiş bir topluluğa önce tevhidi anlatmış, sonra ancak tevhid olduğunda sahih olabilecek amelleri yapmalarını istemiştir.
Muhatabı muvahhidler olmasına rağmen tevhidi önceleyen Peygamberlerden, tevhidden habersiz toplumları kabul olunmayacak amellerle meşgul eden yol kesicilerin eline düştü ümmet. Onlar ki; tevhidden habersiz insanlara en büyük kötülüğü yapan cehennem kapısının davetçileridir. Onlar ki; insanları Allah’la aldatan eşkıyalardır. Onlar ki; hayatları en büyük zulüm olan şirki barındıran insanları ahlaki meselelerle meşgul eden din ahlaksızlarıdır.
Allah Rasûlü (sav) müşrik Mekkelilere ” ‘La İlahe İllallah’ deyin kurtuluşa erin” diyerek davet maratonuna başladı. Finalde ise İslam’ı kabul etmiş, İslam uğruna en ağır bedelleri ödemiş ve cennet ehli oldukları semadan onaylanmış muvahhidlere şöyle demişti:
“Allah, Yahudi ve Hristiyanlara lanet etsin! Onlar, Peygamberlerinin kabirlerini mescid edindiler.” [5]
İlk nefeste tevhid, son nefeste yine tevhid!
• Kelime-i Tevhid’in anlamı Yahya (as) dilinden tefsir edilmiştir.
“Allah’a ibadet edin ve hiçbir şeyi ona ortak koşmayın.”
Tevhidin açılımı budur. Kim Kelime-i Tevhid’i nutkeder, içerdiği mana olan hiçbir şeyi Allah’a ortak koşmadan yanlızca O’na kulluk ederse; kopması olmayan sapasağlam kulpa, ‘La İlahe İllallah’a’ yapışmış olur.
• Şirk koşanların durumunu bir misalle anlatmıştır. Verilen örnek; kâfir, mümin, fasık ve müttaki her sınıftan insanın kolaylıkla anlayacağı ve kabul edeceği akli bir misaldir. Evet, hiç kimse kendi malıyla satın aldığı, nasıl çalışması gerektiğini anlattığı, besleyip kolladığı kölenin emeğinin karşılığını başka bir efendiyle paylaşmasına razı olmaz. Bu, şeriat olmaksızın, bir başkası tarafından öğrenilmeye ihtiyaç duyulmadan her insanın aklıyla bilebileceği ve kabul edeceği bir hakikattir.
Tevhidin böylesi örnekler üzerinden anlatılması Kur’an’da da mevcuttur.
“Size kendi nefislerinizden bir örnek verdi: Size rızık olarak verdiklerimizde, ellerinizin sahip olduklarından (kölelerinizden), sizinle eşit derecede, birbirinizden çekindiğiniz gibi kendilerinden çekindiğiniz ortaklarınız var mı? Akıl eden bir topluluk için ayetlerimizi işte böyle etraflıca açıklıyoruz.” [6]
“Allah, birbirleriyle çekişen birçok ortakların sahip olduğu bir adam (köle) ile, yalnız bir adama ait olan bir adamı (köleyi) örnek vermektedir. Bu ikisinin durumu bir olur mu? Hamd Allah’adır. Hayır. Fakat çoğu bilmiyor.” [7]
Tevhid ve şirkin örnek üzerinden anlatılmasının hikmeti nedir? Bu soruya iki şıklı cevap verebiliriz:
a. Allah (cc); tevhidin delillerinden birinin akıl olduğunu, Peygamber ve vahiy olmasa dahi insanların salt akıllarıyla tevhidin özünü bulabileceğini gösteriyor. Tarih, bu olguyu destekleyen şahsiyetlerle doludur. Zeyd ibni Amr bin Nufeyl, Kıss bin Saide, Amr bin Abese gibi insanlar beş asırlık fetret ve koyu bir cahiliyye döneminde akıllarıyla tevhidi bulmuşlardır. Örneğin, Zeyd bin Amr, Kureyşlilere yanlış yolda olduklarını şöyle anlatıyordu:
“Ey Kureyş topluluğu! Koyunu Allah yarattı, onun için semadan su indirip beslensin diye ot bitirdi. Fakat siz onu Allah’ın dışındaki varlıklar adına kesiyorsunuz.” [8]
Amr bin Abese, Allah Rasûlü’nün zuhur ettiğini duyunca ona geldi ve şöyle dedi:
“Ben, cahiliye döneminde iken bütün insanların sapıklık üzere olduklarını ve hiçbir doğru şey üzerinde olmadıklarını bilirdim. Çünkü insanlar, putlara taparlardı. Derken Mekke’de birtakım haberler veren bir kimsenin çıktığını işittim. Devemin üzerine oturup bu zatın yanına geldim.” [9]
Toplumun tevhidi sıkıntılarını cehalet, tevil, alimlerin saptırması gibi vahiy açısından asılsız mazeretler arkasına gizleyenler, vahyin hakikatlerinden habersiz, uydurdukları dine tâbi olan sapan ve saptıranlardır. İslam’ın suç kabul ettiği cehalet, ilgisizlik, düşünmeme ve saptırıcıların Allah’tan bir delil olmaksızın söylediklerine itaati mazeret kabul etmek, Allah’a kafa tutmak ve O’na din öğretmeye kalkmaktır. Böyle bedeviler hep olagelmiştir. ‘Böyle iman olmaz’ diyen Allah’a ısrarla ‘Biz müminiz’ diyen bedevilere Allah: ‘Yoksa Allah’a dininizi mi öğretiyorsunuz!’ diyerek tepki göstermiştir.[10]
Kendi mülkünde kendisinden başka hiç kimsenin söz sahibi olmasına tahammül edemeyen insanın, Allah’ın mülkü olan dünyada Allah’ın şeriatı dışında yasalarla hükmedilmesine razı olması, oy vererek bu sürece gönüllü iştirak etmesi hangi mazeretle izah edilebilir. Büyütüp beslediği, eğitimiyle ilgilenip sorunlarına koşturduğu çocuğunun kendinden başkasına danışmasını asla kabullenmeyecek insanın; yoktan var edip rızık veren, merhamet edip sayısız nimetlerle hayatını güzelleştiren Allah dışında her türlü …izim’e danışıp Allah’ı unutması da nedir?
b. Tevhid izah edilirken, insanların anlayacağı misallerle anlatılması gerekir. Tevhid fıtrat ve akılla bilindiğinden onu kelamcıların asılsız delilleri, filozofların saçmalıkları ve edebiyatçıların gereksiz uzatmalarına ihtiyaç duymadan sade, öz ve anlaşılır bir şekilde insanlara hatırlatmak gerekir. Sözün en doğru ve adil olanına, kuvvet bakımından en güçlü deliline sahip olmasına rağmen Allah (cc) tevhid ve şirki günlük hayatın bir parçası olan köle örneği üzerinden Mekkelilere anlatmıştır.
Muvahhidler de günlük hayatta insanların çokça hemhal olduğu örnekler tespit etmeli, bunları hazır hâle getirmeli ve muhataplarına tevhidi anlaşılır ve kalıcı örnekler üzerinden anlatmalıdırlar.
Dinin Direği Namaz
“Allah da size namazı emretti. Namaz kılarken (sağa-sola) bakınmayın. Zira Allah yüzünü, sağa-sola bakmadığı müddetçe namazda bulunan kulunun yüzüne karşı diker…”
Namaz, tevhidin amelî boyutu ve kalpte olan Allah inancının amele dökülmesidir. Bu sebeple amellerin efendisi ve en hayırlılarındandır. İslam’ın üzerine bina edildiği farzlardan, insanın hayatında en fazla tekrar edeni hiç şüphesiz namazdır. Sair asıllar senede ya da ömürde bir defa farz olup, imkân ve güç kaydıyla kayıtlıyken; namaz günde beş defa ve hiçbir kayıtla kayıtlanmadan farz kılınmıştır. Zengin fakir, yaşlı genç, bedensel engelli sıhhatli, yolcu mukim, savaşan savaşmayan… Fark olmaksızın namazla mükelleftirler.
Namaz, kulluğun göstergesi olması yanında kulu eğitip terbiye eden bir medrese, onu arındıran bir tekke ve zulmün her türlüsüne karşı direnme gücü veren bir kışladır.
“Sana kitaptan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar. Kulun Allah’ı zikretmesi/Allah’ın kulu zikretmesi ise muhakkak en büyük (ibadet)tir. Allah, yaptıklarınızı bilir.” [11]
“Sizden birinizin kapısının önünden bir nehir aksa ve bu nehirde her gün beş kere yıkansa, ne dersiniz, acaba üzerinde hiç kir kalır mı? İşte beş vakit namaz da böyledir; suyun kirleri giderdiği gibi namaz da günahları ve bütün hataları siler.” [12]
“Şu hâlde onların söylediklerine karşı sabırlı ol, güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini hamd ile tesbih et (yücelt). Gecenin bir bölümünde ve gündüzün uçlarında da tesbihte bulun ki hoşnut olabilesin. Onlardan bazı gruplara, kendilerini denemek için yararlandırdığımız dünya hayatının süsüne gözünü dikme. Senin Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir. Ehline (ümmetine) namazı emret ve onda kararlı davran. Biz senden rızık istemiyoruz, biz sana rızık veriyoruz. (Güzel) Sonuç takvanındır.” [13]
“Ey Bilal! Namaz için kamet getir ve bizi onunla rahatlat.” [14]
Kişinin namazının onu kötülüklerden alıkoyması, arındırması, rahatlatması ve zalimlere karşı güç olması için namazı kılması yetmez, ikame etmesi gerekir. Namazın ikame edilebilmesi içinse kişinin kimin huzurunda olduğunu bilmesi ve huşu içinde namaz kılması şarttır. Huşu, sükûnete ermek demektir. İnsan sevdiği, saydığı ve gözünden düşmekten korktuğu varlık karşısında hakkıyla sükûnete yani huşuya erebilir.
Huşu kalbin amelidir. Kimin huşu sahibi olup olmadığını ancak âlemlerin Rabbi olan Allah bilir. Bu hakikatle beraber, kalpte var olan duygular söz ve amellere yansır. ‘Beden kalbin aynısıdır’ diyenler bu noktaya işaret etmişlerdir. Namaz esnasında kalpte huşu olduğunun alametlerinden biri de bedenin sükûnete ermesi, hareketsiz kalmasıdır.
Kişi Rabbinden yüz çevirip, değersiz şeylerle ilgilenmedikçe Rabbi ona yönelir, rahmeti ve yakınlığıyla onu kuşatır. Kişi Rabbine nasıl muamele ederse Allah’tan öyle muamele görür. Bu kaide başta namaz olmak üzere kulluğun tüm alanları için geçerlidir.
“Beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin nankörlük etmeyin.” [15]
“Onlar Allah’ı unuttu, Allah da onları unuttu.” [16]
“Nebi’nin mübarek meclisine üç şahıs geldi. Biri halkada bir aralık bularak, oracıkta oturdu. Diğeri ise, oradaki cemaatin arkasında bir yere oturdu. Üçüncüye gelince, arkasını dönüp gitti. Rasûlullah meşgul olduğu konuşmayı bitirince, şöyle buyurdu: ‘Bu üç kişinin hâlini size haber vereyim mi? İçlerinden biri Allah’a sığındı, Allah da onu barındırdı. Diğeri (sıkıntı vermekten) hayâ etti, Allah da ondan hayâ etti. Öteki ise (bu meclisten) yüz çevirdi, Allah da ondan yüz çevirdi.” [17]
Şeytan, bu kaideyi iyi bildiğinden namazda kulu meşgul etmek için uğraşır. Düşünce ve vesveselerle ona hücum eder. Gayesi kulun kalbini ve bakışlarını yerinden oynatmak ve Allah’ın teveccühünden onu mahrum etmektir.
“Rasûlullah’a sağa sola iltifat etmenin hükmünü sordum. Peygamberimiz: ‘Bu, kulun namazından bir miktarını şeytanın kapıp çalmasıdır’ buyurdu.” [18]
Namazda kalbin ve gözlerin başka şeylere iltifatı oranında şeytan kulun namazından çalar. Kulun namazından sevap olarak eksildiği gibi, namazın onu arındırıp diriltmesi ve kötülüklerden alıkoyma etkisi de azalmaya başlar.
“Rasûlullah buyurdular ki: ‘Kişi vardır, namazını kılar bitirir de, kendisine namazın sevabının onda biri yazılır. Kişi vardır, dokuzda biri, sekizde biri, yedide biri, altıda biri, beşte biri, dörtte biri, üçte biri, yarısı yazılır.” [19]
Kişi kalbini ve bakışlarını meşgul eden düşüncelerle karşılaştığında şeytandan Allah’a sığınmalı ve namazını korumak için nefsiyle mücadele etmelidir.
“Osman bin Ebil As: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Şeytan benimle namazımın arasına girerek bana okuduğum şeyi unutturdu.’ dedi. Rasûlullah şöyle buyurdu: ‘Bu şeytandır; ona Hınzep denir. Onu hissettiğinde ondan Allah’a sığın ve sol tarafına üç kere tükür!’ Osman bin Ebil As: ‘Bunu yaptım ve Allah benden bu durumu giderdi.’ dedi.” [20]
Namazın en büyük afeti onu âdetleştirmek ve kılmış olmak için kılmaktır. Bunun ilk adımı da beden ve kalbin kopuşudur. Kalp, Allah’ın (cc) huzurunda olduğunu unutup, ilahi makama yakışmayan düşüncelere dalmaya başladığında, değersiz olanı hayırlı ve değerli olana tercih ettiğinde büyük kopuş süreci hızlanır. İkinci adımsa bedenin de namazdan kopmasıdır. Göz etrafını izler, kulaklar çevredeki sesleri işitir, saygı ifadesi olarak bağlanan eller sürekli açılıp hareket eder…
Namaz gibi manevi bir sermayenin şeytan ve nefis tarafından talan edilmesine müsaade etmemeli, onu muhafaza etmek için mücadele etmeliyiz. Namaza girerken tevbe ve istiğfarla arınmalı, namaz dışındaki günahların namazı ifsad etmesine izin vermemeliyiz. Allah Rasûlü’nün (sav) Muaz’a (ra) öğrettiği gibi: “Allah’ım! Seni zikretmem, şükretmem ve güzel bir şekilde ibadet etmem için bana yardım et.” diye dua etmeliyiz.
Oruç Kalkanı
“Allah size orucu emretti. Bunun misali şu insanın misaline benzer: O bir grup içerisindedir. Beraberinde bir çıkın, onun içinde de misk var. Herkes onun kokusundan hoşlanmaktadır. Oruçlunun (ağzında hasıl olan) kokusu, Allah indinde miskin kokusundan daha hoştur.”
“Oruç bir kalkandır. Oruçlu kötü söz söylemesin. Oruçlu kendisi ile dalaşmak isteyene iki defa ben oruçluyum desin.” [21]
Oruç bir kalkandır, insanı muhafaza eder. Neye karşı? Nefsinin şerrine ve Allah’ın azabına karşı. İhtiyaç duyup yapabilmesine rağmen yeme, içme ve şehvetini terk eden insan zamanla kendini ve isteklerini kontrol etmeyi öğrenir. İçinden gelen istekler onu yönetmez; o, istek ve arzularını yönetir. Düşünür, Rabbinin rızasına uygun olmayan isteklerini ihtiyaç duyup yapabiliyor olsa dahi kendi isteğiyle terk eder. Yeter ki orucun gaye ve hikmetini unutmasın, orucu âdet hâline çevirmesin.
Allah Rasûlü (sav) şehvetin yoldan çıkarıcı baskısı altında ezilen gençlere evlenmelerini emretmiş, güç yetiremeyenlereyse oruç tutmalarını öğüt vermiştir.
“Ey gençler topluluğu! İçinizden kimin evlenmeye gücü yetiyorsa, hemen evlensin. Çünkü evlenme, gözü korur ve kişiyi zina yapmaktan muhafaza eder. Kimin de evlenmeye gücü yetmezse oruç tutmaya devam etsin. Çünkü oruç, kişinin şehevi isteklerine gem vurur.” [22]
Müslümanlar, insanlık için çıkarılmış en hayırlı ümmet olup, dünya ve ahirette Allah’ın (cc) şahitleri olacaklardır. Bu büyük vazifeyi yüklenmek için terbiye ve tezkiye şarttır. Oruç, nefisleri terbiye edip eğiten Rabbani bir okul ve öğretmen vazifesi görür.
Orucun iradeyi çelikleştiren terbiyesi ve tarih sahnesine ümmet çıkarma etkisinin farkında olan insi şeytanlar, oruç ayını beslenme festivaline çevirdiler. Rabbani irade mektebini, teravih ve sahur eğlenceleriyle zehirlediler. Ramazan alışverişi adı altında nefsi azdırma ve onu şımartıp semirtme ayı hâline getirdiler.
Müminler, oruca asli hüviyetini kazandırıp, onu İslam şeriatının meşru kıldığı hâliyle gündemlerine almalıdırlar.
Oruçlunun ağız kokusu neden miskten daha güzeldir? Oruç tutan insan uzun sure aç kaldığından midesinden bir koku çıkmaya başlar. Bu koku ağızla, değil mideyle alakalıdır. Ağız temizliğine dikkat etse dahi bu kokuyu gideremez. Bazı insanlar bu kokudan rahatsız olur. Allah (cc) ise bu kokudan hoşnut olur. Onun yanında bu koku şerefli bir kokudur. Misk, insanlar tarafından sevilir, insanlar güzel kokusundan ötürü misk sürünene yakın oturmaya gayret ederler. Oruçlu insan da Allah tarafından razı olunur ve yakınlaştırılır.
“…Oruçlunun iki sevinci vardır; biri iftarı anındaki sevinci, diğeri de Rabbine kavuştuğu anki sevincidir.” [23]
Oruçlunun asıl sevinci, Rabbiyle karşılaştığı an yaşayacağı tarifsiz sevinçtir. Çünkü, Allah’ın (cc) oruçlu kullarına özel bir vaadi vardır.
“İnsanın oruç dışında tüm amellerinin karşılığı on kat ya da yedi yüz kat arttırılır. Oruç benim içindir, mükâfatını da ben vereceğim. Çünkü o, yeme, içme ve şehvetini benim için bırakır…” [24]
Dünyada Rabbini razı etmek için sıkıntılara katlanan oruçlu, ahirette Rabbinin özel misafiridir. Tüm amellerinin mükafatından ayrı alacaktır orucun mükafatını. Bu da onun için bir şereftir.
Devam edecek inşallah…
İlk Yorumu Sen Yap